@guverce
|
"İKİNCİ BÖLÜM: Kalbimdeki tek adres, senin yanın." Kalbim paramparça, ruhum darmadağın. Her gün, her an, her nefes, sadece onu düşünmekle geçiyor. Gözlerim daldıkça, hayatımın en güzel anları aklıma geliyor. O anlar, şimdi içimde açtığı yara kadar canımı acıtıyor. Belki de yanımda olmadığı zamanda ona olan aşkım daha da derinleşmişti. Onunla geçirdiğim her anı hatırladıkça, o anları şu an yaşayamayacağımı bilmek beni mahvediyordu. Onun güldüğü anları düşünmek, içimi hüzünle dolduruyor, bir zamanlar o güzel gülüşünün içimde yarattığı o hissi özlüyordum. Şuan karşımdaydı ve gözleri mutlulukla parıldamıyor, öfkeyle kararıyordu. Ben de ise Alya'yı görmenin mutluluğu vardı. Öfkesini yüksek sesle bağıran gözlerine tebessüm ederken, sevgiyle baktım. Yutkundu ve bir kaç adım geri atıp kapıyı açabilmem için bana alan tanıdı. Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım ve elimi kapının açma koluna koydum, ellerim titriyordu. Kapıyı açmadan önce gözlerimi kapattım ve derin bir nefes alıp verdikten sonra gözlerimi yeniden aralayıp kapının kolunu indirdim ve kapıyı açıp, dışarıya çıktım. Karşısında yerimi alırken, gözlerimi gözlerinde odakladım. Susuyordu. Susması normaldi. Sonuçta o bana değil, ben ona haber bile vermeden ortadan kaybolmuştum. Açıklama yapması gereken kişi bendim. İki kere öksürerek boğazımı temizledim. "Nasılsın?" diyerek bir yerden lafa girdim. "Nasıl mıyım?" diyerek histerik bir şekilde güldü. "Gerçekten soruyor musun Ezra?" Yine haklıydı. Benimki de soruydu değil mi? "Haklısın," dedim ve gülümsemeye devam ettim. "Tabiki de iyisindir." "Değilim Ezra!" dedi keskin bir ses tonuyla. Kaşlarımı kaldırdım, "Neden?" diye sordum. Gülümsedi ama bu gülümseme sinir haliyle oluşan bir gülümsemeydi. "Şaka mısın ya sen?" diye bağırdı ve bir adım atarak bana daha da yaklaştı. "Aylardır bizim ne hissettiğimizi, ne yaşadığımızı biliyor musun? Şu kapıdan giren her insana kuşkuyla baktık, senden iyi ya da kötü bir haber gelecek mi diye bekledik. Aylardır ben, ben değilim mesela Ezra." Başımı önüme eğdim ve onu dinlemeye devam ettim. Elini göğsüme koydu ve var gücüyle itti, bağırarak konuşmaya devam etti. "Şimdi yüzsüzce gelip iyisin tabii ki de diyorsun, değilim. Senin yüzünden iyi değilim. Belki sen değil de ölüm haberin gelseydi canım daha az acırdı Ezra!" "Gitmek zorundaydım." "Neden?" Dudağımı büzdüm ama başım önüme eğik olduğu için o görmemişti. "Nedenini boşver. Bitti, geride kaldı artık." Başımı kaldırdım ve dudaklarım eski halini alırken, bu sefer gözlerine merhamet dilercesine baktım. "Artık geldim ve burada, yanındayım Alya'm." "Ezra sen gittin ve ben sensizliğe alıştım." dedi buz gibi sesiyle. Kaşlarım çatıldı. "İnsan sevdiğinin yokluğuna alışamaz be kızım!" "Haklısın," dedi ve başını önüne eğip, asfalta baktı. "Beni buna sen alışmak zorunda bıraktın." Başımı onaylar anlamda aşağı yukarı salladım. Buruk bir şekilde gülümserken, ona baktım. O da bakışlarını yerden kaldırmış, kendinden emin bir şekilde bana bakıyordu. "Zorunluluklarımızı bir köşeye bırakalım Alya," dedim ve umut dolu gözlerimi gözlerinde odakladım. "Ben buradayım artık, bir daha da gitmeyeceğim." "Sen bir kere gittin ya hepimizden gittin Ezra." "Alya..." "Ezra!" Bu ablamın sesiydi. Ablamın sesini duymamla gözlerimi sımsıkı kapattım ve derin bir nefes aldım. Aylardır anne şefkatine özlem duyduğum ablamın sesini, kokusunu çok özlemiştim. Gözlerimi araladım ve arkamı dönüp gözlerinden sızan gözyaşlarıyla beni izleyen ablama baktım. "Abla?" dedim ve sesimin titrediğini anlayınca devam etmeyip sustum. Daha fazla bir şey söylersem ağlayacaktım. Gözyaşlarını elinin tersiyle sert bir şekilde sildi ve kaşlarını çattı. Yüz ifadesi sertleşirken, nefret ediyormuşçasına baktı. O an can evimden vuruldum. Ablam bile benden nefret edebilmişken, Alya nasıl etmeyecekti ki? Ablam bile bakışlarıyla öfkesini haykırırken, diğerleri ne yapacaktı ki? Ablam. Aynı anneden doğduğum, yıllar önce evi terk ettiğimde peşimden gelen ve benimle beraber kendi babasına bile sırt çeviren, beni büyüten, sahip çıkan ablam bana nefretle bakıyordu. "Hangi yüzle geldin buraya?" diye sordu aniden. Ses tonundaki öfke ben buradayım diye bağırıyordu. Gülümsemeye çalıştım ama yüreğimi acıtan duygu öyle keskindi ki gülümsemeyi bile beceremiyordum. "Sensiz yapamadım diyelim ablam." "Aylardır yaptın, yine yapmaya devam et!." dedi sert bir tavırla, ardından Alya'ya baktı. "İçeirye geç Alya!" dedi ve hızla arkasını dönüp gitmeye yeltendi ama kolunu tutarak gitmesine engel oldum. "Bırak!" diye bağırarak kolunu çekiştirdi. "Abla?" dedim, küçük masum bir çocuğun ses tonuyla. "Özür dilerim." "Dileme!" diye bağırdı var gücüyle. "Yıllar önce babamla sorun yaşayıp evi terk ettiğinde kardeşimi yalnız bırakmamak için ben de çıktım o evden Ezra ama sen ne yaptın, senin için her şeye sırtını dönen ablanı bir başına bırakıp gittin." Yutkundum. "Zorunda kaldım." "Benim seni bırakmadığım gibi sen de beni bırakmayabilirdin, sen de gel abla gitmemiz lazım diyebilirdin," gözlerinden akan gözyaşı toprağa karıştı. "İnan bana nereye diye sormazdım, o gün de sormadığım gibi." "Biliyorum." İki eliyle tişörtümün yakalarını kavradı ve beni iteklemeye başlarken, diğer yandan da bağırmaya devam etti. "Biliyordun da neden gel demedin lan o zaman?" "Hande abla?" "Abla, tamam sakin ol." Sağımızdan gelen seslerle sağ tarafıma baktım ve endişeli gözlerle bizi izleyen Doruk, Elif ve Olcay'ı gördüm. Omuz silktim ve başımı önüme eğip, intihar eden yüreğimin sesime yansıttığı acıyla konuştum. "Seni de peşimden düştüğüm karanlığa çekmek istemedim abla. Yapamazdım." Ellerini yakalarımdan çekti ve sesindeki öfke yüreğimdeki en ücra noktayı dahil acıttı. "Ben senin için o karanlığa da düşerdim." Bir kaç saniyeliğine başımı kaldırıp gözlerine baktım, gözlerindeki öfke öylesine büyüktü ki sanırım beni hiçbir zaman affetmeyecekti. Alya'nın gözlerinde öfke dahil, kırgınlık vardı ama ablam sadece öfkeyle bakıyordu. Başımı yeniden önüme eğdim ve derin bir şekilde yutkundum. "Benim artık bir kardeşe ihtiyacım yok Ezra," dedi sesi titriyordu. "Kardeşlerim yanımda." diyerek eliyle bizim çocukları gösterdi. Doruk gözlerini kapattı ve yüzünde hüzünlü bir ifade var olurken, Olcay'da dolan gözleriyle ablama baktı. Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım dakikalardır gözlerinden akan yaşlarla bizi izleyen Alya'ya baktım, buruk bir şekilde gülümsediğim sırada bakışlarını benden çekip ablama baktı. Ablam'da bana bakmıyordu. "Umarım bir gün beni anlar ve affedebilirsiniz," dedim, sesim artık az çıkıyordu. Ablamın öfkesinin altında kalmış, çıkamıyordum. "Ben siz beni affedene kadar beklerim sıkıntı yok." dedim ve başımı aşağı yukarı sallayarak arabama bindim. "Hiç sıkıntı yok." dedim kendi kendime ve kapıyı kapatıp arabamı sürdüm. Sevdiklerimden ayrı kalmanın hüznü, tıpkı gri ve yağmurlu bir günde gökyüzünü kaplayan bulutlar gibi yüreğimi sarıp sarmalıyordu. Onların öfkesinin hedef tahtası olmak, sanki içimi her an biraz daha oyuyor. Sanki içimde derin bir çatlak oluşturmuş ve hüzün suyunu çekip gitmiyor, içimde kalıyordu. Oysa ben her an onlarla olmak, yanlarında durmak istiyordum. Haber vermeden gitmem, sevdiklerimin benden uzaklaşmasına neden olmuştu. Ve bu uzaklık, sanki içimi yakıp kavuruyordu. Belki de en zor olanı asıl yeni başlıyordu. Onları her an görüp, öfkelerinin ızdırabında yanacaktım ama umutsuz değilim. Her ayrılığın, kızgınlığın bir sonu vardır, her yolun bir dönemi sona erer. Bu dönem de sona erecektir. Telefonumdan yükselen zil sesiyle arabayı sağa çektim ve rehberimde ekli olmayan bir numaranın aradığını görmemle aramayı cevaplandırdım. "Efendim?" "Ezra," dedi telefonun karşısındaki ses ve bu ses oldukça tanıdık geliyordu. "Dönmüşsün." Kaşlarımı çattım. "Ne istiyorsun?" "Görüşmek istiyorum." Histerik bir şekilde sesli güldüm. "Her şeyi konuşup hallettik Halit!" dedim ve önümden geçip giden arabalara baktım. "Daha neyin görüşmesini istiyorsun?" "Hayır, hayır..." diyerek heyecanlı bir sesle devam etti. "Beni yanlış anladın. Görüşmek istememin nedeni geçmiş değil, gelecek." Alay edercesine konuştum. "Teklifiniz için teşekkürler Halit Bey, sizin içerisinde yer aldığınız bir gelecek düşünmüyorum." Tam aramayı sonlandıracakken keskin bir ses tonuyla konuştu. "Yalnız kaldın Ezra! Bana ihtiyacın var, bensiz bir hiçsin." Gülümsedim. "Ezra Alkor hiçbir zaman bir hiç olmaz. Tek başıma hepinizin hayatını sikerim, merak etme." dedim ve telefonu kulağımdan çekip bir şey söylemesine daha fazla fırsat vermeden aramayı sonlandırdım. Telefonumu yan koltuğa fırlattım ve iki elimle direksiyona hızla vurarak bağırdım. "Ezra Alkor döndü, şimdi siz düşünün."
9 AY ÖNCE Tekme atarak ofisin kapısını açtım ve yol boyunca beslediğim tüm öfkemle masasında oturan Halit'in üzerine yürüdüm. "Beni nasıl bir işe bulaştırdın Halit?" diye bağırdım ve yumruk yaptığım iki elimi de tüm gücümle masanın üzerine vurdum. "Ne yaptırdın lan bana?" "Ezra?" dedi şaşkın bakışlarını gözlerinde misafir ederek ayağa kalkarken. "Ne oluyor?" "Beni kandırdın lan!" "Ne kandırması?" dedi ve sandalyeyi geriye doğru itti. Sandalye arkasındaki dolaba çarparak durmayı başarırken yanıma geldi ve sakin bir ifadeyle baktı gözlerime. Ellerimi masanın üzerinden çekip ben de onun karşısında yerimi aldım. "Birlikte iş yapıyoruz, ben seni neden kandırayım?" Ellerimi yakasına koydum ve sert bir şekilde kavradıktan sonra var gücümle kendime doğru çektim, o da ellerini yakasındaki ellerimin üzerine koydu. "Vurduğumuz adam kimdi?" "Kim olduğunu anlattım ya Ezra?" dedi. Sesindeki sakin ifade gitmiş,endişeli bir ton yerini almıştı, sesi titriyordu. "Adam beni takip ettiriyormuş Halit!" diye yüksek ve gür bir sesle bağırdım. "Tüm sevdiklerimi vurmak için peşime adam takmış!" Kaşları yukarıya kalktı. "Öldürmeyi sen başaramadın Ezra, ben değil." "Ne anlatıyorsun lan?" İki elimi de sıkıca tutup beni geriye doğru var gücüyle itti. "Benim vurduğum herif öldü Ezra! Senin vurduğun adam yaşıyor. Bunun biletini bana kesemezsin." İşaret parmağıyla göğsüme vurarak konuşmaya devam etti. "Sen beceremedin." "Senin meselendi!" "Evet," diyerek beni onayladı ve korkusuz gözlerle gözlerime baktı. "Ama bana yardım etmeyi sen seçtin, ben seni zorlamadım ve yine sen beceremedin." Dişlerimi sıktım. "Halit?" İşaret parmağını göğsümün üzrinden çekti ve tehdit edercesine ileri geri sallayarak konuşmaya devam etti. "Sakın suçu bana yükleme bu senin hatan Ezra. Gereken yardımı da yaptım, götünü kurtarmak için de çok çabaladım ama yapabildiğim bu. Başının çaresine bak dostum." Salladığı parmağını tuttum ve var gücümle sıktım, yüzünden canının acıdığı, acı çektiği belli oluyordu. Sıktığım dişlerimin arasından sızan kelimeler öfkeyle karıştı. "Ben senin dostun falan değilim. Sana yardım ettiğim günün de, senin karakterinin de amınakoyim." Parmağını tüm gücümle uyguladığım baskı sayesinde büktüm ve ufak bir çıtırtı sesini duydum, parmağını kırdım. Acıyla inledi ve parmağını elimden kurtarmaya çalıştı ama öyle çok sıkıyordum ki kurtaramıyordu. Parmağıyla işim bittiğinde hızla ittim. Geriye doğru yalpaklandı ve duvara çarptığında diğer eliyle kırdığım parmağını tuttu. "Sakın bir daha karşıma çıkma Halit, yoksa bu sefer seni öldürürüm." dedim ve hızla arkamı dönüp odasından çıktım. Peşimden acılı bir ses ile bağırdı. "Sen kimsin de beni öldüreceksin Ezra! Ben olmasam bir hiçsin!" "Günü geldiğinde hiç kimmiş sana göstereceğim ben." O gün hayatımda hızlı kararlar almam gerekiyordu. Eğer ablamın, Alya'nın ya da dostlarımdan birinin yanına gitseydim zarar görme ihtimalleri çok yüksekti. Arabamı bir uçurumun kenarına çekip uzunca düşündüm ve en doğrusunun bir süreliğine ortalıktan kaybolmak olabildiğine karar verdim. Sadece bir saat içerisinde yanıma hiçbir şey almadan sadece uçak bileti aldım ve ülkeyi terk ettim. Tek isteğim sevdiklerimin zarar görmemesi ve yaşamasıydı. Halit'in beni bulaştırdığı bu iş, sonum olmuştu. Halit yüzünden tüm düzenim tepe taklak olmuş, hayatım mahvolmuştu. Aylarca sevdiklerimden ayrı geçirdiğim zaman yüreğimi kor alevlerde yakmıştı. Vurduğum adamın ölüm haberini almamla dönüşüm aynı gün olmuştu. Artık bir risk yoktu, sevdiklerim tehdit altında değildi. |
0% |