Yeni Üyelik
12.
Bölüm

10. Bölüm: Ortaya Çıkan Gerçeğin Acımasızlığı

@guverce

 

 

10. Bölüm: Ortaya Çıkan Gerçeğin Acımasızlığı

Çocukların arasından sıyrılarak Kutay'ın mekanına doğru yürümeye başladım. Hava güzeldi ve mahallenin çocukları dışarıda oyun oynuyordu. Sabaha kadar uyuyamamış, sabah saatlerinde uykuya daldığım için öğlen uyandım ve Kutay ile Anıl'ı çok merak ediyordum.

Nihayet Kutay'ın mekanının önüne vardığımda önce kendi dükkanıma baktım ve Ozan'ın içeride müşterilerle ilgilendiğini görünce adımlarımı yeniden Kutay'ın mekanına çevirip içeriye girdim. Kutay masasında, arkasına yaslanır bir vaziyette otururken ayaklarını da masaya uzatmıştı. Anıl ise masanın önündeki derisi soyulmuş, siyah koltukta oturuyordu.

Kutay geldiğimi görünce boş gözlerle baktı gözlerime, "Senin velet sabah kapıda bekliyordu. Sen gelmeyince benim anahtarla kapıyı açtım, işe başladı." Dedi.

"İyi yapmışsın." dedim ve ben de Anıl'ın karşısında yer alan tekli koltuğa oturdum. Gözlerimi yeniden Kutay'a çevirdiğimde başını koltuğun tepesine yaslamış tavanı izliyordu. Sanırım bir şey düşünüyordu?

Anıl öne doğru eğildi. "İşin mi vardı?"

"Yok!" dedim ona bakarken. "Sabaha kadar uyuyamadım sonra da uyuya kalmışım."

"İyi misin?"

"Boş ver beni!" dedim ve başımla Kutay'ı gösterdim. "Bunun nesi var?"

"Düşünüyor."

"Neyi?"

"Acımasız gerçekleri."

"Anıl..." diyerek ben de öne doğru eğildim ve kısık bir sesle konuştum. "Ne olursa olsun, Ziya bizdendi."

"Senin için bunları söylemek çok kolay Umay ama bunu yaşayan için değil."

"Senin neyin var?" diyerek çevik bir hareketle ayaklarını masadan indirdi Kutay ve ellerini masaya koyup bağlarken gözleri yüzümün her noktasını taradı.

Dudağımı büzdüm. "Bir şeyim yok."

"Yalan söyleme!" dedi biraz yüksek bir sesle. "Senin sesinin tonundan, bakışından anlarım duygu halini."

Başımı önüme eğdim ve yine gözlerim dolarken titreyen ses tonuma engel olamayarak konuştum. "Haklı çıktın."

"Hangi konuda?"

Gözyaşlarım aktı ama bundan çekinmedim ve yüzümü yerden kaldırıp Kutay'ın gözlerine baktım. "Levent bize yardım etmeyecek."

Başını onaylar anlamda salladı. "Zaten yardım etmesini gerektiren bir şey yok."

"Bir başına halledemezsin?"

"Alınacak bir intikam yok Umay!" dedi keskin bir ses tonuyla. Ses tonundaki tını itirazı kabul etmiyordu. Onun bu dediğine karşılık olarak kaşlarımı çattım ve dinlemeye devam ettim. "Olması gereken olmuş. Ona abilik eden, defalarca kez başını beladan kurtaran adamı öldürecekti ve sonucunda uyuşturucu satıcılığı yapıp, abisini öldürmeye çalışırken kendisi öldü."

Sustum.

Ne diyebilirdim ki?

Haklıydı.

Kutay masanın altına eğildi ve bir valiz çıkarıp masanın üzerine koydu, Anıl'a baktı. "Bizim yerimizde, yıkık duvarın altındaydı." ayağa kalktı ve valizin fermuarını açtığında gözüme dolarlar çarptı. "Doğruymuş. Parayı almış."

Anıl gözlerini sıkı bir şekilde yumdu ve başını yere eğerken, başını ellerinin arasına alıp öylece durdu.

Benimde gözyaşlarım ardın sıra akıyordu ama Kutay'ın yüzündeki ifadeydi beni asıl üzen. Kırılmış ve öfkeli görünüyordu. Belki de Ziya yaşasaydı kendisi öldürebilirdi.

Omuzlarını düşürüp dışarıya çıktı ve saniyeler içerisinde kadrajımdan çıktı.

Kırgındı ama bence kırgınlıktan çok en çok kızgındı.

İhanet; Şah damarına dayatılan bir bıçak gibiydi. Kessen de ihanet edilmiş sayılıyordun, kesmesen de o bıçağı bir kere dayamış oluyordun ve bu da bir ihanetti. En az kesmek kadar büyük bir ihanet. Tam olarak Kutay'ın yaşadığı da buydu, başaramamış olsa da ihanet etmişti Ziya ve bu ihanet tüm kardeşlik duygularının katili olmuştu.

Yine de yılların biriktirdiği anıları tek kalemde silip de silginin ucunda sallandıramıyordum.

"İnanamıyorum," dedim kısık bir sesle.

Anıl kalktığı koltuğa yeniden oturdu ve arkasına yaslanırken, "Onca yaşananlara nasıl ihanet etti!" dedi.

Gözlerimi kapatıp başımı önüme eğdim ve sessizce akıttım gözyaşlarımı. "Belki de bu olayın içinde farklı bir iş vardır Anıl?"

"Nasıl bir iş Umay?" dedi sitem dolu bir sesle. "Her şeyi sende duydun anlattı çocuklar. Levent anlattı, Kutay gitmiş o Fuat Görenoğlu'yla konuşmuş. Herkes de ağız birliği yapamaz ya."

"Haklısın." Dedim. İnanmak istemiyordum ve inanmamak için bir şeylerin ardına sığınıyordum. Daha fazla bir şey deme gereksinimi duymadım ve Kutay'ı bulabilmek için ayağa kalkıp çıkışa doğru yöneldim.

"Nereye?"

"Kutay'ı bulmaya." Dedim masum bir ses tonuyla ve dışarıya çıkıp sokağın sağına ve soluna bakındım, nereye gidebileceğini düşündüm. Beni her kırdığı günün gecesi evime gelirdi, peki ya bu sefer kırılan oyken nereye gitmiş olabilirdi?

Evine mi? Harabeye mi?

Sol tarafa doğru yürüdüm ve parayı bulduğu harabe binaya doğru ilerledim. Orası bizim çocukken sığınağımızdı, büyüdük yine sığınağımız. En çok da Kutay'ın. Kutay üzüldüğünü birilerinin anlamasını istemezdi ve her üzüldüğünde ya evine gider bahçesinde odun kırardı ya da harabe binaya gider çatıda, güvercinlerini uçururdu.

Harabe binanın önüne geldiğimde yukarıya bakındım ve güvercinlerin dışarıda uçtuğunu görünce gülümsedim, onu bulmuştum. İçeriye girdim ve iki kat merdiven çıktıktan sonra çatıya da çıktım. Kutay eski koltuğun üzerinde oturuyordu, diğer yandan da yem atıyordu.

Yanına oturdum. "Aldatılmış, kandırılmış hatta değersiz hissediyorsun değil mi?"

Bana döndü ve birkaç saniye gözlerimin içine baktı, canı acıyormuş gibi bir ifadesi vardı. Daha sonra gözlerini benden çekip, "Artık hiçbirini hissetmiyorum." dedi. Sesindeki ton beni rahatlatmak ister gibiydi. Ya da ben buna inanmak isteyip rahatlamaya çalıştım.

"Yüzünde acı dolu bir ifade var."

"Var..." dedi düşünceli bir şekilde başını önüne eğerken. "Çünkü acı çekiyorum Umay."

Elimi dizlerinin üzerinde konumlandırdığı ellerinin üzerine koydum ve ovaladım. "Çekme." Dedim. "Acı çekmeni gerektiren hiçbir şey yok."

Başını yeniden bana çevirdi ve gözlerini gözlerimle buluşturdu. "Ben ne yaptım Umay?" diye sordu çattığı kaşlarının eşliğinde.

"Ne anlamda?"

"Ziya'nın bana düşman olmasını sağlayacak ne yaptım?"

"Hiçbir şey." Dedim düz bir sesle. "Dün Levent'le konuştum ve Ziya'nın senin yerine geçmek için seni öldürmek istediğini söyledi."

"Benim yerim?" dedi sorar bir ifadeyle ve ardından yalancı bir kahkaha patlattı. "Bu eskimiş koltuklara oturmak için mi?"

Başımı hayır anlamında sağa sola salladım. "Saygınlığına sahip olmak için. Mahalledeki herkes sana saygı duyuyor, başı sıkışan sana geliyor. Ziya'da bunu kendine hırs edinmiş, ona göre çevresindeki en saygın kişi sendin Kutay."

Ayağa kalktı ve çatının ucuna ilerleyip aşağıya baktı. "Levent konuşmuşmuş mu Ziya'yla?"

"Konuşmuş." Dedim ve o bana bakmasa da ben onun her hareketini detaylı bir şekilde inceledim.

"Ne konuşmuş?"

"Yapmaması için ikna etmeye çalışmış Kutay."

"Neyi yapmaması için?"

Cevabını bildiği halde soruyordu. Kutay her ne olursa olsun, canı ne kadar yanarsa yansın gerçeklerden kaçan biri olmamıştı hiçbir zaman. Aksine hep duymak isterdi ve yine öyle yapıyordu. "Seni öldürmemesi için."

Başını onaylar anlamda aşağı yukarı salladı. "Ne çok sevenim var görüyor musun?" dediğinde başımı önüme eğdim ve Kutay'ı dinlemeye devam ettim. "İki adam beni paylaşamamış. Biri demiş ki öldüreceğim, diğeri demiş ki yapmayacaksın. Peki sonuç ne? Her zamanki gibi parası olan kazanmış."

"Levent'in ne suçu var Kutay?"

"Ya bırak Umay!" diye bağırarak yüzünü bana döndü ve gözlerindeki kararlı ifadeye tutundum. "Ziya beni öldürmeyi kafasına koymuş ama öldüremeden kendi öldü. Sen bunu kimin yaptığını düşünüyorsun?"

Kaşlarımı çatarak ayağa kalktım ve karşısında dikilirken ben de ona kendimden emin bir şekilde baktım. "Levent böyle bir şey yapmaz."

"Ben kendi yaptı demiyorum ki," dedi ve bana biraz daha yaklaşıp nefesini yüzüme üfledi. "Onlarca adamı var yaptırmıştır birine."

"İzin vermez."

"Zaten izni veren odur!"

Ellerimi göğsüne koyup var gücümle ittim ve "Yapmaz!" diye bağırdıktan sonra yanından ayrıldım. Her defasında aynı oluyordu hissettiği acıyı, hayal kırıklığını paylaşmak için yanına gittiğimde ne yaparsa yapsın acısını gizliyor hep başka şeyler ortaya atıyordu. Yalan veya doğruydu ama tek amacının kendi üzerindeki ilgiyi dağıtmak olduğundan adım kadar emindim.

Sokakta yürürken Anıl'la karşılaştım. "Yanınıza geliyordum?" dedi sorar bir tavırla.

"Kutay yukarıda." dedim ve ilerlemeye devam ettiğimde Anıl ardımdan bağırdı.

"Sen nereye?"

Kutay'dan uzağa...

Kutay'ın mekanına geri girdiğimde masanın altındaki içi para dolu çantaya baktım. Paranın asıl sahibine gitmesi gerekiyordu, aslında Levent'i görmem gerekiyordu. Gerçekten Ziya nasıl ölmüştü. Öldüren eğer Fuat Görenoğlu değilse kimdi?

Çantayı öfkeyle elime aldım ve masanın üzerinde duran Kutay'ın arabasının anahtarlarını da elime aldıktan sonra dışarıya çıktım. On metre ileriye kaldırımın kenarına park ettiği aracının kilidini açtım ve içerisine binerken, çantayı da yan koltuğa koydum.

Sonra ise Levent'in evine doğru sürdüm. Kutay'ın içime serpiştirdiği kuşku tohumları büyümeden yok etmem gerekiyordu, yoksa bu kuşku zamanla ya beni yok ederdi ya da ben onu.

Levent yapmış ya da yaptırmış olamazdı çünkü Levent, ne olursa olsun birine isteyerek zarar verecek bir adam değildi. En azından eskiden böyle biri değildi.

Levent'in evinin önüne geldiğimde hava kararmaya yüz tutmuştu. Derin bir nefes alıp verdim ve para çantasını elime alıp arabadan indim. Kapıdaki koruma sorar gözlerle bana bakarken başımla selam verdim. "Umay Karalar ben. Levent ile görüşmem lazım."

"Hoş geldiniz Umay Hanım," dedi ve telefonundan bir yerlere girip bir şeylere baktıktan sonra yeniden bana baktı. "Buyurun." Diyerek eliyle kapıyı gösterdi ve kapı açıldı.

Hafifçe gülümsedim. "Teşekkürler." Dedim ve içeriye girip oldukça büyük ve görkemli olan evin girişine doğru yürüdüm. Yaklaşık bir iki dakika sonra evin girişine vardığımda kapıda duran adam hiç beklemeden kapıyı açtı ve ben de bekletmeden içeriye girdim.

Salon tarafına geçtiğimde içeride kimse yoktu ama eğer Levent olmasaydı olmadığını söylerlerdi.

"Levent!" diye bağırarak etrafa bakındım. Elimdeki para çantasını koltuğun üzerine bıraktım ve büyük camın önüne gelip bahçeye bakındım ama bahçede de yoktu.

"Buradayım."

Arkamdan gelen sesle ürktüm ve hızla arkamı döndüğümde Levent'le göz göze geldim. Kalbim bir yanardağının içerisindeymiş gibisine yanmaya ve çarpmaya başladı. Levent'in saçları ıslaktı ve üzerinde ise beyaz gömlek vardı ama düğmeleri açıktı. Zorda olsa gözlerimi sağıma çevirdim ve ardımda kalan bir adımlık mesafeyi kullanarak geriledim, cama yaslandım.

Levent'in dudaklarında içten bir tebessüm var oldu. "Özür dilerim," dedi ve o da bir adım gerileyerek aramızdaki mesafeyi açmama yardım etti. "Korkutmak istememiştim."

"Yok!" diyerek etrafa bakındım. "Ben bir an boş bulundum."

Gülümsemeye devam etti. O gülümseyince ölü ruhum kendini çiçeklerle donatıyordu, sanki yok olmak üzereymişim de beni kurtaran oymuş gibiydi.

Birkaç adım atarak koltuğun yanına geldim ve para çantasını elime alıp Levent'e uzattım. "Bu sana ait." Dedim.

Önce kaşlarını çattı, sonra ise her ne kadar tereddütte kalsa da çantayı elimden alıp sorar gözlerle gözlerime baktı. "Bu ne?"

"Hatırlıyor musun?" diye başladım söze, dudaklarımda ise buruk bir tebessüm vardı. "Küçükken hep gittiğimiz harabe bir bina vardı."

"Tugay amcanın bakkalının yanındaki."

"Evet o." Dedim. "Ziya, Kutay'ı öldürmek için aldığı parayı bizim yerimize saklamış. Yıkık duvarın altına Kutay buldu."

"Bunu neden bana getirdin?"

"Ziya'nın o adamlardan aldığı parayı sen o adama ödedin ve bu da senin paran Levent."

Para çantasını koltuğun üzerine gelişi güzel fırlattı. "Ben ihanetin meyvesini almam Umay."

"Bu sana ihanet değil ve para senin."

"Ha Kutay'a, ha sana, ha Anıl'a, ha bana ne fark eder Umay!" diye bağırdı. "Ziya sadece Kutay'a değil hepimize ihanet etti. Dostluğumuzu, kardeşliğimizi bir kenara atıp yapmaması gereken şeyi yapmaya kalkıştı."

"Ama bu para se-"

"Ben bu parayı almam!" dedi, sesindeki tını itiraz istemediğini söylüyordu. "Mahalledeki yardıma muhtaç insanlara dağıtın, Kutay herkesi bilir, tanır. Ziya'nın ihanet için aldığı para bir işe yarasın." Dedikten sonra ardına döndü ve sakinleşmeye çalıştı.

Başımı önüme eğdim. "Bunu ben diyemem Kutay'a. Siz aranızda halledersiniz."

Levent bir şey demedi, sadece başını onaylar anlamda sallayarak camdan dışarısını izledi. Ben de onu izledim. Zihnime zehrini akıtan soruları kafamda tarttım ve bu soruların cevabını Levent'ten başka kimseden alamazdım.

"Birkaç şey sormak istiyorum Levent?" dedim sorar bir sesle.

"Dinliyorum."

"Anlamadığım çok şey var ama en önemlisi..." dedim ve duraksadım, bana bakmıyor olması her ne kadar benimle ilgilenmediğini düşündürse de ben yine de devam ettim. "Ben Ziya'nın öldüğünü öğrendiğimde Anıl ve Kutay bana başka bir şey anlattı."

Yüzünü bana döndü ve bir kaşını havaya kaldırdı. "Ne anlattılar?"

"Önce bana söz ver." dedim hüznün ağır perçemlerini misafir eden ses tonumla. "Bana ya doğruları anlatacaksın ya da sus ben anlarım."

"Söz!" dedi hiç beklemeden.

O an gülümsedim ve içim her ne kadar buruk olsa da birilerine hala güveniyor olabilmemin inancına sığındım. "Ziya, Fuat Görenoğlu'nun bir tanıdığını mı öldürdü?"

"Hayır."

"O zaman Kutay neden bu adamın peşinde?" dedim anlamaya çalışarak. "Kutay'lar, Ziya'nın birini öldürdüğünü, öldürdüğü kişinin ailesinin de intikam için öldürdüğünü söylediler."

"Onlarda öyle biliyordu çünkü..."

"Gerçek ne Levent?"

"Gerçekler sana dün anlattıklarım. Evet Ziya birini öldürdü ama ailesi bu kişinin Ziya olduğunu bilmiyor, Fuat olduğunu biliyor. Hiçbir zaman Ziya'nın peşine düşmediler."

"Ya kafayı yiyeceğim!" diye bağırarak ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Kim öldürdü o zaman Ziya'yı?"

Levent cevap vermek yerine başını önüne eğdi ve sustu.

Başımı ihtiyari bir hareketle aşağı yukarı sallayarak baktım Levent'e. "Neden kimin yaptığını söylemiyorsun Levent?"

"Her şey daha fazla karışmasın diye..."

"Daha ne kadar karışabilir ki?" diye sordum. Yüreğimi ele geçiren acı, bir çok duygumun da önüne geçmişti. Eminim ki ses tonumda bile kendini apaçık belli eden hissettiğim bu acı her tavrımda, duruşumda bile kendini belli ediyordu.

"Olan oldu Umay," dedi boş vermişliğe kapılırken. "Kimin yaptığının da bir önemi yok."

Gözlerimi kısarak baktım gözlerine. "Bunu yapanı öldürdün mü?" diye sordum.

"Öldürdüm." Dedi tek nefeste tereddütsüz bir sesin eşliğinde gözlerindeki acı dolu ifadeyle.

Daha fazla bir şey demedim ve başımı önüme eğip sustum. Ne diyebilirdim ki?

Ziya'ya sen bir şey yapmış olabilir misin diye nasıl sorabilirdim? Ya da ben duyacağım cevaba hazır mıydım?

Değildim. Eğer öyle bir şey varsa bile ve düşüncem doğruysa eğer bundan sonra hayatıma devam edebileceğim bir gücüm yoktu.

GECE

 

 

LEVENT'İN AĞZINDAN;

Siyah bir kelebeğin kanatlarından tüten duman beraberinde masumiyeti de yakıp kül etmişti. Yok olan masumiyetti ama arasına hüznüm de karışmıştı. Hüznüm kanlı ellerin arasında can çekişirken, ben o sırada yaptıklarımın acımasız hükmünü sorguluyordum. Bu olanların sonucunda yanan her türlü ben olacaktım ama nasıl olacağı hakkında gram fikrim yoktu.

Olacaklar, olanların arasında sessizliğe gömüldü.

Sessizlik, acı haykırışları toprağın altına hapsetti ve ben yine bir başıma kaldım.

Mezarlığın önüne geldiğimde arabadan indim ve Ziya'nın gömülü olduğu yere doğru yürüdüm. Yaklaşık bir saat önce Kutay aramıştı ve beni mezarlığın başına çağırmıştı. Artık her şeyi açık açık konuşmanın vakti gelmişti ve artık hepimiz aynı ateşte yanacaktık. Yandığımız ateş hepimizin sonu olacaktı.

Nihayet mezarlığın başına geldiğimde Kutay'ın, Ziya'nın mezarının başında yere oturduğunu, sırtını da başka bir mezarın duvarına yasladığını gördüm. İhtiyari adımlarla yanına vardığımda tam yanında durdum ve yüzümü Ziya'nın mezarına dönüp mezar taşına baktım.

Aramızda kısa süren bir sessizlik oluştu. Ne o konuştu ne de ben, ikimizde sadece Ziya'nın mezarına bakıyorduk.

Sonunda aramızdaki derin sessizliği bozan Kutay oldu ve "Yine başına bir bela açtı ve bu sefer kurtulmanın yolunu bulamadı sanmıştım," dedi ima dolu bir ses tonuyla.

"Açtı." Dedim kendimden emin bir sesle. "Ve doğru Kutay bu sefer kurtulamadı."

Bana baktığını hissettim. "Neden?"

"Vazgeçmedi." Dedim ve saniyesinde gözümden sızan gözyaşını tek bir hamleyle sildim. "İnsanları zehirlemekten, en büyük olma hayalinden, can yakmaktan..." sağıma döndüm ve beni izleyen Kutay'ın gözlerine baktım. "En önemlisi de seni öldürme isteğinden vazgeçmedi."

Başını onaylar anlamda aşağı yukarı sallarken konuştu. "Ya vazgeçseydi?"

"Böyle olmazdı."

"Ne olurdu?"

"Ziya yaşardı Kutay." Dedim acının eşiğinde kavrulurken. "Hayatıma acıyla kavrulan bir yürekle değil, sevgiyle yeşeren bir kalple devam ederdim. Ölmezdim."

Yeniden Ziya'nın mezarına baktı. "Keşke yapmasaydın?" dedi düşünceli bir sesle.

"O zaman sen ölürdün, belki sonra Anıl. Umay. Suçsuz ve masum olanlar ölürdü ve ben buna göz yumamadım."

"O yüzden Ziya'yı öldürmeyi seçtin."

Acı gerçek yüzüme tokat gibi çarptığında başımı önüme eğdim ve gözümden birkaç damla yaş Ziya'nın mezarına düştü. "Zorunda kaldım."

Kutay ayağa kalktı ve o da benim yanımda durup Ziya'nın mezarını izledi. "Bu mezar bizim eserimiz Levent. Nedeni ben, sebebi de sensin. Hayatımı kurtardın ama diğer bir yandan da kararttın. Hem kendi yüreğine hem de bizim yüreğimize hiç dinmeyecek bir acı bıraktın."

"Eğer sonuçtan pişman olup olmadığımı merak ediyorsan," dedim ve hemen ardından yüzümü Kutay'a dönüp kendimden emin bir şekilde baktım. "Pişman değilim Kutay. Eğer bir daha o güne dönseydim yine yapardım. Çektiğim bu acıya rağmen yapardım. Ziya'yı yine öldürürdüm."

Eğer o güne dönseydim ve ikinci bir şansım olsaydı yine aynısını yapardım, Ziya'yı öldürürdüm. Yandığım bu ateşte yine usanmadan yanardım. Belki bu yaptığım herkese göre hataydı ama benim için bir sonun başlangıcıydı, sevdiklerimi korumaktı.

Kendi yaktığım ateşte yandım.

Kardeşimin kanına bulanan ellerim yandı.

Loading...
0%