@guverce
|
2. BÖLÜM: Geçmişe Duyulan Nefret Mahalleye döndüğümüzde Kutay kendi mekanına geçerken, ben de kitapçıma gelmiştim ve dağılan kitapları toparlıyordum. Mahallenin içerisinde küçük bir kitapçım vardı ve az da olsa bana bir kazanç sağlıyordu. "Sen artık evine git Ozan geç oldu." dedim, yanımda çalışan on altı yaşındaki çalışanıma. "Yok Umay abla!" diyerek reddetti. "Şuraları toparlayalım giderim." "Aa!" diyerek elimdeki kitabı rafa geri bıraktım ve kaşlarımı çatarak Ozan'a baktım. "Evine git diyorum sana!" "Ama abla?" "Hadi!" diye bağırdım. "Yoksa yarın gelebileceğin bir işin olmaz." Gülümsedi ve mahcup bir ifadeyle bakarken elinde evirip çevirdiği kitabı raftaki yerine koydu ve sevecen bir ifadeyle gözlerime bakarken, "Teşekkür ederim." dedi. Onun bu naif teşekkürüne karşın saçlarını okşadım ve dükkândan çıkmasını izledikten sonra camdaki yazının 'kapalı' yazan kısmını çevirdim. Kitapları toparlamaya devam ederken, diğer yandan da Levent'in gelebilme ihtimalinin olup olmamasını düşünüyordum. Eğer benliğinde biraz olsun eski Levent barınıyorsa gelirdi ama bugün gördüğüm lüks hayatın içerisindeki Levent'ten umudum yoktu. Sonuçta kimse o hayatı bırakıp, bu çöplüğe dönmezdi. "Bulaşıklar tamam Umay." diyerek mutfak tarafından çıkan Anıl'a baktım ve gülümsedim. "Senin velet etrafı toparlamadan gitti mi?" "Geç oldu, yolladım." Bir şey demeden yanıma geldi ve ben kitapları düzenlerken Anıl'da etrafı süpürmeye başladı. "Kutay'la küs müsünüz?" diye sordum. "Hayır!" dedi net bir ses tonuyla. "Neden sordun?" "Onun yanından hiç ayrılmazdın ama bugün Levent'in yanından geldiğinden beri buradasın." "Levent'e 'Eğer bizim yanımızda olmaya karar verirsen mahallede ki kitapçıya gel, orası Umay'ın.' dedim. Eğer gelirse, buraya gelecek." "Kutay kızacak sana!" diyerek gülümsedim. "Neden benim mekanımı değil de Umay'ın orayı söyledin diye." "Umurumda değil Umay!" diyerek süpürdüklerini çöpe döktü ve süpürgeyi köşeye bırakırken, sırtını duvara dayadı. Gözleri özlemle bakarken, yüzünde mahzun bir ifade oluştu. "Eğer Kutay'ın orayı söyleseydim, Kutay yine Levent'e zıt giderdi ve yıllar sonra bulduğumuz Levent'i yine kaybedebilirdik." "Aslında Kutay, Levent'i çok seviyor. Çünkü zamanında Levent ona hem baba hem abi oldu. Onun öfkesi kaybettiği arkadaşına değil, ona aile olan abisine." "Biliyorum." diyerek beni doğruladı. "Ama yine de Levent'in zıddına değil, huyuna gitmemiz lazım." "Ne konuşuyorsunuz lan?" diyerek içeriye giren Kutay'a baktık. Yüzünde içi boş bir tebessüm vardı. "Kapatıyor musun?" "Yok." diyerek halen elimde olan kitapları gösterdim. "Anıl'la buraları toparlıyorduk." "Senin çırak nerde?" diyerek etrafına bakındı. "Anlaşılan yine işten kaytarmış." "Saat geç olduğu için Umay evine yolladı." diyerek benim yerime Anıl cevapladı. "Ne konuştunuz o adiyle?" "Kutay?" diyerek göz ucuyla ona baktım. "Tamam!" dedi Kutay ve sinirden gerilen yüzüyle Anıl'a bakmaya devam etti. Sinirden dişlerini sıkıyordu. "Ne konuştun Levent Kırgız'la?" "Olanları anlattım, pek bir şey konuşmadık." "Benim ki de soru?" dedi kendi kendine ve alay dolu bir ifade ile gülümsedi. "Koskoca Levent Kırgız olmuş bir de seni mi dinleyecekti?" "Kutay söz verdin!" diye bağırarak elimdeki kitabı çaprazımdaki masanın üstüne attım ve öfkeli gözlerle Kutay'ın gözlerine baktım o da gözlerini Anıl'dan çekip bana çevirmişti. "Bir kere olsun verdiğin sözün ardında dur!" "Evet, verdim." dedi gayet sakin bir ses tonuyla. "Levent gelirse kovmayacağım, eğer olur da gelirse zıt gitmeyeceğim dedim. Ama o piç gelmedi ve gelmeyecek!" "Gelecek!" diye bağırdım. "Kabullen kızım artık!" diyerek yanıma geldi. Önümde dururken, öfkeli gözleriyle ateş püskürdü. "Yıllardır hayalini kurarak uyuduğun Levent bu çöplüğe dönmeyecek!" "Biz eskiden beş kişiydik Kutay..." derken onun gözlerinin derinlerine baktım. Amacım hislerimi ona anlatmaktı. Yüreğimin derinliklerinde bana acı veren o adi hissi azıcık olsun hissetmesini istiyordum. "Sonra Levent'in gidişiyle dört kişi kaldık. Birbirimize aile olduk. Şimdi ise üç kişiyiz ve ne yazık ki bu sefer ki kaybımız kalıcı." "Ziya'yı ben öldürmedim." diyerek başını sağa sola salladı. "Onu vazgeçirmek için elimizden geleni yaptık ama..." "Ziya'nın ölümünde seni ya da Anıl'ı sorumlu tutmuyorum ki!" diyerek daha fazla konuşmasına müsaade etmedim. "Ben siz de ölmeyin istiyorum Kutay." Gözlerindeki öfke, acıyla harmanlandı. Onunda kaybettiğimiz arkadaşımız için canı çok yanıyordu, biliyordum. Ellerini kollarıma koyup güven verircesine ovaladı. "Merak etme bize hiçbir şey olmayacak." "Kabullen," dedim, hüzünle. "Bizim Levent'e, onun gücüne ihtiyacımız var." "Biz bugünlere bir başımıza geldik Umay!" "Ta ki Ziya'yı kaybedene kadar." "Onun seçimiydi!" Acıyla gülümsedim ve gözlerimden birkaç damla yaş aktı. "Biz eskiden tüm kararları toplanıp alırdık, benden hiçbir şeyi saklamazdınız ama Ziya'nın yaptıklarını sakladınız. Belki haberim olsaydı beni dinlerdi, onu vazgeçirirdim." "Bazen sana her şeyi söyleyemiyoruz Umay." dedi Anıl, sesi kendi içerisinde acı çekiyordu. "Ama söylemelisiniz." dedim, kendimi geriye çekerken. Kollarım, Kutay'ın ellerinden kurtulurken göz yaşımı temizledim. "Madem aileyiz, birbirimizden bir şey saklamamız gerekiyor." "Bazen insanlar, sevdiklerini üzmemek için bir şeyleri gizlemek zorunda kalırlar." "Neden?" diye sordum ama aslında kendime sormuştum bu soruyu. "Sonrasında daha beteri olsun da daha fazla üzülsün diye mi?" "Umay anlamıyorsun?" "Neyi anlamamı bekliyorsun Kutay!" diye bağırdım yüksek bir sesle. "Beş yaşındaki çocuğun hoşnutsuzluğunu takınıyorsun ve herkese ahkam kesip, göz korkutmaktan başka bir şey yaptığın yok!" "İleri gidiyorsun!" diyerek parmağını yukarı kaldırarak bana doğru salladı. "Senin ahkamın, abiliğin, reisliğin Ziya'yı öldürenlere yetmez Kutay Alaca!" "Umay tamam!" diyerek Anıl aramıza girdi ve ellerini kollarıma koyup beni geriye doğru yürütmeye çalıştı. "Dellendirme şimdi şunu." Kutay zoraki gülümsedi ve başını önüne eğerken sağ eliyle ensesini ovalayıp, yeniden bana baktı. "Tamam Umay Hanım!" dedi, sakin kalmaya çalışan ses tonuyla. "Söz verdik işte. Levent'in gelirse zıt gitmeyeceğim. Ne derse, köpek gibi yaparız. Sorun yok." "Yapman gereken de bu!" "Vay be! Bu saatten sonra köpek yerine de konduk." "Çok fazla saçmalıyorsun!" "Her zaman ki Kutay!" Duyduğumuz sesle Kutay gözlerini benden ayırıp kapıya doğru baktı. Duyduğum sesin tanıdık gelişiyle, kalbim hiç durmaksızın çarparken göğsümü dolduran umut ışığıyla ben de kapıda duran kişilerde gözlerimi gezdirdim. Levent ve üç adam vardı. Bakışlarım şaşkınlıkla Kutay'a çevrilirken, onun benim aksime şaşkınlıktan ziyade kaşlarını çatarak Levent'e baktığını gördüm. Sessiz bir şekilde Kutay'a seslendim. "Kutay?" "Hı!" "Lütfen..." Kutay bakışlarını Levent'ten çekip bana baktı ve yanıma yaklaştı. Dudağını, kulağımın hizasına getirdi ve fısıldayarak konuştu. "Ben arabada verdiğim sözü tutacağım ama sen de bana bir söz vereceksin?" dedi. "Ne istiyorsun?" diye sordum. Tabi bu dediğimi herkes duymuştu. Kutay'ın aksine sesli konuşmuştum. Fısıldayarak konuşmaya devam etti. "Levent'in seni yaralamasına izin vermeyeceksin. Ondan uzak duracaksın." Şaşkınlıkla başımı kaldırıp onun gözlerine içine baktım. Yüzünü yüzümün hizasında tutarken sesli bir şekilde konuşmaya devam etti. "Söz mü?" Başımı olumlu anlamda aşağı yukarı salladım ve "Söz." dedim. "Anlaştık." dedi ve yeniden Levent'e döndü. "Dönüş kalıcı mı?" "Bakacağız." dedi Levent bakışlarını ikimizin arasında gezdirirken. "Beni iyi ağırlarsanız neden kalıcı olmasın." "İyi! O zaman seni tuvalette yatıralım da kalıcı olma." Herkes Kutay'ın bu dediğine karşılık olarak gülümsedi. Levent'te gülümserken gözlerinde kendini fazlasıyla belli eden özlemi gördüm ara ara arkasını dönüp mahalleye bakınıyordu. Belli ki doğup büyüdüğü mahalleyi özlemişti. "O zaman Kaptan'ın oraya gidelim de çay içelim." diyerek öneride bulundu Anıl. "Hem Levent'de özlemiştir." Herkes kendince onaylayan nidalar çıkardı ve kapının önüne çıktıklarında Levent tam kapının önünde durup bana baktı. Kutay'da tam dışarıya çıkacakken durdu ve o da bana baktı. "Hadi kapat da gel." diyerek dükkâna bakındı. "Yok!" diyerek Kutay'ın teklifini reddettim. "Daha içerisini toparlayamadım. Siz geçin, yarın görüşürüz." "Ya saçma salak konuşma!" diyerek yanıma geldi Kutay ve çantamı eline aldıktan sonra beni dışarıya çıkardı. Kendisi de ışıkları kapattıktan sonra dışarıya çıktı. "Yarın toplarız." "Kutay yarın açılacak bu dükkan, dağınık kaldı!" Kutay nefesini sıkkınlıkla verdi. "Yarın senin velet toplar! Hep işten kaytarmasın." "Kutay!" dedim bıkkınlıkla ve bana gülümseyerek bakan Levent'le göz göze geldiğimde susup bakışlarımı yere eğdim ve "Tamam..." diyerek çantamı açtım. Anahtarları aramaya başladığımda Kutay'ın kapıyı kilitlediğini görünce gözlerimi devirdim. "Ya sen dükkânın anahtarlarını hangi ara kopyalattın?" "Evinkileri kopyalatırken," dedi ve anahtarları yeniden cebine koydu. Kaşlarını havaya kaldırarak. "Yürü hadi!" dedi. Ve hep birlikte Kaptan'ın kahvehanesine doğru yürümeye başladık. Eskisi gibi. Belki aramızda Ziya yoktu ama artı olarak üç kişi daha vardı ve belli ki bu kişiler Levent'in yakınlarıydı. Levent, Kutay, Anıl ve ben önden yürürken ardımızdan ise o üç kişi geliyordu. Ve kalbim yıllar sonra yeniden kavuşmanın mutluluğuyla dans ediyordu. Mutluydum, mutluyduk. Kutay'da her ne kadar istemiyormuş, nefret ediyormuş gibi davransa da o da çok mutluydu. O ve Anıl, abileri gibi gördüğü Levent'e ben ise içimde bir çığ gibi büyüttüğüm sevdama kavuşmuştum. Bundan sonrasında ise ne olacağını kestiremiyordum. Ya Ziya'nın intikamını alacaktık ve yeniden huzurla yolumuza devam edecektik... Ya da çıktığımız bu yol bizi de bitirecekti. Kahvehaneye vardığımızda biz Kutay'ın gerisinde kaldık ve Kutay hızlı bir şekilde içeriye girerken, ellerini birbirine çarparak bağırdı. "Boşaltın beyler!" Kutay'ın bu tavrı üzerine Levent anlamaya çalışır gibi kaşlarını çattı. Ardıma baktığımda Levent'in arkadaşları da kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. "Alo!" diyerek bağırmaya devam etti Kutay. "Kime diyorum ben Necati abi!" "Dur be Kutay!" diyerek sitem etti Hakan amca. "Bir akşam eğlencemiz var onu da bölme." Kutay, Hakan amcanın yanına gitti ve önündeki ıstakayı geriye doğru iterken, öfkeli gözlerle Hakan amcaya baktı. "Akşam geçeli çok oldu. Git evine karınla, çocuklarınla otur." Sakin kalmaya çalışıyor gibiydi. Tabi ne kadar başarabildiği tartışılırdı. "Ya siktir olup evinize gidin ya da bu kahveyi başınıza yıkarım lan!" "Aman be!" diyerek ayağa kalktı Necati amca ve paltosunu eline alırken, "Dellenme hemen." Dedi ve kahvehaneden çıktı. Bizler de kenarıya çekilerek yol verdik. "Kusura bakmayın Necati amca..." diyerek Kutay'ın yaptığı kabalık için özür dilemeye çalıştım. Necati amca omzumu sıvazlayarak, "Ne kusuru kızım, biz tanımıyor Kutay'ı." Dedi ve evinin olduğu yöne doğru ilerledi diğerleri de peşinden çıkarken kahve de kimse kalmamıştı. Hep birlikte içeriye girdik ve bir masaya otururken, kendisine sandalye kalmayan Kutay bir sandalye daha çekerek o da masanın etrafına oturdu ve başını arkasında kalan Kaptan'a çevirdi. "Kaptan! Bizi çayla ondan sonra sen de çık. Ben kilitler, anahtarı da yarın sana veririm." "Tamam Kutay'ım." Dedi Kaptan ve tepsiye koyduğu çayları bize verdikten sonra tepsiyi mutfak tarafına bırakıp o da kahveden çıktı. Utançla başımı yere eğdim ve yüzümü sıvazlarken dakikalardır sıktığım dişlerimin arasından konuştum. "Kutay sen ne yapıyorsun ya!" "Ne yapıyorum?" diyerek bana baktığını fark ettiğimde öfkeyle yüzümü kaldırıp gözlerine baktım. "Sen adamları neden kovuyorsun? Hadi kovdun Kaptan'ı neden yolluyorsun?" "Özel konuşacağız!" "Benim mekânım diye göğe çıkardığın mekanına gitseydik o zaman?" Anıl sessiz bir şekilde araya girdi. "Umay... Sorun yok herkes tanıyor Kutay'ı merak etme alınan, gücenen olmaz." "Sorun insanların alınması, gücenmesi değil Anıl!" diyerek Anıl'a baktım. "Sorun iki aydır sabrımı taşıran Kutay'ın tavırları." "Biz buyuz kızım!" diye bağırdı Kutay. "Beğenmeyene yol orada!" diyerek eliyle kapıyı gösterdi. Öfkeden boynundaki damarlar belirginleşmişti. "Kutay!" diye gür bir sesle bağırdı Levent. "Sen karışma!" diyerek Kutay'da, Levent'e karşılık verdi. Gülümsemeye çalıştım, dolan gözlerimi aldırmadan. "Kutay haklı Levent, sen karışma." dedim ve sandalyeden kalkıp iğrenircesine Kutay'a baktım. "Ben yoluma giderim." Sandalyeyi geriye doğru ittim ve sandalyenin yere düşme sesi kahvehanede yankılanırken arkama dahi bakmadan, dışarıya çıktım. Ardımdan ise kapıyı güçlü bir şekilde çarpmıştım. Kırılmıştım. Hoş! Yaklaşık iki aydır Kutay'ın yaptığı tek şey zaten beni ve Anıl'ı kırıp dökmekti. Artık alışmam gerekiyordu Kutay'ın bu aymaz tavırlarına ama ben alışan taraf olmak istemiyordum. Onun düzelmesini istiyordum. Gözlerimden sızan gözyaşlarına aldırmadan evime doğru yürümeye devam ettim. Evimin önüne geldiğimde anahtarımı almak için çantama bakındım ama Kutay'da kaldığı aklıma gelince öfkeyle kapıya tekme atarak çığlık attım. "Umay!" diye bağırarak yanıma gelen Levent'e baktım. "Ne yapıyorsun?" "Sakinleşmeye çalışıyorum." "Ayağını sakatlamaya çalışarak mı?" Sustum ve Levent'i önümden itip birkaç adım atarak kaldırımın yanına geldiğimde aşağıya çöktüm ve kaldırımın kenarına oturdum. "Ben farkındayım," diyerek yanıma geldi ve o da benim yanıma oturdu. "Kutay'ın öfkesi bana ama bana karşı sesini çıkartamadığı için öfkesini sizlerden çıkarıyor." "Seninle bir alakası yok." dedim tek düze bir sesle. Gülümsediğini hissettim. "Merak etme gitmem Umay..." Yüzümü ona çevirdim ve gözlerinin içine baktım. Gözlerindeki duyguyu kestiremiyordum. Özlem, sevgi, merhamet ve çok değişik bir ifade daha vardı. O ifadeyi anımsıyordum ama tam adını koyamıyordum. Duygularıma yenik düşerken, sesimin titremesine engel olamadım. "Gitmez misin gerçekten?" "Gitmem." dedi, aynı kararlılıkta. "O gün de buradan isteyerek gitmedim. Değil Kutay, tüm mahalle karşımda dursa yine de seni bırakıp gitmem." "Beni mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Bir an afalladı ve başını önüne eğip gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp verdikten sonra yeniden gözlerime baktı. Tam devam edecekti ki yanımıza doğru gelen arkadaşlarına baktı ve onlara elini kaldırarak durmalarını işaret etti. Arkadaşları dururken yeniden bana baktı ve gözlerinde gördüğün acıyla gözlerime baktı. "Evet seni..." acı dolu bir tebessüm yayıldı dudaklarında. "Aradan yıllar geçti ve çok değişti ama sadece tek bir şey değişmedi o da..." "Levent!" diyerek onu susturdum. Önceliğim Ziya'ya ölümü reva görenlerden intikam almaktı, göğüs kafesimin ölümüne koruduğu, kalbimin hissettikleri değil. Tebessümü, şaşkınlıkla gölgelendi. "Sanırım o değişmeyen tek şey sadece bende. Sen de değişmiş." Değişmedi. Bir şey demek yerine başımı önüme eğdim. Kutay'a daha demin söz verdim ve eğer sözümden dönersem, Kutay'ı durduramazdım. Her ne kadar kırıp dökse de bana kıyamazdı o. Bir şey demediğimi görünce o da başını önüne eğdi ve yere bir damla yaşın aktığını gördüm. Ağlıyor muydu? Başımı biraz soluma çevirdim ve kısa bir an yüzüne baktığıma oldukça üzgün olduğunu gördüm. "Özür dilerim..." dedim, diyebildim. "Dileme." dedi. "Sözüne sadık kalamadığın için özür dileme Umay." "Kalamadım." dedim, bir nevi artık onu sevmediğimi söylemiştim. Yalandı. Ama bunu yapmam gerekiyordu, sevdiklerimi korumak için sevdamı kısa bir süreliğine gömmem gerekiyordu. Ayağa kalktı ve önümde dururken, elinin tersiyle gözyaşını temizledi. "Kalamadın," diyerek söylediğimi yineledi. "Oysa ki senin için dönmüştüm ben." dedi ve ihtiyari bir hareketle arkasını dönüp arkadaşlarının yanına doğru ilerledi. O an yüreğime bir bıçak saplandı. Belki de zehir döktüler, aşk diye tutuşan kalbime. Acıyı ilmek ilmek işlediğim sevdamın özgürlüğüne pranga vuruldu. Yıllardır yolunu beklediğim sevdama Kutay'a verdiğim söz yüzünden kavuşamadım. 22.10.2009 "Levent!" diye bağırarak Levent'in kollarından tutarak arabaya doğru götüren adamların peşinden koştum. "Bırakın Levent'i!" "Umay!" diye bağırdı Levent. "Umay koşma düşeceksin, canın acıyacak." "Levent!" diyerek bağırmaya devam ettim. Diğer yandan ise ağlıyordum. "Bırakma bizi." "Bırakmam!" diye bağırdı Levent. Diğer yandan da onu kollarından tutarak, arabaya doğru götüren dedesinden ve adamlarından kurtulmaya çalışıyordu. "Ölürüm de bırakmam ben seni!" O an önümü siyah takım elbiseli bir adam kesti ve beni güçlü bir şekilde iterek yere düşmemiş sağladığında Levent öfkeyle bağırdı. "Dokunmayın ona!" Levent'in dedesi ardına dönüp önce beni iten adama sonra da bana baktı ve gözleri öfkeyle parlarken hiddetle bağırdı. "Dokunmayın çocuklara!" Beni iten adam başını önüne eğip, yalvarırcasına gözlerime baktı. Durmamı istiyordu. Zaten kalkamıyordum ki; dizlerim çok acıyordu. Çaresizce onun gidişini izledim. "Levent..." dedim güçsüz bir sesle ve biraz sağıma baktığımda Kutay, Anıl ve Ziya'nın da, Levent'in yanına gidebilmek için verdikleri savaşı izledim. Gidemiyorlardı. Onları da siyah takım elbiseli adamlar tutuyordu. "Umay!" diye bağıran Levent'in sesi kulaklarımı doldurduğunda yeniden ona baktım arabanın yanına varmışlardı bile ve Levent arabaya binmemek için direniyordu. "Umay ben seni asla bırakmayacağım. Geleceğim. Bekle benim tamam mı?" o da ağlıyordu. "Bekle beni Umay!" "Bekleyeceğim." dedim hıçkırıklarımın arasından. "Söz." "Kutay!" diye bağırdı yeniden Levent. "Umay sana emanet!" Son sözünü söylemişti o an. Tıka basa arabaya zorla bindirmişlerdi Levent'i ve biz bir başımıza kalmıştık. Kutay, Anıl ve Ziya'yı tutan adamlarda arabalarına binince üçü de benim yanıma koştu ve önümde dizlerinin üzerlerine çöktüler. "İyi misin Umay!" dedi Kutay ağlayarak. "Canın mı acıdı?" "Dizlerin kanıyor!" dedi Ziya elleriyle dizlerime dokunurken. Giden arabanın ardından baktım ve dakikalarca arabanın gittiği yönü izledim. Kutay, Ziya ve Anıl bir şeyler diyorlardı, hatta beni sarsıyorlardı ama ben onları duymuyordum. Yüreğime yerleşen kor alevin canımı acıtışını hissetmeye çalışıyordum. "Gitti..." diyebildim dakikalar sonra. "Levent gitti." Büyüdüğümüzde evlenme hayalleri kurduğum adam gitmişti, götürülmüştü. Sevdiğim, gönlümü verdiğim çocukluk aşkım gitmişti. Canım gitmişti. Levent'in gülen yüzü Umay'ın gülüşü solmuştu. Ama ben verdiğim sözü tutacaktım ve yıllar değil, asırlarda geçse Levent'i bekleyecektim. |
0% |