Yeni Üyelik
5.
Bölüm

3. Bölüm: Hislerin Kimsesizlikle Sınanışı

@guverce

3. BÖLÜM: Hislerin Kimsesizlikle Sınanışı

Bölüm Şarkısı: Ahmet Kaya- Doruklara Sevdalandım

Gözlerimi araladığımda odamın gece lambası yanıyordu. Oysa ki zifiri karanlıkta uyurdum ben. Neden yanık olabildiğini ise tahmin etmem zor değildi, Kutay gelmişti. Kırıp döktüğü kalbi toplamaya...

"Neden geldin?" diyerek yatakta arkamı döndüm ve kapının önüne çökerek, kapıya başını yaslamış bir vaziyette beni izleyen Kutay'a baktım. Ne zaman kırıp dökse gelirdi, bu onun için günah çıkarmak gibi bir şeydi.

Üzüntüyle, "Özür dilerim." dedi.

"Dileme!" dedim katı bir tavırla. "Her defasında yapıp, sonrasında ise kendini iyi hissedebilmek için özür dileyip durma!" yatakta doğruldum ve çattığım kaşlarımın altındaki gözlerimi bir an olsun ondan ayırmadım. "Sen her özür dilediğinde benim sana olan kırgınlığım geçmiyor Kutay."

"İyi değilim,"

"Hiçbirimiz iyi değiliz."

Gülümsedi. "Kendimi hem çok yalnız hem de çok öfkeli hissediyorum."

"Eğer bu kafayla gidersen yanında ne ben kalırım, ne de Anıl."

Gülümsemesi soldu, düşünür bir ifadeyle baktı. "Gerçekten de beni bırakır mısın Umay?" diye sordu.

"Ben Levent'i bıraktım, dünya yansa umurumda mı sanıyorsun?"

"Doğru!" dedi, kendisiyle yüzleşiyor gibiydi. "Levent'in yanında ben kimim ki?"

"Hep aynı şeyi yapıyorsun?" dedim onu izlemeye devam ederken. "Kendini hep Levent'le kıyaslıyorsun. O benim sevdiğim adam, sen ise en yakınımsın."

"Sen de benim en yakınımsın, ailemsin."

"Sadece ben değil Kutay," diyerek başımı sağa sola salladım. "Anıl'da, Levent'de senin ailen."

Başını kapıdan çekti ve dimdik durup, gözlerimin en derinlerine baktı. Çektiği acıyı, hissettiği hüznü gözlerinde görebiliyordum. "Bana sorsalar, deseler ki: 'Şu hayatta, hayatına tek bir kişiyle devam edeceksin kimi istersin?' diye ben hiç düşünmeden senin adını verirdim." hüzünle gülümsedi. "Ama sen ise hiç düşünmeden bizi bırakıp giden adamın adını verirdin..."

"Döndü artık!"

"Biz onu bulmasaydık, yanına gitmeseydik dönmezdi?"

"Dönecekti Kutay."

İhtiyari bir hareketle ayağa kalktı ve gözlerini benden çekip camın önüne gelip dışarısını izledi. "Ziya'nın öldüğünü bildiğini söyledi ama gelmedi. Onun bizi bulması gerekirken, biz ona yardım istemeye gittik. Siktiğimin gururunu ayak altına aldım ben."

"Cenazeden sonra öğrenmiş, o yüzden gelemediğini söyledi ya..."

Yüzünü yeniden bana çevirdi ve mana bulmaya çalışır gibi baktı. Sonrasında ise yüzünü yere eğip ufak, kısık sesli bir kahkaha attı.

"Ben kime ne anlatıyorum ki; Her halükârda senin için haklı olan taraf o!" dedi ve hızlı bir şekilde arkasına dönüp odamdan çıktı. Kapıyı ise ardından sessiz bir şekilde kapatmıştı.

Kutay kendi içerisinde Levent'e yarışıyordu. Levent'in geldiği konum, ailesi, saygı duyulan bir adam haline gelmesi Kutay için bir yıkımdı.

Yıllardır mahallede tasladığı ağır abi rolleriyle o bu konuma gelmeye çalışırken, Levent'in, dedesi sayesinde bu konuma gelmiş olması onu hırslandırıyor olmalıydı.

Dış kapının kapanma sesini duydum.

Gitmişti.

Başımı biraz sağıma çevirdim ve telefonumu elime alıp saate baktığımda saatin gecenin 03:42 olduğunu görünce içimi bir huzursuzluk kapladı. Belki de Kutay'ın dargın gitmesinden dolayı huzursuzlanmıştım.

"Kes lan!"

Dışarıdan gelen bağırma sesiyle bir an afalladım. Bu Kutay'ın sesiydi.

"Kutay!"

Levent?

Bu da Levent'in sesiydi. Kavga mı ediyorlardı?

Hızla yataktan çıktım ve üzerime hırkamı alırken koşar adımlarla aşağıya inip, ayağıma ayakkabılarımı yarım yamalak giydikten sonra dışarıya fırladım.

Sağ sokağa girdiğimde Kutay'ın bir çocuğun üzerine doğru gitmeye çalışırken, Levent'in ve arkadaşlarının da Kutay'ı tutabilmek için çaba harcadığını gördüm.

"Kutay!" diye bağırdım ve yanlarına koştum.

Levent'in gözleri beni bulurken, diğer yandan da Kutay'ı tutmaya çalışıyordu.

"Kutay abi yanlışlıkla çarptım diyorum, bir sakin ol abi ya..."

Kutay'ın saldırmaya çalıştığı çocuk korkuyla Kutay'a bakarken, derdini anlatmaya çalışıyordu. Çocuğa baktım ve mahcup bir ifadeyle, "Tamam sorun yok sen git." dedim.

"Umay abla vallahi yanlışlıkla oldu."

"Tamam ablacım! Sorun yok dedim, git."

Çocuk ikazımdan sonra evine doğru giderken, Kutay hala ardından bağırıp çağırıyordu. "Ulan şu gün doğduğunda senin yedi sülaleni sikmezsem adım Kutay değil lan!

"Sakin ol Kutay!"

"Sanane lan!" diye bağırarak Levent'i tüm gücüyle itti. "Sanane!"

"Çocuk bir şey yapmadı. Gördüm. Boşuna celalleniyorsun."

"Bundan sanane Levent Kırgız." dedi öfkeyle. "Bugüne kadar sananeydi, bugün ne oluyor?"

Levent başını dikleştirdi ve kararlı bir bakış attı Kutay'a. "Hani bu mahallenin reisisin ya. Eğer haksızlık karşısında dur diyebiliyorsan reis olabilirsin, diğer türlü serseri olursun."

"Sen rahat ol Kırgız reis!" diyerek Levent'in omzuna vurdu. "Sen reisliği dedenden öğrendin, ben ise sokaktan. Senden öğrenecek değilim."

"Kutay?" diyerek artık susmasını diledim. Elimle evimin olduğu yönü gösterdim. "Eve geçer misin?"

"Geçmem!" dedi katı bir tavırla. "Kendi evime giderim."

"O zaman artık git." dedim duygusuz bir edayla. "Eğer o çocuğa bir şey yaparsan ya da başka bir vukuatını işitirsem, Bursa'ya ailemin yanına dönerim."

"Sen bizi bırakıp gidemezsin."

"Giderim." dedim ve ona kararlı bir bakış atıp hızlı bir şekilde arkamı döndüm ve evime doğru yürüdüm. Hızlı bir şekilde eve girdim ve ardımdan kapıyı kapatırken, odama çıkıp yatağıma girdim.

***

Alelacele evden çıkıp hızlı ve büyük adımlarla kitapçıya doğru yürüdüm. Çok kısa bir zaman sonra vardığımda Ozan kapıda bekliyordu.

"Geç kaldım," diye bağırdım.

Gülümsedi. "Evet abla. Bugün biraz geç kaldık."

"Çok beklemedin değil mi?" derken kapının önüne gelmiş, anahtarlarımla kapıyı açmaya çalışıyordum.

"Yok." Dedi masumane bir sesle. "Yeni geldim sayılır."

"İyi." Dedim ve kapıyı açıp Ozan'ın içeriye girmesini bekledim. Ozan içeriye girdiğinde ben de girdim ve ardımızdan kapıyı kapatıp hemen elektrik sobasını açtım. Hava bugün daha da soğuktu.

Ozan etrafına bakınırken, "Dün toplayamadın galiba Umay abla?" dedi.

"Maalesef canım." Diyerek mahcubiyetle baktım. Sonuçta kendimin toplayacağını söyleyerek göndermiştim onu ve toplamamıştım. "Kutay abini biliyorsun, rahat bırakmadı."

"Kutay abim bırakmadıysa sorun yok." Dedi ve hemen ardından kitapları toparlamaya başladı. Ben de mutfak tarafına geçip çay koydum ve küçük buzdolabını açıp içerisine bakındığımda kahvaltılıkların çoğunun bittiğini gördüm.

"Ozan!" diye seslendim. "Şimdi kitapları bırak da bir markete gidip gel. Kahvaltılık pek bir şey kalmamış ablacım."

Ozan'a kasadan para verebilmek için içeriye geçtiğimde karşımda Levent'i gördüm. Şaşkınlıkla Levent'e bakarken o elini cebine atıp para çıkardı ve Ozan'a uzattı. "Ablanın dediğini yap Ozan," dedi.

Ozan parayı almadan önce bana baktı. Ben başımla onaylayınca aldı ve hiç beklemeden dükkândan çıkıp gitti. Bende şaşkınlıkla Levent'e bakmaya devam ettim.

"Biraz konuşalım mı?" diye sordu.

Etrafıma bakındım. "İşlerim var, buraları toparlamam lazım." dedim ve dağınık olan kitaplığa doğru yürüdüm ama Levent'in kolumdan tutmasıyla durup gözlerimi kapattım.

"Konuşmamız lazım Umay?" dedi sorar bir sesle. "Lütfen."

Derin bir nefes aldım ve gözlerimi açıp yüzümü ona dönerken mahcup gözlerle baktım, konuşmasını bekledim.

Levent kolumu tuttuğu elini geri çekti ve gözlerinde gördüğüm acı haykırış, yüreğime köhne bir tat verdi. Neydi onu bu denli üzen şey? Neden gözleri hüzünle bakıyordu?

"Ona aşık mısın?" diye sordu, sesinde de acı bir tını vardı.

Kaşlarımı çattım. "Kime?"

Bakışlarını kaçırırken, nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi.

"Kime diye sordum Levent?" diyerek üsteledim.

"Kimden bahsettiğimi biliyorsun?" derken, bakışlarını yeniden gözlerimde sabitledi.

Başımı hayır anlamında sağa sola salladım. "Bilmiyorum," dedim. Gerçekten de neyden, kimden bahsettiğini anlayamıyordum.

"Kutay'dan." dedi bir solukta ve sorar gözlerle bakmaya devam etti gözlerime. Ben yanlış mı anlıyordum yoksa Levent gerçekten de Kutay'a âşık olup, olmadığımı mı soruyordu.

"Cevap ver Umay?" dedi yeniden. "Kutay'a aşık mısın?"

Gözlerim sorduğu sorunun şaşkınlığıyla açılırken, dediklerinde haklı bir neden aramaya çalıştım ama bulamadım. Ona bunu düşündürten şey neydi anlayamıyordum.

"Levent sen ne saçmalıyorsun?"

"Dün gece sizi gördüm," dedi. Gözleri dolmuştu. "Kutay kavga etmeden hemen önce senin evinden çıktı. Buranın, evinin anahtarları onda var dün gece ki kavganız..."

"Sus!" diye bağırdım, öfkeyle. Böyle düşünmesi çok saçmaydı, en kötüsü ise Kutay'la benim dostluğuma hakaretti. "Bu söylediklerini aklın alıyor mu senin?"

"Almasaydı buraya gelip de sana sormazdım." dedi. "Artık beni sevmediğini de söyledin?"

"Ömür boyu seni bekleyecek değildim."

"Ama söz vermiştin?"

"Sen de vermiştin Levent!" diye bağırdım yüksek bir sesle. "Seni asla bırakmayacağım, geleceğim demiştin ama sen de sözünü tutmadın!"

"Geldim!" diye bağırdı, gözleri öfkenin ateşinde körüklenirken.

Başımı sağa sola sallarken acıyla gülümsedim. Diğer yandan ise gözyaşlarım akıyordu. "Sen gelmedin Levent," dediğim anda dükkânın kapısı açıldı, gelen Ozan'dı. Ozan içeriye girip önce bana, sonra da Levent'e baktı ve hiçbir şey demeden poşetleri yere koyup hızlı adımlarla dükkândan çıktı. Ben ise yeniden Levent'e baktım, o zaten hala bana bakıyordu. "Sen bana gelmedin Levent, biz sana geldik."

"Gelmek istedim,"

"Ama gelmedin."

Başını önüne eğdi ve onunda gözlerinden birkaç damla yaşın süzüldüğünü gördüm. "Yani doğru?" dedi, kendi kendine. "Kutay'a aşıksın."

"Hayır!" dedim tek nefeste. "Kutay benim her şeyim, ailem, kardeşim, çocukluğum, dostum. Ama sevdiğim adam değil."

Başını kaldırdı ve gözlerini yeniden gözlerimde bıraktı. "O zaman neden?" dedi, anlamaya çalışıyor gibiydi. "Neden hayatının her yerinde?"

"Unuttun mu?" dedim ve cevap vermesini beklemeden unuttuklarını ona hatırlatmaya başladım. "O gün beni sen emanet ettin Kutay'a ve ben de bu emanete saygı duydum ve zamanla Kutay benim her şeyim oldu."

Başını onaylar anlamda aşağı yukarı salladı ve hiçbir şey demeden bana arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. Elini kapının kulpuna koydu ve açmak yerine biraz öyle bekledi, başını cama yasladı. Sonra ise başını ardına çevirip bana baktı.

Gözlerindeki hüzün yok olmuştu ve değişik bir ifade var olmuştu.

"Sana olan özlemim yıllarca büyüdü yüreğimde,"

"Levent!" diyerek devam etmemesini diledim ama o susmadı ve devam etti.

"Şimdi anladım," dedi acının eşiğinde haykırırken, "Meğer ben seni uçurumun ucunda, gökyüzünün sonsuzluğunda sevmişim."

Bakışlarımı ondan çektim ve hiçbir şey söylemeden hızlı adımlarla arkadaki küçük odaya girdim ve kapıyı ardımdan kapatıp önüne geçtim. Yere otururken, elim ile ağzımı kapatıp sessizce ağlamaya başladım.

Sanki bir demiri ateşte saatlerce korlaştırmışlar ve hiç ara vermeden kalbimi dağlıyorlar gibi hissediyordum. Demir çubuk korluğunu yitirdikçe bu işlemi tekrar ediyorlar ve yüreğime tarifi imkânsız işkenceyi yaşatıyorlardı. Acının eşiği, sevdanın nankörlüğünde saklıymış. Bu hikâyede acının eşiği Levent, sevdanın nankör tarafı ise bendim.

Keşke... Keşke Kutay nefret etmeseydi Levent'den ve her şey bu denli imkânsız olmasaydı.

Kapının kapanma sesini duyduğumda elimi dudaklarımın üzerinden çektim ve hıçkırarak ağlamaya devam ettim.

Bizim sadece aşkımız değil hayatımızda yarım kalmıştı.

"Abla?" diye bir ses duydum, bu Ozan'dı. Elimle yeniden dudaklarımı kapatarak, hıçkırıklarımı bastırdım. Sonra sesi kesildi.

Yaklaşık iki dakika sonra kapı yeniden tıklatıldı.

"Umay?"

Elimi dudaklarımdan çektim ve ilgiye muhtaç bir kedi yavrusu gibi, "Anıl?" dedim.

Kapıyı açmaya çalıştı ama kapının önünde ben olduğum için açamamıştı. "Kapının önünden çekilir misin?"

Çekildim ve bu sefer sırtımı kapının arka tarafındaki duvara yasladım. Anında kapı açılırken Anıl içeriye girdi ve meraklı gözlerle beni inceledi. Kapıyı geri kapatırken, yanıma çöktü ve o da sırtını duvara yaslayarak oturdu. Sadece sustu ve benim hissettiğim acıya ortak oldu.

Dakikalarca sadece öyle boş boş oturduk. Kendimizi, birbirimizi dinledik. Yürekten hissettik. Bu süre zarfında ben de biraz daha iyiydim, sakinleşmiştim.

"Bugün ikinci kez beni sevdiğini söyledi," diyerek başladım söze. Hissettikleri ona anlatmak istiyordum, en iyi Anıl anlardı beni. "Bir dün akşam söyledi, bir de demin."

Sustu.

"Ne yapacağımı bilemiyorum. Eğer attığı adıma ben de karşılık verirsem olacaklardan korkuyorum Anıl. Kutay çok öfkelenir, ona bir söz verdim. Ne olursa olsun Levent'e karşılık vermeyeceğime dair ama yüreğim verdiğim sözü tutmama engel olmaya çalışıyor."

"Hissettiklerin uğruna savaşmalısın Umay."

Yüzümü ona çevirdim, o zaten bana bakıyordu. Sorar gözlerle en yakın dostumun gözlerine baktım. "Ya Kutay?"

"Kutay'da zamanla anlar. Taş kalpli değil ya..."

Gülümsedim. Anıl'da gülümsedi. Gülümsememizin nedeni aramızda ona taş kalpli dememizdi. Acımasızdı, gaddardı.

"Anlamaz," dedim kendi düşüncelerimle çelişerek. Bir yanım anlayabileceğini söylüyordu ama baskın olan taraf ise o anlayana kadar her şeyin yerle yeksan olacağını söylüyordu. "Anlamaya çalışmaz."

"Haklısın," diyerek önüne döndü ve uzaklara daldı.

"Belki de olması gereken budur Anıl," dedim. Aslında Anıl'la değil kendimle konuşuyordum. "Eğer Levent'le yarım kalan aşkımıza devam edersek Ziya uğruna çıktığımız bu yoldan cayabiliriz. Sonuçta Ziya öldürüldü ve biz Levent'ten katillerini bulmak için, intikam alabilmek için yardım istedik." biraz duraksadım ve dudağımı büzdüm. "Kutay haklı."

Bana baktığını hissettim. "Değil," dedi tek nefeste. "Kutay sana ve bana çok değer veriyor ve bizi Levent'le paylaşmak istemiyor. Yalnız kalmaktan korkuyor."

"Kalmaz ki!" diyerek ben de ona baktım. "Biz kardeşiz. Kardeş, kardeşini yalnız bırakmaz ki!"

"Levent bıraktı. Bizimde bırakabileceğimize inanıyor olabilir."

Başımı hayır anlamında sağa sola salladım. "Artık çocuk değiliz. Kararlarımızı annemiz, babamız ya da dedemiz değil, kendimiz alıyoruz."

Gülümsedi. "Gel de bunu Kutay'a anlat."

"Haklısın."

Evet haklıydı.

Kutay sığ düşünceli, her şeyi bir tek kendisinin bildiğini sanan bir adamdı. Onun için başkalarının düşüncelerinin önemi yok denilecek kadar azdı. Kimsesizdi ve kimsesiz olmak onun için lanet gibi bir şeydi. Çocukken Levent ondan sadece bir yaş büyük olmasına rağmen o, Levent'i hep abisi gibi sevdi ve ne derse yaptı. Sonrasında ise Levent'in, dedesi tarafından zorla götürülmüş olması onun için büyük bir yıkım oldu.

Bizim için de olmuştu ama biz Anıl ile acılarımızı hep içimize attık ama Kutay acısını büyüdükçe daha da büyüttü ve etrafına saldırdı.

Yıllar önce merhametiyle sarıp sarmalayan Kutay, öfkesiyle darmadağın ediyordu.

"Siktir git lan o zaman!"

"Abla! Anıl abi!"

Ozan bağırarak içeriye girdiğinde ikimiz de sorar gözlerle Ozan'a baktık. Dışarıdan gelen bağırış çağırış seslerine anlam vermeye çalışıyorduk.

"Ne oluyor oğlum, bu sesler ne?" diye sordu Anıl ayağa kalkarken. Ben de onun gibi ayağa kalktım ve Ozan'ın cevabını bekledim.

"Umay ablayı ağlatan abi, Kutay abinin mekanındaydı. Sonra birkaç tane daha adam geldi yanlarına ve o abi bağırıp çağırmaya başladı."

"Anıl?" diyerek Anıl'a baktım, korkarak. "Levent."

Anıl hiçbir şey demeden koşarak odadan çıktı ve ben de onu takip ederken Ozan'ı ikaz etmeyi unutmadım. "Sakın dışarıya çıkma."

Nihayet dışarıya çıktığımızda Levent'in, Kutay'ın mekanının önünde ilk gün beraberinde getirdiği adamlardan kahverengi gözlü, kumral, kirli sakallı olan adama bağırıp çağırdığını gördüm.

"Bir daha lafımı ikiletme Tuğkan!"

"Levent!" diye bağırdı diğeri. "Bir sakin mi olsan!"

Levent'in gözleri kor alevlerde yanmışçasına alevlendi. "Ne sakinliğinden bahsediyorsun lan sen! Sikerim yapacağınız işi."

"Olan oldu."

"Olan oldu deyip de kenarıya çekilmek yok Giray!"

"Ben kenarıya mı çekiliyorum lan?" diye bağırdı Tuğkan ve Levent'in karşısına geçip öfkeli gözlerle baktı.

"O zaman git hallet Tuğkan!" dedi, dişlerini sıkarak. Tıslarcasına konuşuyordu.

"Dedem engel oluyor, izin vermiyor."

Levent başını onaylar anlamda salladı ve kabanının iç cebinden telefonunu çıkartıp ekranda bir süre oyalandıktan sonra telefonunu kulağını götürdü bekledi. Bu sırada Anıl çoktan kapının önünde sırtını duvara yaslayarak olanları gülümseyerek izleyen Kutay'ın yanına varmıştı ve aralarında fısıldaşlamaya başladılar. Kutay olanları gülümseyerek anlatırken, Anıl duyduklarıyla şaşırıyordu.

Ben Kutay ve Anıl'ı izlerken, Levent'in öfke dolu sesi tüm mahallede yankılandı. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"..."

"Ben ne dersem o olacak!" diyerek dedesine bağırmaya devam etti. "Eğer karşımda durursan, yanında görebileceğin bir torurunun olmaz."

"..."

"Beni koruma!" diye gürledi. "Benim korunmaya ihtiyacım yok Mehmet Kırgız!"

"..."

"Bir daha Tuğkan ya da Giray'a engel olursan..." devamını getirmemişti ve bir süre daha karşı tarafı dinledikten sonra telefonu kapattı. Yeniden Tuğkan'a bakarken, "Halledebilirsiniz." dedi ve Kutay'ın mekanına geri girdi.

Tuğkan, Levent duymasa da memnuniyetsiz bir tavırla başını aşağı yukarı salladı ve kendi kendine, "Tamam Levent, tamam." dedi ve yanındaki diğer adam yani Giray ile birlikte sokağın sonuna doğru yürümeye başladılar. Ben de peşlerinden gittim.

"Pardon!" diye bağırdım artlarından.

Tuğkan ve Giray duraksarken bana döndüler ve yanlarına gelmemi beklediler. Yanlarına vardığımda elimi önce Tuğkan'a uzattım. "Umay ben." dedim gülümseyerek.

"Seni tanıyoruz." diyerek elimi sıktı. "Tuğkan ben de. Levent'in kuzeniyim.

Elimi çekip bu sefer de Giray'a uzattım. "Umay."

"Giray." dedi ve o da elimi sıktıktan sonra gülümsedi. "Dün akşam tanışmaya vakit bulamamıştık."

"Evet!" diyerek ben de gülümsedim. "Kusura bakmayın lütfen. Ziya'nın ölümünden sonra Kutay agresifleşti. Tabi sadece o değil, hepimiz biraz yıprandık."

"Anlıyoruz." dedi Tuğkan. "Sorun yok."

"Ben aslında bir şey soracaktım size?" diyerek merakıma yenik düştüm.

"Tabi!" diyen Tuğkan, meraklı gözlerle bana baktı.

Dudağımı kemirirken, çekinerek "Levent neden bu kadar çok öfkelendi?" diye sordum.

Tuğkan önce Giray'a baktı, ardından bana dönerken gözlerini gözlerimde sabitledi. "Ziya'nın meselesiyle alakalı."

Soran gözlerle bakmaya devam ettim. Tatmin olmamıştım. O da tatmin olmadığımı anlamış olmalıydı ki anlatmaya devam etti.

"Ziya'nın emrinde çalışmaya başladığı adamlar oldukça tehlikeli ve güçlü. Dedem de başımıza bir şey gelmesin diye bu meseleden uzak durmamızı istedi. Levent'te, dedemizin yolumuza taş koymasına kızdı."

Alay dolu bir tebessüm yayıldı dudaklarımda. "Sizi bu işlere sokan zaten dedeniz değil mi?"

"Öyle."

"Levent'i buradan zorla götürdü ve tüm işlerinin başına geçirdi. Onu bu karanlık dünyaya sokan da o. Şimdi ne hakkı var hayatınızdan endişe etmeye?"

"Haklısın," dedi Giray. "Ama o da bir dede ve torunlarının hep güçlü olmasını istiyordu ve bunu en çok da Levent için istiyor. Biliyorsundur amcam yani babası öldürüldüğünde daha çok küçüktü, annesi öldüğünde ve dedem onun hak ettiği hayatı yaşaması için çabalıyor."

"Hak ettiği hayat bu mu?"

"Bu." dedi Giray kendinden emin bir ses tonuyla. "Levent her şeyin en iyisini hak eden bir adam, küçük yaşlarda gerektiği kadar bedel ödedi ve artık güç onda."

Dudağımı büzdüm. "Ne zor bir hayatınız varmış. Her an ölümle burun burunasınız."

"Ölümle burun buruna olan biz değiliz Umay..." dedi Tuğkan kararlı bir yüz ifadesiyle. "Sizsiniz."

"O ne demek?"

"Levent'de, bizlerde yedi yirmi dört korumalarla korunuyoruz ama sen de görüyorsun ki yanlış işlere bulaşıp da öldürülen sizlerden biri oluyor."

"Herkes hata yapar." dedim, kaşlarımı çatarak.

"Herkes hata yapar," dedi içten bir gülümsemeyle. "Ama yaptığı hatanın bedelini de er ya da geç öder Umay."

Hiçbir şey demedim ve onlara arkamı dönüp Kutay'ın mekanına gelip içeriden gelen sesleri dinledim.

"Belli ki dedenin izni yok bizim yanımızda olmana?" dedi Kutay, iğneleyici bir ses tonuyla.

"Levent sen ailenle aranı bozma biz başımızın çaresine bakarız." diyen Anıl olmuştu. Her zaman ki gibi ılımlı yaklaşmaya çalışıyordu.

"Sorun yok!" dedi katı ve öfkeli bir ses. Bu da Levent'di. "Yanınızdayım."

"Bakalım ne kadar daha yanımızda olacaksın Levent Kırgız?" Kutay alay dolu ses tonuyla konuşmaya devam ediyordu. "Üç gün mü? Beş gün mü?"

"Uzatma Kutay!" diye bağırdı Levent.

"Bana bağıracağına git de dedenle konuş birader. Koca adam olmuşsun ama hala deden ne derse o oluyor."

"Ben başkasının dediklerini yapmam Kutay. Kendi doğru bildiğimi yaparım sonrasında da ya fırtına kopar ya da durulur."

"O zaman kopar fırtınayı birader."

"Koparacağım."

Aniden kapıdan çıkmasıyla karşı karşıya geldik. Duraksadı ve önümde durup hüzünlü gözlerle yaklaşık on saniye kadar bana baktıktan sonra başını önüne eğdi ve mekânın önüne park ettiği arabasına bindi. Ben de o sırada içeriye girip bakışlarımı masasına yaslanmış olan Kutay ile sandalye de oturan Anıl'da gezdirdim.

"Dedesi, Ziya'nın bulaştığı adamlarla karşı karşıya gelmesini istemiyormuş."

"Biliyoruz küçük ajan." dedi Kutay ve doğrulup koltuğuna oturdu.

"Kuzenlerine sordum, onlar söyledi."

"Tamam!" diye bağırdı Kutay. "Biliyoruz."

Tam ben de Kutay'a bağıracaktım ki Anıl durumu anlamış olacak ki ben bir şey diyemeden araya girdi ve beni konuşturmadı. "Ama Levent bizim yanımızda olmaya devam edecek. Dedesini dinlemeyecek."

"Çok da lazımdı." diyerek Kutay kendi kendine söylendi. "Ulan torunlarının beline silahı takan sensin adi piç! Ne diye şimdi karşılarında duruyorsun?"

"Belki de fazlasıyla tehlikelilerdir." dedim kendimle çelişerek. "Kırgız'ların bile savaşamayacağı kadar güçlü..."

"Ne olursa olsun ben kardeşimin kanını yerde bırakmam." diyerek elini güçlü bir şekilde masaya vurdu Kutay ve öfkeli gözlerle duvardaki Ziya, Anıl, Kutay ve benim olduğum fotoğrafa baktı.

Aklından ne geçirdiğini kestiremiyordum ama iyi şeyler geçirmediği yüz ifadesinden belli oluyordu.

Zamanında Kutay'ı en iyi anlayabilen tek kişi bendim ama şu an hiçbir şekilde anlayamıyordum. Bu aralar fazlasıyla öfkeli ve isyankardı. En büyük korkum ise başına bir bela açabilecek olmasıydı.

Ne yapacağımı bilmiyordum, bilemiyordum.

Loading...
0%