Yeni Üyelik
6.
Bölüm

4. Bölüm: Nefret de Sevgiyle oluşur

@guverce

4. BÖLÜM: Nefret de Sevgiyle Oluşur

Bana sorsalar, deseler ki; Kutay, Anıl ve Ziya senin neyin diye hiç düşünmeden kardeşlerim, kardeşten de öte hepsi canımın bir parçası derim ama aynı soruyu Levent için sorduklarında kelimelerin hiçbir hükmü kalmıyor. Onu anlatabileceğim hiçbir kelime ve o kelimelerin oluşturabileceği hiçbir cümle yoktu.

Onun adı, yüreğimde sonsuzluğa adım atan bir kara lekeydi. Acının zehrini, şerbet diye sunuyordu.

♫ Gidene dur demeyiz

Düşmeyiz biz dalgaya

Ankara'nın bebesi

Dönüp bakmaz arkaya ♫

Tüm mahallede yüksek sesle çalan şarkı yüzünden kitabın kapağını kapattım ve yumuşak kanepemde doğrulurken gülümseyerek yanıma gelen Ozan'a baktım. "Bu gene neyi kutluyor?" diye sordum öfkeden çattığım kaşlarımla. Ozan bilmediğini ifade eden bir ifadeyle cevap verdi ve kıkırdayarak mutfağa geçti.

♫ Gidene dur demeyiz

Düşmeyiz biz dalgaya

Ankara'nın bebesi

Dönüp bakmaz arkaya ♫

Bu şarkıyı tüm mahalleye dinleten tabi ki de Kutay'dan başkası değildi. Her mutlu olduğunda bu tarz şarkılar açardı en çok da Ankara'lı olduğu için kendi memleketinin sanatçılarından.

Kanepeden kalkıp kitabımı bırakmadan kapıya çıktım ve yüksek bir sesle şarkıyı dinlerken diğer yandan da telefonuyla uğraşan Kutay'ı gördüm. Gözlerimi biraz daha sağa kaydırdığımda ise yüzünde memnuniyetsiz ifadesiyle Kutay'ı hayıflarcasına izleyen Anıl gülümsememe neden oldu.

♫ Ulus Cebeci Çankaya

Gardaş deriz kankaya

Bize her yol Paris değil

La bize her yer Ankara ♫

Bu şarkının sonunun gelmeyeceğini idrak ettiğimde yanlarına doğru ilerlerken, "Kütüphanesinde her zaman mutlak rahatlık ve sakinlik isterdi." diye bağırarak yanlarına vardım. "Demiş; Jane Austen."

"Dediyse gitsin rahat etsin," dedi Kutay, gülümseyerek elindeki telefonuyla uğraşmaya devam ederken. "Beni ne ilgilendirir."

Elimde tuttuğum Jane Austen'ın, Gurur ve Önyargı isimli kitabını Kutay'ın görebileceği bir şekilde salladım. "Kitap okumaya çalışıyorum Kutay."

Başını telefonundan kaldırıp boş bir ifadeyle yüzüme baktı. "Oku Umay! Okumak güzeldir."

"Kutay?" dedim imalı bir ses tonuyla. "Şarkının sesini kendinin duyabileceği kadar açman yeterli. Ben kitap okurken diğer yandan da şarkı dinlemek istemiyorum."

"Dinleme o zaman be kızım!" diye bağırdı.

"Tamam Umay." dedi Anıl yanıma gelip. "İşi bitti zaten kısar da dinler artık."

"Ne işi?"

"Boş ver," diyerek geçiştirdi. "Anlatırım sonra."

"Büyük işler kovalıyoruz Umay Hanım," dedi Kutay keyifli bir ifadeyle. Dün yaşananlardan sonra bu keyfinin nedenini merak ediyordum.

Kaşlarımı çattım ve mekanının önüne koyduğu ses sisteminden sesi kısıp bakışlarımı ikisinin arasında gezdirdim. "Ne büyük işi?"

Anıl gözlerini devirdi. "Bizim büyük işimiz ne olabillir ki Umay?"

"Ne?"

"Levent'i çıldırtmak, delirtmek."

Bakışlarım ışık hızıyla Kutay'a çevrilirken yüksek bir sesle bağırdım. "Kutay yine ne yapıyorsun?"

"Bir şey yapmıyorum," dedi ve telefonun kilit tuşuna basıp kapattıktan sonra deri ceketinin cebine koydu. "Hadi sen git de mutlak suretle istediğin rahatlık ve sakinlikte kitabını oku."

"Kutay!"

Sağına soluna bakındıktan sonra bakışları yeniden ben de durdu. "Bak iyi oku özet vereceksin, sonra da kitaptan soru soracağım sana." dedi ve omzuma dostane bir tavırla vurup mahallenin diğer köşesine doğru yürüdü.

Hızla Anıl'a döndüm. "Ne yapıyor bu?"

"Önemli bir şey değil merak etme." Dedi ve o da Kutay'ın peşinden gitti.

Kollarımı iki yana açarak sitemle bağırdım. "Ne oluyor ya!"

"Yine Kutay abiye mi söyleniyorsun Umay abla?" diyerek yanımdan geçen 17-18'li yaşlarındaki genç çocuğa baktım ve gözlerimi devirip kitapçıma girdim, arka odaya geçip kitabımı okumaya devam ettim.

Kitap okumak benim içim; dertlerimden uzaklaşıp yalan bir dünyaya sığınmak gibiydi, kendi dertlerimden soyutlanıp hayali karakterlerin dertlerinde yüzmekti. Gerçek hayattan soyutlanabilmenin tek mucizesiydi.

"Abla?" diye bağıran Ozan sayesinde yine kitabımı okuyamamıştım. Hoş! Bugün ne kadar okursam okuyayım sanırım hiçbir zaman anlamayacaktım. Çünkü her seferinde bölen birileri vardı.

"Ne oldu?" diye bağırarak karşılık verdim.

Odanın kapısı açıldı ve Ozan içeriye girip boş gözlerle bana baktı. "Yaşlı bir amca geldi, seni soruyor?"

"Kimmiş?"

"Mehmet Kırgız!" diyerek odanın kapısında beliren Levent'in dedesine baktım. "Biraz konuşabilir miyiz kızım?"

Hızla ayağa kalktım ama kalkmamla kucağımdaki kitap yere düştü. Ben yerdeki kitaba bakarken Ozan yere eğilip kitabı aldı ve masaya bıraktıktan sonra dışarıya çıkıp, ardından kapıyı kapattı.

Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışırken, elimi ona uzattım. "Hoş geldiniz?" dedim, gülümsemeye çalışarak.

Elimi tuttu ve sevecen bir ifadeyle sıktı. "Hoş buldum Umay."

Elimi geri çekerken diğer yandan da biraz kenarıya çekildim, elimle kırmızı koltuğumu gösterdim. "Buyurun..."

"Teşekkürler," dedi ve oturdu. Benimde oturmamı bekledi. Ben de koltuğun diğer köşesine otururken ona döndüm ve ne diyeceğini bekledim. "İyi misin kızım?" diye sordu, gözlerinde anlamsız bir merak vardı. Cevap vermek yerine başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım. "Nasıl da büyümüş güzel bir kadın olmuşsun. En son çocukken Levent'in peşinden koşarken görmüştüm seni."

"Düşmüştüm," dedim buruk bir tebessümle.

Gülümsedi. "Düşmüştün," dedi.

"Neden geldiniz?" diye sordum içimi kemiren merak tohumlarına engel olamadan. Mehmet Kırgız'ın burada ne işi olduğunu anlayamıyordum.

Yüzündeki gülümseme solarken, gözleri merhamet istercesine ışıldadı. "Levent'in, Ziya'yı öldürenlerle karşı karşıya gelmesini istemiyorum kızım."

"Bunu bana değil Levent'e söylemeniz lazım."

"Söyledim." dedi tekdüze bir sesle. "Ama geri durmuyor."

Kaşlarım çatılırken, ne istediğini anlamayan gözlerle baktım bu defa. "Benim yapabileceğim bir şey yok Mehmet Bey."

"Levent seni çok seviyor, değer veriyor. Seni dinler Umay."

"Siz aramızdaki bağı yıllar evvel kopardınız," dedim, sesim biraz yüksek çıkmıştı. "Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Bizler artık birbirilerini tutunacak bir dal olarak gören o küçük çocuklar değiliz."

"Değilsiniz," dedi tok bir sesle. Uzun uzun baktı sonra gözlerime ve bir süre daha bekledikten sonra kaşlarını hafif çattı. "Bana kızgınsın değil mi kızım?"

"Estağfurullah..."

"Yok yok!" dedi kendini hayıflayarak. "Kızgınsın."

"Size kızgın olmamı gerektiren bir durum yok."

"Var." derken, buruk bir şekilde gülümsedi. "Levent'in sizi ziyarete gelmesine izin vermedim. Mahallenin dört yanına adamlarımı koydum Levent'in mahalleye girmesine izin vermesinler diye."

Kaşlarımı çattım. "Neden?"

"Korktum."

"Neyden?"

"Levent'in de babası gibi beni bırakmasından." gözlerinden birkaç damla gözyaşı süzülürken çevik bir hareketle, hızlı bir şekilde gözyaşını sildi. Sanırım onu ağlarken görmemi istemiyordu. "Oğlumun emanetine sahip çıkmak istedim."

"Babası öldüğünde neden sahip çıkmadınız da, annesi öldüğünde sahip çıktınız?"

"Ben oğlum öldüğünde Cemre'ye yanıma taşınmasını, beni babası olarak görmesini istedim ama kabul etmedi. Para yolladım, kuruşuna bile dokunmadı."

"Cemre Teyze gururluydu. Kimsenin bir kuruşuna dahi tamah etmezdi."

"Öyleydi." derken, acıyla gülümsedi. "Tam da soyadıma yakışır bir gelindi."

"O zaman neden evlenmelerini istemediniz?"

"Ben çok istedim ama eşim, Kaya için varlıklı bir ailenin kızını düşünüyordu. Kaya'da kabul etmedi ve her şeyi bırakıp terk etti bizi."

"Bunu bilmiyordum."

"Çoğu kişi bilmez."

"Eşiniz yaşıyor mu?" diye sordum, merakıma yenik düşerken.

"Hayır." dedi. "Yirmi iki sene önce, oğlumuz öldükten sekiz ay sonra vefat etti. Kanserdi."

Boğazımda birikip, dilime hücum eden kelimeleri tutamadım ve "Yaşattıklarının acısını bu dünyada çekmiş diyeceğim ama ayıp olacak." dedim.

"Öyle!" derken, gurur duyar gibi baktı gözlerime. "Açık sözlüsün."

"Ben sizler gibi böyle yerlerde büyüyüp de çenemi tutmayı öğrenmedim. Mahalle kültüründe büyüdüm ve dilimi asla ısırmam." dedim, kendimle gurur duyduğumu ifade eden bir ses tonuyla.

"Levent seni bu açık sözlülüğün yüzünden seviyor olmalı." derken kaşlarını kaldırmıştı. "Özün, sözün bir."

Bir şey demek yerine başımı yere eğdim. Ne diyebilirdim ki?

"Umay?" diyerek elleri kucağıma koyduğum ellerimin üzerini örttü. "Levent zarar görsün istemiyorum. Eğer bu işin peşini bırakmazsa sadece zarar gören o değil belki Kutay ve Anıl bile olacak."

Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda, orada yatan endişe yağmurunda ıslandım. "Bildiğiniz bir şey mi var?" diye sordum. Bu söylediklerinden sezdiğim bir şey vardı o da bir şey bildiği ve gizlediğiydi.

"Yok!" diyerek hızla elini geri çekti ve endişeyle etrafına bakındı. "Ben yeraltından geliyorum ve orada hayata tutunabilmek için çok şey yaşadım. Bu söylediklerim tecrübem." dedi ve ayağa kalktı, ben de onun beraberinde kalkıp gözlerine bakmaya devam ettim. Karşımdaki yerini aldığında gözlerime baktı. "Bunu senden sadece Levent zarar görmesin diye değil, Kutay ve Anıl'da zarar görmesin diye istiyorum."

"Bu dediğiniz zarar nasıl bir zarar?"

"Sonu ölüme dayanacak kadar ucu açık bir zarar Umay." dedi ve buruk bir şekilde gülümseyip omzumu sıvazladı.

"Baba!" diye bağıran katı ve sert bir ses kulaklarımı doldurduğunda Mehmet Bey kapıya vardı ve kapıyı açıp, "Efendim Cüneyt!" dedi. Cüneyt, Levent'in amcasının adıydı.

Cüneyt Bey kapının önüne geldi bana bakıp kuru bir tebessümle, hoşnutsuz gözlerle baktı ve ardından babasına baktı. "Levent holdingden çıkmış, buraya gelebilir. Sorun çıkmasın, gidelim."

"Tamam," diyerek oğlunun söylediği fikri onayladı ardından bana dönüp sevecen bir ifadeyle baktı. "Sana güveniyorum kızım, en az Levent'in güvendiği kadar güveniyorum. Güveniyorum çünkü Levent'te en çok sana güveniyor."

"Aynı yakınlığımız yok."

"Levent kimseye güvenmez, senden başka." dedi ve ihtiyari bir yavaşlıkla arkasına dönüp kitapçının çıkışına doğru ilerledi. Kapıdan çıktığında kapısını açan adamlarının eşliğinde arabasına bindi ve aniden gözden kayboldular.

Benden yardım istiyordu oysa ki zaten Levent'in yardımına ihtiyacımız olduğu düşüncesini ben enjekte etmiştim zihinlerimize. Biz Levent olmadan ne yapabilirdik ki?

En önemlisi Levent giderse Kutay'ı kim korurdu ki?

"Kimdi bu gelenler?" diyerek hışımla içeriye giren Kutay'a baktım. Anıl'la birlikte yanıma vardıklarında şaşkınlıkla onlara baktım.

"Levent bu kadar kalabalık gelmez mahalleye." diyerek sorar gözlerle baktı Anıl.

Bıkkın bir sesle cevapladım. "Mehmet Kırgız."

"Kim Kırgız?"

Kutay söylediği söz üzerine gözlerimi devirdim. "Levent'in dedesi."

"Ne o?" dedi Kutay koltuğa gelişi güzel bir rahatlıkla otururken, "Yine torununu kaçırmaya mı gelmiş?"

"Kutay..."

"Ama gücü yetmez şimdi kaçırmaya."

"Kutay," diyerek son kes susmasını dilediğimde sustu. "Levent'i, Ziya'nın intikamından uzak tutmamı istiyor."

"Sanane!" dedi katı bir tavırla bağırarak. "Sen ne yapabilirsin?"

Başımı önüme eğdim. "Benim ikna edebileceğimi düşünüyor."

"Sadece düşüncesinde kalsın o zaman," dedi her kelimesine bastırarak. Bir nevi bana gözdağı vermeye çalışıyordu her ne kadar Levent'ten nefret etse de gitmesin istiyordu, öfkesi de bu yüzdendi. Levent'i ikna etmemi istemiyordu ama bunu dile getirmek de onun için çok zordu.

"Tamam," dedi Anıl büyük bir sakinlikle. "Uzatacak bir şey yok. Umay'ın yapabileceği bir şey de yok."

"Bende öyle dedim zaten," diyerek Anıl'ın söylediğini doğruladım. "Levent'le artık eski bağımız yok dedim."

"Evet yok!" dedi Kutay dindiremediği öfkesinin altında ezilirken. "Olmayacak da."

"Evet!" dedi Anıl masumane bir ifadeyle Kutay'a bakarken, "Olmayacak." dedi ve bana dönüp içimi ısıtan tebessümünü dudaklarına kondurdu. "Boşuna tartışmaya gerek yok."

"Ben tartışmıyorum," diyerek ellerimi havaya kaldırdım ve odadan çıkıp kitap okuyan Ozan'ın başını okşadım. "Ben eve geçiyorum ablacığım, bir şey olursa ararsın."

"Tamam abla." dedi ve hemen dışarıya çıkıp evime doğru yürüdüm. Yolda oyun oynayan mahallenin çocuklarının, bağırışları eşliğinde yürürken diğer yandan da ne yapmam gerektiğini kestirmeye çalışıyordum.

Mehmet Bey'in neden Levent'i uzak tutmak istediğine anlam verememiştim, zaten her şeyin başına geçmesini sağlayan da o değil miydi? Torununu en zirveye, tehlikenin göbeğine koyan...

Eve girdim ve üst kata odama çıkıp yatağıma oturdum ve aynadaki yansımama baktım. Bu kadar yorgun görünmemin nedeni neydi?

Yokluğuna alıştığım adamın dönüşü yüreğimde bahar çiçeklerini açtırması gerekirken neden solduruyordu. Bu acının zehri neden ağır ağır bedenimi işgal ediyordu?

Mutluluğun hüzünlü tarafı dedikleri şey bu muydu?

Loading...
0%