Yeni Üyelik
7.
Bölüm

5. Bölüm: Hüznün Kana Bulanması

@guverce

5. BÖLÜM: Hüznün Kana Bulanması

Hüznün kana bulanmış elleri mutluluğu böyle mi öldürüyordu?

Oysa onu yıllar sonra ilk gördüğümde kalbimde uçuşan kelebekler, heyecandan tutmayan ayaklarım değil miydi?

Değil miydi sırf bana sarıldı diye içimde can veren kız çocuğunun yeniden doğuşu...

Oysa o gün anlamalıydım her şeyin eskisi gibi olmayacağını çünkü ne ben o kız çocuğu Umay'dım, ne de Levent, eski Levent'ti. Kutay ise abisine bağlı olan, canından çok seven, ne derse yapan o çocuk değildi artık. Belki de bir Anıl eskisi gibi kalmayı başarabilmişti, çocukken olduğu gibi her şeye ılımlı yaklaşır kim ne derse desin bir tartışma kavga çıkmasın diye büyük bir çaba sarfeder. En çok da Kutay'a düşkündür. Kutay onun başını defalarca kez beladan kurtardı, kız kardeşine musallat olanları defetti. Bu yüzden Kutay'a minnet borcu olduğuna inanır. Bugün Kutay dese ki daha Levent'in yüzüne bakmayacağız, hiç düşünmeden döner arkasını gider.

Parmaklarım telefonumla buluşurken rehbere girdim ve 'Levent Kırgız' isminin üzerine tıkladıktan sonra arama kısmına basıp telefonu kulağıma götürdüm. Birkaç saniye sonra telefon açıldı ve Levent'in büyüleyici ses tonunu duydum, yine adımı söylemişti.

"Umay?"

"Levent," dedim ve tuttuğumu yeni idrak ettiğim nefesimi sakinlikle dışarıya verdim. "Konuşmamız lazım."

"Tamam," dedi, sesindeki tını garipti. "Mahalleye geliyorum zaten, uğrarım kitapçıya."

"Tamam." dedim ve hızla telefonu kulağımdan çekip aramayı sonlandırdım ve telefonu yanıma geri koyup ayağa kalktım.

Levent mahalleye geldiğini söylemişti, demek ki Kutay'la konuşacakları vardı. En iyisi kitapçıya dönüp Kutay'ın saçma salak şeyler yapmasına engel olmaktı. Bir de Mehmet Kırgız'ın geldiğini söylediğim için öfkeliydi ve öfkesini Levent'ten çıkarabilirdi.

Alt kata indim ve evden çıkıp kitapçıya geri döndüm. Kutay ve Anıl, Kutay'ın ofisinin önünde oturmuş tavla oynuyorlardı. Kutay beni görünce elini kaldırdı ve yanlarına gelmemi istedi.

"Birazdan gelirim!" diye bağırdım ve içeriye girip hala aynı yerde oturmuş kitabını okuyan Ozan'a baktım. "Ödevlerini yaptın mı sen?"

Başını kitaptan kaldırıp, masum bir ifadeyle gözlerime baktı. "Öğlen yaptım abla."

"İyi." dedim ve mutfak tarafına geçip buzdolabını açtım ve elime karışık meyve suyu paketini alıp iki bardağa doldurdum. Meyve suyu paketini buzdolabına geri koyduktan sonra içeriye geri geldim ve bardaklardan birini Ozan'ın yanına koydum.

"Teşekkür ederim abla."

Camın önüne geldim ve Levent'i beklemeye başladım. "Rica ederim."

"Birini mi bekliyorsun?"

"Levent gelecek." dedim düşünceli bir şekilde. Ne konuşmam gerektiğini, dedesinin dediklerini nasıl anlatmam gerektiğini kafamda tartıp çıkarıyordum. "O geldiğinde sen evine gidersin Ozan."

"Siz konuşurken istersen dışarıda beklerim," dedi. "Daha saat erken."

"Yok ablacım," diyerek başımı ardıma çevirdim ve gülümseyerek baktım. "Bugünde erken kapatalım."

♫ Geldim işte dostum yüzün gülsün be

Yaralarım ağır varsın olsun be

Halimizi bir tek Allah bilsin be

Ben varım yanında yalnız değilsin ♫

Dışarıdan gelen yüksek sesle gözlerim huzurun gölgesinde uyuyan öfkemi uyandırdı. "Kutay!" diye bağırarak camdan dışarıya baktığım anda Kutay ve Anıl'ın önünde duran arabaya baktım bu Levent'in arabasıydı ve şarkı o arabada çalıyordu.

Kutay kaşlarını çatarak ayağa kalkarken, Anıl gülümsememeye çalışmak için dudaklarını ısırarak kalktı.

♫ Önümüzde dağlar, düşmanlar eğilsin

Ben varım yanında yalnız değilsin ♫

"Kapat lan şunu!" diye bağırdı Kutay ama Levent kapatmak yerine gülümseyerek arabadan indi Kutay'ın karşısında yerini alıp gülümseyerek onu izlemeye devam etti.

♫ Önümüzde dağlar, düşmanlar eğilsin

Ben varım yanında yalnız değilsin ♫

Levent şarkının son kısmına, Kutay'a bakarak eşlik etti, ben de o sırada dışarıya çıkıp yanlarına geldim ve ne olup bittiğine anlam vermeye çalıştım.

♫ Ne çıkar bu kavga bizi de yormuş

Sırtımızda hançer yarası varmış

Gözlerim kararmış saçım ağarmış

Ben varım yanında yalnız değilsin ♫

Levent ardına dönüp, arabanın içine doğru eğildi ve şarkının sesini kıstı. Yüzünü yeniden Kutay'a dönerken zafer kazanmış gibi baktı.

"Ne lan bu!" dedi Kutay yüzüne beğenmediğini ifade eden bir ifade takınırken. "Çocuk musun sen?"

"Sabah bana ithaf ettiğin şarkının karşılığı."

"O sana ithaf değildi."

"O yüzden mi yolladın bana?"

"Ne!" dedim gözlerim açılırken, yüzümü Kutay'a çevirdim. "Bir de o şarkıyı Levent'e mi gönderdin?"

Kutay bir şey demek yerine sustu ve halen sesi kısık olan şarkı ortamda sesini duyurmaya çalışırken arabaya doğru baktı ve varlığını daha yeni fark ettiğim Levent'in kuzenine sitem etti. "Sen de kapat şu şarkıyı Tuğkan!"

Tuğkan, Kutay'ın söylediğini yerine getirmek yerine gülümseyerek Levent'e baktı, Levent gözlerini kapatarak kapatmasına izin verdiğinde Tuğkan şarkıyı kapattı.

"İnanamıyorum sana Kutay!" diye bağırdım ve hayıflayarak ona baktım. "Bir de Levent'e sen çocuk musun diyorsun ya..."

"Ben gerçekleri yüzüne vurdum kızım!" diyerek diklendi, haklıymış gibi ama zaten Kutay kendine göre hep haklıdır.

Levent kaşlarını çatarken gözlerini kısarak baktı Kutay'a. "Ben de sana gerçeklerle cevap verdim işte."

"Biz senle dost, gardaş, arkadaş değiliz."

Levent'in dudakları tebessümle kıvrıldı. "Şimdi daha eminim ki; öyleyiz."

"Hasbinallah!" diyerek mekanına girdi ve ardından gülümseyerek içeriye giren Anıl'la birbirimize bakıp gülümsedik. Anıl işaret parmağını dudaklarının üzerine koyup susmamı istedi, ben de dudaklarımı birbirine mühürleyip tebessümümü durdurdum.

Levent'te gülümsemesini sonlandırırken bana baktı. "Konuşmak istemiştin?"

Başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım ve elimle kitapçıyı gösterdim. "Geçelim mi?" diye sordum.

"Tabi!" dedi ve önden ilerlemem için bekledi tam bir adım atmıştım ki Kutay'ın gür sesini duydum.

"İçeri gel Kırgız!"

"İşim var!" dedi Levent'te bağırarak. "Birazdan gelirim." dedi ve birlikte kitapçıya girdik. Bizim girmemizle Ozan hiç beklemeden çantasını alıp dışarıya çıktı ve kısa bir süre sonra gözden kayboldu. Onun çıkmasının ardından kasa çekmecesinden anahtarı alıp kapıyı kilitledim. Tuğkan ise Kutay'ın mekanının önünden beni izliyordu. Anahtarı kapının üzerinde bırakırken arkama dönüp Levent'e baktım kaşlarını kaldırmış anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu.

"Müşteri, Kutay falan gelmesin diye..."

"Anladım." dedi fazla üstelemeden ve kitaplıkların yanındaki koltuğa oturacakken onu durdurdum. "Bekle!"

"Ne oldu?" dedi ve oturmaktan vazgeçip doğruldu.

"İçeriye geçelim Levent," dedim çekinerek. Acaba bunun amacı ne diye düşünüyor mudur?

Gülümsedi. "Daha rahat konuşmak için," dedi ve eliyle camekanı gösterdi. "Buradan Kutay görebilir, rahat vermez."

Yanlış anlamamasına sevinirken başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım ve Levent'in eliyle içerisini göstermesiyle önden gittim, odaya girdim. Levent'te ardımdan girerken kapıyı kapattı. Kırmızı koltuğumun en köşesine otururken Levent'te aramızda bir kişinin daha oturabileceği bir boşluk bırakacak şekilde koltuğa oturdu. Ela gözleri, mavi gözlerimi bulurken sessiz bir şekilde konuşmamı bekledi.

Ellerimi kucağımın üzerine koydum ve tırnaklarımla oynayarak, "Nasıl anlatmam gerektiğini düşünüyorum..." dedim.

"Düşün," dedi bir an olsun gözlerini üzerimden çekmeden. "Sen bir ömür düşün, ben beklerim."

Bir şey demek yerine başımı önüme eğdim ve zihnimi alaşağı eden cümlesini yok sayarak dedesinin buraya gelip, söylediklerini nasıl anlatmam gerektiğini düşünmeye devam ettim.

Zihnimde kavgaya tutuşan kelimeler, zar zor birkaç cümle oluşturdu ve hiç beklemeden dudaklarımdan firar etti. "Deden geldi, Mehmet Bey." diyerek başladım konuşmaya ama bu kadar düşündüğüm cümle gerçekten de bu olamazdı. "Biraz konuştuk."

Göz ucuyla baktım, kaşları çatılmıştı. "Ne konuştunuz?"

"Senin hakkında."

"Benim hakkımda?" dedi sorar bir ses tonuyla.

Gözlerim yeniden kucağımın üzerindeki ellerime kayarken gözlerimi kapattım. "Seni ikna etmemi istedi, Ziya'nın intikamının peşine düşmeni istemiyor."

"Ona mı kalmış?" dedi katı bir sesle, sesi biraz da yüksek çıkmıştı. Hızla başımı kaldırıp gözlerine baktım, öfkeli görünüyordu.

"Seni önemsiyor, başına bir iş gelmesin diye çabalıyor deden. O yapması gerekeni..."

"O zaman beni zorla köklerimden ayırıp da yanına almayacaktı Umay!" diye bağırarak ayağa kalktı, öfkesi daha da artmıştı. "Beni o karanlığın başına geçirmeyecekti, elime silah vermeyecekti. Sevdiklerime dokunmayacaktı!"

Ben de ayağa kalktım, gözlerim onun öfkesinin altında kısıldı. Sağ elimi sol omzunun üzerine koydum ve okşadım, sakinleşmeliydi. "Sakin ol!" dedim ince bir sesle. "Öfkelenebileceğin bir şey olmadı Levent."

"Sen Mehmet Kırgız'ı tanımıyorsun!"

Sustum.

"Bu adam senin benim en büyük zaafım olduğunu biliyor, senin beni ikna edebileceğini sen ne derse benim ona tamam diyeceğimi biliyor ve bu yüzden buraya gelip senden yardım istiyor Umay!"

Başımı sağa sola salladım. "İkna ederim demedim."

Bana arkasını döndü, elim aşağıya düşerken onu izledim. Sakinleşmeye çalışıyor gibiydi. Birkaç saniye sonra yeniden bana döndü ve öfkesine teslim olmamaya çalışıyor gibiydi. "Sen ne yapmamı istiyorsun?"

Kısa bir an düşündüm ama istediğim şey belliydi. "Hem seni görmek istemiyorum, hem de görememekten korkuyorum." gözpınarlarımda biriken birkaç damla gözyaşımı akıttım. "Seni bulmuşken kaybetmekten çok korkuyorum."

Onunda gözleri doldu ve bir adım atarak önüme geldi, ellerini yanaklarıma koyup okşadı. Alnını alnıma yasladı ve derin bir nefes aldı. "Bir daha asla gitmeyeceğim." dedi, ela gözlerinden firar eden gözyaşını izledim. Yanağına doğru süzülen gözyaşı kirli sakalının arasında kaybolurken gözlerimi kapattım ve ben de onun kokusunu ciğerlerime hapsettim. "Her ne kadar sana kavuşamasam da yanında olacağım."

"Sakın gitme Levent." dedim kendime engel olamıyorken.

"Gitmem." dedi.

Her ne kadar duygularımı arka plana atmaya çalışsam da engel olamıyordum kendime. Ne olursa olsun ona çekiliyordum, duygularımı her ne kadar arka plana atmak istesem de olmuyordu işte.

Olmayınca, olmuyordu.

"Umay!" diyerek içeriye giren Anıl'ın sesiyle hızlı bir şekilde Levent'ten ayrıldım ve yaramazlık yapan bir çocuğun ifadesiyle Anıl'a baktığımda gözlerinde şaşkınlık dolu bir ifade vardı. Önce dili tutulmuş gibi bekledi sonra ise yüzünü muzır bir ifade alırken, "İyi ki de ben gelmişim." dedi.

"Şey biz..." diyerek başladım lafıma. "Konuşuyorduk."

"Hıhı!" diyerek kafasını aşağı yukarı salladı.

Ayağa kalkıp uzatmaması için gözlerimi belerterek baktım. "Dedesinin geldiğini anlatıyordum."

"Anladım Umay." dedi ve bakışları yeniden Levent'i buldu. "Kutay sinirlenmeye başladı."

"Geliyorum." dedi Levent ve gülümseyerek o da ayağa kalktı. Bana dönüp masum gözlerini gözlerimde bıraktı. "Merak etme ben hiçbir yere gitmeyeceğim. Hep yanınızdayım."

Gülümsedim.

"Eğer daha gitmezsek, Kutay'ın tepesi atacak."

"Hay senin Kutay'ına!" dedi Levent sitem dolu bir sesle ve bana arkasını dönüp Anıl'a baktı. "Senin o Kutay'ın çocuk. Çocukça şeylerle uğraşıyor." dedi ve odadan çıkıp çıkışa doğru yürüdü.

"O çocukça şeyle demin sende uğraştın Levent! Hatırlatayım."

Levent cevap vermeye tenezzül bile etmeyip dışarı çıktı. Anıl'da onu takip ederken birlikte kitapçıdan çıktılar.

Kutay, Levent'le konuşmak istiyordu ama tahminlerime göre yine tartışacaklardı. Levent bugüne kadar yaptığı gibi yine Kutay'ı alttan alacaktı, Anıl yükselen nabızları indirebilmek için çabalayacaktı ama Kutay asla susmayacaktı.

Hep aynı şeyler...

Loading...
0%