Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8. Bölüm: Gerçeklerin Hükümsüz Doğruluğu

@guverce

8. Bölüm: Gerçeklerin Hükümsüz Doğruluğu

Çıkılan yollar, verilen kayıplar, karşılaşılan acımasızlıkla yoğrulmuş olaylar... Aslında hepsi gelecekte bizi neyin beklediğinin habercisiydi. Sanırım sadece biz anlamazlıktan geliyorduk, oysa ki tüm ipuçları bize geleceği gösteriyordu.

Yağmur çiseliyordu ama bu benim için bir sakınca oluşturmuyordu. Anıl, Kutay'ın mekânından çıkıp yanıma geldi ve sokağın her iki köşesine de baktıktan sonra bana döndü. "Hala gelmediler mi?" diye sordu.

"Gelmediler." dedim sakin bir sesle, gözlerimdeyse her an kendini salıverip gözyaşlarını akıtacak bir kız çocuğun duygusallığı vardı.

"Üzülme sakın," diyerek omzumu sıvazladı. "Gelirler birazdan."

"Ya bulamadıysa?" diyerek Anıl'a baktım.

Anıl kaşlarını çattı. "Levent bu! Bulur."

Yutkundum ve "Umarım." dedim.

Anıl benden uzaklaşıp mahallede volta atmaya başladı. Mekânın önüne ayak izlerini bırakırken, üzerine daha fazla basılmayı kaldıramayan asfaltın rengi açılıyordu. Ben, Anıl'ı izlerken, o "Geldi!" diye bağırdı.

Başımı Anıl'ın baktığı yöne çevirdiğimde Kutay'ın yalnız başına geldiğini gördüm. Arabasının içerisinde yüzünde yıkılmış bir ifade vardı. Oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu. Arabasıyla mekanının önüne yaklaştığında kenarıya çekilerek, yanaşması için izin tanıdım. Nihayet arabasını park etti ve güçsüz bir şekilde arabasından inip içeriye girdi. Bir an Anıl'la aynı anda birbirimize baktık. Kutay'ın bu haline o da benim gibi anlam verememiş olmalıydı.

İkimizde hızlı bir atakla içeriye girdik ve masasına oturup, başını ellerinin arasına alan Kutay'ı izledik.

"Levent'e kim haber verdi?" diye sordu, sakin bir sesle.

"Ben." diyerek yanıtladım sorusunu.

Başını ellerinin arasından çıkardı ve ellerini masasının üzerine koyarken yumruk yaptı. "Neden?"

"Seni de kaybetmek istemediğimi söylemiştim."

Başını sağa sola sallarken, "Kaybolan ben değil, o Fuat piçi olacaktı." dedi.

"Neden olmadı?" diyerek Anıl araya girdi ve ne olup bittiğini öğrenmeye çalıştı.

"O orospu çocuğu bir yalan söyledi ve Levent'te onu destekledi." diye bağırdı. Sesindeki öfke tınısı tüy ürpertecek cinstendi. "Levent, Fuat'ı savundu."

"Ben doğru olan neyse onu anlattım sana Kutay!"

Arkamdan gelen Levent'in sesiyle arkamı döndüm ve Levent'le birlikte yanımıza gelen Giray ve Tuğkan'a sorar gözlerle baktım.

"Ne doğrusu lan!" diye bağırarak yumruk yaptığı elini masaya vurdu Kutay. Ayağa kalkarken, öfkeyi gözlerinde ilk defa bu denli çok görüyordum. "Sen Fuat ne derse ona inandın."

"Araştırıp, doğrusunu kanıtlayamayacağım hiçbir şeyi söylemem."

"Kanıtla o zaman."

Levent başını onaylar anlamda aşağı yukarı salladı. "Zamanı gelince kanıtlayacağım."

"Şimdi kanıtla Levent!"

Aralarındaki tartışmanın nedenine olan merakımla, "Ne oluyor?" diye bağırdım.

Kutay yüzünü bana çevirirken, gözlerindeki hayal kırıklığına sarıldım. Bir şey olmuş ve bu Kutay'ı çok yaralamış gibi görünüyordu. "Ben sana anlatayım Umay," dedi, sesi titriyordu. "Mahallede uyuşturucu satıcılığı yapanlardan biri güya Ziya'ymış, hatta ticaretini de yapıyormuş. Ben izin vermiyorum, mâni oluyorum diye Fuat'tan beni öldürmenin karşılığında para almış." dediğinde gözlerinden akan yaşları izledim. Kollarını iki yana açtı. "Beni ya beni, kardeşini lan. Kardeşim dediği adamı öldürecekmiş."

"Bu yalan." dedim tek nefeste ve Levent'e baktığımda yüzündeki kararlı ifade suratıma bir tokat gibi çarptı. Bu yalan değil demekti ve bunun doğruluğunu sorgulamak bile acı verebilecek bir cinstendi.

Tuğkan hafifçe öksürdü ve "Maalesef doğru Umay." dedi.

Bakışlarımın hedefine Tuğkan'ı alırken, "Ziya böyle bir şey yapabilecek birisi değildi Tuğkan. O..." duraksadım. Onu ifade edebileceğim bir kelime arıyordum ama ne dersem diyeyim Ziya'nın masumluğunu ifade edebilecek bir kelime yoktu. "O fazlasıyla masum ve temizdi."

"Bazen doğru sandıklarımız, yanlış olduğunu düşündüklerimizden daha doğrudur." dedi Levent. Sesindeki düşünceli tını, beni ayrı noktaları düşünmeye itiyordu.

Kutay yanımıza geldi. "Yalan ulan yalan!" diye bağırdı.

"Değil lan işte!" diye bağırdı Levent.

"Lan hain!" diye bağırarak Levent'in yakalarından tuttu ve yüzünü onun yüzünün hizasına götürüp tısladı. "Seni öldürürüm."

"Ziya gibi..." diyerek başladı söze Levent. "Yanlış yolda öleceğime doğru yolda ölürüm."

Kutay hızla itti Levent'i ve "Ah!" diye güçle bağırdı.

Gözlerim hiç sesi çıkmayan Anıl'ı aradığında düşünceli bir ifadeyle dışarıya çıktığını gördüm, kaşlarım çatık bir şekilde onu izlerken Kutay hala öfke nidaları çıkarmaya devam ediyordu.

"Araştır." dedi Levent kendinden emin bir tavırla. Gözlerim onu bulduğunda sesindeki ifade yüzünde de vardı. Emin gibiydi, hatta emindi. "Ben mahallede araştırma yapıp da öğrendim her şeyi. Sen de yap."

"Kime sordun?" diye sordu Kutay katı bir sesle.

Levent başını aşağı yukarı salladı. "Emin amcanın oğlu Furkan'a, Raif Dayı'nın yeğeni Özkan'a." dudağını büzerken, "sor bunların tayfaya sana anlatsınlar." dedi.

Kutay tehditkâr bir şekilde işaret parmağını öne, arkaya doğru salladı. "Araştıracağım, araştıracağım sen hiç merak etme. Sonra ise bu iftiranın bedelini sana en ağır şekilde ödeteceğim."

"Bekliyorum dostum." dedi Levent ve ardına dönüp kuzenlerine baktı, sonra hüzün kokan gözlerini bana çevirdi ve buruk bir tebessüm gönderip dışarıya çıktı. Gözlerim Levent'in ardından büyük bir boşluğa bakakalırken, zihnimi ele geçiren düşüncelerle boğuştum.

Levent'in söyledikleri doğru olabilir miydi?

Ziya, ağabeyim, dostum, kardeşten öte canım dediği adamı öldürmek istemiş ve bunun karşılığında para almış olabilir miydi?

En önemlisi de Ziya uyuşturucu mu kullanıyordu?

"Ne düşünüyorsun?"

Kutay'ın sitemkar ve öfkeli sesi kulaklarıma vardığında başımı ona çevirdim ve kaşlarımı çatarken, yutkundum. "Ya doğruysa?"

Kutay yüzünü ekşitti ve elinin tersiyle sakallarının arasına doğru süzülen gözyaşlarını sildi. "Saçmalama Umay!" diye bağırdı. "Tamam ona aşıksın ama bu durum onun her dediğine inanmanı gerektirmiyor."

"Araştıralım."

"Hayır."

"Furkan'la, Özkan kahvededir, gidip soralım Kutay."

"Hayır dedim Umay!" diye bağırdı.

Kaşlarımı daha fazla çatarken, bu tavrının nedenini anlamaya çalıştım. "Neden?" diye sordum.

"İstemiyorum." dedi ve koltuğuna otururken bilgisayarını açtı, saniyeler içerisinde yüksek bir sesle şarkı dinlemeye başladı.

Başımı onaylar anlamda salladım ve dışarıya çıktığımda Anıl'ın kaldırımda başını ellerinin arasına alarak oturduğunu gördüm. Yanına vardığımda üzgünlüğüm kat ve kat daha fazla arttı.

"Benimle gelir misin Anıl?" diye sordum.

Anıl başını ellerinin arasından çıkarıp bana baktı ve o an gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü.

"Gelirim."

"Nereye diye sormayacak mısın?"

Ayağa kalktı. "Kardeş bildiklerinle yola çıkarken nereye diye sorulmaz."

Onun bu dediğine karşı gülümsedim ve adımlarımı kahvehaneye doğru ilerletirken, Anıl'ın da benimle geliyor olduğunu bilmek güç veriyordu. Gerçek her neyse bir an önce öğrenmem gerekiyordu, hepimiz için.

Kutay korkuyordu. Her zamanki gibi kendi doğrularına inanmak istiyordu. Konu her ne olursa olsun, ne kadar doğru olursa olsun eğer Kutay o şeye inanmak istemiyorsa onu kimse inandıramazdı. En çok da sevdikleri hakkındaki gerçeklere.

Küçüktük. Levent gittiğinde aylarca gelecek diye bekledi. Herkes artık gelemeyeceğini, dedesiyle yaşayacağını söylese de buna ben de Kutay'da inanmamıştık, aslında o gün birbirimizle bağ kurmuştuk. Birbirimizin yaralarını sarmıştık. Kutay bana dost olurken, ben her daim onun yanında olan kardeşi olmuştum.

Hiç konuşmadan kahveye vardığımızda Anıl'la birbirimize baktık. "Furkan'la, Özkan..."

"Duydum," dedi Anıl. "Sen bekle ben çağırayım."

"Tamam."

Anıl hiç beklemeden içeriye girdi, aslında daha gireli birkaç saniye olmuştu ama sanki bana saatler olmuş gibi geliyordu. Beklediğim saniyeler fazlaymış gibi gelince tam içeriye gireceğim sırada Anıl ardında Furkan'la beraber dışarıya çıktı.

"Özkan nerede?" diye sordum dayanamadan.

Furkan cebinden telefonunu çıkartıp ekranda birkaç yere basarken, "Şimdi arayacağım abla senin oraya gelecek." Dedi ve birlikte benim kitapçıya doğru ilerledik. Birkaç dakika sonra kitapçıya vardığımızda Özkan'da kapıda bekliyordu. Meraklı gözlerini Furkan'da bırakırken ne olduğunu sorar bir ifade yaptı, Furkan ise başıyla içeriye geçmesini işaret etti.

İçeriye girdiğimizde Ozan'ın kitapları düzenlediğini gördüm.

"Sen biraz hava al Ozan," diyerek dışarıya çıkmasını istedim. Ozan dediğimi yapıp hemen dışarıya çıktı.

"Bir şey mi oldu Anıl abi?" diye sordu Özkan.

Anıl bakışlarını Özkan'ın gözlerinde sonlandırdı. "Sizlik bir şey yok abicim, sadece merak ettiğimiz birkaç şey var Ziya ile ilgili?"

"Biz sizin bildiğinizden daha fazla ne bilebiliriz ki?"

"Biliyormuşsunuz." dedim, keskin bir sesle.

Şaşkınlıkla bana baktı, "Neyi biliyormuşuz abla?" diye sordu.

Lafı dolandırmak hiçbir zaman adetim olmamıştı ve yine dolandırmayacaktım. "Ziya uyuşturucu mu satıyordu?"

"Umay!" dedi Anıl, beni susturmak isteyen bir ses tonuyla. "Ne yapıyorsun?"

"Lafı dolandırmaya gerek yok Anıl!" diyerek karşılık verdim. "Gerçek neyse bir an önce söylesinler."

İkisi de başlarını önüne eğerken alttan birbirlerine baktılar. Yüzlerindeki ifade korktuklarını gözler önün sererken ne cevap vereceklerini bilmiyor haldeydiler.

Kaşlarımı çattım ve "Cevap verin!" diye bağırdım. İçimde yanan ateşi sanki bağırıp çağırmak söndürecekmiş gibi geliyordu.

Özkan başını kaldırıp korkudan titreyen gözbebekleriyle baktı gözlerime. "Biz Levent abiye aylar önce her şeyi anlattık abla ona sorun." dedi ve tam kitapçıdan çıkmaya yeltenmişti ki kolundan tutarak durdurdum. Duraksarken yeniden bana baktı. "Levent abiye anlattığımızın fazlası yok abla."

"Bize de anlatacaksınız..."

Anıl'da Özkan'ın kolundan tutup kendi önüne çekti ve acımasız gözlerle baktı Özkan'a. "Anlat!" dedi gür bir sesle.

"Bizi uyuşturucuya alıştıran Ziya abiydi." diyen Furkan'a baktım şaşkınlıkla. "Bize önce karşılıksız olarak mal verdi ve alıştırdı sonra ise para karşılığı satmaya başladı. Biz kurtulmak için çok çabaladık ama başaramadık, Ziya abi ne derse onu yapıyorduk."

Furkan sustu ve Özkan devam etti. "Ziya abi ölmeden üç ay önce falan Levent abi geldi, Ziya abiyle konuştu ama işe yaramadı sonra bizle konuştu ve bizi tedavi ettirdi." başını önüne eğdi ve parmaklarıyla oynamaya başladı. "Levent abi, Ziya abiyi de kurtarmaya çalıştı ama gözünü para bürümüş gibiydi vazgeçmedi."

"Kutay'ı öldürmek mi istedi?" diye sordu Anıl, sesi titriyordu. Sanırım o da benim gibi duyduklarına inanamıyordu.

Özkan başını evet anlamında aşağı yukarı salladı. "Öldürecekti abi."

"Ziya..." devamını getiremedim, boğazım düğümlendi. Gözpınarlarımdan süzülen gözyaşlarıma aldırış etmedim. "Ziya, bize kıyamazdı."

Özkan başını kaldırıp yüzüme baktı, Engin yüzünde gördüğüm kararlı ifade Özkan'da da vardı. "Bu görevi bize verdi abla. Kutay'ı öldüreceksiniz, öldürdüğünüzde size yüz bin dolar vereceğim dedi ama biz yapmadık ve bizi bu illetten kurtaran Levent abiye gidip anlattık."

"Sonrasını bilmiyoruz abi." dedi Furkan, Anıl'a bakarak. "Levent abi bize biraz para verdi bir süre mahalleden uzak durun dedi yolladı, ben halledeceğim dedi."

"O da halledemedi." dedim kırgınlıkla.

"Bir nevi halletti." dedi Anıl kimsenin duyamayacağı sessiz bir ses tonuyla ama ben duymuştum. "Ölen Kutay değil, kendi oldu."

Kitapçının kapısı açılınca hep birlikte kapı tarafına doğru döndük ve gelenin Kutay olduğunu görünce endişeli gözlerle baktım. Kutay önce bana sonra Anıl'a baktı ve ardından gözlerini Özkan ve Furkan arasında gezdirdi. "Bu iftirayı araştırmayacaksınız demedim mi ben size!" diye bağırarak yanımıza doğru geldi ve eliyle Özkan ile Furkan'ı gösterdi. "Levent'in satın aldığı adamlara mı inanacaksınız!"

"Reis biz doğru neyse onu anlatıyoru-"

"Kes lan!" diye bağırarak niyetini açıklamaya çalışan Furkan'ın sözünü kesti Kutay.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Benim aksime Anıl ise Kutay'a açıklamaya yapmaya çalışıyordu. "Bir dinle be!" diye bağıran Anıl'ın sesi kulaklarımda dağılırken gözlerimi açıp bir kere daha Özkan'a baktım ve asıl masum ifadenin Ziya'nın yüzündeki ifade değil, bu adamların yüzündeki ifade olduğunu anladım.

Dudaklarımı ısırarak ağlamamaya çalıştım ama bu bile işe yaramıyordu, güçsüz adımlarla arkadaki odaya, sığınağıma geçtim. Kırmızı koltuğum iki adım uzağımdaydı ama o iki adımı bile atmak o kadar zor gelmişti ki kapının yanındaki duvarın önüne çöktüm. Sırtımı duvara yaslarken bacaklarımı vücuduma doğru çekip yüzümü dizlerimin üzerine koydum.

Merhametine hayran olduğum adam ne zaman bu kadar acımasızlaşmıştı? Nasıl birlikte büyüdüğü adama kıyacak raddeye gelmişti?

En önemlisi avcı Ziya, av Kutay'ken, Ziya nasıl av olmuştu?

Loading...
0%