@guverce
|
GİRİŞ "Kanamaktan harap olmuş bir yüreği en çok da geçmişin acı hatıraları acıtır." Her şeyin zamansız kaybolduğu anlar vardır. Kimini umursamazsın ve umurunda olmadığı için unutursun, kimini ise öyle çok umursarsın ki bir an olsun aklından çıkmaz, çıkamaz. Yıllardır aklımdan çıkmayan tek bir an vardı o da on dört yıl önce Levent'in gidişiydi. Ne yapıp edip geri döneceğini söylemiş ama dönmemişti. Zaten Kutay'da söylemişti dönmeyeceğini ama ben hep insanın sevdiği birini hiç bırakmayacağına inanırdım ve yine inanmıştım. Boşa inanmıştım. Çocuktum ve çocukluk aşkımın gidişi benim için büyük bir yıkım olmuştu o zamanlar. Günlerce kapıda oturup dönmesini beklemiştim ve en sonunda dönmeyeceğine inandığım gün bırakmıştım beklemeyi. Kim zengin bir hayatı bırakıp, bu mahalleye dönerdi ki? Belki de beni gerçekten sevmiş olsaydı gelirdi ama çocuktuk işte ve bizimkisi belki de ona göre çocukluk aşkıydı. Bana soracak olursanız, ben hala onu çok seviyorum. Benimki çocukluk aşkı değil, kalpten kalbe giden, sevgiyle sarmalanmış büyük bir aşktı. "Umay!" Ardımdan duyduğum tanıdık sesle durdum ve gözlerimi devirerek arkamı döndüğümde Kutay'ın kahverengi gözlerini gözlerimde bırakmasını izlerken, kaşlarını çatarak yanıma gelmesini bekledim. Zaten uzunda sürmemişti. "Ne oldu yine Kutay?" diye sordum bıkkınlıkla. "O ne demek kızım!" diyerek sitem ederken, eliyle kolumu kavrayıp kendisiyle yürümemi sağladı. "Seninle geleyim, bulaşan falan olur." "Saçmalıyorsun!" dedim, sesimi biraz yükselterek. "Bizim mahallemizde kim bulaşabilir?" "Götleri yemez." "Götleri yemez değil," diyerek onu düzeltmeye çalıştım. "Tüm mahalleye korku salıyorsunuz. Yanımdan geçen selam vermeye bile çekinir oldu." "İyi!" dediğinde evimin önüne gelmiştik. Durdum ve yüzümü ona dönerken, kararlı bir ifadeyle gözlerine baktım. "Sen benim babam, annem ya da abim değilsin Kutay. Bana karışmazsın!" "Karışmıyorum," dedi masum bir ifade takınırken. "Seni korumaya çalışıyorum." "Korunmaya ihtiyacım yok!" "Burada tek başınasın kızım!" diye bağırdı. "Ne demek yok." "Ben kendimi korurum." dediğimde gözlerindeki öfke büyümüştü. Onu anlıyordum, beni sevdiği için saçımın teline dahil zarar gelsin istemiyordu ama onun bu tavrı artık beni çok bunaltmıştı. Ailem altı yıl önce Bursa'ya dedemlerin yanına taşınmıştı ve beni de en yakın arkadaşlarım olan Kutay, Anıl ve Ziya'ya emanet etmişlerdi. Oysa ben kendi başımın çaresine bakabilirdim ama tabi ki de anlayanım yoktu. "Umay?" dedi sorar bir ses tonuyla. Kaşlarımı kaldırarak ne diyeceğini bekledim. O ise yutkunduktan sonra gözlerini etrafta gezdirdi, sanırım birinin olup olmadığını kontrol ediyordu. Ardından gözleri yeniden mavi gözlerimi bulurken, "Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?" diye sordu. Cevap vermek yerine başımı olumlu anlamda salladım. "Eğer senin ayağına taş değerse bu dünyayı yakarım. Gözyaşın akarsa da bunun sorumlusunu gebertirim." Onun bu dediğine gülümsedim. Önemsenmek hoşuma gidiyordu, kimin gitmezdi ki! "Senden ufak bir şey isteyebilir miyim?" diye sordum, gülümsemeye devam ederken. "Tabi!" "Biraz olsun bana normal bir insanmışım gibi davranır mısın?" "O da ne demek kızım?" "Ben insanım Kutay." dedim, gülümsememi sonlandırırken. "Gülebilirim, ağlayabilirim, kızabilirim. Üstelik biliyorsun ki çok da sakarım. Ayağımın taşa değmesi şöyle dursun, elimde tuttuğum taşı kendi başıma bile vurabilirim." "Yapamazsın!" "Kutay..." diyerek gülümsedim ve omzumda asılı olan çantamı elime alıp anahtarlarımı bulmak için çantamı karıştırmaya başladım. Bulamayınca, sinirle gözlerimi kapatıp derin bir nefes alıp verdim ve gözlerimi yeniden araladığımda Kutay'a baktım. "Sen de ki anahtarı verebilir misin? Anahtarımı yine evde unutmuşum." "Tamam," dedi ve cebinden anahtarlığını çıkartıp benim evimin anahtarını eline alırken bana uzattı. "İyi ki almışım." "Çalmışsın," diyerek onu yeniden düzelttiğimde elinden anahtarı alıp kapıya döndüğüm sırada sokağın başından gelen acı haykırış yüreğimi sızlattı. "Kutay! Umay! Ziya ölmüş lan!" Anahtar elimden düşerken, yerle buluştuğunda çıkardığı ince ses kulaklarımda Anıl'ın söylediklerinin eşliğinde çınladı. Hızla arkamı dönüp Kutay'a baktım, o da sesin geldiği yöne, Anıl'a bakıyordu. Gözlerimi Kutay'dan çekip, Anıl'a döndüğümde dizlerinin üzerine çökmüş bir vaziyette ağladığını gördüm. Gözleri kızarmıştı. Yeniden Kutay'a baktım, o da ağlıyordu. "Hayır!" diyerek elimdeki çantayı hızlı bir şekilde yere fırlattım ve Kutay'dan uzaklaşırken, koşar adımlarla Anıl'ın yanına gittim. Onun gibi dizlerimin üzerine çekip omuzlarından tutup sarstım. "Ne saçmalıyorsun Anıl?" "Ölmüş," dedi, inilti halinde çıkan sesiyle. Sesi acı çekiyordu, yüreği gibi. "Hayır!" diyerek onu tüm gücümle ittim ve hızlı bir şekilde ayağa kalkıp akmak için büyük bir çaba sarf eden gözyaşlarımı akıttım. "Ölemez ki!" dedim, kendi kendime. "İyiydi. Daha sabah görüştük." "Öldürmüşler Kutay!" diye bağırdı. Gözlerim yeniden Kutay'ı bulurken, gözlerindeki öfke tüm hücrelerimi ürpertti. Öldürmüşler mi? "Kim?" diye bağırdım, boğazım yırtılırcasına. "Kim öldürdü?" "Kutay!" dedi Anıl, titreyen sesiyle. "Gidelim artık. Baş edemiyoruz görmüyor musun? Yalvarırım Levent'e gidelim, ondan yardım isteyelim." "Kiminle baş edemiyorsunuz?" diye sordum ve hızlı bir şekilde elimin tersiyle gözyaşımı temizledim. Kutay cevap vermek yerine başını önüne eğince, öfkem daha da arttı ve koşarak yanına gidip lacivert gömleğinin yakalarından tutarak sarstım. "Söylesene! Yine ne halt yediniz siz!" Kutay yine cevap vermedi. Dişlerini sıkıyordu, çok öfkeliydi. Gözyaşları akmasın diye direniyordu ama bir işe yaramıyor, ondan izinsiz akıyordu. "Cevap ver Kutay!" dedim, tiz çıkan sesimle. Bağırmaktan boğazım acıyordu. "Cevap ver..." diyerek güçsüz bir sesle konuşmaya devam ettim ve zihnime yerleşen acı düşünceyle yakasını bırakıp sırtımı kapıya yaslarken yere oturdum. "Ziya sizin yüzünüzden mi öldü?" "Hayır," dedi Anıl başını sağa sola sallarken ve sonunda dakikalardır durduğu pozisyonu bozup bir sarhoş gibi zar zor yürüyerek yanıma geldiğinde bu sefer de o benim önümde dizlerinin üzerine çöktü. "Biz bir şey yapmadık Umay. Yapmadık. Bu sefer yapmadık." "Neden öldü?" dedim, ruhsuz bir sesle. Duyacağım cevaptan çok korkuyordum ama öğrenmek istiyordum. Yirmi yıldır kardeş bildiğim, omzunda ağladığım adamın neden öldüğünü bilmek istiyordum. "Ziya sırf para için bir çeteyle iş birliği yaptı." dedi Kutay. Elleri yüzünü bulurken, sert bir şekilde gözyaşlarını temizledi. "Ziya'dan birini öldürmesini istediler, bizimki de yaptı." "Biz onunla çok konuştuk yapmaması için ama dinlemedi. Biliyorsun kafasına koyduğunu yapar zaten." diyerek, Kutay'ın devam ettiremediğini Anıl devam ettirdi. "Öldürdüğü adamın ailesi de bugün öldürmüş işte. İntikamlarını almışlar." "Onların öldürdüğü nereden belli?" "Demişlerdi bana," dedi yeniden Kutay ve gözlerinden ardı sıra yeni gözyaşlarını akıttı. "Demişler miydi?" diyerek kaşlarımı çattım ve başımı yukarı kaldırıp, Kutay'ı izledim. "Öldüreceklerini bile bile sustun mu?" "Susmadım lan!" diye bağırdı ve ardından yeni yumruk yaptığını fark ettiğim sağ eli ile duvara yumruk attı. O an gözlerimi sımsıkı kapattım, onun canı belki acımamıştı ama benimki çok acımıştı. "Ziya'ya siktir olup gitmesini söyledim ama gitmedi. Korumak için elimden geleni yaptım." "Levent'e gitseydik o korurdu..." dedi Anıl. "Kes lan sesini!" diye bağırdı Kutay, yüzünü Anıl'a dönerken. Öfkeyle bakıyordu. "Eğer onun umurunda olsaydık, şu an bu halde olmazdık. O bilmem kaç bin dolarlık koltuğunda oturup, içkisini yudumluyordur şimdi. Umurunda mıyız sanıyorsun?" "Levent bizim kardeşimiz. Abimizdi." "Öyleydi! Artık değil." "Şimdi ne olacak?" diye sordum. "Ne yapacağız?" "Ziya'nın kanının hesabını soracağız." dedi Kutay kararlı bir ifadeyle. "Bizim canımızı yakmanın bedelini ödeyecekler." Alay dolu bir ses tonuyla, "Onlarca adamla ikimiz bir başımıza ne de güzel de savaşırız ama..." diyen Anıl'a baktım. Haklıydı. Eğer dedikleri doğruysa, bu adamlar Ziya'yı öldürmüştü ve Kutay ile Anıl'ı da çok rahat öldürebilirlerdi. Ona, Levent'e ihtiyacımız vardı. O sonuçta artık sadece Levent değil, yeraltı dünyasının en karanlık adamlarından biriydi. Levent Kırgız'dı. |
0% |