Yeni Üyelik
18.
Bölüm
@hadizade

Instagram: 1hadizade

 

Keyifli okumalar...

 

¤¤¤

 

Beynimden vurulmuşa döndüm, durup öylece boş boş baktım Tuana'nın gözlerine. Daha önce bundan daha kötü bir durum yaşamamıştım. Yana doğru döndüm ve kaldırım boyunca yürüdüm. Ne Tuana'nın, ne de başka birinin sesini duydum. Sadece uğultular duyuyordum, dış dünya ile bağlantım kopmuş gibiydi.

 

Apartmana girdiğimi, başım döner gibi asansör beklememi, o sırada yanıp sönen ışığı, eve girişimi hayal meyal hatırlıyorum. Hiç kimseyle muhattap olmadan odama geçip kapıyı kapattım. Işığımı açmadan çantamı yere atıp pencereyi ve perdeyi açıp yatağa oturdum. Öylece boş boş baktım.

 

Sindirmeye çalışıyordum. Tuana bu adamla aynı apartmanda yaşıyor, tanıması normal zaten ama bir günden bir güne şu perdelerin gündüz açık olduğunu, bir kadının göründüğünü, bir şeyler silkelediğini görmedim hiç. Belki yeni geldiği içindir, belki burada bile değildir, başka bir evi vardır, belki de ben kendime teselli yapacak ihtimaller üretiyorumdur...

 

Kapım dan diye açıldı ve Murat ışığı yaktı. Hemen kalkıp perdeyi kapatıp Murat'a doğru döndüm.

 

"Neredesin sen?" diye sorarken siyah kaşları yeşil gözlerini örttü. "Yarım saat geciktin, neredeydin diyorum."

 

Bağırmıyordu ama bağırıyor gibi konuşuyordu, gözlerim doldu.

 

"Tuana ile parkta oturduk, morali bozuktu sohbet ettik."

 

"Tamam da ne ağlıyorsun hemen? Merak ediyorum kızım, haber ver bari."

 

"Öyle yaparım," dedim ama bana garip garip bakmaya devam etti.

 

"Hayret, 'sana ne, çık defol' filan demedin. Feministlikten istifa mı ettin?"

 

"Yok, çıkar mısın üzerimi değişeceğim." diyerek montumu çıkardım.

 

"Mısın? Rica? Sen?" diyip dudaklarını şaşkınca kıvırdı.

 

"Çıkıyor musun," diyerek gömleğimin ilk düğmesini çözdüm. "Soyundum, bağırayım mı?"

 

Ellerini havaya kaldırıp, "Tamam, tamam çıktım." diyip arkasını döndü ve çıktı ama ışığı kapatıp kapıyı açık bıraktı.

 

Sinirle ayaklarımı yere vura vura gidip ışığı yaktım ve kapıyı kapatıp kilitledim. Hemen üzerimi değişip pijama niyetine giydiğim pembe tişörtümle gri eşofman altımı giyip, telefonumu da elime alarak yatağa oturdum. Bir mesaj vardı.

 

Patron: Evde misin? Görmedim seni.

 

Bu kişiyi engellediniz.

 

Uçak modu aktif.

 

Telefonu yüz üstü yatağa atıp, dizlerimi kendime çekerek kollarımı etrafına doladım ve o eve girip ışığı yakana dek bekledim. Önce ışığı açtı, sonra perdeleri ve durup doğrudan bura baktı. Telefona bakarken galiba engellediğimi farketti ve tekrar buraya baktı.

 

"Alçak herif."

 

Bir süre daha durup bana öylece baktı ve geçip gitti. Yani perdenin olduğu yerlere iri bedenin gölgesi düşüyordu. Bir süre sonra o gölge de kayboldu, sanki bir yere oturdu veya yattı. Az sonra telefona bir bildirim daha düştüğünde gözlerim kocaman açıldı ve hemen elime aldım. Onun da ışığı kapandı. Ama görebileceğim bir yerde değildi. Sadece televizyon veya bilgisayar ışığı gibi ışık yayıldı.

 

Patron: Neden engelledin?

 

Cevap vermedim ve tekrar engeli basıp telefonu titreşime alarak yatağa attım. Kollarımı dizlerime sarıp hem sinirli, hem de üzgün bir ifadeyle boş pencereye bakmaya devam ettim.

 

Bu defa telefona arama geliyordu. Önce mesaj sandım ama uzadı ve ekrana baktığımda, onun aradığını gördüm. Açmak, onunla konuşmak bile istemedim. Zaten telefonumu kopyalamış olmalıydı, yani ne yapsam fayda etmeyecekti. Telefonu yastıklarımın altına koydum ve başımı koyup yorganın içine girdim. Belki biraz uyusam geçerdi ama kirpiklerim çoktan ıslanmış, yastığımı ıstlatmaya başlamıştım.

 

¤¤¤

 

Sabahın beşinde bir kez uyandım, pencereyi açıp onun camına baktım, perdeleri kapalıydı. Ben de kapattım ve masamın başına geçip ödevlerime baktım, test çözdüm. Kafamın biraz olsun dağılmasına yardımcı oldu ama düşünmeyi aslında hiç bırakmadım.

 

Böyle önemli bir dönemde böylesi kötü bir şey yaşamak istemezdim. İlk defa birine güvendim ve böyle yıkılmak üzdü. Çok fena üzdü hem de.

 

Kahvaltıda tek sessiz kalan bendim. Bedenen elbette buradaydım ama ruhen hâlâ dün gece bulunduğum yerdeydim. Yolun karşı tarafında, Tuana'nın yanında. Bir yanım deli gibi ağlamak, onun kapısına dayanıp küfretmek, ona defalarca kez vurmak istiyordu ama diğer yanım bunu bana yakıştırmıyordu. İki günlük adam için değmez.

 

Adam dedim pardon.

 

Kahvaltıdan erken kalktım, Tuana'nın beni yakalayamayacağı kadar erken çıkmak istiyordum. Murat dur deyince durdum ve ne var? der gibi baktım. Ağzı dolu hâlde bir bacağını ileri uzatıp, cebinden iki yüz lira çıkardı ve avucuma tutuşturup göz kırptı. "Dün erken uyumuşsun. Cipsle kola da getirdim, dönünce dolaptan alırsın."

 

Dün sabah konuştuklarımızı hatırladım ve, "Haa, evet," diyip pot kırmamayı başardım. "Çok sağol, bi' tanesin." diyip yanağını öptüm.

 

Arada didişiyoruz ama seviyorum işte bu camışı.

 

"Hadi ben kaçtım, kırtasiyeye uğrayacağım daha geç kalmayayım."

 

"Allah zihin açıklığı versin," dedi annem.

 

Murat ise, "Dikkatli git." dedi ve beni yine germeyi başardı.

 

Hani gelince her şey üst üste gelir derler ya, şuan tam olarak öyle oluyor. Birine kafa yorunca, bir diğerini unutuyor gibi oluyorum ama ne hakkım var unutmaya, değil mi?

 

Siyah montumu giyip çantamı tek omzuma geçirdim ve hemen evden çıktım. Asansörü bayağı bekledim, sanki gereksizin biri aşağıda bayağı bekletmiş gibi geç geldi. Zaten ne zaman aceleyle çıkmak istesem böyle olurdu.

 

Nihayet asansör geldi, tüm apartman sessizdi. Herkesten önce uyanmış gibi hissediyordum. Öyle ki, bizimkiler daha kahvaltıya yeni oturmuşlardı. Ancak kahvaltıyı ben hazırlamış, onlar oturmadan da bayağı yemiştim. Üzüntü, sinir, stres hiçbir şey koymuyor sanki, iştahımı kesmiyor. Keşke kesse ama...

 

Apartmandan çıkmadan girişte yana doğru eğilip Cemile ablanın penceresine baktım. Kapalıydı, henüz mobeseciliğe başlamamıştı. Hemen çıkıp karşı tarafa geçmeden kaldırımda hızlıca yürüdüm. Tuana'nın beni yakalayıp dünkü hesabı yeniden açmasını hiç istemiyordum. Elbette okula gelecekti, sıra arkadaşım zaten ama o zamana kadar bir yalan düşünürüm belki.

 

Zaten Gökhan da sabah orada olmuyor diye düşünerek oto yıkamanın önünden hızlıca geçerken biri koluma yapıştı ve bedenim yay gibi gerilip, tutan kişinin gücüne yenik düştü. Beni içeriye çekince kolumu bıraktı ve göz göze geldik. Ofisin kapısının kilidini çevirince gözlerim iyice büyüdü, üstelik pencerelerdeki stor perdeleri de kapatmıştı ve içerisi sadece sarı ampülün ışığıyla aydınlanıyordu.

 

Arkasını dönüp bana baktığında sertçe yutkundum. Kaşları çatıktı, çenesi yüzü gerilmişti. Beni bakışlarıyla âdetâ ordan oraya savurdu, öyle bir sinirle bakıyordu. "Sabaha kadar uyumadım, seni aradım, yazdım. Beni yine engelledin, neden Esra? Neden?" derken bağırmıyordu ama sesi bacaklarımı titretecek kadar sertti.

 

"Sen daha iyi bilirsin," dedim ifademi bozmadan, sakin kalmaya çalışarak.

 

"Neyi biliyormuşum? Bir de bilsem! Neden diyorum, soruma cevap ver!"

 

"Ya bırak ya! Sana hesap vermek zorunda değilim, karın değilim! Ne yaptığım seni hiç ilgilendirmez!" diyip yanından geçtim.

 

Kapının üzerindeki anahtarı tutacağım sırada belime dolanan eli beni hızla çevirdi ve bu defa sırtım kapıya yaslanınca, o ve kapı arasında sıkışıp kaldım. Bakışlarım siyah gömleğinin altından hızla inip kalkan göğsünden usulca gözlerine tırmandı ve sesim istemsizce titrerken, "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordum.

 

Bir elini karnımın üzerine koyarak beni kıpırdamam için kapıya mıhladı. "Bağırırım," dedim. "Tecavüz ediyor diye bağırırım!"

 

Diğer eli çeneme gitti ve iki parmağıyla çenemi sararak yüzümü yukarıya kaldırdı. "Bağır, her hangi bir iz var mı üzerinde? Bir şey yaptım mı sana? Durduk yere böyle bir iftira atmayı kendine yakıştıracak mısın? Babanla abinle papaz olduğumda birimiz mezara birimiz hapise gidecek, bunu mu istiyorsun?"

 

Çok kötü yerden vuruyor.

 

"O zaman bırak, inan hiçbir şey umrumda olmaz! Evli bir adamla burada böyle yakalanmak hepsindan daha kötü! Asıl sen beni rezil edeceksin, metresin olamam senin! Yazık!"

 

Yüzünde şaşkın bir ifade yarandı ve kaşları mümkünmüş gibi biraz daha çatıldı. "Neden bahsediyorsun?"

 

"Evli olmandan! Ya bir de çocuğun varmış! Utanmaz herif!"

 

"Neden bahsediyorsun? Ben evli filan değilim!"

 

"Tabii, tabii külâhıma anlat sen!"

 

"Esra, yeter."

 

Gülümsedim.

"Foyan ortaya çıktı, sahtekâr herif!"

 

"Doğru konuş," diye uyardı, "Damgalarım o dudaklarını."

 

"Konuşmuyorum ya, böyle konuşuyorum!" diye diklendim. "Ne yapacaksın? On sekiz de olmadım henüz, ne yapabilirsin ki?"

 

Gözlerini kapatıp sabır diler gibi bir soluk verdi ve karnımın üzerindeki eli belime doğru kaydı. Beni tek hamlede iterek kapıdan uzaklaştırdığında, birkaç adım ilerleyip durdum. Ancak koluma dolanan eli bu defa beni üçlü deri koltuğun üzerine itti ve son anda dengemi sağlayıp oturdum. Ağır adımlarla yaklaşıp karşımda durduğunda, âdetâ nutkum tutuldu. Deminki cesaretim tuzla buz olmuştu...

 

 

Loading...
0%