@hadizade
|
¤
"Ne yani kaçmaktan mı bahsediyorsun?"
"Kaçmak ve gitmek, ikisi ayrı şeyler. Ben sana kaçalım demiyorum, çünkü korkaklar kaçar. Gidelim diyorum. Sen iste yeter."
O beni uzun zamandır tanıyor olabilir ama ben onu sadece bir haftadır tanıyorum. Karakterini ne derecede biliyorum?
Birlikte yaşanacak biri mi?
Ya da ben onun için öyle miyim?
Uğruna bulunduğum limanı hiç düşünmeden yakıp gidebileceğim biri mi?
Korkuyorum. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaktan çok korkuyorum.
Bunu ona söyleyemem, söylersem kalbi kırılır.
"Hayır, bunu yapamam." diyerek başımı iki yana salladım. "Okulum bitene kadar sabredebilirim ama şu an doğru bir zaman değil. Şunun şurasında ne kadar kaldı ki?"
"Altı ay," dedi beni delirtmek ister gibi, "evet fazla bir şey kalmamış, bence de dayanabilirsin. Hadi gel seni okula bırakayım." diyip arkasını döndü ve ağır adımlarla uzaklaşırken, ardında bir enkaz bıraktı.
Etrafa bakınarak ona yaklaştım. Arabanın kapısını benim için açmıştı. Son bir kez gözlerine baktım ve geçip oturdum. Az sonra yanımdaki koltuğa oturdu ve aracı çalıştırdı.
Bizimkisi bir fırtına gibi başladı, yine bir fırtına gibi son bulmasını hiç istemem.
Yağmur damlaları yavaş yavaş artmaya başladı. Arabanın sileceklerini çalıştırdı. Yağmur camları sertçe dövüyor, gök ara sıra gürlemeye devam ediyordu.
"Gökhan," diye seslendim ona. Bakışlarım hâlâ dışarıdaki yağmurlu sokaklardaydı.
"Söyle yavrum."
"Başım sıkışırsa, bir gün her şeyden bıkarsam sana gelebilir miyim?"
"Sormana bile gerek yok. Öbür evimi de biliyorsun, bunu da. Ne zaman istersen çık gel."
"Teşekkür ederim."
"Niçin?"
Derin bir iç çektim. "Yakınlarım beni anlamazken, beni anladığın için."
"Yaş o kadar da önemli değilmiş, ben bunu sende öğrendim." dedi.
Ona doğru döndüm ve gülümsedim. Bir anlık bana bakarak gülümseyip, yeniden önüne döndü.
"Normalde bu kadar sabırlı biri değilimdir," dedi ve devam etti, "sen bana daha sabırlı olmayı öğretiyorsun."
"Bu kötü bir şey mi, iyi bir şey mi?"
"Ortada, ne iyi ne de kötü. Sadece iyi bir tecrübe. Hâlimden memnunum."
Yola bakarak onu dinlerken, kucağımdaki elime değen o sıcak teni hissedip, hemen aşağıya baktım. İşaret parmağı elimin üzerinde geziniyordu. Sanki dokunursam rahatsız eder miyim diye tedirgindi ama sesimi çıkarmayıp el hareketlerine bakmaya devam ettim. İlk defa elimi tuttu ve kalbim tekledi. Çok garip bir histi. Garip ve güzel. Sanki dünya başıma dönüyor gibi...
Yolun devamında elimi mecbur kalmadıkça bırakmadı. Parmaklarımızı birbirine kenetlemişti. Öyle ki avuçlarımız terlemişti ama bırakmıyordu.
Okula yakınlaşınca fazla gitmeden durmasını istedim. Zaten ortalık karışıktı, iyice büyümesini istemiyordum. İnmeden evvel uzanıp yanağını öptüm ama bu defa o da dudaklarını benim yanağıma uzun uzun bastırdı. Yumuşacık dudaklarını hissetmek, içimdeki kelebekleri hareketlendirdi.
Azar azar geriye çekilirken göz göze geldik ve bu defa dudaklarıma uzanınca, kendimi geriye çektim. Belime dolanan eliyle beni yeniden kendine çektiğinde, nefesimi tuttum. Alev saçan bakışları dudaklarımdan sıyrılıp gözlerime kenetlendi. Belimdeki o elinin sertliği montun üzerinden bile tenime işliyordu. Solukları yüzümdeydi, onu bu kadar yakından görmek ve hissetmek bünyemi altüst ediyordu.
"Nereye kaçıyorsun acaba?" diyince, Gökhan Bozkaya'nın damarına bastığımı anladım.
"Ne? Kaçamaz mıyım?" diye sordum, kışkırtıcı derecede yavaş bir ses ve bakışlarla.
Dudaklarını dudaklarıma sürtünce, gözlerim usulca kapandı ve vücudum uyuştu. Yumuşacık dolgun dudaklarıyla üst dudağımı kıstırdığında, heyecandan kaçıp gitmek istedim ama gidemedim. O dudaklar beni bırakmak istemiyordu. Baskın hareketlerle dudaklarımı ezen dudakları, beceriksiz fakat istekli hareketlerimle karşılaştı. Öpücükleri ne yumuşak, ne de fazla sertti ama öyle güzeldi ki, her şeyi boşverip burada saatlerce beni öpmesine izin verebilirdim.
Yağmur damlaları usulca arabanın üzerine düşerek tok sesler çıkarırken, öpüşmemiz sırasında çıkan sesler etrafa dağılıyordu. Dudaklarım öyle hırpalanmıştı ki, artık acıyordu. Bu defa kendimi geriye çektiğimde durdu ve gözlerime baktı.
"Gitmem gerek," diye fısıldadım, "sonra görüşürüz."
Hemen kapıyı açıp aşağıya indim ve çantamı omzuma alıp, kapüşonumu başıma geçirerek hızlı adımlarla arabadan uzaklaştım. Kalbim durmuş gibi hissediyordum, sanki atmıyordu. Şu an adım atmıyordum sanki, havada süzülüyordum.
Çok tuhaf bir histi. Kaçıp gitmek ve kalıp devam etmek arasındaki o ikilem gibi.
Artık onu, beni, bizi tutan bir şey yoktu ve bu beni daha da heyecanlandırıyordu.
Sınıfa girip sıraya geçtiğimde, Tuana'nın tripli bakışlarına yakalandım. "Nerede kaldın? Hani beraber gelecektik okula?"
"İşim vardı," diyerek ondan kaçmaya çalıştım. Acaba öpüştüğüm belli oluyor muydu?
"Dudakların niye şişmiş senin?" diye sorunca, gözlerim kocaman açıldı. "Çenende de morluk izi var, bak şurada." diyerek yüzüme dokundu. "Birir bir şey mi yaptı?"
"Yok, iyiyim ben merak etme." diye geçiştirmeye çalışırken, saçlarımla yüzümü kapattım ve test kitaplarımı çıkartıp çözmeye başladım.
¤¤¤
Son dersten önce telefonum titreyince sıranın altında açıp baktım.
Patron: Bugün kaç dersin var?
Ben: Edebiyat hocası hastalanmış galiba gelmeyecek, erken çıkacağız.
Patron: Bu dersin kaç dakika sonra bitecek?
Ben: Yirmi dakika kaldı. Beni almaya mı geleceksin?
Patron: Evet.
Ben: Gelmesen
Patron: Niçin?
Ben: Durumları biliyorsun, biri görür bir şey der. Hiç uğraşamam.
Patron: Sen onu bana bırak, öyle bir şey olmayacak emin ol.
Ben: Riskten tahrik mi oluyorsun?
Patron: Hem de nasıl)
Ben: Sen n'apıyorsun peki?
Patron bir fotoğraf gönderdi: (Fotoğraf yukarıda)* Patron: Sana gelmek ve seni evime getirmek için hazırım)
|
0% |