Yeni Üyelik
33.
Bölüm
@hadizade

Emre Altuğ - Bu kadar mı?

Dinleyerek okuyabilirsiniz.

Ama "kapış kapış aşk" tam bizimkileri anlatıyormuş, 10 senedir dinlerim daha yeni farkettim :)))

 

***

 

Gökhan'ı iterek uzaklaştım ve ona bakmasam da, bana garip bir bakış attığını hissettim. Elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemedim.

 

Murat hemen önümde durup, "İyi misin?" diye sordu, koluma baktı. "Kırık mı, çıkık mı?"

 

"Çatlak sadece, biraz alçıda kalacakmış." Deyiverdim. Gökhan'a doğru bakamıyordum bile. Ama eminim o beni anlayacak kadar olgun biriydi - her ne kadar ben henüz öyle biri olmasam da.

 

Murat, "Tamam, gel bakalım." diyerek koluma girdi ve Gökhan'a baktı. O dönünce ben de Gökhan'ın o güzel kahverengi gözlerine baktım. Bir anlık göz göze geldik. Öyle uzak, öyle yabancı gibi durması çok üzdü beni. Hem beni, hem de onu. Ama bir süre böyle idare etmemiz lazımdı.

 

"Polisler almışlar ama bizim de ifade vermemiz lazım," dedi Murat.

 

"Sorun yok, onu eve bıraktıktan sonra beraber gideriz." Dedi Gökhan.

 

Üçümüz hastaneden çıkıp Gökhan'ın arabasına bindik. Kardeşi Giray da gelmişti. Bana geçmiş olsun diledi. O da tıpkı Gökhan'a benziyordu ama daha neşeli bir çocuktu. Murat ile ben arka koltuğa yerleştik, onlar de ön koltuklara yerleştiler ve arabayı kullanan Giray oldu.

 

Yol boyunca kimseden çıt çıkmadı. Konuşamıyorduk, yani Gökhan ve ben. Bu çok kötü bir şeydi. Kötü bir histi. Keşke saklamak, saklanmak zorunda kalmasaydık.

 

Fakat Murat'ın ne kadar kıskanç biri olduğunu biliyorum. Öğrendiğinde neler olabileceğini tahmin edebiliyorum...

 

Hele ki, bu gece onu öyle elleri kanlı görünce aklımda kötü senaryolar dönmeye başladı. Onlar beraber hareket ederken ve arkadaş olmak üzerelerken, ya benim yüzümden birbirlerine girerlerse?

 

Mahalleye geldik. Murat'la birlikte apartmana girip yukarıya çıktık. Bana aynen şunları söyledi:

 

"Bizimkilere düştüğünü söyle, anlatırsak bin tane şey soracaklar. Sorun çözüldü, yakalandılar zaten. Artık korkacak bir şey de kalmadı."

 

Sadece kafamı salladım. Onu onaylamamak şu an işten bile değildi. Ben asansöre binene kadar bekledi, ondan sonra çekip gitti. Tek istediğim kimseye bir şey olmamasıydı ama bir şekilde oluyordu.

 

Evin kapısından içeriye girdiğimde annem salondan çıkıp, "Neredesin sen?" diye bağırdı ve kolumu gördü. "Esra! Koluna n'oldu?" Endişeyle yaklaşıp koluma baktı.

 

"Kaldırım ıslaktı, kayıp düştüm, Murat hastaneye götürdü. Dirseğim çatlamış, çok bir şey yok. Alçıda kalması gerekiyormuş." diyip onun yanından geçerek odamın yolunu tuttum.

 

Birini dinleyecek ya da daha fazla açıklama yapacak hâlim yoktu. Zira bu berbat gece bir an önce bitmezse ben bitecektim.

 

Ama tabii canım annem beni yalnız bırakmadı ve yanıma geldi. Üzerimdekileri çıkarmama ve pijamalarımı giymeme yardımcı oldu. Işığımı kapatıp yatağa sırtüstü yayıldım. Bir süre boş boş tavanı izledim. O kadar bitkin bir haldeydim ki, yemek yiyecek hâlim bile olmamıştı. Bu gece olan her şey tavanda canlanıyordu, tüm olanlar ve Gökhan'ın yüz ifadesi, gözleri.

 

Telefonumu elime alıp ona bir mesaj atmak istedim.

 

Ben: Seni ittiğim için özür dilerim ama ben seni sadece fiziken ittim. Şu kısacık sürede içimde öyle bir yer edinmişsin ki, sana olan ufacık hatamda bile kalbim acıyor. Beni anlayacağına eminim.

 

Çok geçmeden o çevrimiçi olunca ben çıktım ve attığı mesajı bildirim tabelasından okudum.

 

Patron: Canın sağ olsun, kızmadım.

 

Yüzümde ufak bir tebessüm oluştu ve bir mesaj daha attı.

 

Patron: Canın acıyor mu?

 

WhatsApp'a girip yanıt verdim.

 

Ben: Hayır, hiçbir şey hissetmiyorum.

 

Okundu.

 

Yazıyor...

 

Patron: Bir daha böyle bir şey olmasına izin vermeyeceğim. Söz veriyorum.

 

Ben: Her zaman yanımda olamazsın.

 

Patron: Her zaman yanında olmak istiyorum.

 

Ben: Çok isterdim ama mümkün değil.

 

Patron: Aslında mümkün.

 

Ben: Nasıl?

 

Patron: İzin verirsen, babamı, kardeşimi ve çiçeğimi, çikolatamı alıp size gelmek istiyorum.

 

Ekrana bir süre boş boş baktım. Öyle ki, ekran süresi doldu ve kapandı. Yalnız bu an kendime gelip ekranı tekrar açtım ve defalarca yazıp yazıp sildim.

 

Ben: Gökhan, bunun için çok erken.

 

Patron: Biliyorum, senin için erken ama ben seni dün, ya da iki hafta önce görmedim Esra. Bence üç ay yeterli bir süre.

 

Ben: Bak sen de diyorsun. Sadece senin tarafından bakıldığında üç ay ama benim tarafımdan bakıldığında, sadece iki haftadır bir yola başladık.

 

Ben: Lütfen kırılma ama yapamam. Ailesinden kaçmak için evlenen o kızlardan biri olmayacağım. Ben bu hataya düşmeyeceğim.

 

Ben: Teklifin yüreğimi okşadı, sen görmüyorsun ama ben mutluluktan gülümsüyorum... Beni mutlu ediyorsun. Bunu bil istedim.

 

Çok az sonra hepsini okudu ama cevap yazmadı. Çok korktum. Bunları yazarken de ne tepki vereceğine emin olmadan yazdım. Ve o bir tepki vermeyince ben korktum. Benden sıkılmasından, beklemekten yorulmasından, onu kaybetmekten korktum.

 

* * * 

 

Sabah kolumu komodine çarparak muhteşem bir başlangıç yaptım. Normalde de oraya kolumu çarpardım ama bu defa durum biraz farklıydı. Dirseğimden yükselen o sızıyla inleyerek doğrulup oturdum ve büyük bir dolmuşlukla sessizce gözyaşı akıtmaya başladım. Bu, sadece fiziki bir acı da değildi. Belki de içsel isyanlarımın bir çağırısıydı.

 

Kapı açıldığında kim olduğuna baktım. Murat beni gördü ve siyah kaşları yeşil gözlerinin üzerini örttü. Endişeli bir sesle, "Esra," diyerek içeriye girdi ve kapıyı kapatıp yanıma yaklaştı. Yatağımın kenarına oturup bir dizini kıvırdı ve büyük elleriyle yanaklarımı avuçlayıp, baş parmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. "Neden ağlıyorsun? Canın mı yanıyor?"

 

"Evet," diyerek ellerini yanaklarımdan sıyırıp çektim ve ona dargın, kırgın gözlerle baktım. "Canım yanıyor ama sebebi kolumun kırılması değil, kalp kırgınlıklarım ve sen niyesini çok iyi biliyorsun."

 

Daha dün sabah ve evvelsi gece olanlar ikimizin de beyninde canlandı ve o da bakışlarını önüne indirdi.

 

"Ben bilmiyorum galiba," dedim, "yani hepimiz insanız. Ailem sen âşık olsan mutlu olur, ben de öyle. Ama benim birine âşık olma ihtimâlim neden sizi bu kadar sinirlendiriyor? Ben senin için sevinirken, sen niye bana kızıyorsun? Biz birlikte büyümedik mi? Sen beni her zaman korumadın mı? Şimdi niye el bebek gül bebek büyüttüğün o küçük kıza hayatı dar ediyorsun?"

 

Bakışlarını gözlerime dikti ve elimi avucunun içine alıp, diğer elini de ellerimizin üzerine koydu. "Bak Esra, vakti geldiğinde elbette âşık olacaksın, seveceksin ve elbette evleneceksin. Ben buna karşı değilim zaten. Benim neye kızdığımı bilmiyorsun, neden delirdiğimi de. Tamamen yanlış anlamışsın." Durup yutkundu ve uzun bir es verdikten sonra sözlerine şöyle devam etti. "Benim korkum kalbini birine kaptırırsın diye değil, sen onu severken o seni kullanır diye. Devir çok kötü Esra ve sen sudan çıkmış bir balıksın. Evde bulamadığını dışarıda arama, hataya düşersin. O hatalar büyük yaralara dönüşür. İşte o zaman canın daha çok yanabilir. Şu ankinden daha fazla..."

 

"Düşmeden yürüyemeyiz ki bu yolları, düşmeden kalkmayı öğrenemeyiz. Bırak hata yapalım, hata yaptım diye artık sevmeyecek misin beni? Buna inanmak istemiyorum."

 

"Sana kızıyorsam iyiliğin için, beni çok sonra anlayacaksın ama umarım anlamak zorunda kalmazsın."

 

"Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun?"

 

"Yedi yirmidört erkek ortamının içinde olduğum için olabilir mi? Kıza ölüp bitiyorum diyen oğlanların arkasından neler söylediğini bilsen, kimseye güvenmezdin."

 

"Bak oğlan diyorsun, adam olan öyle bir şey yapmaz zaten."

 

"Uzatmayalım," diyip elimin üzerine hafifçe iki kez vurdu ve konunun kapandığına işaret etti, "çok gençsin, daha çok zamanın var. Önce bi' okulunu bitir, güzel bir üniversite kazan. Önceliklerin bu olmalı, başkaları değil."

 

Cevap vermeyip sertçe soludum. Ayağa kalkıp saçlarımı karıştırdığında, "Ya Murat!" diye bağırdım. "Saçına bit mi düşmüş senin? Çirkin şey." diyip biraz daha karıştırdı ve çıkıp gitti.

 

"Benim bitlenmem garip bir olay olabilir ama biz insanlar sizin pirelenmenizi normal karşılıyoruz."

 

Kapıdan geri girip gözlerime baktı ve, "Bu güzeldi," dedikten sonra geri çıktı.

 

"Te Allah'ım, delirtecek bu çocuk beni!" Ama hangisi? O mu, yoksa Gö- neyse. Daha cevap bile vermemiş beyefendi.

 

Kolumun kırık olması sebebiyle okula gitmeyeceğimi bizimkilere de söyledim. Onlar kahvaltı ederken, ben bir çay içip tekrar odama döndüm. Telefonuma baktığımda bir şeyi farkettim. Gökhan'ın profil fotoğrafı yoktu. Zaten profilinde kendi arabasının resmi vardı ama şimdi o da yoktu.

 

Hakkında kısmı, ad kısmı, hiçbir şey yoktu. Bir mesaj atmayı denedim.

 

Ben: .

 

Ben: Neden tek çizgi?

 

Ben: Gökhan?

 

Ben: Hayır Gökhan, hayır.

 

Ben: Gökhan'ım neredesin?

 

Dakikalarca öylece ekrana baktım. Beni engellemiş miydi yani?

 

Uygulamanın kişiler kısmına bakmayı akıl ettim, burada gözükmeye devam ediyorsa engellemiş demekti. Kişiler kısmını tamamen gezdim ama normalde en altta olan ismi şimdi yoktu. Patron yoktu. Patron gitmişti ve şimdi en altta, "Patron kişisini davet et" yazıyordu. Bu da uygulamayı sildi demekti.

 

Bizimkiler gittikten sonra onu normalden aramayı denedim ama bu defa da, bu numara kullanılmamaktadır, cümlesini duyarak donup kaldım.

 

"Hayır ya... Şaka, değil mi? Şaka."

 

Odamdan çıkıp vestiyerin ordaki aynada kendime baktım. Altımda gri eşofman altı ve üzerimde siyah bir tişörtle, montumu omuzlarıma alıp botlarımı giydim ve anahtarımı da alıp evden çıktım. Asansörün oraya gittiğimde bir kal geldi ve yönümü değiştirip merdivenlere yöneldim. Altıncı kattan geçerken sessiz ve bir o kadar da hızlıydım.

 

Apartmandan çıkıp etrafa baktım. Gökhan bu saatte işte olmuyordu, yani sabahları kardeşi orada oluyordu. Bu yüzden karşı apartmana girip yukarıya çıktım ve kapısının önüne gelip zile dokundum. Beklerken bir çıt bile duymanın umudu vardı içimde, lâkin o çıtı hiç duymadım ve zile birkaç kere daha bastıp, tokmağı da art arda vurdum.

 

Çaldım, bekledim, çaldım, bekledim ama açmadı. Evde de yoktu demek ki.

 

Belki iş yerindedir diye aşağıya indim ve mahallenin diğer ucuna doğru yürüdüm. Refik amcanın bakkalının yanına varmıştım ki, gördüğüm manzara karşısında olduğum yere çakılıp kaldım. Ben yanlış görüyor olmalıydım, bu doğru olmamalıydı... Ofisin ve garajın kepenkleri kapanmış, üzerine büyük kilitler vurulmuştu.

 

Bir iz, benim için bir yol bırakmadan çekip gitmiş, beni benimle ve makus talihimle baş başa bırakmıştı...

 

 

Loading...
0%