@hadizade
|
* * *
O anlattıkça her şey zihnimde birer birer canlanıyordu ve Murat'ın hayatıma bu denli müdahale etmesi, kontrol etmesi canımı sıkıyordu. Ben onun hayatına bir nokta kadar bile müdahale etmezken, onun benim hayatıma yön vermesi adaletsizlikten başka bir şey değildi. Bu çifte standarta daha fazla dayanamayacaktım.
"Anladım," dedim üzgün bir ifadeyle, "affet beni, sana vurmak istememiştim." diyerek hemen kollarımı boynuna doladım ve fırsattan istifade ona bol bol sarıldım.
Kollarını belime dolayıp, "Esra'm, beni anlayacağını biliyordum." dedi büyük bir sevinçle.
Onu bir anda kendimden itip, "Diyeceğimi mi sandın?!" diye bağırdım. "Bu altı ay beni habersiz bırakıp, siktir olup gitmenin bahanesi olabilir mi sence?! Ben bu kadar anlayışsız, bu kadar aptal mıyım ki, sen gelip güzelce anlattığında anlamayayım? Bana söz vermiştin! Yalan yoktu, sır saklamak yoktu! Aramızda öyle bir şey olmayacaktı!"
Öylece durup şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. "Sana yazıklar olsun ya," dedim geriye doğru adımlayarak. Başımı hayıflanarak iki yana salladım. "Sana gerçekten yazıklar olsun! Değmezmişsin!"
Arkamı dönüp ondan hızlı adımlarla uzaklaşmak istedim ama hemen önüme geçti ve göğüs göğüse tokuşup durduk. Bu defa sesini yükselten ve sert çıkan oydu. "Seni dövüyordu, benim yüzümden seni dövüyordu! Benim evimde olsan sana bir şey yapabilir miydi? Sen o evdeydin ve okul bitene kadar o evden çıkmak istemedin. N'apmamı bekliyordun? Benim için hayallerinden vazgeç dememi mi? Ya da dur... Gizli saklı devam edelim ama yakalanınca da elim sana yetmesin, Murat seni öldürsün ve ben de vah vah diyip hayatıma devam mı edecektim? Ben bunları düşünmedim mi sanıyorsun? Her yolu düşündüm!"
"Dinlemek istemiyorum!"
Yanından geçip gitmek istedim ama omuzlarımı tutarak beni kolayca durdurdu ve yüzüme eğilip âdeta gürledi. "Aynı mahalledeyken benden uzak durman, senden uzak durmam daha zor olacaktı. Hayatına devam et istedim! O sınavı kazan istedim! Hiçbir şey bundan önemli değildi Esra, ben bile! Başarmanı istedim, hayata tutunmanı istedim, zarar görme istedim! Hırslan ve sadece çalış istedim!"
Onun aksine daha sakin ve üzüntülü bir sesle cevapladım. "Aylarca üzüldüm, ağladım. Bir an bile aklımdan çıkmadın. Beni bunu hak etmedim Gökhan."
"Senin için yaptım, benim için kolay mıydı sanıyorsun?"
"Hah! Hiç kolay olmamış maşallah(!) Hemen kendini bir kadının kollarına atmışsın ama ben bunu yapmadım! Ben sana sen yokken de sadık kaldım, işte bu yüzden ben senden çok daha fazlasını hak ediyorum." Diyerek onu tüm gücümle ittim ve koşmaya başladım.
Ancak onun sesini duyduğumde, ayaklarım istemsizce durdu. "O benim kız kardeşim!"
Gözlerim kapandı ve yüreğimdeki o sızı bir anda dindi. Sağ gözümden akan bir damla hızla aşağıya doğru süzüldü ve başımı önüme eğip derin nefesler aldım. Aylar sonra ilk defa bu kadar rahatlamış hissediyordum. Beynimi saran o düşüncelerin nihai sonda yanıt bulması mı, yoksa bağıra çağıra hesap sorduğum için miydi bu rahatlama... Bilmiyorum ancak iyi hissediyordum.
Onun adım seslerini duydum. Bana yaklaşıyordu. İstemedim. Bana gelmesini istemedim.
"Bu da altı ayıma bedel olacak bir cevap değil, Gökhan... Gelme."
Hareketleri durdu. Ben ilerledim ve o kaldı.
Tuana evin yan tarafına geçmişti, zaten her şeyi duymuş gibiydi ve hiçbir şey sormadan elimi tuttu. Beraber evden uzaklaştık. Ana yola kadar yürüdük, epeyce yürüdükten sonra bir taksi durdurup bindik. Binmeden evvel son kez durup arkama baktım. Gökhan yol kenarındaki direğin orada durmuş buraya bakıyordu ama katı tavrımdan dolayı bir daha yaklaşmadı.
Taksiye atlayıp eve döndük. Tuana karşı apartmana girerken, ben de bizim apartmana girdim. Asansör beklerken bile aklımda o vardı. Dediği her şeyi düşünüyordum. Murat aynılarını bana da söylemişti ve ben kendimi değil, onunla olmayı seçmiştim. Ama o, beni benim için terk edip gitti.
Muro senin yatacak yerin yok.
Evin kapısını anahtarla açıp içeriye girdiğimde Murat'ın dikilmiş bana baktığını gördüm. Resmen gardiyan gibi dikilmiş beni bekliyordu.
"Neredeydin?"
"Gezdik biraz, geldim işte."
"Şu yüz ifaden, bu tavrın..." tek gözünü kırpıp başını iki yana salladı, "hayırdır, ne iş?"
"Murat çok yorgunum ya, sonra didişelim olur mu?" diyerek kendi odamın kapısına yanaştım.
"Nereye kaçıyorsun?" Diyerek peşimden içeriye girdi ve odamın kapısını kapattı. Yatağın yanında durup önce diğer apartmanın âşinası olduğum o penceresine baktım, sonra ise arkamı dönüp Murat'ın yeşil gözlerine.
"Off ne var Murat? Bi' rahat bırak beni!"
Siyah kaşları oldukça çatıldı ve üzerime gelmeye başladı. "Ne bağırıyorsun lan? Adam gibi soru soruyoruz, insan gibi cevap ver!"
"Sen bağırıyorsun ama biz bağırınca mı sorun oluyor? Sal beni, deff ol çık odamdan. Rahat bırakın beni ya!"
Ona arkamı dönmek istediğim an parmakları boynuma dolandı ve bir anda hem yutkunma, hem de soluk alma yetimi elimden aldı. Sırtım çabucak yatakla buluşunca neye uğradığımı şaşırdım ve tutunamadım. Ellerimi sağa sola, onun gömleğine attım ve gömleğinin düğmeleri peş peşe söküldü ancak bu onu durdurmadı. Üzerimde bir zebâni gibi dikilmiş, boğazımı sıkmaya devam ediyordu.
"Senin sesin fazla çıkıyor, kesmek lazımdı zaten. Gebertirim seni, beni duydun mu? Gebertirim!"
Yüzüme doğru eğildiğinde korkudan küçük dilimi yutmuş gibiydim. "Beni kardeş katili yapma Esra, onunla bir daha bir araya gelirsen seni de öldürürüm, o şerefsizi de!"
Dehşete düştüm. Nasıl bilmişti? Nasıl öğrenmişti bunu? Murat beni şimdi daha da çok korkutmaya başlamıştı.
Boğulmak, ölmek üzereyken bir anda beni bırakıp üzerimden kalktığında, öksürerek yan dönüp bacaklarımı hızla kendime çektim ve ona korku dolu gözlerle baktım. O gözlerinin içindeki şiddeti, merhametsizliği gördüm. Delirmiş gibiydi.
Korkudan bir şey diyemedim. Desem yine saldırır diye susup yuttum dilimin ucuna kadar gelen kelimelerimi.
"Canımı sıkma benim!" dedi işaret parmağını sallayarak. "Çok kötü olur, seni ölmekten beter ederim!"
Çıkıp kapıyı çarptığında karşı pencereye baktım ve daha fazla dayanamayıp gözyaşlarıma boğularak yüzümü yastığıma gömdüm.
Hayır, o beni başka şehire de göndermezdi. Yalnız kalmama da izin vermezdi. Çabalarım boşunaydı, bunu dile getirdiğim an her şey daha da kötüye gidecekti.
* * *
Saatler sonra odamdan çıktığımda, sadece salonun ışığı açıktı ve Murat siyah eşofmanını giymiş, üstsüz şekilde koltuğa yayılmış televizyonda bir film izliyordu. Yine orada uyuya kalacaktı ama ölse de umrumda değildi.
Mutfağa geçip bir bardak su aldım. Ağlayıp uyuya kalmıştım ve başım çatlıyordu. Dolaptan ağrıkesici alıp ağzıma attım. Birkaç yudum sonra içtikten sonra salonun girişine geldim. "Annemler nereye gitti?"
Gözlerini televizyondan ayırmadan, "Bir hafta yoklar," dedi, "köye gittiler."
Bir şey söylemeden arkamı dönüp odama girecektim ki, beni çağırdı.
"Esra."
"Efendim?"
"Çay getir."
"Çok sıcak ya, n'apacaksın çayı? Su getireyim."
"Çay istiyorum, ben mi demliyeceğim? Çay getir."
Demlesen öldürsün değil mi?
Ölürsün, ölürsün.
Oflayarak mutfağa geçip çayın altını yaktım. Demliği boşaltıp içine çay attıktan sonra oturup çayın kaynamasını beklerken, cebimden telefonumu çıkardım. Sessize alıp uyumuştum ve şimdi kayıtlı olmayan bir numaradan gelen bir mesaj vardı.
+90... : Affet beni
Kim olduğunu anlamak pek zor olmadı. Zaten hayatıma ondan sonra da biri girmemişti.
Ben: Gökhan zaten moralim bozuk, rahat bırak beni.
+90... : Niçin? Noldu?
Ben: Şu saatten sonra seni hiç ilgilendirmez, çek git hayatımdan. Geçen seferki gibi git, ruhum duymasın.
+90... : Esra neden anlamıyorsun, seni istiyorum diyorum, vazgeçmedim, hayatıma kimseyi almadım. Seni bekledim diyorum.
Ben: Kanıtlayabilir misin? Hayır. Ben senin ne halt ettiğini bilemem.
Ben: Sadece beni rahat bırak, benim derdim bana yeter.
+90... : Esra noldu?
+90... : Esra
Yazıp yazıp durdu ama cevap vermedim. Yeterince sinirlerim bozuktu zaten, Murat yetmezmiş gibi bir de onunla uğraşacak değildim.
Çayı demleyip iki kupaya doldurdum ve telefonu da cebime atarak mutfaktan çıktım. Salona geçip kupalardan birini Murat'a uzattım ama almadı. "Yok, canım istemiyor. Dolaptan kola getir."
"Ya ama sen istiyorsun diye demledim, bir saatir başındayım."
"İyi işte, bir saat önce istiyordum. Şimdi istemiyorum. Git bana kola getir."
Sadece sabır diledim ve salondan çıkıp mutfağa geçtim. Kupaları tezgâhın üzerine bırakıp, bir bardak soğuk kola doldurdum ve tekrar salona döndüm. Bardağı dikkatle ona uzattığımda ellerime ve tekrar gözlerime baktı. "Bırak şuraya," dedi bakışlarıyla sehpayı işaret ederek.
Canıma minnet, bırakıp çıkayım dedim ama tam arkamı dönmüşken, "Nereye gidiyorsun? Otur şuraya." diyince durup arkamı döndüm.
Koltuğun diğer ucuna oturup, ellerimi birleştirerek bacaklarımın arasına geçirdim ve televizyona baktım. Sevdiğim bir filmdi ama bu genç yaşımda bende hiçbir şeye heves bırakmamışlardı.
Bu sefer de, "Sen niye bu sıcakta evin içinde pantolonla dolaşıyorsun?" diyerek sataştı, her şeyime karışmayı fazlaca abartıyor, bana sataşmak için illa bir şey buluyordu.
"Yok mu senin eteğin, şortun filan... Geçen aldık daha, onlardan giysene." diyince, omzumun üzerinden ona garipser bir bakış attım.
"Hani kısa giyince kızıyorsun ya..."
"Dışarıda giyince kızıyorum, onları evde giyesin diye aldım. Git giy hadi, üzerine görelim."
Dayanamayıp patladım. "Ama şu an eziyet ediyorsun, ben böyle iyiyim. Klima da çalışıyor zaten, sıcak filan değil."
"Çok konuşma," diye kızdı hemen, "boşuna mu aldım o kadar? Git giy de gel." diye diretti. "Hadi! Hadi!"
Gerildim. Yavaşça ayağa kalkıp odama geçtim. Dolabı açıp aldığı kıyafetlere bakarken, "Ne istiyor benden bu?" diye söylendim, "Allah'ım lütfen kötü olan benim düşüncelerim olsun, çünkü bunu kaldıramam..."
Evet kötü olan, iğrenç düşüncelere giren kesinlikle benim. Murat öyle biri değil.
Aldıklarının içerisinden pembe bir etek ve beyaz bir tişört seçip giyindim. Bunları Tuana ile pikniğe gideceğimiz zaman giyerim diye ayırmıştım, hatta yaklaşan doğum gününde ne giyeceğimi bile önceden ayarlamıştım.
Odadan çıkıp usulca salona geçtim ve Murat'ın sehpanın yanında yere çöktüğünü gördüm. Sehpanın üzerinde bir miktar beyaz toz ve bir paket vardı. Elindeki kartla onları düzeltip burnundan çekti ve kafasını geriye yatırarak, "Ahh," diye zevk alır gibi bir ses çıkardı.
"Murat, n'apıyorsun sen?" Dedim şaşkınlıkla.
Kendinde değil gibiydi. Ben uykulu olduğunu düşünmüştüm ama burada ne yaptığını bir filmden gördüğüm için biliyordum. Toz çekiyordu, tıpkı bir bağımlı gibi.
Bakışları üzerimde gezinirken yavaşça bacaklarıma indi ve bu an kendimi berbat hissettim. "Gel," dedi itiraz kabul etmeyen bir sesle, "geç otur şuraya."
Tüm bedenim tir tir titriyordu. Geçip koltuğa oturdum, onun arkasındaydım. Büyük sırtını öne doğru eğmiş, kambur bir şekilde o tozdan çekiyordu ve daha ne kadar süreceğini, ne yapacağını bilmeden burada durmak çok zordu. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Başını kaldırdı ve burnunu çektikten sonra derin bir es verdi. "Ah, Esra..." diyince, adıma, var oluşuma lanet ettim.
"E...efendim?"
"Sen de çekmek ister misin Esra?"
"Ha-hayır... Ben... Ben istemem. Sen de çekme, yeter artık."
"Hiç çekmediğin için öyle diyorsun Esra... Bir defa çeksen, senin de canın çekecek."
Dizlerinin üzerinde arkasını dönüp bana baktı, elindeki paketi diz kapaklarımın biraz üzerine dökmeye başladığında kalkmak istedim ama diğer eliyle belimi kavrayıp, canımı yakmak pahasına geri oturttu. Tozu diğer dizimin üzerine de döktüğünde, "Murat n'apıyorsun?" dedim titreyerek, "Murat!"
Dizlerimden yukarıya doğru bir çizgi hâlinde döktüğü o tozu çekmek için burnunu tenime yasladığında, "Ben senin kardeşinim!" diye bağırdım.
Başını kaldırıp gözlerime baktı. "Hiç hissetmedin mi?" diye sorunca, ne? der gibi baktım ve o, beni fazla merakta bırakmadan gerçeği itiraf etti. "Seni ne kadar sevdiğimi."
Kanım dondu. Vücudum bir anda tamamen buz kesti ve sadece kirpiklerimi kırparak ona bakmaya devam ettim.
"Seni çok kıskanıyorum," dediğinde, yüzümü iğrentiyle buruşturdum. "Sana benden başka erkek dokunamaz. Buna izin vermem..."
"Murat saçmalama!" diye bağırdım ağlamaklı sesimle, "Benim, kardeşin! Bırak gideyim lütfen!" diyerek ayağa kalkmaya çalıştım ama o, beni geri oturttu ve diğer elini de bacağıma koyunca, elimle ağzımı kapatım hıçkırıklarıma boğuldum.
"Şhh sessiz ol, acıtmayacak..."
|
0% |