@hadizade
|
*
Bir yanda aynadan bana bakan Ufuk, bir yanımda benim ve abisinin başına nasıl bir bela açtığından haberi olmayan Tuana ve geride bıraktığımız Gökhan ile başlayan bugünün daha şimdiden bitmek bilmeyeceğinin hissiyyatına kapıldım. Hapı yuttum. Yuttum değil, yuttuk.
Mahalleden bayağı uzaklaşmıştık ki, bir hisle dönüp arkaya baktım ve hemen arkamızda tanıdık birine ait olan lacivert BMW-yi görünce, gözlerim kocaman açıldı. Önüme döndüğümde, bu defa da sol tarafımıza geçtiğini gördüm. Camı indirdi ve göz göze geldik. O keskin ciddi bakışların altında hiç iyi şeyler yatmıyordu. Bana ve Ufuk'a baktıktan sonra önüne döndü ve cam yavaşça kapandıktan sonra araba yavaşladı. O, tekrar arkamızdaydı.
Ufuk'a ve Tuana'ya baktım. Galiba onu ben hariç kimse farketmemişti. Beni sıcak basmaya başladı, hayır, alnımın kenarından akan bu damlalar muhtemelen ecel terleriydi. Gökhan'ın gözümün önünde veya diğer yaptıkları, söylediği sözler zihnimde birer birer canlandıkça canım daha da sıkıldı. Hayır, bu takıntılı sevdası yüzünden birine daha zarar verirse, onu ölsem bile affetmem!
Ufuk bizi alışveriş merkezinin yanına getirdi. Ona buraya gelmek istediğimizi söylemiştik. Ancak biz arabadan inerken, Ufuk'un da indiğini gördüm ve gerginliğim bire bin arttı. Gelme işte, gelme! Bir günüm bile sorunsuz geçmeyecek mi benim?
"Getirdiğin için teşekkürler Ufuk abi," dedim, son iki kelimenin üzerine bastırarak, "biz kendimiz, baş başa kız kıza gezmek istiyoruz. Dönerken de taksiyle döneceğiz ve Tuana'yı eve getirip kendim bırakacağım." diyerek Tuana'nın koluna girdim. "Şimdi izninle."
"Gelin size bir şeyler ısmarlayayım, sonra gideceğim zaten."
İlla kendini si- yani sevdireceksin!
"Abi sen parayı ver, biz şimdi içmek istemiyoruz. Gezip yorulacağız, sonra içeriz." dedi Tuana.
Şu kızın doğru düzgün cümle kurduğunu gördüm ya...
"Siz beni niye kovmaya çalışıyorsunuz?" dedi Ufuk, işkillenmiş gibiydi. "Hayırdır, önemli bir işiniz mi var?"
Kuşku dolu bakışları ikimizin gözlerinin arasında gidip geldi.
"Sana ne ya? Sana ne?!" diye bağırmak istedim ama kesin Tuana ile bir daha buluşmama izin vermeyeceklerini göz önünde bulundurarak sabırlı davranmaya çalıştım. Etrafa bakınıp Gökhan'ı ve arabasını da göremeyince, "Peki, bir kahve içelim o zaman." dedim.
Beraber hemen önünde durduğumuz kafeye girdik. Hava çok sıcak olduğu için içeride oturduk. İçerisi buz gibiydi. Ufuk bir de gidip cam önündeki masayı seçmesin mi? Seçti. Oturduk, siparişleri verdik. Tuana, hesap nasıl olsa abisine girecek diye menüdeki en pahalı dondurma ve kahveyi söyledi. Ben de bir espresso istedim. Acı acı, biraz kendime getirir diye.
Ufuk, "Dondurma yemeyecek misin?" diye sorunca, yalandan gülümsedim.
"Yok, ben almayayım."
"Çekinme, söyle hadi. Neli dondurma seversin?"
"Kakaolu sever," dedi biri. Yanımdaki sandalye çekildi ve o kalın sesin sahibi yanıma oturdu. Omzumun üzerinden dönüp hemen yanımda oturan Gökhan'ın profiline baktım. Ufuk'a öyle bir bakıyordu ki, göz kapakları gözlerini neredeyse örtmek üzereydi. "Değil mi sevgilim?" diyerek dönüp gözlerime baktığında, nutkum tutuldu.
Masanın altından sol elimi çekiştirdi ve elindeki alyansı zorla parmağıma tıkıştırdı. Atmıştım, bulmuş, getirmiş bir de.
Yüzüğü taktıktan sonra çekiştirdiğim elimi nihayet bıraktı. Yalandan gülümsemeye çalışarak önüme döndüm. "Hayır," dedim ona inat, "vişneli severim."
Bu cevabım Ufuk'un hoşuna gitti ve garsona, "Hanımefendiye ve bana birer porsiyon vişneli dondurma." diyerek siparişi tamamladı.
Gökhan'ın bakışlarını ve boğa gibi alıp verdiği solukları hissediyordum.
"Bu arada, biz nişanlandık," dedi Gökhan. Ona gözucuyla bile bakmadım, sadece Ufuk'a ve Tuana'ya bakıyordum. Tuana ortamdaki gerginliği izlemekle yetiniyordu. "Ama haberin vardır tabii, aynı mahalledeyiz sonuçta. Kız kardeşin söylemiştir."
"Duydum," dedi Ufuk tüm cesaretiyle onun gözünün içine bakarak, "ama Esra'nın parmağında yüzük göremedim, yüzüğü attınız sanıyordum."
Bu kadar dikkatli olamazsın.
"Hayır, Esra'nın yüzüğü biraz sıkıyordu, değiştirip getirdim. Benimki ise hep parmağımdaydı," ve sonra bana baktı, "taktığımız ilk andan bu yana, olması gerektiği gibi."
Yutkunup sustum. Sanki kendisi çok masum da, ben durduk yere yüzük atmışım gibi konuşuyor ya, deliriyorum!
"Ya, öyle. Teşekkürler." diye mırıldandım yarım ağız.
Ancak bir anda yanağımda bir sıcaklık hissedince, donup kaldım. "Rica ederim," dedi ve geri çekildi.
Elim onun öptüğü yanağıma değdi. Karşımızdaki iki kardeş bize şaşkınca bakıyordu ancak ikisi de bu durumdan hoşnut olmadığımı görebiliyorlardı.
"Ben bir lavaboya gideyim," diyerek ayağa kalktım ve çantamı alarak hızlıca masadan ayrıldım. Sorarak lavaboyu bulup içeriye girdiğimde, çantamı tezgâhın üzerine fırlatıp sinirle ellerimi lavabonun kenarlarına yasladım ve aynadaki aksime baktım. Sinirli bakışlarım kendi gözlerime ulaştığında, sinirim iki katına çıktı. "Ne yapmaya çalışıyorsun Gökhan?"
Derken, kapı açıldı ve onun da aksini aynada gördüm. İçeriye girip kapıyı kapattı ve kilidi çevirince, dudaklarımı birbirine bastırıp sertçe yutkundum.
"Ne istiyorsun?" dedim arkamı dönmeden, aynadan ona bakarak. "Sence de yeterli değil mi? Numara yapmayı bırak. Ben senin gibi değilim, numara yapamıyorum!"
"Numara mı?" diyerek usulca bana yaklaştı ve tam arkamda, başımın arkası göğsüne gelecek şekilde durdu. Ellerini iki yanımdan getirip ellerimin üzerine koydu ve kulağıma doğru eğilince, kokusu her yanımı sardı. "Numara yaptığımı kim söyledi?"
"Gökhan, bunu bize yapma!" dedim ancak için için titriyordum onun için. Her şeyimle onun olmak isterken, onun benim için yanlış kişi olduğunu bilmek berbat bir histi.
Dudaklarını kulağımın üzerinde gezdirerek boynuma inerken, "N'apıyorum ki?" diye fısıldıyordu, "içimden geldiği gibi davranmak suç mu Esra'm?"
Dudakları boynumda bir çizgi hâlinde dolanırken, sesi ve nefesiyle beraber gözlerim kapandı. Bacaklarım tir tir titriyordu ancak korkudan filan değildi. Tarif edemediğim garip bir şeydi, onu her şeye rağmen istemek, bu benim en büyük yenilgimdi.
Dudakları tekrar kulağıma yaklaştı, "Seni götüreceğim buralardan, gideceğiz, beni affedeceksin, kollarına, koynuna, gönlüne gireceğim yine."
Aptal, hiç çıkmadın ki.
Ama doğru mu? Değil.
"Gökhan, rica ediyorum!" dedim titreyen bir sesle, çünkü ona kanmaktan korkuyordum. O, aklımı başımdan nasıl alabileceğini biliyordu.
"Sevme beni," dedi, gözlerimi açıp ona baktım, o da gözlerini kapatmıştı ve bir şeytan misali sol kulağıma fısıldıyordu, "benim sevgim ikimize de yetecek, ben ikimizin yerine de seveceğim."
Tüm gücümü topladım ve bir anda güç uygulayarak ellerimi ellerinin altından çekip çıkardım ve âni bir refleksle eğilip kollarının hapsinden çıktıktan sonra dönüp onun gözlerine baktım. "Sen, gözlerimin önünde bir insana zarar verdin ve azmettirici, uyuşturucu satıcısısın. Bundan daha beter ne olabilir Gökhan? Seni affetmemi nasıl beklersin?"
Bu an kapının kulpu çevrildi, açmak için ileri atıldım ama o, kolunu belime dolayarak beni saniyeler içinde duvara yaslayıp, diğer eliyle ağzımı kapadı. Az sonra kapıdaki kişi gitti ancak o beni bırakmadı.
"Bilmediğin bir konu hakkında bu kadar net konuşma Esra, çok daha farklı olabilir. Bana söylediğin her şey için pişman olabilirsin."
Elimi yukarıya kaldırıp ağzımı kapattığı elinin üzerine götürdüm ve o, bu an elini çekip konuşmama izin verdi. "Bunu o kadar çok isterdim ki, geçerli bir sebebin olmasını o kadar çok isterdim ki! Ama yok, biliyorum. Hepsinin bir sebebi olsa bile, bu senin soğukkanlı bir katil olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Ben sadece huzur istedim senden ve sen sadece onu veremedin bana."
Geçip gitmek istedim ama bir kez daha çelikten kollarına takılıp kaldım. Beni kollarımdan tutarak sarstı ve gözlerimin içine bakarak bir kez daha tekrarladı. "Beni sevmeyebilirsin, istemeyebilirsin ama bu duyguları sen hissetmiyorsun diye, benim içimdekiler de buhar olup uçmuyor! Sana başka bir erkek dokununca, sadece bakınca bile ben deliriyorum. O yüzüğü çıkarıp attın diye, sana olan hislerim bitti mi sanıyorsun? Bitmedi! Bitmeyecek de."
"Bırak beni ve sakın bir daha dokunma. Çünkü senden nefret ediyorum. Seninki aşk filan değil, aşk ne demek onu da bilmiyorum ama senin bu yaptıklarına bakılırsa, bana karşı hissettiğin şey sadece bir saplantı. Kendimi sana teslim ettikten sonra biteceğine o kadar eminim ki!"
"Denemeden bilemezsin, bunlar sadece senin düşüncelerin. Gerçek olup olmadığından bile emin değilsin."
Kollarımı bıraktı ancak bu defa o elleri bel oyuntuma gitti. Vücutlarımızı birbirine yaslayınca ve gögüslerim onun vücuduna dokununca, tüm uzuvlarımı dolanan berbat bir hisle yüzümü buruşturdum. Tenimin her yerinde onun ellerini hissetmişken, beni çıplak görmüş, dokunmuş ve öpmüşken, şimdi böyle kavga etmek iğrenç hissettiriyordu.
"Sadece şunu bil," dedi gözlerimin içine bakarak, devamında söylediği her kelime zihnime ömürlük işlendi, "senden, bu ilişkiden asla vazgeçmeyeceğim, kötü biri olabilirim ama bu sevmeyi bilmediğim ânlamına gelmiyor. Hatalarım oldu. Pişmanım da ama geçmişi değiştiremem. Toz pembe bir hayatım yok, hiç olmadı ve hiç de olmayacak. Ancak ben seni her şeyden, herkesten uzaklaştırıp, koruyacağım. Gerekirse kendi gözümden sakınacağım. Ancak şunu bil ki, sen de katil olabilirsin, sen de suç işleyebilirsin. Ben seni olduğun gibi severdim, sense beni ilk boşlukta terkettin."
Önce belimdeki ellerini ittim, daha sonra ise ellerimi göğsüne koydum ve gözlerinin içine bakarak, "Sen de şunu bil ki, bir daha sana parlayan gözlerle bakmayacağım, gülmeyeceğim. Gülümsemeyeceğim bile. Benim seninle olan birlikteliğim o gece son buldu, şuan yanyanayız ama sebebini sen de biliyorsun. Bana bir söz verdin, beni bu hayattan kurtaracağına söz verdin." Ellerimi gömleğinin yakasına götürdüm ve sıkıca tutarak onu kendime doğru çektim. "Sözünü tut Gökhan, yoksa ne yaparsan yap beni yanında tutamayacaksın."
"İstesen de benden kaçamazsın."
Evet, sözlerimi ciddiye almamış gibi görünüyordu ancak benim bahsettiğim şey çok farklıydı.
"Beni, seni ihbar etmek zorunda bırakma Gökhan."
Ancak onun bana olan cevabı fazla gecikmedi.
"Beni, seni kaçırmak zorunda bırakma... Esra'm."
Daha fazla dayanamadım ve onu iterek kendimden uzaklaştırdıktan sonra çantamı alıp tuvaletten çıktım. İçimde iki Esra var. Gökhan'ın bu yaptıkları Arsız Esra'nın hoşuna gidiyor ama Gururlu Esra diyor ki, "Sen bir katil ve uyuşturucu satıcısından çok daha iyisine layıksın. Onu seviyor olabilirsin ama sana düzelmeyeceğini, hep böyle biri olacağını söylediği halde onu affedemezsin."
Hayır, ona köprüyü geçene kadar yalandan 'seni seviyorum' demeyeceğim. Ben bu kadar pislik olamam. Onu veya her hangi bir insanı kullanamam.
Masaya dönüp yerime oturdum. Verdiğimiz siparişler gelmişti. İkisi de dokunmamış, bizi beklemişlerdi. Ufuk gergin olduğumu anlayıp, "Bir şey mi oldu? Yüzün bembeyaz olmuş." dedi.
"Yok, beni biraz soğuk çarptı galiba. Bir aynda sıcaktan, çok soğuk ortama geçtik ya."
Bunu dedikten bir dakika kadar geçmişti ki, sırtıma bir şal serildi. Başımı kaldırıp baktığımda, o şal ile beni saran adam beni hiç de şaşırtmadı. Tabii ki, ondan başka kim beni bu kadar düşünürdü ki?
Sandalyesini çekip oturdu ve az sonra garson, onun için de bir espresso getirdi. "Bence dondurmayı yeme, üşüyorsun zaten." diyerek dondurmayı Ufuk'un önüne doğru itti.
Ona sadece "ne yapmaya çalışıyorsun?" der gibi bakıyordum. Çok sakindim. O, beni ne kadar delirtmeye yemin etmiş gibi hareketler yapsa da sakindim.
"Teşekkür ederim," diye mırıldanıp önüme döndüm ve aklıma aniden bir şeytanlık geldi. Ufuk'un mavi gözleri yeşil gözlerime ulaşınca, "Ufuk, sen de bizimle gelsene." dedim.
Bu an Tuana'nın içtiği kahve boğazına takıldı ve öksürmeye başlayınca, Gökhan kahvesinin yanındaki bir bardak suyu ona doğru itti. "Teşekkürler Göt- Gökhan amca, abi..." diye geveleyip suyu titreyen eliyle içti ve Gökhan'ın garipser bakışları onun üzerindeyken, suyun birazını da üzerine dökerek içtikten sonra sırıtarak Gökhan'a baktı.
Gökhan da, "Helal, helal, amcan kurban olsun sana." deyince danamayıp elimle ağzımı kapattım.
"Gelirim tabii," dedi Ufuk, bakışlarımı yeniden gözlerine çevirdim, "nereye gitmek istiyorsunuz?"
"Vizyonda romantik bir film var, beraber izleyelim." dedim.
Gökhan'ın soğuk nefesini ensemde hissettim.
"Olur," dedi Gökhan, "bana da uyar."
"Yalnız, sen gelmiyorsun." dedim. "Biz beraber gidiyoruz."
Elini sandalyemin üzerine koyup, yüzüme doğru eğildi. "Bensiz, onunla, öyle mi?"
"Öyle." dedim korkusuzca.
Yavaşça geriye çekildi ve birkaç saniye daha gözlerimin içine öylece baktıktan sonra onlara doğru dönerek ayağa kalktı. "Size afiyet olsun," çantamı aldı, "bizim biraz işimiz var," beni kolumdan tutarak ayağa kaldırdı, "bir dahaki sefere artık, siz iki kardeş gidin filme, bizim çok önemli bir işimiz var. Hoşçakalın." diyerek beni apar topar kafenin dışına kadar götürdü.
Ne kadar istemesem de düşmemek için ayaklarım onun büyük adımlarına yetişmeye çalışıyordu. Koşar adımlarla, beni kaçırırcasına kendi arabasının yanına getirdiğinde, "Gökhan n'apıyorsun? Beni rezil ediyorsun, kendine gel!" diye sitem ettim. Ancak bu umrunda değildi. Beni buradan, yani Ufuk'tan uzaklaştırmaya kararlıydı.
Ön yolcu kapısını açıp, kafamdan eğerek beni içeriye soktuğunda, kendimi gerçekten suçlu gibi hissettim! Daha fazla rezil olmamak adına sessiz kaldım, etrafta bir sürü insan bize bakıyordu. Bırak beni diye bağırsam, bu sefer de başka türlü anlaşılacak ve işler daha fazla karışacaktı.
O da hemen yanıma oturdu, elindeki çantamı arka koltuğa fırlattı ama çantam ordan yuvarlanıp yere düşünce, "Yavaş olsana, yangından mı kaçıyorsun?!" diye bağırdım.
Kapıları kapatıp arabayı çalıştırırken, "Hayır," deyiverdi, "yangından kaçmıyorum, artık yanmaya karar verdim. Bu ikimizin ateşi ve tek yanan ben olmayacağım."
instagram/1hadizade |
0% |