@hadizade
|
Bizimkiler uyumak bilmiyordu bu gece, bazen gerçekten hissediyorlar gibi geliyordu. Normalde hiç böyle olmazdı ama ne zaman ki, gece bir işler karıştıracak olsam, onların da gece yarısına kadar oturacağı tutuyordu.
Yalandan esneyip ayağa kalktım. "Ben uyumaya kaçar, iyi geceler." diyip odama çekildim. Bizim patron durur mu? Atmış yine mesajları tabii.
Patron: Neden gelmedin? Hâlâ seni bekliyorum.
Ben: Ne yapayım? Bizimkiler uyumadı daha.
Patron: İyi bari odana geç, ışığı aç o zaman.
Ben: Emriniz olur, başka bir isteğiniz de var mı? Hani biz barışmadık ya, hatırlatırım.
Patron: Ben barıştık sanıyordum.
Ben: Hayır efendim, barışmadık.
Patron: Beni affetsen de, affetmesen de buradan beraber gideceğiz. Bunu bilmek beni rahatlatıyor.
Ekrana sırıtarak bakıyorum tabii.
Ben: Aynı evde kalmayacağımız için, sorun yok.
Patron: Tabii ki, aynı evde kalır mıyız hiç? Benim de zaten elli tane evim var, her gün birinde kalırım, siz rahat edersiniz.
Ben: Şansıme tüküreyim ya.
Patron: Niye?
Ben: Zengin kocam olabilirdin, öküz nişanlım olmayı seçtin.
Patron: Kocan olmayacağımı kim söyledi?
Sırıttım. Hödük ya.
Ben: Tabii tabii, olursun bir ara. 23 nisanda filan.
Patron: İlla Gökhan gel beni silk de kendime getir diyorsun.
Ben: Sjxbshshdvdh Silk beni Gökhan sjdvdjsjsvsv
Patron: Ayıp ettin, iste yeter.
Ben: Galerimde senin fotoğrafın var bir tane.
Ben: Dur atayım.
Bir fotoğraf gönderdin:

Patron: Burda kötü çıkmışım, normalde daha yakışıklıyım.
Patron: Bende de senin bir fotoğrafın var.
Patron bir fotoğraf gönderdi:

Ben: Burda kötü çıkmışım, normalde daha güzelim dimi?
Ben: Güzelsin de.
Patron: Güzelimsin.
Bu... bu haksızlık...
Patron bir fotoğraf gönderdi.
Seni bekliyorum.

Ben: Bu kadar açık sözlü olmasan da olurdu sjsvsjshsgdhshs
Patron: Huyum kurusun :)
Bir fotoğraf gönderdin:
Gelmeye korkuyorum.

Patron: Senin o ağzını yüzünü yerim yavrum. Gel hadi istemediğin bir şey olmayacak.
Ben: Peki, geliyim öyleyse:)
Mesajı okuduktan sonra whatsApp'tan çıktı. Kalkıp üzerimi değiştim. Koyu mavi kot şortumu giyip, üzerine büyük beden beyaz tişörtümü giydim. Aynanın karşısında saçlarımı tarayıp sırtıma attıktan sonra hafif bir makyaj yaptım. Yüzüme nemlendirici ve pudra sürüp, dudaklarıma gloss sürdüm. Son olarak hafif bir kahverengi rimel de sürdükten sonra işimi bitirdim.
Odadan çıktığımda salonun ışığı kapanmıştı. Bizimkiler uyumuş olmalıydı. Yine de biraz beklemek istedim. Odaya dönüp bir iki dakika daha oturup, o sırada kapımı açık bıraktım ama ışıkların hepsini kapatmıştım. Bir ses gelecek mi diye bekledim ve uyuduklarından emin olduktan sonra sessizce koridora çıkıp, telefonumun ışığıyla mahallede giydiğim siyah babetlerimi giydim. Anahtarımı alıp ağır çekimde evden çıkarken, hâlâ yakalanma korkusu vardı üzerimde. Kapıyı kapattıktan sonra anahtarımı ve telefonumu cebime atarak asansöre bindim.
Aşağıya inip etrafa şöyle bir baktım. Özellikle de Tuana'nın annesi Cemile Hanım orda mı diye baktım çünkü o gördü demek, tüm mahalle gördü demekti. Ortalıkta hiç kimse görünmüyordu. Apartmana girip asansörün önünde geldiğimde kapanmak üzereydi. Ancak son anda düğmeye bastım ve içerideki kişi de bekletince kapılar açıldı. Şansıma Tuana'nın abisi Ufuk abi içerideydi ama bozuntuya vermeden geçip yanında durdum.
"Merhaba Esra."
"Merhaba Ufuk abi."
"Bize mi gidiyorsun?"
"Hayır, nişanlımın evine çıkıyorum. Ankara'ya gideceğiz ya, onunla ilgili bir şey konuşmak için."
İkinci katta asansör durdu ve kapılar açıldı. Ufuk abi, "Peki, iyi geceler." diyip indi.
Hemen düğmeye bastım. Nedense bir ân Gökhan beni görüyormuş gibi gerildim, ne alaka ise?
Başımı kaldırıp kameraya baktım. Acaba bu kameralara da sızmış mıydı? Beni görebiliyor muydu? Gerçi kameraların çalışıp çalışmadığından bile emin değildim ya, neyse.
Altıncı katta asansör durdu ve kapıları açıldı. Hemen Gökhan'ın kapısının önünde bittim, zaten kapıyı her zamanki gibi benim için aralık bırakmıştı. İçeriye girip kapıyı kapattım ve doğrudan salona geçtim. Tam bu an yüksek bir ses duyduğumda ödüm koptu ama Gökhan'ın gözlerimin önünde şampanya patlatırkenki keyifli hâlini ve, "Sakin ol, gel hadi." diyip beni çağırması ile beraber sakinleştim.
Hemen kadehlerden birini doldurup bana verdi ve diğerini de kendisi için doldurdu.
"Bunun neyin şerefine içiyoruz?" diye sordum.
"Senin bu mahalleden kurtulmana, üniversiteyi kazanmış olmana, yeni bir hayata... Kısacası bu gece kutlama yapmak için bir çok nedenimiz vardı."
Gülümseyerek kadehlerimizi tokuşturduk ve birer yudum aldık.
"Geç bakalım," diyerek beni koltuğa oturttu. Bir sürü şey hazırlamıştı, güzel bir meyve tabağının içinde çilek, muz, kivi dilimleri ve çerezler de vardı. Koltuğa otururken, "Bu gece içip, muhabbet edeceğiz gibi hissettim." dedi.
O da yanıma oturdu. "Doğru," dedi, "bugün çok yorgunum ve saat çok geç oldu. Eğer yorgunluktan sızıp kalırsam kusuruma bakma."
"Hayır," dedim hemen, "neden kusura bakayım? Yorgunsan hatta ben gideyim, sen uyu."
"Hayır," dedi gözlerimin içine bakarak, bakışları güzeldi. Âşık bir adam gibi bakıyordu. "Ne kadar yorgun olursam olayım, seni bir kaç dakika daha görmek için uykusuz kalabilirim."
Diğer taraftaki elimle koltuğun döşemesini sıktım. Çünkü şu an gözüme çok ateşli görünüyordu. Bu hâli, bu yorgun hâli o kadar çekiciydi ki.
"Esra."
"Efendim?"
"Başımı dizlerine koyabilir miyim?" Bunu öyle bir masumlukla söyledi ki, bu hâline inanamadım. Yorgunluktan öte bir şeydi bu, sanki uzun süren bir bıkkınlık gibi.
Başımı onaylar anlamda salladım. Kadehini kafasına dikti ve sehpanın üzerine bıraktı. Tabaktan bir tane fıstık alıp ağzına attıktan sonra koltuğa yatıp, başını dizlerimin üzerine koydu. Gözlüğünü yavaşça çıkarıp kenara bıraktım. Gözlerini açıp bana baktı.
"Gözlük yok ken her şeyi bulanık görüyorum ama yüzün o kadar ezberimde ki, seni çok net görüyorum."
Ve gözlerini yeniden kapattı. Gülümsedim, ama o görmedi. Saçlarını, yüzünü sevdim. Kokusunu içime çektim. Çok güzeldi. Her şey çok güzeldi.
Keşke, o şu an olduğu gibi kalsa, dedim. Bana hep böyle baksa, hep böyle kibar olsa bana. Başka ne isterim ki...
|
0% |