@hadizade
|
666-nın bu kitaptaki ânlamı, köklü değişimdir. Yani Esra'nın hayatındaki karar aşaması ve köklü bir değişim ânlamına gelir. Dönüm noktası gibi. Artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı anlamına gelir.
* * *
Efe ve Samet peşi sıra evden çıkıp, apartmanın önüne geldiler. Gökhan bir sigara yaktı. Rüzgâr saçlarını uçuşturuyor, sigarasının ucundaki alevi büyütüyordu. Büyüyen tek alev bu alev değildi, içinde büyüyen öfke ateşini bastıramıyoru, ancak bu öfke ona çokça yabancıydı. O böyle biri değildi, öyleyse neden böyle davranıyordu? Bilmiyordu.
Az sonra Samet de geldi ve onun karşısına dikildi. Samet, kırgın görünüyordu, Efe de kızgın.
"Söyle," dedi Samet. "Ama söylemesen önce şunu ânlamanı istiyorum, bu kızın ailesi tutuklanmış, öz ailesi, siniri, öfkesi haklı."
Gökhan sigarasını dudaklarının arasından aldı ve ona kıstığı gözleri ile bakarken, "Ben senin üstünüm, bunun farkındasın, öyle değil mi?" Diye sordu.
Samet çok geçmeden cevapladı. "Farkındayım, baş komiserim... Ancak ben, bu süreçte, aynı zamanda arkadaş, hatta arkadaştan öte kardeşiniz olduğumu sanmıştım. Saygıda kusur ettiysem kurusuma bakmayın."
Gokhan sıkıntılı bir soluk verdi ve sigarasından biraz daha duman aldıktan sonra, "İlk saygısızlığı yapan kimdi? Objektif olarak söylemeni istiyorum," dedi.
Samet kısa bir ân düşündü ve, "Ben de Esra'nın haklı olduğunu, Tuana'nın ona söylediği şeylerin yanlış olduğunu biliyorum zaten," dedi, "ancak, gel gör ki, Tuana'yı yalnız bırakmak istemiyorum, yanında olmak istiyorum."
"Anlıyorum," dedi Gökhan, anladı da zaten, Samet'in Tuana'dan hoşlandığını.
"Anladın ama yanlış anladın be abi," dedi Samet. Gökhan ona, 'Nasıl yani?' der gibi baktı. "Tuana'dan hoşlandığım için değil, ona acıdığım için yanında olmak istiyorum. Sen Esra'yı sevdiğin için yanındasın, benimki sadece acımak..."
Gökhan buna şaşırdı, çünkü, kendisi Esra'ya acıdığı için değil, ona deli gibi âşık olduğu için hayatını kolaylaştırmak istiyordu. Şuan Samet'in yakasına yapışamazdı. Bu Samet'in duygularıydı ve hiçbir baskı ile bu duyguları değişmeyi başaramazdı.
Yukarıda, iki arkadaş daha vardı. Uzun zaman birbirlerinin yaralarını sarmış ve şimdi ters düşmüş iki arkadaş. Şimdi birbirlerini kırmış olmanın acısını yaşıyorlardı. Yan yana olan iki yatakta ve birbirlerinden habersizce, birbirlerine bakarak sessizce akan gözyaşlarını ellerinin tersiyle siliyor, her ân kalkıp odadan çıkmayı ve birbirlerinden özür dilemeyi çok istiyorlardı. Ancak, bir şey onları tutuyordu.
Tuana, özür dilese bile artık Esra'nın onu affetmeyeceğini düşünüyordu.
Dahası, içindeki öfkenin sebebi, aile fertlerinin tutuklanmış olmasıydı. Ancak dili ile Esra'yı o kadar kırmış ve kızdırmıştı ki, artık yüzüne bakarak yüzü, cesareti yoktu.
Elleriyle yüzünü kapattı ve ağlamaya devam etti. Diğer odada, farkında olmasa da duvarın arkasında ona bakarak oturmuş olan Esra'nın yüzünde daha sert bir ifade olmasına rağmen, sol gözünden acısını dışa vuran bir kaç damla süzülüyordu. 'Böyle olsun istemezdim' diyordu içinden, 'Seni çok seviyordum, neden böyle yaptın?' Bir arkadaşa yapabileceği en sert serzenişi birkaç dakika önce yapmıştı. Tuana'nın kendisini kıskanmış olması aklının ucundan bile geçmezken, bir anda diline dökülüvermişti ve eli, avucu acıyordu. Neden vurmuştu? Yoksa, Murat'ın ona gösterdiği şiddetin izlerini mi taşıyordu? O da nefret ettiği insanlar gibi öfke kontrolü olmayan birine mi dönüşüyordu yoksa?
Bir anda kendinden, ellerinden, dilinden nefret etmeye başladı. Tüm parmaklarını saçlarının arasına geçirdi ve gözlerini kapatıp derin derin nefesler almaya çalıştı. Anlamaya çalıştı, o an ki durumu kavramaya çalıştı. Düşündü ve düşünmesinin ardından, Tuana'yı sokağa atmayı kendine yakıştıramadı. Güzel anların hatırına - onu affetmemiş olsa bile - umut verip buraya getirdiği için, kendi üzerinde sorumluluk hissetti. Âdeta bir anne gibi hissediyordu kendini, evladı ile kavga ettiğinde hemen sokağa mı atması gerekirdi? Baskın içgüdüsü ile beraber yoğun bir pişmanlıkla ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü.
Diğer odada yatağın ucunda oturan Tuana, ellerinin tersiyle yanaklarını sildi ve o da aynı anda bavulunun ağzını kapatıp, istenmediği bu yerde daha fazla kalamayacağının bilinci ile, bavulunu yere koyup sırt çantasını da alarak kapıya doğru gitti.
İkisi de aynı anda kapıdan çıktılar ve göz göze geldiler. Esra'nın bakışları onun tek omzuna geçirdiği sırt çantasına ve bavuluna gitti. Onu kovmamıştı, bunu Gökhan yapmıştı ama kendisi yapmış gibi hissetti bir ân.
Tuana'nın gözleri, burnu ve dudakları kızarmıştı. Esra hiç ağlamamış gibi görünüyordu, hatta sadece öfkeliymiş gibi sert bir ifadesi vardı. Öyle değildi. İçinde çokça kez ağlamıştı. Ona kızgın olduğu kadar kendisine de kızgındı. Bir özür bekliyordu, Tuana dilerse o da diyecekti ama Tuana hiç diyemeyecek gibi görünüyordu ve gitmeye hazırdı.
Aşağıda Samet ve Efe'nin sohbeti devam ediyordu.
"Tuana ev okul arasında mekik dokumuş bir kız, en azından yurt bulana kadar yanında olmak istiyorum. Akıllı bir kız, hukuk kazanmış bir kere, kendi başının çaresine illa ki bakacaktır. Ancak şimdilik ona yardımcı olmak istiyorum abi, lütfen beni yanlış anlama."
"Asıl sen beni yanlış anlama," dedi Gökhan, "Onun için bir ev ayarlarım, ve ben seni kovmadım. Onu da niye kovduğumu biliyorsun. Hatasını kabul edecek gibi değil, her geçen gün daha fenasını yapabilir ve evin huzurunu kaçırıyor. Ben artık huzurlu olmak istiyorum, ve Esra da öyle."
"Anlıyorum abi, bir şey demiyorum sana. Ancak sen de beni anla, onu bir başına sokağa atıp 'Git ne yaparsan yap!' diyemeyiz."
"Kızgınım Samet, öfkeliyim. Normalde böyle bir şey yapmayacağım en iyi sen bilirsin ama yukarıda olanları, söylediklerini kendi kulaklarımla duydum."
"Bence bunlar kızların kendi meselesi, biz hiç karışmayalım. Ben kendi aralarında konuşup hallederler diye düşünmüştüm ama Esra, sanırım durumu çok yanlış anladı. Tamam, biz ona söyleyemezdik ama Tuana'ya asıl kızma sebebi, bunu bildiği halde ona söylememesi diye düşünüyorum. Çünkü onları dinlemesem de istemeden duydum. Esra her şeye rağmen affetmeye hazırdı, Tuana'nın o son söyledikleri de yanlıştı, eminim bunu kendisi de anlayacaktır. Bir süre uzak kalmaları daha iyi olur diye düşünüyorum."
"Haklısın," dedi Efe, sert bir soluk verip etrafa bakındı. "Seninle nöbetleşerek kızların yanında kalırız diye düşünmüştüm, gitmenizi hiç istemiyorum."
"Abi, söyledin yukarıda, kızı kovdun, gururuna yedirmez. Biz şimdi kal desek bile kalmaz ve ben de el mecbur onunla gideceğim."
"Çıkıp bir bakalım," dedi Gökhan, "umarım yine birbirlerine girmemişlerdir."
***
Gücümü topladım ve ona 'gitme' demek için ayağa kalkıp odamdan çıktım. Bu ân o da kendi odasından çıktı ve ortada buluşmuş olduk. Durup ona söyle bir baktım, ne kadar çok ağlamış. Gözleri, burnu ve dudakları şişmiş. Normalde, dayanabilir miydim böyle ağlamasına? Biz ne ara ve neden bu hâle geldik? Hatırladım, şakamı ciddiye almasıyla. Belki de, verdiği tepkinin sebebi sadece o şaka değildi. Çok daha fazlası vardı evet, keşke içinde biriktirene kadar kussaydı içindekileri bana.
"Toparlanmışsın," dedim, "Gidiyor musun gerçekten?" Hayallerimiz vardı, biz ne hayallerle gelmiştik buraya. Daha üniversite başlamadan böyle mi ayrı düşecektik? Biri söylese inanmazdım, bunu da yaşadık.
"Evet," dedi Tuana, "kovdunuz ya, gidiyorum."
"Ben kovmadım," dedim, dikkatle beni dinliyor, gözlerimin içine içine bakıyordu. Sanki ona bir kal dememi bekliyor gibiydi. "Bunu Gökhan yaptı ve ben şikâyet de etmedim. Hatta kendim gidecektim ama bir şekilde engel olacağını zaten biliyordum. Oturup düşününce her şey mantıklı geliyor, neyi niye yaptığını anlıyorum ama ben, senin yaptığını hala bir mantığa oturtamıyorum Tuana. Aileni ben tutuklatmadım, benim de ailem tutuklandı. Hepsi bizden gizli yaptıkları pis işlerin bedelini ödeyecekler, ödemeliler zaten. İçim sızlamıyor mu? Sızlıyor tabii ki ama ne yapabilirim? Bu yolu, bu hayatı kendileri seçtiler. Biz müdahale edemeyiz, onları biz tutuklamadık ve biz kurtaramayız da."
"Maalesef biliyorum ve farkındayım," dedi, "ama benim öz ailem tutuklandı, üvey ailem değildi."
"Çok güzel," dedim, "Şimdi acı mı yarıştıracağız? Yapmayalım. Arkadaşlığımızın hatırına."
"Kaldı mı bir hatrı?"
"Kaldı," dedim, "benim için kaldı en azından, seni bilemem."
"Esra," diyerek bavulunu ve çantasını yere bırakıp bana yaklaştı.
"Efendim," dedim ama her ân tetikleydim. Gözü kapalı güvendiğim kızın bana bir şey yapacak olması ihtimaline inanamıyordum.
"Esra ben..." diye geveledi ve devamını getiremedi. Sadece bir ânda bana sarıldı ve ben sarsılarak geriledim. Bir elim onun sırtına dokundu, bilinçsizce yaptım bunu, hemen gözlerim doldu ve onun, "Özür dilerim," diye fısıldadığını duydum. Bu iki kelimeyi bekliyordum. Duyar duymaz dolu gözlerle gülümseyerek kollarımı onun beline doladım ve, "Ben de özür dilerim, elim kırılsaydı da sana vurmasaydım," diyip, benden uzun olduğu için yüzümü omzuna gömdüm. Bir çiçek gibi kokuyordu, yani her zamanki gibi...
"Deme öyle," dedi. "Haddimi aştım, hak ettim."
Tam bu ân kapının açıldığını duyup, aynı ânda kapıya doğru döndük. Samet ve Efe içeriye girmiş, donup kalmış hâlde bize bakıyorlardı. Tuana ile birbirimize bakıp yaşlı gözlerle gülümsedik ve tekrar sarıldık.
"Oh be!" dedi Samet, "Harbiden rahatladım... Ama bari haber verseydiniz, aşağıda güreştik, evden kim gidecek diye."
Birbirimizden ayrılıp Samet'e baktık. Gökhan'ın, yani Efe'nin yüzünde muzip bir ifade vardı. Acaba gerçekten güreş olmuş muydu? Samet, hırpalanmış gibi görünüyordu.
"Cidden mi?" diye sordu Tuana.
"Tabii ki dalga geçiyor," dedi Efe, geçip koltuğa oturdu, "öyle olsaydı altımdan sağ çıkar mıydı sanıyorsunuz?"
"Abi ayıp oluyor ama, altımdan çıkmak filan," dedi Samet.
Tuana kızardı, bense gizli gizli güldüm. Efe bana baktı, her şey yolunda mı, der gibi bir bakıştı bu. Ben de gözlerimi sıkıca kapatıp açtım ve gülümsedim.
"Neyse," dedi Efe, "iki ev kirası veremezdim zaten, sonuçta evleneceğim, para lazım."
Bu defa benim yanaklarım kızardı ve aynı anda gözlerim de kocaman açıldı. Evlenmek? Biraz erken değil mi?
Kalbim küt küt atmaya başladı. Bana öyle bakıyordu ki, gözlerinin önünde eriyip küle dönecek gibi hissediyordum.
"Düğün ne zaman?" diye sordu Samet.
Efe, gözlerimin içine baka baka bu soruyu cevapladı. "Gelin Hanım ne zaman isterse, o zaman."
|
0% |