@hadizade
|
Evlenmek mi? Buna hazır değildim. Bunu ona söyleyecek cesaretim olmasa da, onunla alelacele nişanlanmış olmamdaki en büyük sebebi de kendisi çok iyi biliyordu. Hatta ayrılmamıza rağmen, bunu herkesten saklamamızın sebebi de buydu. Birlikte olmuş olmamız, hemen evlenmemiz gerektiği anlamına mı geliyordu? Üniversitenin ilk yılında evlenmek konusundan pek emin değilim. Hem, onu biraz daha tanımaya ihtiyacım var. Gökhan'ı bile tam tanıyamamışken, Efe ile nasıl evlenebilirim ki? Bunu onunla konuşmam gerekiyor.
Samet ve Efe muhabbet ederken, koltuğun kenarına oturup Efe'nin kulağına eğildim. ''Biraz dışarıya çıkalım mı? Konuşmamız gerekiyor... Özel.''
''Tamam, hazırlan çıkalım o hâlde.'' deyince yanından kalkıp odaya geçtim.
Üzerime beyaz, ince askılı bir bluz ve mini kot etek geçirip, saçlarımı omuzlarıma saldım. Bugün hava bayağı serin olduğu için, ince bir hırka da aldıktan sonra, telefonumu da çantama atarak odadan çıktım. Efe beni görür görmez baştan aşağıya süzdü. Merak ediyordum, o da Gökhan gibi bir tepki verecek mi diye. Gökhan, bu eteğin yarısını içeride mi unuttun, derdi. Efe, beni baştan aşağıya beğenir bakışlarla süzdükten sonra hafifçe tebessüm ederek, ''Fazla güzel olmuşsun,'' dedi.
''Teşekkür ederim, çıkabiliriz.'' dedim. Böylece Tuana ve Samet'i de baş başa bırakmış olacaktık. Onların da baş başa kalıp konuşmaya ihtiyacı vardı.
Evden çıkıp asansöre bindik ve aşağıya indiğimizde, Gökhan'ın siyah BMW marka arabasının apartmanın önünde olduğunu gördüm. Arabanın yanına yaklaşırken, "Araba Gökhan'a ait sanıyordum," diyerek takıldım ona.
"Öyleydi," dedi, kapıyı benim için açtı ve durup gözlerime baktı, "ama hoşuma gitti ve satın aldım."
Kaşlarımı kaldırarak karşılık verdikten sonra geçip oturdum. O da az sonra sürücü koltuğuna yerleşip aracı çalıştırdı. Yanımda bambaşka bir adam vardı sanki, o kadar yabancı geliyordu ki... Ve bir o kadar da tanıdık.
Dönüp ona baktım. Baktığımı fark ettiği ân dönüp bana baktı ve ben gözlerimi kaçırmadan dün gece seviştiğim adamın gözlerine baktım.
"Bana neden hâlâ onun gibi bakıyorsun?" diye sordum. Çok güzel bakıyor.
"Kim gibi bakıyorum?" diye sordu, sanki anlamamış gibi ama eminim o zeki bir adam ve ne demek istediğimi de anladı. Sadece dökülmemi istiyor.
"Gökhan gibi işte..."
"Esra, kimliklerimiz aynı olmayabilir ama bedenlerimiz aynıydı... Bakışlarımın, sesimin, sana olan dokunuşlarımın hiçbiri sahte değildi ki, şimdi değişsin... Beni hemen anlamanı ya da kabul etmeni beklemiyorum, bunun senin için ne denli zor bir şey olduğunu tahmin edebiliyorum. Beni yadırgamana, bir yabancı gibi bakmana kızmıyorum. Sana hak veriyorum."
Önüme dönüp, oynattığım parmaklarıma baktım ve iç geçirdim. Gerçekten de eskisi kadar rahat konuşamıyordum onunla, şimdi bir yabancı gibi rahatsız oluyordum yanında.
Birden elimi tuttu ve benim içim yine titredi. "Çok zor," dedi, nefesim kesilerek baktım ona, gözleri yoldaydı, gözleri parlıyordu, dokunsam ağlayacakmış gibi nahif, asla devrilmeyecek bir dağ gibi sağlam. "Bana bir yabancı gibi bakmana katlanabilmek çok zor."
Ona, aynen onun gibi cevap verdim. "Sana, bir yabancıymış gibi bakmak benim de çok zor. Alıştığım o kalp, o ses, o tenin şimdi bana bir yabancıya aitmiş gibi hissettirmesi, bir sene boyunca koca bir yalanın içinde yaşadığımı anlamak çok zor..."
Yutkundu. Yola bakmaya devam ediyordu. Ben de baktım gittiğimiz yola.
"Peki, bu zor günlerimde yanımda olmaya devam edebilir misin?"
"Senin bu kötü günleri atlatman için elimden geleni yapacağım. Sana söylemiştim, sen kendi ayaklarının üzerinde sapasağlam duran bir kadın olana dek seni yalnız bırakmayacağım, desteğimi esirgemeyeceğim."
Sustum. Çünkü: Bu kötü günleri atlattığımda beni bırakıp gidersin diye korkuyorum. Niye öyle konuşuyorsun? Aslında, hiç gitmeyecek gibisin ama her ân gidebilir gibi de konuşuyorsun. Bilmiyorum, güvenmeli miyim sana, bilmiyorum.
Şık bir kafenin önünde durduk. Efe kapıyı benim için açtı. Düşünceler kafamın içinde öylesine büyük bir yer kapsıyordu ki, b'azen adım atmayı unutacak hâle geliyordum. A harfi nasıl yazılıyordu? Adım nasıl atılıyordu? Sahi, biz insanların yaşama amacı neydi? Unuttum gitti!
Efe, kafenin girişine kadar bana eşlik etti. Kahvenin tonları ile dekore edilmiş, kahve ve kurabiye kokan bu mekân, gündüz olmasına rağmen kasvetli hava eşliğinde, loş ışıklar ile aydınlatılmıştı. Efe yine kapıyı açtı ve beraber içeriye girip, cam önünde boş bir masaya yerleştik. Burası oldukça sakindi ve pek fazla müşteri de yoktu. Pahalı bir mekâna benziyordu.
Efe karşımdaki sandalyeye yerleşti ve masa üzerindeki QR kodunu telefonuyla okuttuktan sonra menüde gezinmeye başladı. O sırada, "Ne içersin?" diye sordu.
"Acı bir Türk kahvesine ihtiyacım var," dediğimde, gözleri bir anlığına gözlerimle buluştu ve siparişleri verdi.
"Buranın özel bir kurabiyesi var, tatmanı istiyorum," deyince, buraya ilk defa gelmediğini anladım.
"İlk gelişin kimlerdi?" diye sordum istemsizce. Tutamadım kendimi.
Hafifçe gülümsediğini gördüm. "Samet ile gelmiştik," deyince tuttuğum nefesimi saldım. "Yani, kıskanmanı gerektirecek bir durum yok."
"Ne alâkası var? Hiç aklımdan bile geçmedi," diye yalan söyleyerek kötü bir performans sergiledim ve o, bu dediklerime de bıyık altından güldü.
"Tabii, bilmez miyim? Sen kim, kıskanmak kim..."
E herıld yani.
"Peki bir şey sorabilir miyim?"
"Sor."
"Şimdi biz dün gece şey yaptık ya..."
Kaşlarını çatıp, yüzünde muzır bir ifade ile geriye yaslandı ve, "Ne yaptık?" diye sordu.
Yanaklarım kızardı ve irice açtığım gözlerimle ona bakarken, "Şey," diye mırıldandım, "Hani biz dün..."
"Evet?"
"Birlikte olduk ya..."
"Evet?"
"Ve hani nişanlıyız ya..."
"Eee?"
"Neden aceleyle nişan yaptığımızı, daha sonrasında nişanı attığımı ve buraya daha rahat gelebilmek adına kimseye belli etmemek için, ayrılmamış numarası yaptığımızı hatırlıyorsun değil mi?"
Yüzü düştü. "Ne istiyorsun Esra? Açık konuşur musun?"
"Bence yeterince açık... Daha üniversitenin ilk senesinde evlenmek istemediğim gibi... Bir de aynı zamanda tanımadığım biriyle evlenmek istemiyorum."
Bir çırpıda söyleyiverdim. Ama onun dinlemesi, sindirmesi bir hayli uzun sürdü. Daha sonrasında bakışlarını kaçırdı ve, "Dün geceden memnunsun sanıyordum," dedi.
Bir dakika! Yanlış mı anladı beni?
"Memnunum zaten," dedim hemen. Başını hızla kaldırıp gözlerime baktı ve ben bunu dediğim için daha da kızardım. Bir anda çıktı ağzımdan, tutamadım gitti.
"Yani şey, onunla alakalı bir şey değil. Dün gece söylediğin gerçekler ve bir anda değişen hayatım... Bana verdiğin sözleri hatırlıyorum Gökhan... Yani Efe."
Ben önünde kıvranırken anlayışla karşılayarak hafifçe tebessüm etti.
"Seni hiçbir şeye zorlamayacağım. Şu zamana kadar ne yaptıysam arkasındayım ve senin için yaptım Esra. Sen buraya gel, oku ve kendi ayaklarının üzerinde durabil diye. Artık gerçekleri biliyorsun. Karar senin. Sen ne dersen, ben sana uyacağım."
"O kadar şey oldu ki aramızda, baştan başlamaya kalksak bugün, olmaz ki, olduramayız. Tekrar güzel olur mu, yine heyecanları yaşar mıyım seninle, bilmiyorum... Belki de en iyisi, artık uzak kalmak. Çünkü sen kendine biçtiğin görevi tamamladın, ben de öyle. Umarım bundan sonraki hayatında çok mutlu olursun ama biz artık olamayız. Ben senden vazgeçmedim, ben bizden vazgeçtim."
Tüm bunları söylediğim sırada gözlerimin içine bakıyordu. Her şey yavaşlamıştı, sadece ikimiz hareket ediyorduk. Kirpiklerini ağır ağır açıp kapıyor, ifadesizce bakıyordu bana.
"Özür dilerim. Ben seni kullandım," dedim gözlerinin içine baka baka, "ben buraya gelip okumak için seni kullandım Gökhan, ya da Efe, adın her neyse, artık bir ânlamı yok... Artık bir ânlamın yok benim için..."
Ben ayağa kalktım, çantamı alıp ona yaklaştım ama o, az önce benim oturduğum yere bakmaya devam ediyordu. Eğilip yanağını öptüm, kısık bir sesle veda ettim ona. "Hoşçakal Gökhan."
Yavaşça doğruldum, o öylece durmaya devam etti. Ben ise gücümü toplayarak o kafeden ayrıldım. Bir son bahar gününde, hazan yaprakları gibi esip geçtim. Ben de soldum, paramparçaydım ama kader deyip geçtiler...
|
0% |