@hadizade
|
Eh, bilirsiniz, her güzel şeyin elbet bir sonu vardır. :)
***
Kafeden çıktığımda başımı hemen yukarıya kaldırdım ve derin bir nefes aldım. Sanki içimden koca bir ağırlık atmış gibi hissediyordum ama aynı zamanda da kendi yaptığım şeyin altında kalmış gibi. Ona onu kullandığımı, hiç sevmediğimi söyledim.
Yalan söyledim, sadece ona değil, kendime de. Gerçek şu ki, onu hâlâ çok seviyorum, hatta bir tek onu sevdim ve seviyorum diyebilirim.
Yanımda tanıdık bir ses duydum. "Rahatladın mı?" Bir çakmak sesi, dönüp yanıma baktım. Sigarasını dudaklarının arasına bıraktı ve derince içine çekti.
''Kısmen,'' diye cevap verdim. Sonuçta benden bu kadar uzun zaman bir şeyler saklamasının, altı ay ortadan kaybolup, beni gözü yaşlı bırakmasının bir cezası olmalıydı. Onu tamamen affedebilmek için bunu yapmam gerekiyordu. Yani, Efe'yi tanımaya çalışmadan evvel, Gökhan'ı geçmişe gömmem gerekiyordu.
Sigarasından bir nefeslik duman daha çekti içine, sonra bana baktı. Ben ise zaten onu izliyordum. ''Peki şimdi ne yapacaksın?'' diye sordu. ''Tamam beni istemiyorsun ama nereye gideceksin?'' Biraz sustu, düşünürken sigarasını bitirdi ve sonra yeniden konuştu. ''Tamamdır, ben senin yerine doğru kararı verdim... Sen ve Tuana, tuttuğum evde kalıyorsunuz. Ha, bedavaya kalmak sana kötü hissettirecekse de, çalışmaya başladığında bana karşılığını ödersin olur biter. Ama okuyacaksın Esra, ikinizde okuyacaksınız ve kendi ayaklarınızın üzerinde duracaksınız. Ben sizi boş yere o mahalleden kaçırmadım. Hadi inada bindirmeden kabul et ve biz de evden çıkıp sizi rahat bırakalım...''
O yüzünü başka tarafa çevirir çevirmez gülümsedim. Birinin seni bu kadar düşünmesi ne hoş, ne kadar da değerli. Düşünsene, biri kendi alanını sana veriyor ve orayı terk ediyor, senin için tehlikeye giriyor, senin için zorlu yolları dahi göze alıyor.
''Hoşça kal, Gökhan,'' dedim ve o, başını önüne eğip öylece durmakla yetindi.
Elimi ileri uzattım ve o, çatık kaşlarının altından bir elime, bir de gözlerime baktı. Elim hala havadayken, o henüz tutmamışken, gülümseyerek ona bir, ''Merhaba,'' dedim. Anlamaz bakışlarla gözlerime bakmayı sürdürüyordu. ''Merhaba Efe Bozkurt,'' dediğim an, çatık kaşları bir birinden aralandı ve yüzüne afallamış bir ifade yayıldı. Gülümsememi genişlettim, bu hali oldukça tatlıydı.
''Sen,'' diyip sustu, sanki yaşadığı şaşkınlık onu susturdu, kelimelerini toplayıp da konuşamadı.
Ona yardımcı olmak istedim. ''Evet bayım, sizi değil, bana büyük acılar yaşatan adamı terk ettim.''
Elim hala daha havadayken, ''Yeni bir başlangıca ne dersin?'' diye sordum.
Elime bakarak, ''Beni çok kırdın,'' dediğinde, göğsüme bir ağırlık çöktü. Hissettiğini hissetmek yorucu, üzücüydü. Ancak az sonra elimi tuttu ve tokalaştık. Yüzüne yeniden baharlar uğrayıverdi. ''Ama ben sana küs kalmaya dayanamam, o yüzden sen ne yaparsan yap, ben yine sana gelirim, ben hep sana gelirim.'' Dışarıda olmamız, insanların içinde olmamız umrumda olmadı. Elimi elinden aldım ve ileri atıldım. Kollarım sıkıca boynuna dolandı ve ben, onun boynundaki o eşi benzeri olmayan muazzam kokuyu koklaya koklaya sarıldım ona. Öyle büyük ve derin bir nefesle çektim ki içime... Bir an öldüm sandım, zira ayaklarım çoktan yerden kesilmiş, kalbim deli gibi çırpınıyordu.
Biz dün gece seviştik. Nasıl bu heyecan bu kadar fazla korunabilir? İmkansız!
Ya da değil. Çünkü ikisi aynı kişi değil gibi, öyle hissettirmedi.
''Ama ne olur,'' diye yalvardım ona, ''ne olur bu defa kırmayalım, incitmeyelim, üzmeyelim bir birimizi... Efe... Üzme beni!''
Belime sıkıca dolanan o kollar bizi bir birimiz ile bütünleştirdi adeta ve o an kalbim durdu. Heyecandan kalbimin boğazıma kadar tırmandığını hissettim. ''Söz;'' dedi, cesur adam, '' seni kimse incitemeyecek, ben bile... Sana söz, izin vermeyeceğim.''
Bedenlerimizi bir birinden ayırıp geri çekildiğinde, elini cebine attığını gördüm. Minik bir kırmızı kutu çıkardı cebinden. Kutunun açılan tarafını bana doğru çevirdi ve az sonra kutuyu açtığında, içerisindeki tektaş yüzük gözlerimin önüne serildi. Şaşkın bakışlarla adını fısıldadım. ''Efe...''
''Benimle artık evlenmeni istiyorum,'' dedi yorgun bir ifadeyle, ''artık evlenelim, lütfen hayır deme...''
''Evet!'' dedim sevinçle.
''Anlıyorum zaman istiyorsun ama... Ne? Evet mi dedin sen?''
''Evet diyorum! Seninle evlenirim!'' dedim coşkuyla.
Bu defa o bana sımsıkı sarıldı ve beni havaya kaldırıp döndürmeye başladı. Döndürürken güldüğünü duyuyordum, hatta sevinç dolu cümlelerini. ''O kadar mutluyum ki! Bu mutluluğumu hiç kimse ve hiç bir şey bozamaz!''
Umarım.
''Sonunda! Sonunda her şey yoluna giriyor.''
Beni o kadar döndürdü ki, yeniden yere bıraktığında başım feci halde dönmeye başladı. Onun kollarına tutundum ve gülerek bir birimize baktık. Bir anda ellerini yanaklarıma koydu ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bu öpücük ayların, hatta geride bıraktığımız bir senenin özlemiyle kavrulan ruhlarımızın sevişmesi gibiydi. Önce şaşkınlıkla gerilen bedenim yavaşça gevşedi ve benim de ellerim onun yanaklarına gitti. Dudaklarımız, hatta dillerimiz bir birine karıştı ancak onu bir yerde durdurmam gerekiyordu. Öpüşmeye devam ettik. Ta ki, yanımızdan geçen bir teyze, ''Püü... Bu gençlerde de hiç edep, ahlak kalmamış! Bizim zamanımızda böyle miydi?'' diyene kadar.
İkimiz de dönüp baktığımızda teyze önüne döndü ve yanındaki bir başka kadınla yanımızdan geçip gitti. Bir birimize bakıp güldük ve yeniden sarıldık. Kollarımın arasındaki kişinin kokusu aynıydı ama bu defa çok büyük bir güven hissediyordu yüreğim. Ona sarılırken gözleri kapalı güvenmekten öte, tamamen kendimi ona koyvermiş, ona bırakmış halde buldum kendimi...
***
Üzerimde bembeyaz bir elbise ve elimde beyaz lalelerle aynanın karşısında durduğum o an, gelin olduğuma bir süre inanamadım. Tabii bu üzerimdeki şey gelinlik değildi, ne de düğün vardı bugün. Lakin, az sonra damat bey kapıyı açıp içeriye girecek ve hazır olup olmadığımı soracaktı. Ben ise beyaz stilettollarımın üzerinde zar zor yürüyerek ona yaklaşacak, zarifçe beyaz eldivenli elimi onun avucuna bırakacaktım. Tabii, bu sadece kafamda günlerdir kurduğum bir senaryodan ibaretti, ne olacağını bilemezdik.
Benim yaşım az olsa da, Efe'nin yaşı artık evlenmeye ve baba olmaya müsaitti. Sık sık bebek videolarını izlediğini görüyordum. Bana instagram üzerinden reels atmayı ve benim canımı da çektirmeyi başarıyordu. Misal ne zaman bir mağazanın önünden geçsek, durup vitrindeki bebek yatak odası takımlarına bakmayı ihmal etmiyordu.
Elbette, ona her defasında sarılarak, ''Bebek mi istiyorsun? Benden daha ala bebek mi olur? Hadi beni lunaparka götür, pamukşeker al ve salıncakta salla... Bunlar sadece bebeklerin istediği şeyler değil tabii ama istersen bebeğin olabilirim.'' diyordum ve sözlüm bana her defasında kocaman gülümseyip, bu isteğimi yerine getirmeden uyumazdık o gece.
Kapı açıldı ve ben boy aynasının önünde kendime bakarken, onun aynaya yansıyan görüntüsü gözlerimi kamaştırdı. Giydiği siyah takım ve beyaz gömlek, yine yakışıklılığına yakışıklılık katmış, onu daha bir mükemmel kılmıştı. Tabii, daha ne kadar mükemmel olabilirse işte.
O da beni baştan aşağıya süzdü ve parlayan gözlerle, yüzüne yansıyan gülümseme ile arkamdan yaklaşıp, kollarını belime doladı. Dudaklarını boynuma bastırdıktan hemen sonra, ''Hayatımda gördüğüm en güzel kadındın ve şimdi gördüğüm en güzel gelin oldun.'' dedi aynadan gözlerime bakarak.
Heyecandan zar zor ayakta duruyordum zaten, bir de böyle hoş sözleri ve çekici bakışları ile beni daha da deliye çeviriyordu. Bayılmazsam iyiydi.
''Hadi,'' dedi elimden tutarak, ona doğru döndüm. ''Bizi bekliyorlar sevgilim.'' ...
Son
instagram/1hadizade
Diğer hikâyelerimi okumak için hesabımı takip edebilirsiniz.
Özel bölümlerde görüşmek üzere!
❤️
|
0% |