Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@hadizade

Ben: Ne yapacağız evde?

 

Patron: Şhh, sürpriz.

 

Nedense bunu kulağımın dibinde fısıldamış gibi hissettim ve dizlerimin bağı çözülürken, seslice yutkundum.

 

Telefon bir anda elimden çekilince dehşete düştüm. Öğretmen telefonu kendine doğru çevirdi ve ekrana baktı. Hem de uzunca baktı ve kaşlarını çattı. Sıçtım ben.

 

Gözleri gözlerimi buldu ve bana sinirli bir bakış atıp, telefonu sıranın üzerine sertçe bıraktı. "Çantana koy, bir daha oynadığını görmeyeyim yoksa geri vermem."

 

Öğretmen yanımdan uzaklaşırken sıranın üzerinde duran telefonuma baktım. Rastgele pdf bir kitabın 666.sayfası açılmıştı. Dilim tutulmuş, dona kalmıştım. Çünkü benim telefonumda böyle bir kitap yoktu, siteden girilmiş, "online" olarak indirilmişti. Şaşkın hâlde yanımda oturan Tuana'ya, bana ters ters bakan öğretmene baktıktan sonra telefonu hemen alıp çantama attım.

 

Beni dinliyor olduğunu biliyordum ama bu sırada bir şey söylememiştim ki... Üstelik çok hızlı gelişmişti, bu adam nasıl böyle hızlı davranabilmişti?

 

Sanırım benim aklım yetmiyor. Söz konusu o olduğunda devredışı kalıyor.

 

Bu dersten sonra sadece bir ders vardı. O da beden dersiydi. Başka bir ders olsa izin almayacaktım, zaten çoğu zaman test çözüyorduk ve son senemde dersleri boşlayarak kendime bu kötülüğü yapamazdım. Eve gidince çok daha fazla test çözerek telafi etmem gerekecekti.

 

Revirde karnımın ağrıdığını söylerek izin kâğıdı aldım ve müdüre götürdüm. Kendim için bile böyle bir yalan söylememiştim ama onun için söylüyorum. Üstelik sadece okulda da değil. Onun için aileme de yalan söylüyorum ve umarım buna değer diyorum. Değmezse çok üzülürüm.

 

İzin kâğıdını müdüre verdikten sonra telefonuma bir mesaj geldi. Hemen açıp baktım ve ondan olduğunu görünce, gülümseyerek kapıya doğru ilerledim.

 

Patron: Kapıdayım.

 

Ben: Geldim! Geldim!

 

Patron: Ne o, yine bağırıyor musun?)

 

Ben: Sen de bahane arıyorsun ha.

 

Ben: Ne bağırması, nida o.

 

Ben: Haşâ! Gökhan hazretlerine bağırmak da neymiş?

 

Patron: Aferin yavrum.

 

Onunla yazışmaya devam ederken okulun ön kapısına varmıştım bile. Tam önümdeydi. Hemen ön kapıyı açıp oturdum ve kapıyı kapatıp ona doğru güler yüzle döndüm.

 

"Geldimmm."

 

"Hoş geldin," diyip yüzünü yana doğru çevirdi ve bekledi. "Hadi öp de gidelim."

 

"Ama hayır ya, bir kere öptüm diye."

 

"Öp," dedi itiraz kabul elmeyen bir sesle. "Beni istiyorsan öp tabii."

 

Hemen ona doğru yaklaştım ve yanağını öpüp çabucak geri çekildim. Karnımda kelebekler uçuşuyordu. Utanıp gülerek diğer tarafa baktım. Yanaklarım yanıyordu. Çantamı kucağıma alıp sıkıca sarıldım ve beraber yola çıktık.

 

"Nasıl geçti derslerin?"

 

"İyiydi be Gökhan amca, n'olsun?"

 

"Esra..."

 

"Sen de öyle sorular verme o zaman. Yok harçlık vereyim mi, yok dersin nasıl geçti bilmem ne... Sinir oluyorum. Bunları evdekiler de soruyor zaten, senin sorman sinirbozucu."

 

"Bana bak... Esra..." eliyle omzuma dokunduğunda, ona yandan huysuz bir bakış attım. "Tamam sormayacağım bir daha öyle şeyler."

 

"Söz mü?"

 

"Sözüm söz zaten, suratını asma."

 

"Ay emredersiniz Patron Bey." diye dalga geçtim. "Siz bilare bana ne yapıp yapmayacağımı liste olarak verin, ben onu uygulayayım olar mı?"

 

Başını hafifçe iki yana salladı ve sertçe soludu, bir şey demedi. Neden demedi acaba?

 

Gidiyorduk ama başka bir yolda gidiyorduk. Bizim mahalleye doğru değil, başka bir tarafa gidiyorduk artık. Bu yüzden sorma ihtiyacı duydum.

 

"Başka bir yere mi gidiyoruz? Hani evine gideceğimizi söylemiştin."

 

Gerildim.

 

"Evime gidiyoruz zaten."

 

"Tamam da, mahalleye gitmiyoruz ki şuan."

 

"Evim orada olmadığı için olabilir mi Esracığım?"

 

Esracığım.

 

Evet buna takıldım şuan.

 

"Mahalledeki ev senin değil mi? Karşı dairede kalıyordun hani."

 

"Orada da kalıyorum, ama işe yakın olduğu için. Kardeşimle beraber kalıyoruz. Seni doğup büyüdüğüm eve götürüyorum."

 

Ay heyecan bana bastı.

 

Ay ben geberiyorum galiba.

 

"Hııı... Şey... Bizden başka birileri de olacak mı?"

 

Hafifçe gülümsedi. Tedirgin olduğumu anlamıştı.

 

"Merak etme, yalnız olmayacağız."

 

Tuttuğum nefesimi ona belli etmemeye çalışarak saldım.

 

"Ama başbaşa kalmak istersen çekinmeden söyle," diyince gözlerim kocaman açıldı. "Odama çekiliriz, bahçedeki kulübeye kaçarız. Yaparız bir şeyler. Ayarlarız."

 

"Ay imdat!" bu defa sesli söyledim. "İstemez Gökhan Bey," diyip çantama biraz daha sarıldım. "Hiçbir fırsatı da kaçırmıyorsunuz."

 

"N'oldu yine sizli bizli olduk?"

 

Cevap vermeyip trip atar gibi diğer tarafa döndüğümde, göğsüme bastırdığım çantamı tek hamlede aldı ve ben ona şaşkın halde dönünce, çantamı arka koltuğa attı. "Bana öyle küs duramazsın, izin vermem."

 

"Sen öyle san." diyip kollarımı göğsümde bağladım ve inatla diğer tarafa dönüp, gizliden güldüm. Kaşınıyorsun Esra, kaşınıyorsun kızım.

 

"Sabret yavrum, az daha sabret. Göstereceğim sana..."

 

Neyi?

 

Hemen ona doğru döndüm ve sesli şekilde de sordum. "Neyi?"

 

Sol elini kucağına koyduğunu gördüğümde ister istemez oraya baktım ve oradaki kabarıklığa dokunduğunu görünce dudaklarım bilinçsizce aralandı. Bir anlık göz göze geldik ve hemen önüme döndüm.

 

O koca şey bana mı-

 

Yol bitene kadar sustum. O da bana bir şey demedi. Oraya bakarken yakalanmak bile benim için utanç vericiydi. O bitmeyecek gibi olan yol da bitti ve biz bir evin bahçesinden içeriye girdik. İki katlı, oldukça büyük ve güzel bahçesi olan bir evdi. Eski yapısı bozulmadan restore edilmiş gibi görünüyordu. Krem rengi dış cephenin köşeperinde kiremit desenleri vardı. Bu ev nedense bana çocukluğumu, o eski yılları hatırlattı.

 

Arabadan inip beraber bahçeye girdiğimizde güllerin, çiçeklerin ve yeşilliğin kokusunu içime çektim. Uzun zamandır derin nefes aldığımda bu kadar güzel bir kokuyu içime çekmemiştim. Evet, burnuma dolan sadece onun kokusu oldu. Beynim onun kokusunu tüm kokulardan kolayca ayrıştırdı. Ona sıkısa sarılıp koklamış kadar oldum.

 

Turuncu, pembe ve kırmızı güllerin yanında bir süre gezip hepsinden kokladım. Gökhan bahçedeki hamakta oturmuş beni izliyordu. Ona bakarak gülümsedim ve yanına gittim. Yanına oturduğumda hemen kolunu sırtıma siper etti. "Dikkat et."

 

"Sen varsın, tutarsın beni. Ben yerimde duramıyorum." Dedim ve ayaklarımla yeri iterek ikimizi de sallamaya çalıştım. Gökhan da hafif hareketler yaparak sallamama yardım etti, zaten ağır bir vücut kütlesi vardı, ikimizi tek başına sallamak zor olurdu.

 

"Bahçe çok güzel," diyerek etrafa baktım ve derin bir nefes daha aldım. Temiz havaya karışan parfüm kokusu ciğerlerime doldu, yine çaktırmadan onu kokladım.

 

"Bu çiçekler kışın da açıyor muydu ya? Yeşillikler dr var. Sanki buraya hiç kış gelmemiş gibi."

 

"Onlar kış çiçekleri, yılda iki kez açtıkları da oluyor ama bugün senin geleceğini anlayıp açmıştırlar."

 

Dudaklarımı kemirerek gülümsedim.

"Hep bir bahçeli evim olsun istemiştim, yani hâlâ istiyorum. Kalabalıktan uzak, içinde bir sürü çiçek ve bir salıncağın olduğu küçük bir bahçe..."

 

"Bakarsın olur."

 

"Burası çok ama çok güzel."

 

"Buraya gelmek huzur veriyor, maalesef işe uzak. Gidip gelmek uzun sürüyor diye orada kalıyordum."

 

Omzumun üzerinden ona baktım. Orta parmağıyla gözlüğünü düzeltti. Yavaş yavaş açılıp kapanan uzun kirpiklerini kıskandım.

"Kalıyordum? Hâlâ kalıyorsun ya."

 

Bakışlarını gözlerime çevirdi ve o kahverengi gözlerinde tutulup kaldım.

"Doğru, bir zamanlar iş için orada kalıyordum ama seni görene kadar. Ondan sonra platonik bir ergen oğlan çocuğuna döndüm, seni görmek için dükkanın önünde dikiliyordum."

 

Ben güldüm ama o da güldü ve önüne dönüp başını iki yana salladı. Aşağıya kayan gözlüğünü hafifçe yukarıya itti yine. "On yedi yaşında olduğunu bilmiyordum, yazın gördüm seni. İlk okul formasıyla görsem, o kadar incelemez, tutulmazdım. Neden bu kadar küçüksün ki?"

 

Ben de önüme döndüm ve üzüldüm biraz. "Ne yani? Bu benim suçum mu?"

 

"Evet," dedi, ona şaşkın bir ifadeyle baktım.

 

O da bana bakıyordu, gözlerime dalıp gitti bir an.

 

"Bu kadar güzel olmak senin suçun değil de, kimin suçu yavrum?"

 

Kalbim tekledi.

 

"Peki bu kadar yakışıklı olman, kimin suçu?" diye fısıldadım ve dudaklarına bakıp, yutkunarak yeniden gözlerine baktım.

 

Yavaşça bana doğru yaklaştığında kalbim yerinden bir ok gibi fırladı ve ağzıma kadar geldi. Mideme ağır bir darbe yemişim gibi sarsıldım. O üzerime geldikçe, ben geriye doğru gittim ve az sonra baktım ki, uzanmışım.

 

Dudaklarımız arasında ufacık bir soluk mesafesi bıraktı ve öylece gözlerime baktı. O kadar yakındık ki, soluklarımız birbirine çarpıyordu.

"Sen neden hep benim zıttıma gidiyorsun?" diye sordu. "Seni cezalandırmamı mı istiyorsun?"

 

Çok mu belli etmişim, hay Allah.

 

"Bence sen bahane arıyorsun," dedim, şu durumda bile lafımı esirgemiyorum ya... "Yaparım demek yerine yap da görelim."

 

Ne diyorum ben? Farkında değilim.

 

"Diyorsun?" dedi şaşkın ve bir o kadar da tehditkâr bir tonlamayla.

 

"Galiba... Dedim... Evet." diye geveledim. Kaçacak bir yerim yoktu zaten.

 

Biraz daha yaklaştığında gözlerimi sımsıkı kapattım ve tüm vücudum yay gibi gerildi. Heyecan, garip bir mide bulantısı vardı bedenimde. Dudaklarımda bir dokunuş hissedeceğimi sanarken o dudaklar burnumun ucuna değdi ve uzun bir öpücük kondurup geri çekildi.

 

O çekilmiş, hatta hamaktan kalkmıştı ama ben hâlâ orada öylece kısılıp kalmıştım. Gözlerimden birini açtım ve onun arka tarafa geçtiğini gördüm. Bakışlarım bir anlık kemerine ve tekrar gözlerine ulaştı.

 

İri parmaklarını saçlarımın üzerinde gezdirirken okşuyor gibi değil de, daha çok tahrikediyor gibiydi. Bilmiyorum, belki de ben öylr anlıyordum. Parmakları usulca boynuma indi ve kısa dokunuşların ardından çekilip gitti. Bense orada bittim.

 

"Hadi eve geçelim, yağmur başlayacak." diyerek eve doğru ilerlediği sırada, güçlükle oturur pozisyona girdim ve titreyen dizlerimi birbirine bastırarak arkasından baktım. Kapıyı açıp içeriye girdi ve benim de girmem için açık bıraktı...

 

 

Loading...
0%