Yeni Üyelik
32.
Bölüm
@hadizade

 

 

* * *

 

B'azen hiç istemediğiniz ânlarda yanınızda biten kişiler, ihtiyacınız olduğunda ortadan kaybolur.

 

Elimin yettiği veya ses çıkartabileceğim bir zemin dâhi yoktu, ancak kameralar bizi ânbeân kaydediyordu. Tek tesellim buydu. Bir de Gökhan'ın telefonumdan izimi bulacak olması... Elbette götürüldüğüm yerde başıma bir iş gelmeden önce yetişirler mi, işte bu tamamen muamma idi.

 

Gündüz olsa biri görürdü belki. Gerek karanlık, gerek de hava koşulları sebebiyle sokakta in cin top oynuyordu. Bu da benim şansımdı, ya da şanssızlığım.

 

Attığım çığlıklar kendi dudaklarımın duvarları ile onun avucunun arasında yitip kayboluyor, sadece küçük uğultular ortalığa yayılıyordu. Sert ve seri hareketleri ile, sadece birkaç saniyenin sonunda apartmanın dışına, daha sonra da beyaz bir arabanın arka koltuğuna atıldım. Tüm bunlar öyle hızlı gelişti ki, arabanın beyaz olması haricinde hiçbir şeye dikkat edemedim. Buna fırsat vermedi.

 

Arabanın arka koltuğuna yığıldığımda, içeride bir kişinin daha olduğunu farkettim. Öyle ki, başım o kişinin kucağına düştü ve o da elini ağzıma kapatırken, diğeri bacaklarımı içeriye toplayıp kapıyı kapattı. Yukarıya bakıp o kişinin kim olduğunu görmeye çalıştım. Sakallarını, esmer tenini gördüm. O da diğeri gibi keşe benziyordu.

 

Kapılar kilitlenip araba hareketlendiği ân, onun ağzıma bastığı elinden kurtulup doğrularak oturdum. İkinci kez tutmadan önce ellerimi birleştirdim ve tüm gücümle dirseğimi arka cama geçirdim. Cam kırıldı, fakat dirseğim de...

 

"İmdat!" diye bir çığlığım var ki, uzun zamandır içimde sakladığım tüm öfkemin birikmişliği gibiydi. Yanımdaki kişi beni tutmaya çalışırken, şoför koltuğunda oturan adam, "Hassiktir, lan n'apıyorsun? Tut şu orospu çocuğunu!" diye bağırdı.

 

Son hız mahalleden çıkıyorduk ve ben sadece şansımı denemiştim. Üstelik dirseğimden yükselen acıyla çığlık çığlığa bağırmam, tamamen o kırılma veya çatlamanın verdiği histi. Yanımda oturan kişi beni tekrar kendine çekip, elini ağzıma bastırdığında, acı dolu gözyaşlarım eline kadar aktı. Ancak biri görür umudu ile ayağımı camdan çıkartıp salladım. Bir yandan bunu yapıyor, diğer yandan da koluma sarılmış dirseğimim acısıyla kıvranarak bağırıyordum. Nafile bir çaba içerisindeydim.

 

Bir süre sonra acıyla uyuşmuş gibiydim. Sadece ağlıyor ve acıdan kıvranmaya, sağa sola dönmeye devam ediyordum. "Kızın kolu kırıldı galiba," dedi beni tutan adam. Şoför koltuğunda oturan adam - beni apartmandan çıkaran - ise, "Daha başka yerleri de kırılacak," dedi, "kendi kendini yaraladı gerizekâlı."

 

Bir bacağım hâlâ dışarıdaydı ve sallayıp duruyordum. Ana yola çıktığımızda mutlaka biri görecekti.

 

Biraz sonra korna sesleri duymaya başladım. Hemen arkadan. "Hasstiktir, geldi pezevenk!" dedi yanımdaki kişi. "Bas şu gaza!"

 

Beni bıraktı, dirseğimi tutarak doğrulup oturduğumda, cebinden bıçak çıkardığını görüp dehşete düştüm. Şoför koltuğundaki kişi aynalardan arkayı kontrol ediyordu. Nerede olduğumuza baktım. Bomboş, sadece sokak lambalarının aydınlattığı bilmediğim bir yolda son gaz ilerliyorduk. Öyle bir hız ki, kırık camdan içeriye vuran soğuk rüzgâr saçlarımı birbirine katarken, vücudum bir anda buz kesti.

 

"Sakın durma!"

 

"Durmasam n'olacak? Peşimizi bırakacağını mı sanıyorsun?"

 

"Bilmiyorum lan, bilmiyorum! Bu herifin nasıl bu kadar erken haberi oldu, sen onu düşün!" dedi ve sanki anlamış gibi yavaşça kafasını bana doğru çevirip ağlamaktan kızarmış olan yeşil gözlerime baktı.

 

"Bunun yüzünden lan, bağırdı daha mahalleden çıkmadan." diyip yumruğuyla şakağımdan ittiğinde, kafam diğer tarafa savruldu ve sanki dirseğimdeki acı yetmezmiş gibi, sinirini benden çıkmak isteyen o şerefsize öfke dolu gözlerle baktım.

 

"Kaçamayacaksınız," dedim gözlerine bakarak, gözlerim yaşlıyken inadına güldüm, "Gökhan çok iyi araba kullanır, önünüze kırıp götünüze sopa sokması ân meselesi."

 

Noktayı koyduğum ân yüzüme yediğim tokatın etkisiyle yüzüm diğer yana doğru savruldu ve yanağım cayır cayır yandı.

 

Sabit tuttuğum dirseğim kıpırdayıp da daha fazla acıyınca bağırarak başımın arkasını koltuğa vurdum. Acıya dayanamıyordum ve kırığın ne olduğunu bilen biri olarak, bunun kırık olduğuna da emindim. Canım hiç yanmadığı kadar yanıyordu.

 

Duyduğum şey ise; yüksek bir motor sesi ve sfalttan süzülen bir çığlıktı. Kafamı koltuktan ayıramadan baygın gözlerle ileri baktım. Gökhan'ın arabası yanımızdan geçti ve yolun ortasında direksiyonu kırıp yan vaziyyette durdu. Bulunduğum araç âni bir frenle durunca hepimiz öne doğru savrulduk ve dudaklarımdan tiz bir çığlık firar etti.

 

Ön tarafa baktığımda, tüm acım geşmiş, yaram merhem görmüş gibi hissettim. Arabanın yan koltuğundan inip ışık hızıyla buraya koşan Murat'ı ve yüzündeki dehşet verici öfkeyi gördüm. Elindeki levye olacakları yeterince belli ediyordu. Gerçi onun levyeye ihtiyacı da yoktu.

 

Araca ilk ulaşan Murat oldu. Abim. Birbirimize hayatı dar etsek de, bazen kavgaların en büyüğünü etsek de ve asla güzel sözler söylemeyip, birbirimize sözde nefret kussak da, bana ilk o koştu. Sürücünün penceresine yaklaştı ve levyeyi iki eliyle tutarak sert bir darbeyle cama indirdi. Cam kırıldığında sağ kolunu içeriye soktu ve sürücüyü - eski arkadaşını tek eliyle camdan dışarıya çıkardı.

 

Gökhan nerede diye baktım. O, sakin adımlarla diğer tarafa geçti ve ellerini birleştirip dirseğiyle camı kırdı. Elini içeriye sokmak istediğinde yanımdaki kişi bıçağı elina sapladı ve bunu görünce, kendi acımı unutup çığlığı bastım.

 

Elini geriye çekince, "Çıkartma!" diye bağırdım.

 

Gökhan sanki elini sinek ısırmış gibi baktı ve bıçağı elinden çıkarmadan sürücü koltuğuna yaklaşıp düğmeye bastı. Kapı kilitleri açılınca, yanımdaki kişinin korkusunu izledim. Artık bir bıçağı da yoktu. Gökhan sakince kapıya yaklaştı. Dirseğimin bu halde olduğundan haberi yoktu ve ben soğuk terler döküyordum. Kapıyı açıp sağlam olan eliyle yakasından tutup onu dışarıya çektiğinde, sadece açık kalan kapının yarattığı o boşluktan onu izledim. Gayet temkinli görünüyordu ama içinin öyle olmadığının, orada ne fırtınalar koptuğunu biliyordum.

 

Adamı yere yığdığında, debelenen o adamın son çırpınışlarını izledim. Botunun tabanıyla çenesine öyle bir tekme indirdi ki, boynu ya da çenesi kırılmış olabilirdi.

 

"Gökhan," diye seslendiğimde, sesim çok titrek çıktı. Alnımdan, şakağımdan akan soğuk ter damlalarının ve yaşadığım acının haddi hesabı yoktu.

 

Arabanın yan tarafından dolandı ve kapıyı açıp eğilerek bana baktı. Ellerini yanaklarıma koyup, "N'oldu? N'aptılar sana?" dedi endişe dolu bakışları ve sesiyle.

 

"Kolum," diye inledim, "Dirseğim kırıldı."

 

"Kıpırdatma," diyip hemen bir elini dizlerimin altından geçirdi. Diğer eliyle de sırtımdan sararak kucağına alıp dikkatli şekilde arabanın içerisinden çıkardı ve kendi arabasına doğru yürüdü. Murat'ı gördüm. Elleri, boynu kan içindeydi ve elindeki kanlı levyeyle, dövmekten öte öldürme raddesine getirdiği kişinin yanından geçip diğerinin yanına gitti.

 

Gökhan durup, "Sakın!" dedi, Murat şu an mantıklı düşünüp hareket edemiyordu. Gökhan'ın seslenmesiyle durdu ve omzunun üzerinden bize baktı. "Polisi ara, gelip götürsünler. Bunu istemiyor muydun zaten?"

 

Murat kafasını hafifçe salladı ve o kişiye de son bir tekme attıktan sonra koşarak peşimizden geldi. "Esra'ya noldu?" diye sordu.

 

"Kolu kırılmış, hastaneye gidiyoruz. Seni yolun oraya atacağım, bu hâlde gelme."

 

Murat da Gökhan'a yardım etti ve beni ön yolcu koltuğuna oturttular. Murat arka koltuğa geçerken, Gökhan o arabanın yanına geri döndü ve kaputu açıp, arabanın motorundan bir parça çekip aldı. Sanırım bu onlardan birinin uyanıp arabayla kaçmaması içindi. Geriye dönüp sürücü koltuğuna geçti. Getirdiği parçayı torpidonun üzerine attı ve aracı çalıştırdı. Eline hâlâ daha saplı olan o bıçağa baktım. Hareket ettikçe o bıçak biraz daha kesiyordu ve ben o acıyı hissediyordum.

 

Hızlı bir manevrayla geriye döndü. Murat'ı köşede bıraktık. "Bana haber vermeyi unutma, üzerimi değiştirip geleceğim."

 

"Polisi ara, her şeyi olduğunu gibi anlat." dedi ve arabayı tekrar gazladı.

 

Artık arabada başbaşaydık ve ikimiz de yaralıydık. Yana doğru dönmüş, kan ter içinde onu izliyordum.

 

"Kolun nasıl kırıldı?" diye sordu.

 

"Senin gibi yaptım, camı kırdım," dedim ve gülümsedim. "Ama benim kolum çelikten olmayınca, kırıldı Patron."

 

"Özür dilerim," dedi ve bana yan bir bakış attı. "Benim yüzümden, bunu yaşamamalıydın. Kendimi hiç bağışlamayacağım."

 

"Bazı şeylerin yaşanacağı vardır, ben buna inanıyorum. Baksana... Ne yaparsak yapalım, bazı şeylerin önüne geçemiyoruz."

 

"Kadere inanmıyorum," dedi yola bakarak, sesinde o acıyı sezdim, "ben seni koruyamadım Esra'm."

 

"Korudun, izin vermedin." dedim tekrar. "Bak hâlâ buradayım, yanındayım. Kolumu kendim kırdım. Ayrıca ilk defa değil, yaramaz bir çocuktum, kırılmadık bir kemiğim kalmadı."

 

"Ben de öyleydim," dedi, "çok kavga ederdim, çok da dayak yerdim."

 

"Hayret," dedim, kaşlarını çatarak bana baktı.

 

"Niçin?"

 

"Normalde erkekler hep dövdüm der, asla dövüldüm demeyi sevmezler."

 

Özel birisin, en azından benim için.

 

Gülümsedi. Ben de ona bakınca.

 

"Yalan söylemek, karşındakinden önce kendini kandırmaktır, ben kendimi kandırmayı sevmiyorum."

 

"Umarım hiç bir zaman kendini kandırmazsın," dedim. Bakışlarını gözlerime çevirdi ve gözlerini sıkıca kapatıp açarak başını salladı.

 

***

 

Hastanede sancılı anların ardından kolum alçıya alındı, doktorun söylediğine göre dirseğimde çatlama oluşmuş ve birkaç ay alçıda kalacak. Sınav senemde olabilecek en kötü şey oldu ve sol kolum alçıya alındı. Üstelik elimi de kıpırdatamıyorum. Kullanabilir miyim onu da bilmiyorum.

 

Doktor işini bitirirken kenarda beni bekleyen Gökhan'a baktım. Kollarını göğsünde bağlamış, başını hafif aşağıya eğmiş dikkatle beni izliyordu.

 

Hemen yanıma geldi ve diğer koluma girmek istedi ama onu, "İyiyim," diyerek durdurmak istedim.

 

"Olsun," digerek bir elini belime doladı ve diğer elimi avucuna alarak, sanki bacaklarımda sorun varmış gibi dikkatle yürümeme yardımcı olmaya çalıştı.

 

Bu sırada ismimi duydum ve kendi ismimden bir kez daha nefret ederek başımı kaldırıp ileri baktım. O da benimle aynı anda baktı. Aynı anda Murat'ın siyah çatık kaşlarının altındaki yeşil gözlerinin esaretine düştük. Bu yakınlığımız, samimiyetimiz onu oldukça şaşırtmışa benziyordu. Ancak yüzünde dizlerimi titretmeye yetecek kadar değişik bir ifade vardı ve hızla bize doğru geliyordu...

 

 

Loading...
0%