Yeni Üyelik
34.
Bölüm
@hadizade

 

 

Buydu işte.

En nefret ettiğim şey buydu.

Tam olarak bu.

Birini kendine bağlayıp, sonra hiçbir şey yokmuş gibi ortalıktan yok olmak; çok alçakça, âdice ve zâlimce.

 

Mahalle boyunca attığım her adımda yollar dikenlerle kaplanmış gibi hissettim. Ona kızmadım, kendime kızdım. Tıpkı demin Murat'a söylediğim gibi, düşe kalka öğrenecektim. Bugün düştüm. Düşürdü.

 

Göğüs kafesim neden daralıyordu ki? Nasıl berbat bir histi bu? Kalbim neden sıkışıyor gibi oluyordu? Mideme neden kramplar giriyordu?

 

Evet, onu her gördüğümde bunlar oluyordu ama aynı zamanda güzel hissettiriyordu.

 

Demek ki, onlar aşktandı.

Ve bu da aşk acısı.

 

İlk defa tattığım bir duyguydu ve ne yapacağımı bilmez, avâre gibiydim. Sinirlense miydim, üzülse miydim? Aslında hepsini aynı anda yaşıyor gibiydim. Sadece eve girip kapıyı kapatana dek bir şekilde dayandım ve kapıyı kapattığım an, bir yağmur damlası misâli aşağıya süzüldüm. "Beni böyle bir anda bırakmamalıydın," dedim hıçkırıklarımın ardından. Sağ elimle yüzümü kapadım, fiziksel acıları örtbas edecek bir kalp sızım vardı. "Sana inanmıştım Gökhan, beni bekleyeceğine inanmıştım... Hayır, ailemi haklı çıkartmayacaktın, beni bırakmayacaktın."

 

Belki sadece iki haftalık bir şeydi, üzülmek saçma gelebilirdi. Şayet bu duyguyu yaşamamış olsaydım. Şimdi anlıyorum. Şimdi, insanların kısacık ilişkileri bile bittiğinde, neden bu kadar üzüldüklerini, yıkıldıklarını anlayabiliyorum. Keşke anlamasaydım, keşke.

 

* * *

 

Kendime gelmeden önce saatlerce ağlayıp, sonra uyuduğumu anımsıyorum. Daha doğrusu uyuya kalmış da olabilirdim. Okuldan sonra Tuana yanıma geldi ve defalarca kez neden ağladığımı sordu. Ancak ona anlatamadım, sadece ağladım ve birine sarılıp ağlama ihtiyacımı onunla karşıladım.

 

Gittiğine uzun süre alışamadım. Fakat bu sene kazanmam gereken bir sınav vardı ve o sınavın sonucu hayatımı köklü bir değişime uğratabilirdi. Bir umuttu işte. Ola da bilirdi, olmaya da bilirdi. Ancak kalan son ayları sıkı çalışarak geçirdim. Mayıs ayına doğru düşüncelerim tamamen değişmiş, yazın gelişi ve mezuniyetimin yaklaşmasıyla beraber kalbim iyice soğumaya başlamıştı. Aklımda hiçbir şey yoktu, yani okulum ve sınavım hariç hiçbir şey. Hedefim vardı. O hedefe ulaşmak için asla durmamalı ve zihnimde başka bir şeye yer vermemeliydim.

 

Belki başkası için durum farklı olabilirdi ama benim laylaylom bir hayatım yoktu. Laubali davranma şansım da yoktu. Umarsızca yaşayamazdım.

 

Sınav günü gelip çattığında, dehşet bir sıcak vardı. Sabah alarm yerine odama dolan gün ışığıyla uyandım. Gözlerimi açtığımda, bakışlarım doğrudan o pencereye kaydı. Aslında her sabah görüyordum ama bir süre sonra perdeleri hiç açmamaya, bu şekilde belki de kaçmaya çalıştım. Ne yazık ki, dün perdelerimi kapatmayı unutmuştum...

 

Benden giden ve bir hoşça kal bile demeyen adamın peşinden koşacak, onu bekleyecek hâlim yoktu. Onun şimdi nerede, ne yapıyor olduğunu bilmiyordum ve benim neler yaptığımı da o bilmeyecekti... Bu kadar emin konuşuyorum, çünkü telefonumu ve hattımı bile değiştim. Kendi telefonumu kırdım ve tesadüfen kırılmış gibi yaptım. Hattımı değiştirirken de sim kartımı kaybettiğimi söyledim. Murat sorgulamadan bana geçici olarak kullanabileceğim ikinci el bir telefon aldı, iki ay sonra da babam yeni bir telefon alınca, diğerini anneme verdim... Bu yaptığım şey son kapıyı kapatmak da olabilirdi, çünkü uzun bir zaman o telefondan ve numaradan bana ulaşmasını beklemiştim. Yapmadı.

 

Beyaz, bol bir tişört ve mavi, bol paça, yüksek bel bir kot pantolon giyinip, saçlarımı yumuşak bir at kuyruğu yaptım. Giriş belgem, suyum, kalemlerim ve silgim hazırdı. Beni sınav yerine Murat götürecekti. Bu arada kendine siyah bir Mercedes aldı. Biraz kendi biriktirdiği para ve biraz da babamın desteğiyle. Onun adına mutluydum. Beni ve Tuana'yı da, gezdiriyor, evden aynı anda çıktığımız zamanlarda okula götürüyordu ve aramız son zamanlarda çok iyiydi.

 

Odamdan çıkıp kahvaltı yapmak için mutfağa geçtim. Murat uyanmış, kahvaltıya başlamış hâlde görünce şaşırdım.

 

"Muro? Sen ne ara kalktın?"

 

Ağzı dolu hâlde, "Yılda bir gün erken kalkalım dedik," diye homurdandı, "Tuana'yı da bırakacağım ya, nasıl yetişeceğiz? Erken çıkalım biraz."

 

"Tamam çıkarız, bir iki lokma yiyeyim en azından."

 

Kendime çay koyup sandalyeye yerleştim. O kadar erken oturmuştuk ki, babam daha yatağındaydı ama annem erkenden uyanıp kahvaltıyı hazırlamıştı. Aramızdan soğuk rüzgârlar esiyordu ama o, annemdi. Aile içerisinde küsüp barışmak o kadar çabuk oluyordu ki, ışık hızıyla yarışırdı. Aynı ev içerisinde küslük uzun sürmüyordu.

 

Beni tek sinir eden şey vardı, o da annem ve babamın yaptığı ayrımcılık. Murat'ı benden çok sevdiklerini iddia etmiyorum, onu okutmadılar ama beni okutuyorlar. Murat on beş yaşından beri çalışıyor ve eve ekmek getiriyor. Bana ayakkabı aldı, harçlık verdi, bir ihtiyacım olduğunda ilk ona söyledim. Bu bakımdan o iyi bir abi idi.

 

Geniş pencereden baktığımda, böyle bir ailede doğup, elit davranmasını bekleyemiyorum. Babam bu zihinde, annem de öyle ve Murat da öyle yetişti. Toprağına serpilen su acıydı, tatlı tatlı yetişmesini bekleyemedim.

 

"Heyecanlı mısın?" diye sordu, ağzım doluydu ve dalıp gitmiştim.

 

"Gerginim," diye mırıldanarak yeşil gözlerine baktım.

 

"Hiç gerilme, gerilirsen yazamazsın zaten."

 

"Sen çok biliyorsun."

 

"Doğru, ben bilmem."

 

"O ânlamda demedim."

 

"Biliyorum."

 

Gözlerime bakmıyordu.

 

"Murat."

 

"Hı?"

 

"Büyüyoruz galiba."

 

Bakışlarını yemekten ayırıp gözlerime dikti ve parlayan gözleriyle tebessüm etti. "Neden öyle bir şey söyledin ki?"

 

"Kavgalarımız azaldı ve birbirimizi anlamaya başladık. Sıkıcı gelmeye başladın." Diyerek burnumu kırıştırdım.

 

"Ayıp ettin Esra, ne zaman istersen seni dövebilirim."

 

"Hiç bana vurduğun için pişman oldun mu?"

 

"Hemen sonra, saniyesinde. Ya sen?"

 

"Ben de. Ama barışıyoruz ya, ne garip."

 

"Nedir garip olan?"

 

"Başkası yapsa affetmem ama seni milyon kere affetmişimdir."

 

"Seni sadece ben dövebilirim," diyip güldü.

 

"Seni sadece ben canından bezdirebilirim," diyip güldüm.

 

"Hem de nasıl."

 

"Hatırlıyor musun, bir keresinde Fuat beni itmişti, yani yanlışlıkla... Yere düşmüştüm, sonra sen Fuat'ı dövmüştün. Tabii ben sizden daha küçüktüm. Çok ağlamıştım."

 

"Sadece Fuat'ı mı? Kızım mahalledeki herkesi dövmüştüm. Hatta öbür mahallenin çocuklarını da... Şekerini alırlan Muraaat, vururlar Muraaaat, aralarına almazlar Muraaaaat..."

 

Kendi yaptıklarımı hatırladım ve sırıtarak omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Benim abim hepinizi döver diyordum, hadi ordan diyorlardı, inanmıyorlardı. N'apıyım? Sen dövmeden inanmayacaklardı."

 

Bir insan sizin yanınızdayken kusurlarının farkına varamayabilirsiniz, çünkü o kusur diye nitelendirilen şeyleri sizin lehinize kullanıyordur ama ne zaman ki, karşınıza geçer, işte o zaman ne kadar fazla kötü yönlere sahip olduğunu anlayabilirsiniz.

 

Kahvaltımızı hızlıca bitirip evden çıktık. Tuana pencereden el salladı ve, "Beni de bekleyin, geliyorum." diyip içeriye koştu. Murat arabayı çalıştırırken, ben apartmanın girişinde onu bekliyordum. Hemen çıktı ve yanıma geldi. Birbirimize sarılıp iyi şanslar diledik.

 

"Hadi bakalım kazamız mübarek olsun."

 

"Bol şans."

 

Arabanın arka koltuğuna geçtik ve Murat arabayı çalıştırdı. Öne doğru uzanıp radyoyu kurcaladım ve slow bir müzik açıp geri oturdum. Camları sonuna kadar indirmiş, sıcak bir yaz sabahında rüzgârın yüzümüzü yalayıp, saçlarımızı uçurmasına izin veriyorduk.

 

Önce Tuana'yı bırakacaktık, benim sınava gireceğim yer biraz daha uzaktaydı. Tuana'nın sınava gireceği okulun önüne geldiğimizde, eli ayağı birbirine dolanmış, heyecandan titriyordu. Ellerini avucumun içine alıp gözlerine baktım.

 

"Sakın heyecanlanma diyeceğim ama şu hâlini görünce gereksiz olacak gibi geliyor. Biraz rahatla, nefes al, kasma bu kadar ya... Hadi kızım, görelim seni!" diyip gazı verdim ve onu uğurladım.

 

Ön koltuğa geçtim ve Murat arabayı çalıştırdı. Şimdi istikamet benim sınav olacağım okuldu ve Tuana'ya söylerken, kendi kalp atışlarımı duyacak kadar heyecanlıydım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Bu heyecan biraz daha sürmeye devam ederse geberip gidecektim, bu yüzden bir an önce o sınava girip sorulara savaş açmak istiyordum.

 

Evet, kaçıp gitmek istiyorum.

Bundan hiç utanmıyorum da.

Başka bir şehire okumaya gitmeme karşı çıkacaklarına adım gibi eminim ama iyi bir yer kazanırsam, fazla laf edemeyeceklerini de biliyorum.

 

Murat, arabayı okulun önünde bir yere park etti ve ikimiz de indik. Etrafta o kadar insan vardı, bir yürüyüş varmış izlenimi veriyordu. Konser alanı gibiydi. Gelenlerin yakınları onları bekleyecekti ve ben de beni bekleyecek olan kişiye doğru döndüm.

 

"Hadi bakalım, elinden geleni yap." dedi Murat. Sanırım bu yeterliydi, fazla bir şey söylemesini istemiyordum ve söylemedi de zaten.

 

"Kalbim yerinden çıkacak şimdi." diyerek yanından geçip kapıya doğru gittim.

 

O ise, "Seni burada bekleyeceğim!" diye bağırdı.

 

Bekleyecekti. İlk defa biri beni bekleyecekti. Genelde bekleyeceğim diyenler beklemezdi. Nitekim beklemedi.

 

O sınava girdim. Kendi savaşımı verdim. Çıktığımda çok gergindim. Sorular zordu, çalışmama rağmen zordu. Aynı odanın içerisinde farklı okullardan, farklı hayatlardan gelen gençler vardı. Kimisi özel hoca tutmuş olabilirdi, kimisi bizden hâyli büyüktü.

 

Kapıdan çıktığımda gözlerim Murat'ı aradı. Ancak sabah park ettiği o yerde değildi. Etrafa bakındım ama onu göremedim. Oysaki burada olmasına ihtiyacım vardı. Erkekler böyleydi işte. Tutamayacakları sözleri vermeyi severlerdi. Bekleyeceğine inanmam benim hatamdı.

 

İyi mi geçti, kötü mü geçti, geçirip mi gitti bilemiyorum ama benim savaşım tamamen kendimleydi.

 

 

Loading...
0%