Yeni Üyelik
38.
Bölüm
@hadizade

*

 

Diz kapağımın üzerindeki o tozu burnuna çekerken, kendinden geçmiş gibi bir hâli vardı. Hatta gibisi fazla, öyleydi. "Murat kendine gel! Ya benim kardeşin!" diye tekrarladım defalarca ama o beni duymuyor, farklı bir evrende dolanıyordu.

 

Kafasını geriye attığında bir süre öylece kaldı ve sarsıldı. Ne olduğunu anlamaz hâlde, gözyaşları içerisinde onu izliyorken, gözlerimin önünde yere devrildi ve öğürmeye başladı. Daha başka neler kullandığını bilmiyordum ama midem ne bu durumu, ne de bu görüntüyü daha fazla kaldıramayacaktı.

 

Onun beni bırakıp kusmasından faydalanarak ayağa kalktım ve hemen kendi odama koştum. Yatağın üzerindeki pantolonumun ceplerini karıştırmaya başladım. "Kahretsin, nerede bu? Nerede?"

 

Nihayet telefon elime geçti ve bir sonraki istikamet komodinimin yanı oldu. Çekmeceyi açıp içinden kimliğimi ve paramı alıp koşarak odamdan çıktım. Ne yaptığını bilmiyordum ve umrumda da değildi. Keşke geberseydi...

 

Kapıyı açmış tam dışarıya çıkacakken onun sesini duydum.

 

"Esra!.."

 

Nefesimi tuttum ve hemen kendimi dışarıya atıp asansöre koştum. Asansör iki alt kattaydı. Düğmeye defalarca basarken, bir yandan da o geliyor mu diye kontrol ediyordum. "Hadi ya, hadi, hadi!"

 

Lanet olası asansörü biri bekletiyordu ve bir türlü hareket etmiyordu. Zaten ne zaman ihtiyacım olsa böyle olurdu. Koridorun diğer ucuna baktım. O, hâla çıkmamıştı ve ben şansımı pâre pâre kullanıyordum. Asansörden vazgeçip merdivenlere yöneldim ancak tam bu an asansörün kapıları açıldı. Hemen içeriye girip zemin katın düğmesine bastım.

 

Telefonu açıp ekrana düşen mesajlara baktım. Gökhan bir düzine mesaj atmıştı ve Tuana da öyle.

 

+90... : Yavrum cevap ver gözünü seveyim.

 

+90... : Esra kurbanın olayım bir şey yaz.

 

+90... : Esra iyi misin?

 

Ve Tuana.

 

Tuana: Hani bugün taksideyken sana bir şey söyleyecektim ya.

 

Tuana: İşte onu söylemek istiyorum. Başka vakit cesaretim olur mu bilmiyorum. Sadece şunu sormak istedim. Murat'ın kız arkadaşı var mı?

 

Tuana: Yakın yani, sevgilisi demek istedim. Anladın değil mi?

 

Tuana: Kanka ben abinden hoşlanıyorum galiba.

 

Ağzım açık hâlde başımı kaldırıp asansörün kapısına boş boş baktım. Bu ne saçma zamanlamaydı böyle... Şimdi sırası mıydı? Neden her şey bir anda üst üste geliyordu?

 

Yine o hayatıma girdi ve yine aynı gün içerisinde darmadağın oldum. Yoksa bu bir işaret mi? Neler oluyor?

 

Asansör nihayet zemin kata ulaştı ve kapılar ardına kadar açılınca, aceleyle dışarıya fırladım. Üst komşuyla çarpıştım ama bu beni durdurmadı ve son hız dışarıya koştum.

 

Apartmandan çıkıp yola fırladığım an bir araba önümde son anda fren yaparak bana çarpmadan durmayı başardı. Ellerimi yüzüme siper ederek arabanın farlarının ışığınden korunmaya çalıştım ve saniyesinde arabanın kapısı açıldı. Gelen kişi tanıdıktı.

 

"Esra!"

 

Arabanın önüne geçip bana yaklaşan o kişi Gökhan idi. Hemen beni kendine çekerek sarıldı. "Korkma, korkma ben burdayım."

 

"Bana... Gökhan... Murat bana..."

 

"Sus, sus lütfen bir şey söyleme." dedi hemen. Susup sadece hıçkırıklarıma boğuldum.

 

Gökhan beni arabanın diğer tarafına getirip ön koltuğa oturttu ve eğilip yanaklarımı avuçlarına alarak, baş parmaklarıyla gözyaşlarımı sildi. "Burada bekle beni, tamam mı? Birazdan geliyorum."

 

Hemen bileklerini tutup, "Gitme, yalvarırım. Gidelim buradan, götür beni ne olursun." Diye yalvardım.

 

"Sadece beş dakika," diyerek beni arabanın içine soktu ve kapıyı kapatıp anahtarıyla kilitledi. Arkasını dönüp hızlı adımlarla apartmana girdiğinde, gergin hâlde beklemeye başladım.

 

Murat kendinde değildi ve ne yaptığını bilmiyordu ama ya Gökhan? İşte ben de onun yapacaklarından korkuyordum. Beklerken aralarında geçen itişkakışı hayal ediyor, kendi kendimi daha da geriyordum.

 

"Ya nerede kaldın? Gel artık, gidelim n'olur dedim. Neden beni dinlemedin? Gökhan..."

 

Kendi kendime konuşup onu beklemekten başka bir çarem yoktu. Elini kana bulamasından, üstelik benim abimin kanına bulamasından öyle korkuyordum ki... Bekledikçe korkum katlanarak artıyor, elim ayağım titriyordu.

 

Kapıları da kilitlemiş, beni böyle bırakıp gitmişti ve şimdi onu böylece oturup beklemek zorundaydım. Anladığım kadarıyla yine telefondan dinlemiş ve neler olduğunu az çok bilerek gelmişti. En azından onun bana vurduğunu, eziyet ettiğini biliyordu ama o son olanlar... O sırada telefonum yanımda değildi. Umarım duymuştur da diyemiyorum, o kadar iğrenç ki, çok utanıyorum...

 

Bir anda apartmanın kapısından çıkan Gökhan'ı görünce derin bir nefes aldım ancak kanlı elleriyle cebinden sigara paketini çıkardığını gördüğümde donup kaldım. Paketten bir dalı dudaklarıyla çekip aldı ve çakmakla ucunu tutuşturduktan sonra dumanı içine çekti ve bana bakarak dışarıya üfledi. Yüzüne, boynuna sıçrayan o koyu damlaları gördüm. Gözlerimin içine bakarak sigarasından birkaç nefes çekti içine, şunu hissettim: attığı dayak belki öfkesini dindirmişti ama üzgündü. Benim için üzgündü.

 

Ağır adımlarla arabanın önünden dolandı ve anahtarıyla kapının kilidini açtıktan sonra geçip oturdu. Arabayı çalıştırırken kana boyalı ellerine baktım. "Şurada, torpido gözünde ıslak mendil vardı." dedi.

 

Hemen torpidoyu açtım ve ıslak mendillerden çıkarıp birkaç tanesini ona uzattım. İki uç tane daha çekip, kendi bacaklarımı da sildim.

 

"O toz düşündüğüm şey mi?" diye sorunca duraksadım ve ona bakamadım. Dolan gözlerimi sıkça kırparak, derimi yırtmak pahasına o tozu silmeye çalıştım.

 

"Esra'm, sana diyorun güzel kızım."

 

Daha fazla dayanamadım ve titreyen ellerimle yüzümü kapatıp hıçkırıklarıma boğuldum. Tam bu an gaza öyle bir bastı ki, asfalttan çığlık sesi duyuldu. Ben ağladıkça o hızlandı, daha da ve daha da...

 

"Allah beni kahretsin!" diye kükrediğinde, bir an sesiyle kulaklarım sağar olacak sandım. "Ulan senin de Allah belanı versin!"

 

Öyle bir yolculuk ki, sağ koltukta oturan kişi o yol boyunca ağlamayı, sol koltukta oturan kişi küfrederek isyan etmeyi, avazı çıktığı bağırmayı durduramadı.

 

Sadece yarım saat sonra yüksek bir tepedeydik ve boğaza bakıyorduk. Gökhan arabadan inip önde birkaç sigara içti, bense hiç kalkmadım, çıkmadım arabadan. Sadece onu izlemekle yetindim.

 

"Biliyorum seviyorsun beni, kendimi senin yerine koyuyorum ve ben de senin için senden vazgeçiyorum... Biliyorum seviyorsun beni, kendimi senin yerine koyuyorum ve sen zarar gördün diye ölüp ölüp diriliyorum. Dersen ki, gittim ama öldüm, kaldım da yaşadım sanki. Beterin beteriydi, ben de burda öldüm de dirilemedim. Şimdi istediğin kadar ah et, edelim. Olmuş bir kere, nasıl geri gidelim?"

 

O bir sigara daha yaktı gecenin karanlığına, yıldızların altında. Bense göğsümü delen bir kalp ağrısıyla onu izledim dakikalar boyunca.

 

Biraz nefes almak istedim. Arabadan inip öne doğru yürüdüm. Kaputun üzerine oturmuştu. Ben de oturdum ve onun dudaklarının arasındaki sigarayı alıp yere attım. Üzerine basamadım, yalın ayaktım ama o bastı ve beni kendine çekip, başımı göğsüne bastırdı. Elleri şefkatle saçlarımda dolandı. "Üzülme," dedi el adamı, teselli etmeye koyuldu beni. "Uyuşturucunun etkisi, görmemiştir bile seni. Her ne yaptıysa, ne söylediyse sana değildi."

 

Kollarımı beline dolayıp yanağımı kalbinin üzerine yasladım ve derin bir iç çektim. Bir şey söylemeden onu dinledim, sadece dinledim ve o, gerek sözleriyle, gerek de davranışlarıyla beni rahatlatmaya devam etti.

 

"Gün doğduğunda dünü unut, dün diye bir şey yok. Bu gece olanlar bir kâbustu ve geçti, geride kaldı... Artık benimlesin, benim eşimsin, evladımsın, her şeyimsin. Gücüm, ömrüm yettiğince seni koruyup kollayacağım. Yüzün gülsün Esra'm, üç günlük hayatta hiçbir şeye değmez... Bana bile değmez, benim için değmez, kimse için değmez."

 

Daha sıkı sarıldım, sözleri beni üşütünce büzüldüm, üzüldüm. Onunla iç içe geçmiş gibiydim. Nabzını duyuyor, nefesini hissediyordum.

 

Dudaklarını saçlarıma bastırınca gözlerimi kapadım ve yeniden bir iç çektim. Bu kaçıncı bilemedim ama yetmiyordu. Sanki aldığım nefes bana yetmiyordu, nefes alamıyordum.

 

"Ömrüm yettiğince seninleyim Esra'm, sana söz. Adam sözü, seni çok seven bir adamın sözü."

 

Kendimi çaresiz hissediyordum. Az sonra diyeceğim şeyi şu an olmasını hiç istemesem de, sırf o evde biraz daha kalmaktan kurtulmak için, belki de başka bir şehire gidebilmek için yapmak zorundaydım.

 

Başımı göğsünden ayırıp geri çekildim. Aramızda belli bir mesafe bıraktıktan sonra onun dipsiz kuyu gibi görünen gözlerine baktım. "Hani istersen yüzük takabiliriz demiştin ya..."

 

Yüzünde şaşkın bir ifade belirdi.

"Evet."

 

"Hâlâ istiyor musun?"

 

"İstiyorum," dedi.

 

"Ben annemleri arayacağım, onlar gelince de hemen eve döneceğim."

 

"Yani?"

 

"Beni istemek için gelebilirsin..."

 

 

Loading...
0%