Yeni Üyelik
44.
Bölüm
@hadizade

***

 

Eve döndüğümde Murat gelmemişti. İşte olduğunu biliyordum ama bu gelip istememi sabote edemeyeceği anlamına gelmiyordu. Bu yüzden gözüm kapıda, kulağım sesteydi.

 

Tuana kargodan gelen kutuları açıyordu. Dün sipariş vermiş, hızlı teslimat istemiştik. Kız istemeye özel tepsi, fincan takımı ve saire. Tuana bana hiçbir iş yaptırmamakta kararlıydı.

 

"Odana git ve süslen artık! Saat kaçta gelecekler?"

 

"Sekiz gibi sanırım, bir bakmışsın yedi buçukta gelmişler."

 

"Saat altı oldu, farkında mısın? Git giyin artık."

 

"Tamam, çok teşekkür ederim Tuana."

 

"Ne için?"

 

Arkasından sarılıp yanağını öptüm.

"Hiç kimse yanımda değilken yanımda olduğun için."

 

"Vardır öyle marifetlerim," dedi övünerek, "ne kadar minnoş bir insanım ben ya."

 

Tatlılığına dayanamayıp yanağını ısırdım ve tabii ki, mutfaktan kovulup odama kaçtım.

 

Önce bir duş aldım. Ardından saçlarımı kurutup, maşayla iri dalgalar yaptım. Siyah saçlarımda bu su dalgalarını çok seviyordum ve bu gece kendimi en güzel hâlimde görmek istiyordum. Tabii Gökhan da ilk defa beni bu kadar özenmiş olarak görecekti.

 

Saçlarımın ön taraflarını toplayıp tokayla tutturduktan sonra makyajımı yaptım. Annemin söylediği bir şey aklıma geldi. Eskiden kız istemelerde ve kınada, gelinlere makyaj yapılmazmış. Dudaklarını ve yanaklarını sıkarak kızartırlarmış. Burdaki amaç geline daha taze, temiz bir görüntü vermekmiş.

 

Ten makyajımı pürüssüz yaptıktan sonra gözlerime ince eyeliner, göz kalemi, siyah far uyguladıktan sonra kirpiklerimi arşa çıkardım. Yanaklarımı da allıkla kızarttıktan sonra koyu bir kırmızı ruj sürüp, anneciğimin istediği o makyajı tamamladım.

 

Pek tabii usturuplu giyinmem gerekiyordu. Bu yüzden dolabımı açıp elbiselerime baktım. İki seçenek arasında kalmıştım ve hem siyah, hem de yeşil elbiseyi aldım. Siyah olan daha açık ve vücuduma oturuyordu. Yeşil olan ise daha kapalıydı. Annemin ve Murat'ın istediği gibi yaptım ve siyah elbiseyi giyindim.

 

Kutudan çıkardığım siyah stilettoları giyerken, aklıma parfüm sıkmadığım geldi. Hani bittiğini söylediğimde, sevgilim olmadığı hâlde Murat'ın "Zaten ne yapacaksın ki parfümü? Kime güzel kokmak istiyorsun bu kadar?" diye darladığı o parfüm. Elbiseme, boynuma, kulaklarım arkasına, bileklerime sıktıktan sonra, aynada kendime baktım.

 

"Ay yoksa fazla mı oldu? Şimdi elin adamına iş atıyorsun filan derler, şu görüntüne bak Esra... Cık cık cık, resmen aranıyor gibi gözüküyorsun." Güldüm. Kendi kendime attığım hoş bir kahkaha odamın içine dağıldı.

 

Kapı bir anda açıldı ve Tuana başını içeriye sokup bana baktı. "Kız, delirdin mi? Ne! Oha!" diyerek beni kocaman açtığı gözleriyle baştan aşağıya süzdü. "Kızım çok güzel olmuşsun! Ama hani bunu giymeyecektin?"

 

"Canım bunu giymek istedi. Güzel olmuş muyum?"

 

"Kız hâlimle düştüm! Göthan amıcam kalpten gidecek!"

 

"Tuana..."

 

"Tamam ya, bir şey demedik."

 

"Annemler gelmedi mi daha?"

 

"Yok," dedi Tuana. Benim gibi bir anda yüzü soldu. "Ama gelirler şimdi ya, daha vakit var."

 

"Ne zaman gelecekler Tuana? Yarım saat kaldı, farkındasın değil mi?" Başımı hayıflanarak iki yana salladım ve penceremin önüne gidip perdeyi açarak aşağıya baktım. Derin bir iç çektim. Kendimi çok dolmuş hissediyordum. Çünkü susuyorsam bir bildiğim vardı. Onlara bu sırrı öğrendiğimi bildirirsem ne olacağını kestiremiyordum. Belki annem bana anne numarası yapmaktan vazgeçerdi. Babam da susmaya devam ederdi.

 

Tuana çenesini omzuma koyup, kollarını karnıma doladı. "Gelecekler, gelmeseler bile annemleri çağırırım, seni benim annemden isterler. Sonuçta sen de benim kardeşim sayılırsın. Böyle bi' günde kendini üzme, olur mu?"

 

Gülümseyerek yan dönüp yanağını öptüm ve rujumu onun tombik yanağına bulaştırdım. "Sen de hazırlan, belli olmaz belki de dediğin gibi olur. Ayrıca yanımda olmanı istiyorum."

 

"Ya ama benim ne işim var istemede?"

 

"Sensiz olmaz! Hadi giyin."

 

"Ne giyeceğim ben?"

 

"Eyvah, eyvah..."

 

***

 

Misafirlerimizin geleceği saatr tam yedi dakika kala kapı çalınca, Tuana ve ben kapıya koştuk. Ancak gelen annem ve babamdı. Annem saçını ensesinde sade bir topuz, hafif de bir makyaj yaptırmıştı. Belli ki, kuaförden geliyordu.

 

"Nihayet."

 

"Geldiler mi?"

 

"Yok daha vakit var."

 

Tuana bileğindeki saate baktı ve bana göz kırptı. Ona gülümsedim. Dediği gibi olmuştu. Bizimkiler Gökhan'lardan önce gelmişti.

 

Ama daha Murat vardı. O gelmemişti ve ne yapacağını düşünüyor, daha da geriliyordum.

 

Tam vaktinde kapı çalınca Tuana ve ben evin içinde koşmaya başladık. Ben mutfaktan, o da salondan koşarak çıktık ve koridorda tokuştuk. Kapının önüne gelip delikten baktığımda Gökhan ve ailesini kapıda görünce, "Geldiler!" diye sessizce bir çığlık atarak Tuana'ya baktım.

 

Saçlarımı düzelterek, "Sakin ol, derin nefes al, hiçbir şey yok. Her şey çok güzel olacak. Hadi aç kapıyı." diyerek beni öne doğru itti.

 

Derin bir nefes alıp verdim ve kapıyı açıp kenara çekildim. Tuana da benim yanımda durdu ve aynı anda, "Hoş geldiniz," dedik.

 

Önce Gökhan'ın babası girdi içeriye. Onu içeriye buyur ettikten sonra kız kardeşi elinde bir kutuyla içeriye girip, kutuyu bana verdi. Gülümseyerek teşekkür edip onu içeriye buyur ettikten sonra kardeşi Giray önümde durdu ve o da elindeki kutuyu bana uzattı. Tuana kutuları alıp içeriye bırakmaya gitti ve Gökhan ile koridorda baş başa kaldık.

 

Elinde koca bir demet kırmızı gülle bana o ışıldayan kahverengi gözleriyle bakıyordu. "Hoş geldin," diyerek bana uzattığı koca buketi zarzor kucakladım. Birbirimizin yanaklarını öptük ve geri çekilip tekrar bana baktı.

 

"Çok güzel olmuşsun, yani her zamanki gibi."

 

"Teşekkür ederim," diyip utanarak bakışlarımı önüme indirdim. Saçlarımın üzerinde hafif bir dokunuş hissettim. Ondan sonra ise içeriye geçince, kapıyı kapatıp elimi deli gibi çarpan kalbimin üzerine koydum.

 

Şimdi heyecandan gebereceğim.

 

Ama aynı zamanda çok güzel hissediyorum.

 

Yani onu ne zaman görsem aynı böyle oluyor.

 

Tuana bir vazo hazırladı, ancak güller o vazoya çığmayınca, üç vazo ayarladık. Saymamıştım ancak yüz tane kadar var gibi geliyordu. En ortada beyaz bir gül vardı ve ben bunun anlamını bildiğim için, farkedince sırıttım.

 

"Deli ya... Şapşik."

 

İçeriye gittiğimde Gökhan'ın babası ve benim babam konuşuyordu ancak henüz konuşma havadan sudan şeklinde ilerliyordu. Gökhan beni kapının yanında görünce uzun uzun baktı. Bakışlarıyla beni âdeta yiyip bitiriyordu ve bu beni deli ediyordu.

 

Babam bu defa da katı bir dille Gökhan'ı sorgulamaya başlayınca, Gökhan ona sabırla cevap vermeye başladı. Onun bu kadar sabırlı olması ve benim için saygısını bozmadan her soruya itinayla cevap vermesi hoşuma gidiyordu.

 

Babam, "Fazla uzun süre olmasa da, Gökhan oğlumu tanırım. Bugüne kadar bi' yanlışını da görmedim." diyince derin bir nefes aldım.

 

Ancak sonrasında söyledikleri beni şaşkınlığa uğrattı. "Fakat bizim kız daha küçük, üniversite okuyacak. Bir iş güç sahibi olduktan sonra, kendisi de isterse yuvalarını kurmalarına yardım ederiz... Ama şimdi zamanı değil."

 

Gökhan bana baktı ve üzüldüğümü görünce, kafasını kendi babasına çevirdi. Babası onunla göz göze geldikten sonra sanki bir bakışından ne dediğini anladı ve yeniden benim babama doğru döndü.

 

"Evlilik tahsile engel değil. Benim rahmetli hanım benimle evlendiğinde daha on yedisindeydi. Benden başka da kimsesi yoktu. Beraber büyüdük. Beraber çalıştık. Beraber kazandık ve yedik. Onu kimseye muhtaç etmedim, o da beni. Tahsiline devam etti, tek desteği de ben oldum. Kimi on sekizinde evlenir, mutlu olur, kimi de otuzunde evlenir ama olamaz. Bunu Allah bilir, biz bilemeyiz."

 

Ben olsam ben bile şu konuşmadan sonra ikna olmuş olurdum ama babamın ne diyeceğini tahmin edemiyordum. Annem arada babamı dürtüyor ve kulağına bir şeyler söylüyordu. Ben hemen arkalarında olduğum için biraz da olsa duyuyordum.

 

"Çocuk zenginmiş, okutur zaten kızı. Ver gitsin işte, niye zora sokuyorsun?"

 

"Sen karışma benim işime. Benim de bi' tane kızım var. Küçücük daha."

 

"Kız evlenme çağına geldi, sana kalsa hiç büyümeyecek zaten."

 

"Böyle olmaz, okusun sonra evlenir. Ne acelesi var?"

 

"Ya okusun zaten ben bir şey demiyorum ki ama şimdi kız kendi de istiyor, zorla vermiyoruz. Madem okuyacakmış, ver sevdiğine. Sonra sana düşman olur."

 

"Ya sabır."

 

Annemin beni bu kadar kolay vermek istemesine sevinsem mi yoksa üzülsem mi bilemiyordum ancak ilk defa çok doğru şeyler söylüyordu.

 

"Gökhan oğlumun kızımıza iyi bakacağına eminiz fakat bir şartımız var," dedi babam.

 

Ben ve Tuana da dahil herkes pür dikkat babamı izliyordu.

 

"Nedir şartınız?" diye sordu Gökhan'ın babası.

 

"Sözü yapalım, kız okulu bitirip eline mesleğini alsın, düğün sonra..."

 

Gökhan kaşları öyle bir çatıldı ki, bir an kalkıp babama, "Olmaz öyle şey!" diye bağıracak sandım ama sadece susup öylece oturmakla yetindi.

 

Babası elini Gökhan'ın omzuna koydu. "Oğlum, sen ne dersin?"

 

Gökhan omzunun üzerinden babasına baktı ve gözlerini sıkıca kapatıp açtıktan sonra başını hafifçe aşağı yukarı salladı.

 

Benim ne durumda olduğumu biliyor, Murat'la bu evde daha fazla kalamam ama susuyor, elimizden bir şey gelmiyor.

 

"Kızım kahveleri getir," dedi annem.

 

Mutfağa girip moralim bozuk bir hâlde cezveyi aldım. Tuana hemen yanımda bitiverdi.

 

"Esra, neden üzüldün bu kadar?"

 

"Hiç, boşver."

 

Yanaklarım çoktan ıslanmıştı. Elimle sileyim derken Tuana beni tuttu ve peçeteyle sildi. "Yapma be kızım, makyajın mahvoldu."

 

"Ya ben burda kalmak istemiyorum, dörr sene daha dayanamam anlıyor musun? Tamamen saçmalık!"

 

"Anlıyorum seni ama sana artık karışamazlar. Gökhan'la da istediğin gibi buluşacaksın. Bardağın dolu tarafına mı baksan?"

 

"Bardağın yüzde birlik kısmı dolu diye kalan kısmını unutup Polyannacılık mı yapayım Tuana?"

 

"Öyle de yapma, unutma ama üzülme diyorum. Zaman neyi gösterir bilemeyiz."

 

"Zaman ne gösterir ben sana söyleyeyim, benim bu evden cesedim çıkacak Tuana. Anlamıyorsun."

 

"Ağzından yel alsın!" diyerek koluma şaplak attı. "Saçma sapan konuşma ya! Sinirimi bozuyorsun."

 

"Benimkiler çoktan bozuldu..."

 

Kahveleri hazırladım. Fincanları doldurduktan sonra dolaptan bal aldım. Tuana, "Ciddi misin?" diye sordu. "Kızım doldursana isotu, bal ne?"

 

"Zaten hayatımız zehir gibi, bari kahvemiz tatlı olsun. Gökhan şu an patlamaya hazır bi' bomba gibi zaten, bari ağzı tatlansın."

 

Kahvesine bir kaşık bal koydum. Fincanın kulpunda kırmızı kurdale vardı, böylece karıştırmamız da engellenecekti. Tepsiyi alıp salona geçtim ve önce büyüklere, sonra da küçüklere ikram ettikten sonra en son Gökhan'ın önüne geldim ve bu an göz göze geldik. Gözlerime bakınca sanırım ağladığımı farketti ve zaten sinirliyken, daha da sinirlendi.

 

"O zaman... Allah'ın emri, Peygamber'in kavliyle, kızınız Esra'yı, oğlumuz Gökhan'a istiyoruz."

 

"O zaman ben de verdim gitti."

 

Beni Gökhan'a verdiler ve biz ikimiz de bu duruma sevinemiyoruz. Neden? Neden böyle oldu? Böyle olmayacaktı... Şu an gözlerimiz parlayarak, gülerek birbirimize bakıyor olacaktık ama öyle olmadı.

 

O sinirli, ben üzgün.

Ben sinirli, o üzgün.

 

Susuyorduk. Artık sözlüydük ama yeterince mutlu değildik.

 

Gökhan'ın cebinden çıkardığı söz yüzüklerimize kurdale bağladık ve babam ikimizin da parmağına taktıktan sonra Tuana'nın tepside getirdiği makası aldı ve kurdaleyi kesip, "Hayırlı uğurlu olsun." dedi.

 

Gökhan cebinden çıkardığı birkaç yüzlüğü tepsiye bıraktı ve Tuana sırıtarak tepsiye, bir de bana baktı.

 

Gökhan'a doğru döndüm. Birbirimizin yanaklarını öptükten sonra büyüklerin ellerini öpüp, diğerlerine de sarıldık. Ancak ikimizin de yüzünden düşen bin parçaydı.

 

Bir yandan Murat gelmediği için mutluydum ancak diğer yandan da neden gelmediğini, nerede olduğunu deli gibi merak ediyordum.

 

Yüzükler takıldıktan sonra çok kalmadılar. Gökhan'ın kardeşleri hiç konuşmadı. Kalkıp gittiklerinde her şeyin çok hızlı olduğunu farkettim. Her şey yaklaşık bir saat içerisinde olup bitmişti ve şimdi odamdaki yatakta mutsuz hâlde oturmuş, parmağımdaki kırmızı kurdale bağlanmış olan alyansa bakıyordum. Üzerinde küçük elmas taşlar vardı ve çok zarif görünüyordu. Ancak anlamı yere göğe sığdıramayacağım kadar büyüktü.

 

Telefonum titreyince hemen elime alıp mesaja baktım.

 

Patron: Benim güzeller güzeli nişanlım napıyor?

 

Ben:

 

 

 

Patron: Yerim seni

 

Patron: Asma o güzel yüzünü.

 

Ben: Ben onunla aynı evde kalmak istemiyorum Gökhan, korkuyorum.

 

Patron: Korkmana gerek yok çünkü öyle bir hata yapmaya cesaret edemez.

 

Ben: Hiçbir şey bilmiyorsun.

 

Patron: Çünkü anlatmıyorsan. Bir şey yaptıysa ve saklıyorsan fena olur Esra.

 

Ben: N'olur mesela?

 

Patron: Kaşınıyorsun

 

Ben: Evet kaşınıyorum, gel kaşı! Zaten hep tehdit edin zaten. Doğru düzgün konuşamıyorum bile.

 

Görüldü.

 

Altı dakika sonra bir mesaj daha geldi.

 

Patron: Ofise gel

 

Ben: Gelmek istemiyorum. Geç oldu zaten, bizimkiler de uyuyor. Çıkamam bu saatte.

 

Patron: Sen bilirsin, kapıyı aç ben geliyorum.

 

Ben: Hayır dur.

 

Ben: Tamam geliyorum.

 

Yok, etrafımdaki herkes üstüme oynamaya bayılıyor zaten. Sinirimi, üzüntümü bile doya doya yaşayamıyorum.

 

Saat on ikiye geliyordu ve bizimkiler çoktan uyumuştu ancak Murat hâlâ eve gelmemişti. Yani ben uyanık kaldığım hâlde geldiğini duymamıştım. Kapım koridora açılıyordu ve eve gelseydi odamın önünden geçerken duyardım.

 

Üzerimi hâlâ değişmemiştim. Sadece topuklu ayakkabılarımı çıkartmış, bir kenara bırakmıştım. Odamdan dikkatle çıkıp etrafa baktım. Sadece mutfağın ışığı açıktı. Bizimkilerin uyuduğuna emin olduktan sonra siyah babetlerimi giyip, anahtarımı da alarak evden sessizce ayrıldım.

 

Asansöre gecenin bu saati yalnız binesim gelmedi, malum güzel anılarım yoktu. Merdivenlerden inip etrafı kolaçan ederek apartmandan çıktım ve kenardan kenardan ofise doğru ilerledim. Kalbim sanki ağzımdan çıkacak gibiydi. Buna cesaret ettiğime ben bile inanamıyordum. Sanki o beni değiştiriyordu.

 

Ofisin önüne geldiğimde içeride ışığın açık olmadığını farkettim ama kapının kulpunu çevirip açtım. Karanlıktan iri bir el uzanıp belimi kavradı ve beni içeriye alıp kapıyı kapadı. Kilidin çevrildiğini hissettim, hemen ardından ayaklarım gerçek manâda yerden kesildi...

 

 

Loading...
0%