Yeni Üyelik
54.
Bölüm
@hadizade

***

 

Bu belki de bir yol ayrımıydı ve önümdeki iki sapak da farklı yollara çıkıyordu. Burada vereceğim karar büyük ihtimalle bütün hayatıma yön verecekti ve ben artık başkalarını düşünerek değil, sadece kendim için yaşamak istiyordum. Gökhan, bana bunun için bir fırsat sundu ve aramızda yaşanan şeylere rağmen sunduğunu bu teklifi reddetseydim, kendim kaybetmiş olurdum.

 

Murat tam iki gündür gelmemişti. Bizimkiler endişeliydi. Ayrıca annem bana hem Murat'ı, hem de Gökhan'ı sık sık hatırlatmaktan çekinmiyordu.

 

Kahvaltı masasına daha yeni oturmuştum ki, henüz ayılamamış zihnimi kendi sorularıyla doldurmaya başladı.

 

"Murat'tan bi' haber yok hâlâ, polise mi gitsek acaba? Seni aramadı mı hiç?"

 

"Aramadı." diye kestirip attım.

 

"Allah Allah! Nerede bu çocuk? Yok, ben bugün polise gideceğim. Bulsunlar oğlumu."

 

Bulsunlar oğlunu.

 

Masanın altından haber uçurdum.

 

Ben: Gökhan, annem polise gidecek. Murat iyiyse söyle annemi arasın.

 

Patron: Hallederim.

 

Ekranı kapatıp telefonu eşofmanımın cebine attıktan sonra çay bardağımı alıp yudumladım. Annemin, yani Murat'ın annesinin zerre kadar keyfi yoktu ve bizimle masaya otursa da hiçbir şey yemiyordu. Gözleri kızarmıştı. Benim için bu kadar endişe etti mi hiç merak ediyorum, zaten neden etsin ki?

 

Ama babamın umrunda bile değildi ve her zamanki gibi bir yandan kahvaltısını yapıyor, diğer yandan gazetesini okuyordu. En iyisi o yapıyordu, kendini boşu boşuna sinire strese sokmuyordu.

 

Annem sonunda dayanamayıp ayağa kalktı ve, "Size inanamıyorum gerçekten, burda sakin sakin bekleyemrm." diye çıkıştıktan sonra muhtemelen giyinmek için odasına gitti. Arkasından gülümseyip başımı iki yana salladım ve kahvaltıma devam ettim.

 

Aslında babamı örnek almalıydım. Adam sanki yıllar önce kulağına pamuk tıkamış ve hiçbir şey duymuyor gibi.

 

Ancak telefonu çalmaya başladığında, bu aramayı karısının serzenişlerinden daha fazla umursadı ve gazeteyi katlayıp bir kenara koyduktan sonra telefonu açıp kulağına götürdü.

 

"Efendim... Anlaşıldı... Haber verseydin, anneni niye merakta bırakıyorsun?.. Ne zaman geleceksin?.. Ne kadar kalacaksın orda."

 

Sanırım ben bu evden çıkana dek Murat eve dönmeyecek babacığım.

 

"İyi." diyip telefonu Murat'ın yüzüne kapadığında, kaşlarım havalandı ve dudaklarım uçukladı. Gazeteyi tekrar eline alıp okumaya devam ettiğinde, ona hayranlıkla baktım. Adaptasyon muazzam.

 

Anneciğimiz yatak odasından çıkıp da koridorda tekrar göründüğünde, "Gel, gitme Murat aradı şimdi." dedim.

 

Önüme döndüğümde, babamın gözleri üzerindeydi. "Sen nereden biliyorsun?" diye sordu.

 

"Konuşmanızı duydum ya, nereden bileceğim?"

 

"Neredeymiş? Neden gelmiyormuş?" diye telaşla mutfağa girip kocasını sorguya çeken o kadını daha fazla dinlemek istemedim ve masadan kalkıp odama gittim.

 

Kapıyı kapattıktan sonra yatağa uzanıp telefonumu elime aldım.

 

Ben: Ne desem yapıyorsun-

 

Dünyanın en saçma mesajı.

Sil. Sil. Sil.

 

Ben: Murat aradı, teşekkür ederim.

 

Telefonu karnımın üzerine koyup boş boş tavana baktım. Mesaj biraz gecikince kendimi pencerenin önünde buldum. Perdeyi çekip karşıya baktım. Perdeleri kapalıydı. Evet, artık orada oturuyor. Yani kısa bir süreliğine. Sadece ben gidene kadar orada oturacağını söyledi.

 

Bildirim sesi.

 

Yatağa yüz üstü atlayıp telefonu elime aldım ve gelen bildirimin Tuana'dan olduğunu, üstüne üstlük Gökhan'ın bana görüldü attığını görünce yüzümü yatağa gömdüm.

 

Bir süre öyle nefessiz kaldıktan sonra Tuana'nın mesajına baktım.

 

Tuana: Göthan amıcayla ayrıldın mı?

 

Ben: Kaç kere dedim öyle deme diye? Adam mesajlarımı okuyor.

 

Tuana bir mesajı sildi.

 

Tuana: Ay unuttum, geliyim mi size?

 

Ben: O mesajı silmekle kurtulamazsın.

 

Ben: Bizimkiler gidiyor. Ayrıca Murat biraz uzak bir yerlere gitti. O yüzden gezelim diyorum, param da var. Ne dersin?

 

Tuana: Allah derim!

 

Tuana: Haftalığı dün aldım, hava çok sıcak. Canım dondurma çekti.

 

Ben: Olur olur yeriz yeriz.

 

Tuana: Gökhanınkini mi?

 

Ben: Biz bugün buluşacağız zaten, bak bakalım sana napıyorum.

 

Tuana: Şaka kanka şaka alınmıyorsun dimi?

 

Tuana: Şaka lan şaka gül diye ehehe

 

Ben: Sen benim elime düşeceksin.

 

Tuana: Lez olmadığını bildiğim için rahatım.

 

Tuana: Ayrıca neden okuyor yazışmalarımızı o Götoş?

 

Tuana: Belki yani reglden filan bahsediyoruz, özel konularımız var. Ayıp denen bir şey var ama dimi?

 

Tuana: Gerçi regl ayıp bir şey de değil.

 

Tuana: Aslan eniştem oku sen boşver

 

Ah Tuana ah! Söyleyemiyorum da. O kadar gevezesin ki, kesin ağzından kaçırırsın ayrıldığımızı. Yok, buna biraz daha sabretmem lazım.

 

Ben: Önce sövüp sonra yağ çekince söylediklerinin unutulduğunu mu sanıyorsun?

 

Tuana: Evet? ^_^

 

Ben: Maalesef.

 

Ben: Bizimkiler çıktı, hazırlan bakalım beraber çıkalım.

 

Telefonu yatağa bırakıp ayağa kalktım ve hemen dolaptan giyeceğim kıyafetleri çıkardım. Dizlerinde hafif yırtıklar olan bol paça kot pantolonumu ve ince kollu, sırtında detayları olan siyah bluzumu giydikten sonra gerekli eşyalarımı çantama topladım. Yüzüme hafif bir makyaj yaptıktan sonra saçlarımı tepede dağınık bir topuz yaptım. Parfüm de sıkınca tüm işim bitti. Kötü olan her şeye rağmen kendimi ferahlamış gibi hissediyordum. Sanırım nasıl dibe çökmeme sebep olan kişi Gökhan ise, oradan daha güçlü bir biçimde çıkmama sebep olan kişi de kendisiydi.

 

Çantamı ve telefonumu alıp evden çıktım. Zihnimde birbirine karışan düşüncelerin uğultularını susturmak için gözlerimi kapadım ve asansör açılana dek, birkaç kere derin nefes alıp verdim. Bu methodu her uyguladığımda işe yarıyordu. O sesleri durdurmak benim elimdeydi. Bunu keşfettikten sonra duygularımı kontrol edebilmem daha da kolaylaşmıştı.

 

Şuan depresyonda filan olmam gerekiyor sanırım ama depresyona girip girmemek de benim elimde. Bazen bir gece, bazen de bin gece ağlayıp, sabah hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam etmek zorunda kaldım. Ama artık bitti. Umursamayacağım.

 

Apartmandan çıktığımda Tuana'nın karşı apartmanın önünde beni beklediğini gördüm. Ancak galiba bir sorun vardı. Tedirgin görünüyordu. Yanına yaklaşıp, "N'oldu?" diye sordum.

 

"Şey, Esra... Abim izinde bugün, tek gitmeyin ben de geleyim dedi. O da gelsin değil mi bizimle?"

 

"Ya ne alaka ama? Baş başa takılacaltık biz! Katiyyen olmaz!"

 

Derken, Tuana'nın büyük abisi Ufuk arabasından inip yanımıza yaklaştı. Göz göze geldiğimde hemen ifademi düzelttim. "Merhaba Esra."

 

"Merhaba Ufuk abi." diyip bakışlarımı kaçırdım.

 

"Nasılsın?"

 

"İyiyim, teşekkür ederim... De... Biz Tuana ile baş başa gezelim diyorduk, ben zaten Tuana'yı getirip eve bırakacağım."

 

"Sizinle kalmamı istemiyorsanız kalmam zaten, bari gelin gideceğiniz yere bırakayım."

 

Derin bir soluk verip gülümsemeye çalıştım. "Size zahmet olmasın şimdi, biz gideriz."

 

"Zahmet olmaz, geçin hadi." diyip tekrar arabasına doğru yaklaşınca, Tuana'ya ters ters baktım.

 

"Kızım sen de hemen kabul mu ettin? Ortalığı karıştırmasan olmuyor değil mi?"

 

Sızlanarak da olsa geçip arka koltuklara yerleştik. Ufuk abinin eynadan bana baktığını görünce, rahatsız olarak dışarıya baktım. O da Tuana gibi sarışın biriydi ve gözleri maviydi. Gözlerini öyle insana dikip bakınca biraz ürkütücü olabiliyordu.

 

Ufuk abi arabayı çalıştırıp, yavaşça mahallenin içinden geçerken, bir anda dükkanın önünde duran Gökhan'ın gözlerini dikerek buraya baktığını gördüm. Hem de öyle bir ifadeyle bakıyordu ki, bu bakışlar hiç hayra alamet değildi. Onun önünden geçip gittik ama omzumun üzerinden dönüp arkaya baktığımda, bakışlarıyla hâlâ bizi takip ettiğini gördüm.

 

 

Loading...
0%