Yeni Üyelik
56.
Bölüm
@hadizade

 

 

"Gökhan, durdur arabayı!"

 

"Hayır."

 

"Gökhan, durdur diyorum kaza yapacağız, bir şey olacak!"

 

"Hiçbir şey olmayacak..."

 

"Gökhan, korkuyorum!"

 

"Benim yanımdayken hiçbir şeyden korkmana gerek yok, bunu hâlâ anlamadın mı?"

 

"Sorun da bu zaten! Korktuğum her şey sensin!"

 

Bir anda arabayı sağa çekip durdurdu. Issız bir yolun kenarındaydık. Ara sıra geçen arabalar hariç yalnızdık, yalındık, yanıldık belki de.

 

"Benden korkma," dedi, ikimiz de ön cama bakıyorduk ve şimdi çok sakindik, "sana her şeyi anlatacağım ama bana biraz zaman ver. Söz veriyorum anlatacağım."

 

"Daha önce de sözler verdin, hiçbirini tutmadın. Ben senden kopamıyorum ama inanamıyorum da..." yüzümü ona doğru çevirdim, o ise bana, gözlerimin içine benim kadar cesurca bakamıyordu. "Ben sana güvenmek istiyordum, hep istedim ama bizi bu hâle sen getirmedin mi zaten? Benim için fazlasın Gökhan," dediğimde, kaşlarını çatarak bana baktı, "fazla gizemli, fazla tehlikelisin."

 

Seslice yutkunup, kirpiklerini sıkça kırptı.

 

"Bana hemen neler olduğunu apaçık şekilde anlatmazsan, seni bi' daha affetmeyeceğim."

 

Zorlanıyormuş gibi bir hali vardı. O da anlatmak istiyordu sanki ancak bir şey onu durduruyordu.

 

"Anlatamam," dedi.

 

"Ben de öyle tahmin etmiştim," diyip kapıyı açmaya yeltendim ancak hemen kapıları kilitledi. "Çok güzel, tam sana göre bir davranış. Ne yapacaksın, beni arabanın içinde mi yaşatacaksın?"

 

"Hayır," diyerek arabayı yeniden çalıştırdı ve, "seni eve ben bırakacağım." dedikten sonra yola çıktık.

 

Susmadım. İçim ona karşı fazla doluydu.

"Lütfen Ufuk'a da bir şey yapmaya kalkma."

 

"Ufuk kim? Ufuk abi demek istedin herhalde." diyince, ona yan bir bakış attım.

 

Side eye.

 

"He o, her neyse. Farkındaysan her şeyi sana inat yaptım- ki farkında gibisin - bu yüzden artık kimseye bir şey yapma. Murat'ın böğrüne bir şey saplamak istediğim çok oldu, hadi bana yaptığı şeyden dolayı bunu ona yaptın diyelim - ki yine diyorum, buna inanmadım- bunu geçebilirim. Şöyle bir şey var ki, normal insanlar da aklında çok kez birilerini öldürmüştür. Bu yüzden düşünmek ve yapmak arasında büyük bir fark vardır. Düşünürken günah bile sayılmaz belki, ancak harekete geçtiğinde katil olabiliyorsun."

 

"Ben katil değilim Esra, ben hiç kimseyi öldürmedim... Murat piçine gelirsek, elimden gelse tecavüzcülerin kökünü kuruturum. Zerre pişman değilim."

 

"Sen o gün, gözünü kırpmadan bıçağı benim gözümün önünde onun karnına sapladığında, ben haklı olarak korktum. Evet, ailem bana hem fiziki, hem ruhen çok kez acı çektirdi ancak hiçbiri bu boyuta gelmemişti. Korkuyorum Gökhan, bunu daha sana ne kadar ifade edebilirim bilmiyorum. Ben dışarıya çıkarken korkuyorum, biri bana saldıracak, bir şey yapacak diye korkuyorum. Belli etmiyorum diye bu korkularım yok olup gitmiyor. Ben her gün bunları yaşıyorum."

 

"Ben de bunları yaşama diye uğraşıyorum. Kimse sana bir şey yapmasın diye dibinden ayrılamıyorum."

 

"Murat bana zarar verdi, sen de ona zarar verirken bize zarar verdin."

 

"Sen ne dersen de, sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim."

 

"Ne kadar sürecek bu böyle? Korumam gibi her yere benimle mi geleceksin?"

 

"Güvende olduğuna emin olana kadar."

 

"O ne demek şimdi? Neden güvende olmayacak mışım ben?"

 

Bu defa sustu ve bu sorumu cevapsız bırakınca kızdım.

 

"Sevmek böyle bir şey mi Gökhan? Sevmek sevdiğini üzmek midir?"

 

"Hayır, aksine... Sevmek, sevdiğinin iyiliği için uğraşmaktır. O mutlu olsun diye çabalamaktır. Onun güzel bir geleceğinin olmasını istemektir... Bensiz olsa bile, güzel bir geleceğin olacak. Hayatını kendi ellerimle inşa edeceğim."

 

"Benim için bir şey yapmana gerek yok, zaten gideceğim buradan. Artık beni kimse bu şehirde tutamaz."

 

O bana baktı, ben ise yola.

Yollarını gözlediğim o ayları henüz unutmamıştım.

Keşke özür dilendiğinde kalp tamir olabilseydi.

Keşke tüm yaşadıklarımız bir kabustan ibaret olsaydı ve nisanlandığımız o güzel güne geri dönebilseydik.

Ama olmayacak, biliyorum.

 

Hiçbir dileğim kabul olmadı şimdiye kadar. Olanlar da kılçık diye boğazıma takıldı.

 

Şansımı si-

 

Evin önüne gelince durdu. E tabii nişanlıydık, biz ayrılmış olsak da kimse bimiyordu. Cemile ablanın pencereden baktığını gördüm. Arabanın içinde ışık yandığı için inmekten vazgeçip Gökhan'a doğru döndüm ve yanağından öpmek için ona yaklaştım.

 

Tam bu an yüzünü bana doğru çevirince dudaklarım dudaklarının kenarına değdi. İkimiz de birkaç saniye şaşkın halde birbirimize baktık. Yanaklarım ısındı. "Kusura bakma," dedim, "Cemile abla buraya bakıyordu, yüzümüz asık ayrılmayalım." diyip gülümsemeye çalıştım.

 

"Önemli değil," dedi, ancak sesi ne soğuktu ne de sıcak, "istersen mahallede biraz dolaşa da biliriz, benim için sorun değil."

 

Bu defa o bana doğru yaklaştı ve ben gözlerimi kocaman açarak dona kalmış halde, onun benim dudaklarımın kenarına bir buse kondurup geri çekilmesini izledim. O küçük öpücük, o bakışlar ve genzime dolan kokusu bünyemi yine altüst etti.

 

Şeker gibi, zararlı ama çok tatlı.

 

"Ben geleyim, yani şey ben ineyim, gideyim, görüşürüz... Yani görüşürüz derken, mecazen, görüşmesek daha iyi."

 

Benim adım neydi?

 

"Ama o zaman da, bu çift neden aynı mahallede yaşadıkları halde buluşmuyorlar demezler mi?" diye sordu.

 

"Bilmem, derler mi?"

 

"Derler."

 

"O zaman ne yapalım, haftada bir filan buluşuruz. Yani mahalleden beraber çıkarız."

 

"Haftada bir az, ben seni her gün görmek isterim."

 

"Efendim?"

 

"Yani beni biliyorlar sonuçta, haftada bir sanki dargınmışız gibi..."

 

"Değil miyiz?"

 

"Değiliz Esra."

 

Adım Esra imiş vay emmanuel.

 

"Değilmişiz gibi yapacağız, tamam anladım. O zaman ben akşamları gelirim dükkana, biraz oturur kalkarım. Bu konuyu da hallettiğimize göre ben artık eve gidiyorum."

 

"Görüşürüz."

 

"Görüşürüz."

 

Kapıyı açıp aşağıya indiğim an göğsüm öyle bir acıdı ki... Galiba uzun süre nefesimi tutmuşum. Farkında bile değildim.

 

Arkama hiç bakmadan apartmana girdim ancak arabasının sesini dinledim. Durup asansörü dinlerken elimi deli gibi çarpan kalbimin üzerine koydum. "Lütfen sus, sen bana engel oluyorsun. Hâlâ onun için atıyorsun diye mantıklı davranamıyorum."

 

Asansör açılınca girip sırtımı asansörün duvarına yasladım. Kapı tam kapanacak ken biri eliyle tuttu ve içeri girdi.

 

Şaşkınlıkla dudaklarım ve gözlerim kocaman açıldı. Düğmeye basarak asansörü zemin katta durdurdu ve kapıları kapattı.

 

"Gökhan?"

 

Dudaklarımdan firar eden o şaşkınlık nidasi daha bitmeden dibime kadar girdi ve ellerini yanaklarıma koyarak eğilip dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Öyle uzun soluklu bir öpücüktü ki, bir an bitmeyecek ve nefessiz kalacağız diye düşündüm. Tutkulu bir öpücük değildi bu, öpüşmedik. Sadece koklayarak, uzunca hasret dolu bir öpücük kondurdu dudaklarıma.

 

Geri çekilip gözlerime baktı. Yanaklarımdan sıyrılan elleri yanına düştü önce, sonra asansörün kapısını açtı ve geri geri çıktı. Hiç bir tepki veremeden düğmeye dokundum, sadece o kapılar bir an önce kapansın istedim. Bana öyle güzel bakmasına daha fazla katlanamadım.

 

* * *

 

Bugün sondan bir önceki gündü.

Yani çıkmak istediğim o yere son iki basamak kaldı.

Tuana ve ben bilgisayarın başında, sonuçlarıma bakmak üzereydik. Öne onunkine baktık, sırf aynı üniversiteye gidelim diye aynı üniversiteyi ilk seçenek olarak yazdık. Beraber Ankara'ya gitme planlarımızın suya düşüp düşmeyeceğini tam da şu an öğrenecektik.

 

"Ben bakmayacağım," diyerek yan tarafa oturdum, Tuana bilgisayarın önünde kaldı. "Gerçekten elim ayağım titriyor, sen bak da söyle hadi."

 

"O zaman önce kendiminkine bakıyorum," dedi. Yüzüne cesaretle ve merakla baktım. "E n'oldu? Dondun mu kız?"

 

Gözlerini kocaman açarak bana baktı ve sesi titreyerek, "Esraaaa," dedi. "N'oldu? Kızım söylesene!" diye bağırdım ve dayanamayıp ekrana baktım. Gördükten sonra Tuana'ya baktım ve bu haline hak verdim.

 

Bir anda ayağa kalktık ve birbirimize öyle bir sarıldık ki, böyle bir sarılma görülmemiştir. Bu bir zafer sarılması gibiydi. "Kazandım mı yani?" diye sordu gözyaşları içinde, benim duygusal kekim. "

 

"Kazandın kardeşim, kazandın. Kendi gözlerinle gördün ya, kazandın Tuana. İnekliğin bir işe yaradı."

 

Birbirimizden ayrılıp tekrar sandalyelere yerleştik ve ben yine ekranı göremeyecek şekilde otururken, Tuana gözyaşlarını silerek bilgisayara baktı.

 

"İnanamıyorum ya, Ankara Hukuk kızım! Hayalimdi bu benim! Bizimkiler hiç bir şey diyemeyecek, bak gör!"

 

"Şaka mısın Tuana? Benim evladım hukuk kazansa taht yaptırır burdan Ankara'ya tahta taşıtırım. " Dediğimde güldü, "Ha şöyle, gül biraz ya. Merak etme, gönderirler kızım. Hukuk ya bu, topladığın puana bak, hak ettin."

 

Burnunu çekerek, "Seninkine bakıyorum şimdi," dedi.

 

Ondan sonra beni bi' ağlama tutti, beni bi' ağlama tutti.

 

"Bak artık, sabrım kalmadı."

 

"Tamam ya..." baktı, göz bebeklerinde ekranı görmeye çalıştım ve yüzümü buruşturup, oturduğum yerde istemsizce kendimi sıktım. Tuana'nın gözleri kocaman açıldı, sonra da çenesi yere düştü ve bir robot gibi kafasını bana çevirince irkildim.

 

"Tövbe bismillah, çarpıldın mı kız? N'oldu? Söylesene!"

 

"Kanka..."

 

"Tuana söyleee!"

 

"Ankara diyor bu da ya, ODTÜ diyor, bilgisayar diyor, mühendisi diyor. Vay anasını avradını sayın seyirciler."

 

"Ne diyor? Ne diyor? Ya ver şunu!" diyip bilgisayarı kendime doğru çevirdim ve okudum. Tuana'nın söylediği kelimeler gözlerimin önünde bir anda birleşince, seslice fısıldadım. "Harbiden, ODTÜ bilgisayar mühendisliği. Ama ben bunu yazmamıştım ki, aynı üniversiteyi yazmamış mıydık biz?"

 

"Kanka bilmiyorum, ben de bunu yazdığımızı hatırlamıyorum."

 

Sevinemedim bile. Çünkü biz bu üniversiteyi, bu fakülteyi yazmamıştık. Buna emindim.

 

Düşünürken aklıma Gökhan geldi ve hemen telefonumu cebimden çıkardım.

 

Patron

Son görülme dün 21:06

 

Ben: Gökhan

 

Patron

Çevrimiçi

 

Patron

Yazıyor...

 

Yerim.

 

Patron: Efendim

 

Ben: Dükkanda mısın?

 

Patron: Yok, evdeyim. Bir şey mi oldu?

 

Ben: Konuşmamız gerek, hangi evdesin?

 

Patron: Mahalledeki, geleyim mi?

 

Ben: Yok sen gelme, ben geliyorum.

 

Görüldü.

 

Patron

Çevrimdışı

 

Başımı telefondan kaldırıp hâlâ gözlerini ovalamakta olan Tuana'ya baktım ve gülümseyerek ayağa kalkıp, başını öptüm. "Kıyamam, ağlama sen. Ben Gökhan'a gidiyorum, sen de gel. Bizimkiler sorarsa size gidiyorum diyeceğim."

 

"Tamam, ben de gidip bizimkilerle konuşayım."

 

Beraber asansöre binerken, "Ne söylerlerse bana haber ver." dedim. "Mesajla yaz, müsait olursan ara."

 

Beraber bizim apartmandan çıkıp onların apartmanına girdik. Tuana asansörden indikten sonra ben düğmeye bir kez daha dokundum.

 

Asansörden indiğimde Gökhan'ın kapıyı benim için hafif aralık bıraktığını gördüm. İçeriye girip kapıyı kapattım. Uykudan yeni uyanmış gibi bir hali vardı. Altında gri eşofman altı, üzerinde son anda geçirmiş gibi yamuk duran bir siyah tişört vardı. Saçı başı dağınık, gözleri şişmişti. Bu hali fazla tatlıydı.

 

"Merhaba," diyerek ona yaklaştım. Koltuğun arkasına yaslanıp, elleriyle yüzünü gözlerini ovuşturdu.

 

"Hoş geldin, n'oldu?"

 

"Benim seçimlerime ODTÜ'ni sen mi ekledin?"

 

"Evet."

 

"Hayret itiraz etmedin."

 

Kaşlarını "buna itiraz edemem" der gibi kaldırıp indirdi.

 

"Neden böyle bir şey yaptım?"

 

"Baktım sen bu vizyonsuzlukla dışarıda kalacaksın, ben de mecburen müdahale etmek zorunda kaldım."

 

"Vizyonsuz mu? Bak seni döverim!" Diyip göğsüne yumruğumu savurdum ancak sinek ısırmış gibi bir tepki verdi.

 

"Dövsen de bir ayılsam."

 

"Ne biliyordun sanki oraya gireceğimi? Atmışsın tutmuş aferin."

 

"O puanla umarım hukuk, tıp filan düşünmüyordun?"

 

"Düşünüyordum, n'olmuş puanıma?"

 

Hafifçe gülerek, "Daha n'olsun?" diyince omzuna vurdum.

 

"Gülme ya! Ne gülüyorsun? Hayret bir şey!"

 

"Şikâyetçiysen seni başka bir üniversiteye aldırayım, mesela Ankara Hukuk." diyip göz kırptı.

 

Ona sinirli bir bakış attım.

"Aman her şeyi de bil, hep de bizi dinle. Yavrum senin başka işin gücün yok mu?"

 

"Yavrum mu?" diyerek yaslandığı yerden kalkıp doğruldu ve kolumdan tutup bir çırpıda kendine çekince birbirimize tosladık. Bana öyle eğilip de yakından bakınca, cesaretim yine tuzla buz oldu. "Yavrum, kalacağımız ev bile hazır. Böyle küçük şeylerle kafanı yormaya değmez."

 

Sertçe yutkundum.

"Kal- kalacağımız ev... derken?"

 

"Bana artık öpmek yetmiyor Esra," dedi ve iç çeker gibi bir nefes verdi, "şu nikahı kıyalım artık, bak uzadıkça herkes şüphelenecek."

 

"Lan böyle diye diye her gün görüştük, sen yakında el alem kısır demesin hadi çocuk yapalım da dersin!"

 

"Bu benim aklıma neden gelmedi, sağol fikir için." dedi beni gıcık etmek ister gibi.

 

"Çok kötüsün, biliyorsun değil mi?"

 

"Biliyorum, biliyorum... Onu bunu bırak da, üniversiteyi kazanmışsın, bu gece bunu kutlamayalım mı?" diye sorduğunda,

 

dudaklarımı kıvırdım. "Pes yani, pes."

 

"Bir gün bana dayanamayıp pes edeceğini biliyordum," diyip kollarını iki yana açtı.

 

"Rüyanda," diyip geçip koltuğa oturdum. "Sen var ya, hayatımda gördüğüm en gıcık insansın!"

 

"Ben de seni seviyorum, ne içersin?" diyerek mutfağa doğru gittiğinde, arkasından garipseyen bakışlar attım.

 

"Bin di sini siviyirim, hödük!"

 

Durup arkasını döndü.

"Bir şey mi dedin?"

 

"Evet, hödük dedim."

 

"Ha, doğru duymuşum o zaman." diyip önüne döndüğünde, sessiz bir çığlık attım.

 

"Gıcık herif. Dızcı ya, adam hayatımı dızlıyor."

 

"Hayatım ne içersin?" diye bağırdı mutfaktan. Kuru kuru ağladım.

 

"Zıkkım getir!"

 

"Var, getiriyorum şimdi."

 

Başımı kaldırıp yukarı baktım. Tavan bayağı yüksekmiş. Bir de kendime baktım, boyum 1.70 vardır. İpi ve sandalyeyi de de hesaba katarsak, olur bu iş olur.

 

"Bensiz sıkılmadın değil mi?" diyerek gelip, bir bardak buzlu vişne suyunu bana uzattı, kendisi de yanıma oturup kolunu omzuma attıktan sonra elindeki bardaktan yudumlar alarak pencereden dışarıya baktı. "Diyorum ki, senin dolabını şu pencereyle karşılıklı mı koysak? Hani giyinip soyunurken o tarafta gitmemiş olursun, hava da sıcak. Sırf seni düşündüğüm için diyorum yanlış anlama."

 

"Orada soyunursam sadece sen değil tüm apartman görecek beni. Sakat mısın?"

 

"Evet," diyerek kaşıyla gözüyle göğsüne işaret etti.

 

Beraber kol - omuz halinde oturmuş bir manzara misali bizim apartmanı izlerken, buzlu vişne sularımızdan yudumlayarak sakin sessiz ve bir o kadar da garip dakikalar geçiriyorduk.

 

"Gerçekten orda benimle aynı evde mi yaşayacaksın?"

 

"Evet yavrum."

 

"Peki oranın tavanı yüksek mi?"

 

"Evet, niye sordun?"

 

"Hiç öylesine..."

 

 

 

Loading...
0%