Yeni Üyelik
61.
Bölüm
@hadizade

 

 

Yeni bir hayata başlamak sandığım kadar kolay değilmiş. Hele ki, arkanda birilerini bırakıyorsan...

 

Giray, ben ve Tuana, uçaktan inip, taksi ile Gökhan'ın bizim için önceden hazırlattığı eve geldik. Ev, benim gideceğim orta doğu teknik üniversitesi ile, Tuana'nın gideceği Ankara üniversitesinin tam ortasında kalan bir bölgede yerleşen bir binada imiş. Giray bavullarımızı indirir ken, Tuana ona yardım ediyordu. Ben ise onların yanına gitmeyip, sessizce ettikleri sohbeti bölmemek adına binanın önünde durup etrafa bakındım.

 

Ankara'nın kasvetli bir havaya sahip olduğunu duymuştum hep ve şimdi görüyorum ki, bu doğruymuş. Ailemden ayrılıp burada ayrı eve - üstelik en yakın arkadaşım olan Tuana ile birlikte - çıktığım için ve onlardan, bana olan zorbaca davranışlarından uzakta olacağım için mutlu olmam geremiyor muydu?

 

O gece Gökhan'ın gözlerindeki, sesindeki yorgunluğu soludum ve her zamankinden çok daha garip geldi gözüme. O her zaman takım elbise giyen, insan içinde gülmek nedir bilmeyen, deli gibi araba kullanan ve her daim gizemini korumayı başaran adam değildi sanki, bir ân, dizlerime başını koyan, başka bir erkekmiş gibi hissettim. Sabah yeniden eski haline döneceğini bile bile - nitekim döndü de - yine de birkaç dakikalik mutluluk yaşadım.

 

Onu affedemiyor ama sevmeye devam ediyordum. İhanet de etmedim. Hatta o, altı aylığına beni bırakıp gittiğinde bile... Ben onu, içimdeki sevginin hatırına affetmiştim. Ama sonra, Murat'ın söyledikleri karşısında susması, ben öyle bir şey yapmadım, dememesi beni yıktı. Nasıl korkmayabilirim ki?

 

Her şeyin mantıklı bir açıklaması olmasına çok ama çok ihtiyacım var ve Gökhan sadece susuyor.

 

''Kız Esra!' diye bağıran Tuana, bir kez daha kulaklarımı o müthiş sesi ile çınlatmayı başarıyor. ''Daldın yine!'' Tam önümde durmuş, daha yeni farketttim. Etrafa bakındım, Giray bavulları içeri taşımış, taksinin yerinde yeller esiyor ve ben heykel gibi dikilip kalmışım. Tuana elini omzuma oydu. ''Merak etme, vallahi gelecek gocan, billahi gelecek. Hadi içeriye gecelim, hadi.''

 

Yüzüme doğru sıkıntıyla soludum.

''Biliyor musun, bazen aynı annen gibi oluyorsun.'' diyip apartmana girdim.

 

Asansörün önüne geldiğimde, Tuana arkamdan bağırıyordu.

''O ne demek şimdi?''

 

''Annen de meraklı, ondan dedim.''

 

''Haa, tamam. Doğru meraklıyız ama birazcık yani, abartma sen de.''

 

Asansörün düğmesine bastım basmasına ama kaçıncı kat olduğunu bilmiyordum ki. Beş katlı, nezih bir semtte idi apartman. Üstelik çok sessizdi.

 

''E biz hangi kata çıkacağız? Giray söylemedi mi?''

 

Giray diyince bile Tuana'mın yanakları al al oldu. ''Sordum beyefendiye, o da dedi ki, Tuana hanimefendiciğim, beşinci katta sizi bekliyorum... Ama sizi derken, saygıdan mı söyledi, yoksa ikimizi de mi kastetti, işte onu bilmiyorum...''

 

Bunları anlatırken yüzündeki ifade ve bedenini kıvırarak, cilveyle anlatmasına gülmeden duramadım. ''İstersen ben biraz dışarıda dolanayım, siz de rhat rahat...''

 

''Tövbe tövbeee!'' dedi Tuana, gözlerini kocaman açarak.

 

''Yani konuşun, tanışın anlamında dedim. Senin de için fesat kızım!''

 

''O konuda Göthan amcayı kimse geçemez.'' diyip saçlarını savurarak asansöre girdiğinde, arkasından ağzım açık hâlde baktım.

 

Asansör kapanmadan içeriye girdim, Tuana düğmeye bastı.

 

''Gökhan'ın adı çıkmış dokuza, inmez sekize... Kaç kere baş başa kaldık ama adam kendini tuttu. En son aylar önce nişan gecemizde, sadece bir kez oldu, o da sevişme sadece...''

 

''Biliyorum ya, anlattın ya zaten. Eniştem adamdır,'' diyip elimi eline aldı ve baktı. ''Yüzüğe bak, kafffam kadar!''

 

''Gökhan gelecek mi sence?''

 

Tuana cevap veremeden asansörün kapıları açıldı, tam karşımızda Giray'ı görünce susup gülümsedik. ''Ben de size bakmaya geliyordum, yanlış kata çıktınız sandım.'' dedi.

 

Beraber asansörden çıkıp, Giray'ın arkasından evin kapısına kadar yürüdük. Tuana cevap verdi. ''Biz aşağıda biraz sohbete daldık, kusura bakma.''

 

Hemen atladım. ''Tuana dedi Giray'ı bekletmeyelim diye ama benim suçum.''

 

Tuana bana ne yapıyorsun, der gibi baktı. Göz kırptım.

 

Giray anahtarıyla kapıyı açıp içeriye girdi, Tuana da onun ardından. Ben ise kapının üzerinde yazan numaraya takılıp kaldım. 6 numara. İçime nedensiz bir huzur çöktü ve ben de içeriye girip kapıyı kapattım.

 

Evi gezmeye başladım, Giray, ikimize de evi gezdirerek banyo, mutfak gibi odaları gösterip, ev ile ilgili birkaç tüyo verdi. Ev iki oda bir salondu, fakat odaları büyük ve ferahtı. Pencereler büyüktü ve ben büyük pencereleri çok seviyordum.

 

Gerçi odamın küçük penceresinin manzarası o kadar güzeldi ki, buna çok önem vermiyordum. Sonuçta doğrudan Gökhan'ın evine bakan bir pencerem vardı...

 

Ev sade ve genel olarak açık renklerle döşenmişti. Salonda köşeye koyulmuş açık krem rengi geniş bir L koltuk vardı. Zaten koltuk grubu olsa sanırım buraya sığmayacağı için, bu en doğru seçim olmuştu. Önünde ahşap, dikdörtgen, fazla büyük olmayan bir sehpa ve tam karşıda duvara monte edilmiş bir LCD plazma televizyon. Perdeler koltukla aynı renkti ve evin geneli bu renklerle döşendiği için oldukça ferâh bir his veriyordu.... Belki de... Sadece, daha özgür ve daha huzurlu hissettiğim için böyle geliyordur. Bilmiyorum. Kocaman bir evde mutsuz olmaktan ise, böyle iki oda bir salon şirin bir evde mutlu olmayı tercih ederim.

 

Giray Tuana'ya odasını gösterdi, odalarımızın kapıları yan yana idi ve iki kapı da salona açılıyordu. Tam karşıda bir amerikan mutfağı bulunuyordu. Koltuğun hemen sol tarafında kalan büyük cam kapı ise balkona açılıyordu ve bu büyük pencere ve kapı sayesinde salon epeyce ışık alıyordu.

 

"Buraya bayıldım," dedi Tuana, kendi odasından çıkar ken. Giray bavulunu odasına kadar taşımıştı ve benim bavulumu da kapımın önünde bırakmıştı. Ne kadar da düşünceli bir beyefendi.

 

"Ben de bayıldım, her şey çok güzel ve kim döşemişse çok zevkli biri."

 

"Eşyaları ben seçtim," dedi Giray, "Gökhan abinin vakti olmayınca."

 

"Çok güzel olmuş, eline sağlık ve çok teşekkürler. Bizim için işinden gücünden kaldın." dedim.

 

"Aman estağfurullah, ne demek? Gökhan abi rica etti, ben de kıramadım."

 

Tuana hemen araya girip, "Rica ettiğine emin miyiz? Kesin emretmiştir." diye bağırdı içeriden.

 

İkimizin de yüzünde gülümseme oluştu, çünkü bunun doğru olduğunu bilecek kadar iyi tanıyorduk Gökhan'ı.

 

Giray, "Dolap boş, ben bir alışverişe çıkayım," diyerek evden çıktı.

 

Ben de bavulumu alıp odamın kapısını açtım. Odamın içi de aynı salon gibi ferah döşenmişti ve pencerem açıktı, krem rengi tül perdeler uçuşuyordu. Kapıyı kapattıktan sonra perdeler eski halini aldı. Bavulu kapı önünde bırakıp ilerledim ve yüzüm pencereye gelecek şekilde yatağa oturup, bir süre dışarıya baktıktan sonra geriye yattım. Yatak, bana dünyanın en yumuşak yatağı gibi geldi. Sanki altımdaki bir yatak değil, bir bulut idi ve evin kokusu, huzuru, bana bambaşka duygular yaşatıyordu.

 

Alışma süreci gariptir; kimi zaman çok can yakar, bıktırır ve berbat hissettirir, kimi zaman da, her şeyi silip atacak kadar huzurlu hissettirir.

 

Öz ailem olmadıklarını bilmesem ve bana bir yükmüşüm gibi davranmasalardı, belki şu an böyle iyi hissetmezdim. Sonuçta, hangi genç, onu seven, sayan bir aileden kaçmak ister ki?

 

Üstelik, ben onlardan kaçmak için, gencecik yaşımda nişanlanmayı bile kabul ettim. Halbuki daha önce sorsalar, erken evliliğin çok kötü bir şey olduğunu avazım çıktığı kadar haykırırdım.

 

Ama hayat, bazen bizi doğrularımızla da sınar ve onların elimizde olmadan da değişebileceğini kafamıza vura vura öğretir.

 

***

 

İlk gün yeni eve yerleşme ve alışmaya çalışmak ile geçti. Ertesi sabah gözlerimi açtığımda, gece açık bıraktığım pencereden içeriye giren hafif meltem perdeleri usulca oynatıyordu. Hemen elimi yastığımın altına sokup telefonumu çıkardım ve sırt üstü yatıp bildirimlerime baktım.

 

1 yeni mesaj;

 

Patron: Günaydın :)

 

Nihayet hatırladın.

 

Ben: Günaydın.

 

Ben alışmıştım onun mesaj attığımda hemen bakmasına ve tabiri caizse beni rahatsız etmesine. Eskiden rahatsız olduğum şeylerin tiryakisi olmuşum. Bedenim Gökhansızlık sendromuna yakalanmış olabilir.

 

Dakikalarca yatakta yatıp ekrana baktım. Ekran süresi birkaç defa dolmasına rağmen ekrana dokunup tekrar beklemeye devam ettim. Yok, bakmıyor işte. Aklıma annemin sözleri geldi. Acaba ona karşı soğuk davranmamdan bıkıp, başkası mı buldu?

 

Saçmalama Esra. Gökhan odundur, öküzdür, hödüktür, mağara adamıdır falan ama yine de sadık adamdır vesselam.

 

İyi ki, iç sesimi okuyamıyor. Bi' burda rahat konuşabiliyorum.

 

Dakikalarca, belki de yarım saat kadar yatakta oyalandıktan sonra nihayet kalkmayı başardım. Üzerime eşofman altımı ve gri, önü düğmeli tişörtümü giyinip, saçlarımı tepede dağınık bir topuz yaptıktan sonra odadan çıktım. Hemen koltuğa baktım. Battaniye katlanıp özenle bırakılmış, ortalık derli toplu. Bu Giray gerçekten de temiz titiz birine benziyor.

 

Tabii dün gece salonda yattı, çünkü iki yatak odamız var ve onları da kızlar olarak biz kaptık.

 

Gökhan gelince o nerede yatakacak acaba?

 

Koltuğu açar kardeş kardeş uyurlar artık, çünkü yanıma yatmayı rüyasında görür.

 

Sabah bir uyanırım derim ki ben hamileyim, hamileyim ben.

 

Esneyerek mutfağa doğru giderken bir anda duyduğum gülüşme sesleri ve ardından Tuana'nın, "Yaa saçmalamaa," cilvesi, beni olduğum yere sabitledi. Omzumun üzerinden arkaya doğru dönüp onun kapısına baktım. Önüme dönüp Giray'ın uyuduğu koltuğa ve tekrar Tuana'nın kapısına. Tekrar koltuğa, tekrar kapıya ve gözlerim kocaman açıldı.

 

"Lan!" diyerek odaya bir daldım, Giray bir sandalyenin üzerinde, Tuana da yanında. "Ne yapıyorsun siz burda?"

 

Giray elindeki ampülü gösterdi, "Gece ampül patlamış da, onu değiştirmemi istedi... Günaydın."

 

Çatık kaşlarımın altından bir ona, bir Tuana'ya bakarken, "Hmm, iyi. Öyle olsun. Bu kapı açık kalsın." diyip odadan çıktım.

 

"Tamam anne!" dedi Tuana arkamdan. Sırıtarak mutfağa doğru ilerledim.

 

"Vallahi kusura bakma Tuanacığım ama benim gibi hata yapmandan korkuyorum. Neler geçti aklımdan tövbe tövbe..."

 

Hayır, Gökhan ile yaşadıklarımızı hata olarak görmüyordum, ama bu hâlâ bir aradayız diye. Ya ayrılmış, kopmuş olsaydık tamamen? Yine de aynı fikirde olur muydum? Elbette hayır. İlklerimi çalan adamın yanımda olmasını istiyorum. Belki de sadece bu yüzden onu defalarca affetmişimdir.

 

Hâl böyle olunca, ona hissettiğim duygunun sevgi, aşk ya da başka bir şey mi olup olmadığını sorguladım çok oldu. Sanırım bunun için biraz daha zaman geçmesi lazım. Annem, "üniversitede öyle insanlar tanıyacaksın ki, erkenden Gökhan ile nişanlandığına bin pişman olacaksın," demişti. Bir anlam veremedim.

 

Sanki Gökhan ile apar topar nişanlanmamızı sebebi kendileri değilmiş gibi davranmıyorlar mi bir de... Hayret ediyorum.

 

Ben de isterdim normal bir hayatım olsun, sevgilim ile vakit yaratıp buluşalım ve sonra beni eve bıraksın. Ama her şey istediğimiz gibi gitmiyor ve sonucu çoğu zaman yanlış evlilikler, boşanmalara kadar gidip çatıyor...

 

***

 

Telefonuma bir bildirim düştüğünde, Tuana, ben ve Giray kahvaltı masasındaydık. Giray ve Tuana aynı anda benim telefonuma ve yüzüme baktılar. Çünkü üç gündür Gökhan'dan haber alamıyoruz.

 

Hemen telefonu elime aldım ve ekranı açtım. Bizim Patron'dan bir yeni mesaj var.

 

1 yeni mesaj:

 

Patron: Buradaki işlerimi hallettim sayılır, yarın oraya geliyorum.

 

Mesajı içimden okuduktan sonra gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Huzura kavuştum sanki. Bir an gelmeyecek diye ödüm kopmuştu.

 

Tuana, "Ne oldu?" diye sordu hemen.

 

"Galiba Gökhan yarın geleceğini haber verdi," dedi Giray.

 

Bir anda ikimiz de şok içinde ona baktık.

 

"Ne yani, senin haberin var mıydı yarın geleceğinden?"

 

"Evet," dedi Giray, "Ama öyle bakmayın bana, Gökhan abi söyleme dedi. Kesinleşince ben kendim haber veririm dedi."

 

"Öyleyse tamam," diyip telefonuma döndüm.

 

"Aşk olsun," dedi Tuana.

 

"Olsun," dedi Giray.

 

Başımı kaldırıp onlara baktım. Tuana sırıtıyor, Giray da kızaran yanakları ile tabağı ile ilgilenirken gülümsüyordu.

 

"Siz fazla şey yapmayın da, önce bir bi' şey yapalım." dedim.

 

Tuana gözlerine kocaman açarak bana baktı. "Ney yapmayalım?" Giray da kızaran yanakları ve kocaman açtığı köyü renk gözleri ile bana bakıyordu.

 

"Anladınız siz," dedim. İkisi de kızardı bu sefer.

 

Ben: Üç gündür neredesin sen? Bir mesaj atmak, haber vermek çok mu zor?

 

Çok mu sitemli yazdım? Hayır, fazlasını bile hak etti.

 

Ben: Ben sana üç gün yazmasam ortalığı bir birine katarsın ama aynısını sen yapınca sorun olmuyor yani?

 

Ben: Ben senin bu ortadan kaybolmalarından çok sıkıldım Gökhan.

 

Sana ne yapacağımı çok iyi biliyorum.

 

 

Loading...
0%