Yeni Üyelik
65.
Bölüm
@hadizade

***

 

Bir gece düşün, hem en rahatsız, hem de en rahat hissettiğin gece. Uyuduğun, kâbus görmediğin ama cehennem gibi hissettiren bir gece.

 

Kirpiklerimi yavaşça araladığımda, hemen yanımda bir sıcaklık vardı. Elim, onun çıplak göğsünün üzerindeydi. Çarşaf belimizin altındaydı. Çırılçıplak yatıyorduk onunla. Uyuyordu. Sırtüstü yatmış, yüzünü diğer tarafa çevirmişti ancak kolu benim altımda kalmıştı. Başım, hemen omzunun üzerinde idi ve boynum tutulmuştu. Elimi yavaşça göğsünden kaldırdım. Dün gece olanlar beynimde birer birer canlandı.

 

Onu rahatsız etmemeye çalışarak yataktan kalkıp, çarşafı onun üzerine kadar çektim. Yerde ve yatağın kenarında duran kıyafetlerimi toplayıp giyindikten sonra dönüp ona baktım. Vücudumda şimdi sadece zevk veren sızılar vardı. Onun bende bıraktığı, pişmanlık duymadığım izler ve sızılar.

 

Parmak uçlarında dolaptan uzun kollu krem rengi bir tişört ve gri eşofman altı ile iç çamaşırlarımı alıp, banyoya geçip kapıyı kapattım. Kıyafetlerimi bıraktıktan sonra kendimi sıcak bir duşun altına attım. Kasıklarıma ince sızılar saplanıyordu, sıcak su tenime değdikçe boynumu ve göğüs uçlarımı sızlatıyordu. Gözlerimi kapatınca o anlar zihnimde birer birer canlandı. Hızlanan kalp atışlarım ve beraberinde gelen heyecan ile alt dudağımı ısırdım. Neler yapmıştık öyle?

 

Bir ânda oldu, bir gün bizi bizim bile durduramayacağımızı biliyordum.

 

Banyodan çıkıp kıyafetlerimi giydim. Saçlarım temiz oldugu için yıkamamayı tercih ettim, çünkü üşüyordum. Saçlarımı tepede ev topuzu yapıp, dişlerimi de fırçaladıktan sonra yüzüme bir sabah, bir gece sürdüğüm nemlendiriciyi sürdüm. Bilmiyorum, belki de anksiyete ile böyle başa çıkıyorum. Biraz olsun rahatlatıyor.

 

Banyonun kapısını yavaşça aralayıp içeriye, yatakta yatmaya devam eden Gökhan'a baktım. Evet, o benim için hâlâ Gökhan. Hele dün gece, bana dokunan kişi Gökhan idi. Bunu hissettim. Dibine kadar hissettim hem de.

 

Nedense şuan onun yüzüne bakmak istemiyordum, uyandırmamaya çalışarak parmak uçlarında odadan çıkıp salona geçtim. Giray koltukta uyumaya devam ediyordu. Sanırım çok erken kalkmıştım. Duvardaki saate baktım, saat daha altıymış.

 

Acaba sesleri duydular mı?

 

Tuana zaten gördü, büyük rezillik! Yüzlerine nasıl bakacağım bilmiyorum...

 

Davlumbazın ışığıyla suyu koyup, bir sandalyeye yerleştim ve alacakaranlık olan salona doğru baktım. Bakışlarım burada olsa da, zihnim bambaşka yerdeydi. Hani, sana kötülük yapana bir şey olunca "oh" dersin ve sonra o kişiyle yaşadığın sadece güzel ânılar aklına gelir ve pişman olursun ya, bu kendimize verdiğimiz bir cezadır. Beynimizin bize biçtiği cezâ. O kadar nefret ederken, nasıl bu kadar içim yanabiliyor? Yıllarca babam, annem ve abim dediğim kişilerin, önce bir yabancı olduğunu öğrendim; ki hâlâ benim için yaptıklarını eş geçemem. Bana emek vermediler mi? Verdiler!

 

Murat, okumayıp çalışmaya atıldı ve her hafta cebime harçlık koydu. Didiştik durduk ama sevdim onu, bir abi olarak sevdim. Yüzüne bakıp iğrenç sözler söylesem de, içten içe onu herkese karşı savunurdum ben.

 

Annem, her zaman Murat'ı benden daha çok sevdiğini belli etti, ben bunu tipik bir kız erkek ayrımı sanmıştım. Çok çalışır ve başarılı olursam beni de sever sanmıştım. Murat çalışıp eve ekmek getiriyor, bense yeme içme gezme işine bakıyorum diye, onu benden daha çok seviyor sanmıştım.

 

Babam, dünyanın en sakin ama aynı zamanda parladığı ânda yeri göğü inletecek bir adamdı. Sakince durup bekler ancak bir bakışı ile üzerimize baskı kurardı. Hiçbir zaman bana el kaldırmadı, ya da kötü söz söylemedi... Ancak, bir bitkiyi sulamazsan, dönüp de "olsun, en azından dallarımı kırmadı" diyip solmaktan vazgeçmez ki.

 

Şimdi Gökhan çıkmış gelmiş bana diyor ki, bir senedir sana yalan söyledim, ben aslında Efe'yim. Ailen suçluydu ve ben onları içeri attım diyor. Bu durumda ben, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum. Ne hissettiğimi biliyorum. Tam şuan, büyük bir vicdan yükü ve kabullenemeyiş ile bükülüyor omuzlarım. Ancak, o, devletin polisi, beni oradan kaçıran, kurtaran ve parmağımda yüzüğü olan kişi... Kimsin Efe? Ben Gökhan'ı tanıyordum, tanıdığımı sanıyordum. Peki, ya sen kimsin?

 

Tuana'nın odasının kapısı açıldı ve sağ gözünü ovarak dışarıya çıktığı ân beni farketti. Bir anlık kal gelse de, uyumaya devam eden Giray'a ve bana baktıktan sonra doğrudan buraya ilerledi. Sessiz adımlarla tezgâhın diğer tarafına yaklaşıp bir sandalye çekip oturdu. Yüzünü yıkamıştı. Bebek saçları ıslaktı halâ, yüzü hafif kızarıktı. Gözlerinin içindeki kılcal damarlar belirgindi.

 

"Günaydın," dedi oturu oturmaz.

 

Cevap vermedim. Kendi kendine anlasın istedim. Var mıydı öyle hiç bir şey olmamış gibi konuşmaya devam etmek? Bir özür dilemek çok mu zordu?

 

Öylece yüzüne bakmaya devam ettim. "Bir şey demeyecek misin?" Diye sordu.

 

"Bana yabancı birinin ettiği binlerce kelime koymaz da, yanımda olanın gülden ağır her lafı gönlüme dokunur, acıtır, kanatır. Neden bana bu olan kinin? Sadece senin yaptığın binlerce şakanın yanında, sana ufacık bir şaka yapmam mı? Buna inanmıyorum Tuana, buna inanamıyorum."

 

Bakışlarını mahcup bir ifadeyle önüne indirdi ve boynunu omuzlarının içine gömerken, ellerini dizlerinde gezdirdi. "Başka bir sebebi yok," dedi, "aslında öfkem sana değildi ama senden çıktım. Pişman mıyım? Pişmanım. Çok pişmanım hem de ama bu pişmanlığım açtığım yarayı kapatmaya yeter mi, işte onu bilmiyorum."

 

"Neydi seni sinirlendiren o gerçek sebep?"

 

Bir süre susup öylece tezgâhın üzerinde bir noktaya dalıp gitti. Öyle uzaklara dalıp gitti ki, bir ân hiç geri dönmeyecek sandım ama o, çok geçmeden daldığı yerde nefessiz kalmış gibi bir ifadeyle ayılıp başını kaldırdı ve gözlerime baktı yeniden.

 

"Efe sana söylemedi mi?" Dedi.

 

Kaşlarım anında çatıldı. Lütfen, düşündüğüm şey olmasın. Lütfen ama lütfen, Tuana da bu durumu biliyor olmasın!

 

Güçlükle yutkundum.

"Neyi?"

 

Bir süre daha duraksadı. Söylediği her kelimeyi ince eleyip sık dönüyordu sanki yanlış bir şey söylemekten korkuyordu. Mesela, benim henüz bilmediğim bir şeyler.

 

"Mahallede olanları," dedi.

 

"Ne olmuş ki mahallede?"

 

"Hepsi... Yani sizinkiler ve abim, abilerim, Efe hepsini tutuklamış."

 

"Ve sen, bunu bildiğin halde, dün hiç bir şey olmamış gibi davrandın. Öyle mi?"

 

Başını yavaşça aşağı yukarı salladı. "Ama yemine ederim, ben de yeni öğrendim."

 

"Üzülüyor musun Tuana? Müstahak sana! Umrumda bile değil..." Ayağa kalkıp daha yüksek bir tonla devam ettim. "Sen var ya... Kızım daha dün söylediklerini sindiremedim, gelip bana söylediklerine bak! Şimdi özür dilesen ne fayda? Ağzıma etmişsin de haberim yok, kalıyorsan sen kal ama ben gidiyorum!"

 

Tezgâhın etrafından dolanıp kendi odama dönmek için yürüdüğüm sırada, Tuana kolumu tutup beni durdurunca dönüp ona baktım.

 

"Esra hiç bir yere gidemezsin."

 

"Ne demek gidemezsin? Sen mi engel olacaksın bana?!"

 

"Gerekirse evet! Benim yüzümden çıkıp gidecek misin? Nereye gideceksin? Nereye Esra? Bizim birbirimizden başka gidecek kimimiz var?"

 

"Bırak ya!" diyip elini kolumdan ayırıp onu ittim. "Yok bir de göz mü yumayım bu yaptıklarınıza? Ne meraklıymışsın arkamdan vurmaya!"

 

Biraz fazla bağırmış olacağız ki, Giray - yani Samet uyanıp, hemen ikimizin yanına girdi ve, "N'oluyor?" Dedi uykulu sesi ve zar zor açtığı gözleriyle bize bakarak. "Neden kavga ediyorsunuz?"

 

Aynı anda dönüp, "Sen karışma!" diye bağırdığımızda irkildi ve âdeta ayıldı.

 

Tekrar Tuana'ya doğru dönüp, "Seninle bir dakika daha bu evde kalamam!" dedim.

 

"Efe de senden bir sürü şey sakladı, bana böyle söyleyip onunla sevişmesini biliyorsun ama!"

 

Gözlerimi kocaman açarak ona baktım. Bu, bastırdığım öfkemi taşıran son damla oldu. Sağ elimi yukarıya kaldırdım ve tüm öfkemi taşıyan bir tokadı yanağına savurdum. Bu tokat, yanağını kıpkırmızı ederken, yüzünün yan tarafa doğru kaydırıp, onu bir kaç adım geriye doğru yalpaladı ve o, elini yanağına koyarak, dönüp canı yanan bir ifadeyle bana baktı.

 

"Sen haddini yeterince aştın! Yemin ederim elimde kalacaksın!"

 

Samet araya girdi ve omuzlarımdan tutarak beni durdurmaya çalıştı ama yana doğru eğilip Tuana'ya bağırmaya ve ona sözlerimle vurmaya devam ettim.

 

"Sen kendini ne sanıyorsun? Kıskanıyor musun ya Sen beni? Neyim var da, neyimi kıskanıyorsun? Kimi sevip kimi affedeceğimi sana mı soracağım? Ne kadar rezilsin ya!"

 

"Esra dur artık!" dedi Samet.

 

Onu ittim. "Dokunma bana!" Yeniden Tuana'ya doğru dönüp, daha fazla şey söyleyecektim ki, başka bir ses daha yankılandı salonun ortasında.

 

"Neler oluyor burada?"

 

Aynı ânda hepimiz dönüp benim odamdan çıkan Gökhan'a baktık. Altına eşofman altı geçirmiş, siyah bir tişört giymişti. Elindeki gözlüğünü taktı ve çatık kaşlarının altından sızan sert bakışlarını gözlerime çevirdi.

 

Hemen başka tarafa baktım. Daha fazla göz göze kalmak istemedim.

 

Ancak bir sonraki adresim Tuana'nın yaş dolan gözleri oldu. Elini yanağından cekti ve ben yanağının kıpkırmızı olduğunu gördüm.

 

"Sizinle daha fazla kalamam, siz bu evde kalmaya devam edin. Ben gidiyorum!" dedim.

 

Dönüp eşyalarımı toplamak için odama doğru gittim. Ancak tam girişte duran Gökhan - ona böyle demeye alışmışım - çekilmeden bekledi, âdeta yolumu kesti.

 

"Çekilir misin?" dedim gözlerine bakmadan.

 

"Neler oluyor dedim, ne gitmesi?"

 

Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Yüzünde anlamaz ve oldukça sinirli bir ifade vardı.

 

"Bu evden gidiyorum, siz üç yalancı iyi anlaşırsınız birbirinizle."

 

"Ne gitmesinden bahsediyorsun? Bırakır mıyım sanıyorsun?"

 

"Senden izin istemedim! Çekil önümden!"

 

Hafif kenara çekildi ve, "Geç içeriye," dedi. Ben içeriye girerken, Tuana ve Samet'e, "Kimse bir yere gitmiyor, bekleyin." dedi.

 

"Sen öyle san!" diyerek bavulumu çıkardım ve yatağın ayak ucuna koyup açtım. Gözüm bir ânlık dağınık yatağa ilişti ama silkelenip kendime gelerek dolaba yöneldim. Tam bu ân onunla göğüs göğüse çarpıştık ve ben hemen bir adım geriye gidip onun gözlerine baktım.

 

"Beni durduramazsın!"

 

"Bırakmazsam gidemeyeceğini ikimiz de biliyoruz, öyle değil mi?"

 

"Gökhan.... Efe! Çekil önümden diyorum! Yettiniz artık! Sizin gibi yalancı insanları hayatımda istemiyorum diyorum!"

 

Yavaşça bana doğru yürüdü. Ben de geriye doğru çünkü bana yaklaşmasına bile tahammülüm kalmamıştı. Beni yine efsunlamasına izin veremezdim.

 

"Dün olanlar peki?" diyerek usulca bana yaklaşıyordu, ben de kaçıyordum. "Dün yaptıklarımız, onlar yalan mıydı?"

 

"Değildi!" diye bağırdım, "Lanet olsun ki değildi. Ama onların da bir rüyadan ibaret olmasını çok isterdim! En yakın arkadaşımın bu durumdan haberi varmış, peki ya ben? Ne sandın? Ben boşboğazım ve bu durumu öğrenirsem birilerine söylerim diye mi korktun?"

 

"Ben hiçbir şeyden korkmam."

 

Dizlerimin arkası yatağa değdi ve durdum. O da tam önüme gelince arada birkaç santimetre bırakarak durdu.

 

"O zaman niye? Niye söylemedin bana, ha?"

 

"Böyle olması gerekiyordu... Ayrıca Tuana'ya söyleyen ben değildim, Samet anlatmış."

 

"Bak! Onların ortada daha doğru düzgün bir ilişkileri bile yokken anlatmış! Sen benden bunca zaman nasıl sakladın?"

 

"Benim için bunu sana anlatmak kolay değildi, Samet'in Tuana'ya anlatması ile benim sana anlatmam bir mi? Bizim bir ilişkimiz vardı, bizim çokça anımız vardı... Bu operasyondan ben sorumluydum, bir düşünsene... Anlatmadım her şeyi, seni oradan çıkarıp kurtarmak istedim. Bir kerecik bana hak ver, seni kırmış bile olsam, doğru olanı yaptım. Senin iyiliğin için, böyle olması gerekiyordu ve istersen affetme beni, ben bu yaptığımdan pişmanlık duymuyorum. Yine olsa, yine böyle yapardım. Biraz üzülürsün, kırılırsın belki ama hayatın kurtuldu, bunu anladığında beni de anlayacaksın."

 

Dönüp bir hışımla odadan çıktığında ve kapıyı sertçe çarptığında, başımı ellerimin arasına alarak yatağa oturdum. Zaten çok geçmeden dışarıdan sesler duydum ve ayağa kalkıp onun peşinden odadan çıktım.

 

"Beni ilgilendirmiyor, gidiyorsun bir yurt ayarlıyorsun, parası neyse veririz." diyordu Gökhan.

 

Samet, "Bulamadık ya zaten!" diyordu, "Sanki bilmiyorsun abi ya, aradım taradım yok. Benim bu şehirde evim de yok, nereye götüreyim bu kızı?"

 

Tuana koltuğun bir köşesine ilişmiş, gözleri yaşlı onları izliyordu.

 

"Ben anlamam, haddini bilecekti! Ekmek yediği yere pisliyor... Ben bu evi Esra için aldım, onu da Esra seviyor diye bu eve soktum ama benim nişanlıma kimse hakaret edemez. Nereye götürürsen götür umrumda bile değil!"

 

"Öyle olsun," dedi Samet, dönüp Tuana'ya baktı, "Kalk Tuana, eşyalarını toparla. Bu evde bize yer yok anlaşılan."

 

Tuana kalkıp odaya geçerken, "İki gündür tanıdığın kız için bana tavır mı alıyorsun sen?" diye gürledi Gökhan. Samet buna cevap veremedi. "Dışarıya gel lan, seninle dışarıda konuşacağım."

 

Gökhan çıktı, peşinden de Samet ve kapı kapandı. Tuana'nın kapısı zaten kapalıydı ve muhtemelen bavulunu topluyordu. Şuandan sonra ne olacağını kestiremiyordum ancak Gökhan, Tuana'ya en az benim sinirlendiğim kadar sinirlenmişti...

 

***

 

Görüşmek üzere 💜

 

Instagram ve twitter: 1hadizade

 

 

Loading...
0%