@hadizade
|
10:01
"Bırak beni! Bırak diyorum! Namussuzlar! Alçaklar! Pezevenkler! Orrospu çocukları!!!"
Az sonra ayaklarım yerden kesildi ve sürüklenmekte olduğum bahçenin karşısındaki koca malikâneye baktım. Evet, buraya ev demek hakaret olurdu! Can, yine hangi kalantor ile başını derde sokmuştu acaba? Hiç şaşırmıyorum artık ama içimden bir ses, bu defa içerideki kişinin diğerleri gibi affedici olmayacağını söylüyordu.
"Can! Bir şey yap!" diye bağırdım ama onun hâli, benden daha vahimdi. Bu çırpınışlarımın ve bağırışlarımın boş olduğunu ben de biliyor, buna rağmen neredeyse yarım saattir devam ettiriyordum. Artık boğazım iyiden iyiye ağrımaya başlamıştı.
Önden Can sokuldu eve, kapıyı açan hizmetçi kız, bu durumlara alışıktı belli ki, yüzünde en ufak bir yadırgama sezmedim. Hemen ardından ben de içeriye götürüldüm ve beni tutan iki iri yarı adamdan solumda kalanı, hizmetçi kıza, "Kaybol!" deyince, kız hızla uzaklaştı.
Geniş koridordan geçtikten sonra salona inen tekli basamağı da aşıp beni yere fırlattıklarında, tutunacak bir yerim olmadığı için yere kapaklandım. Ellerimle yerden destek alarak doğrulup dizlerimin üzerine oturdum ve etrafa bakındım. Can da iki metre ötemde yerde yatıyordu. Ağzından ve burnundan akan kanlar, üzerinde olduğumuz pofuduk krem rengi halının üzerinde minik bir göl oluşturmaktaydı.
Hemen şöminenin orda duran beyaz gömlekli adamı fark ettim. Oldukça uzun boyunun yanı sıra, dik ve kendinden emin duruşuyla iri kollarını göğsünde bağlamış, simsiyah gözlerini hissiz bir ifade ile Can'ın üzerine kitlemi iti. Oldukça açık renk olan teni, simsiyah kaş, göz ve kirpikleri birbirine zıttı. Koyu pembe ve çatlak olan dudaklarını büzmüş, ağzını sakız çiğniyormuş gibi belli belirsiz kıpırdatıyordu. Siyah saçlarının yanları kazınmıştı ve yeni tıraş olmuş gibi görünüyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, beklediğimden çok daha sakin ama bir o kadar da korkutucu bir hali vardı.
Fakat, tek bir kelime bile etmeden olduğu yerde durup bize bakmaya ve susmaya devam etmesine bir anlam veremiyordum. Can, doğrulup oturmayı bir kez daha denedi ama sırtına vurulan tekme ile beraber bir kez daha yere kapaklandı. Zaten mosmor olan yanağı bir kez daha yere değdiğinde çıkardığı acı dolu inleme ile beraber acısına ben de ortak oldum.
''Ona vurmayı kes!'' diye bağırdığımda, hemen başının üzerinde zebellah gibi dikilen, iri, siyah saçları ensesinin altına kadar uzun olan, seri katil bakışlı adam bana doğru baktı ve ben cümlemi tamamladım. ''Yoksa o ayağını götüne sokacağımdan hiç şüphen olmasın!''
Bir anda hırslı bir soluk verdi ve Can'ın yanından ayrılıp bana doğru hareketlendi ve köşede duran o beyaz gömlekli, siyah gözlü adam nihayet ilk kelimesini etti.
''Sakın!'' Adam durup ona baktı ve o, yüzünde sinsi bir gülümseme ile, ''Onun canını ona dokunmadan da yakabilirsin diye düşünüyorum.'' dedi ve hemen ardından bakışlarını Can'a çevirince, bana vurmak için gelen adam hedef değiştirdi. Gözlerim şaşkınlıkla büyüdü, kanım dondu.
Yeniden onun yanına ulaştığında, güçlü bir tekmeyi Can'ın kaburgasına savurdu ve ben, tekme henüz havadayken de bağırsam da yetişemedim. Tutamadım. Hafife alınacak bir tekme değildi bu. Can daha çok öksürdü ve ağzından süzülen kan damlaları beni daha çok korkuttu. Sadece onun değil benim içimde de bir şeyler kırıldı, koptu gitti böylece.
Hemen önümdeki sehpanın yanına kadar atıldım ve üzerinde duran ağır kristal küllüğü alıp onun kafasına fırlattım. Kristal küllük onun kafasına hızla değdiğinde kafası öne doğru gitti ve az sonra dengesini yitirip düştüğünde, her üçümüz de yerdeydik. İkimiz yaralı, birimiz ise az sonra yaralanacak olmayı garantilemiş halde.
Umurumda bile değildi, bunu yapmadan dayanamayacaktım. Yaptım. Pişman değilim.
Çok az sonra yeniden doğrulup oturttular beni, bu sefer iki kişi arkamdaydı ve her ikisinin elleri omzumdaydı. Sağımda kalan adam, ''Abi ellerini bağlayalım mı?'' diye sordu. Başımı kaldırıp ona baktım. Dikkatle gözlerimin içine bakarken, ''Hayır, biraz daha sabit tutun yeter.'' dedi.
Niye biraz daha mesela? Anlatsana.
Az sonra tüm sorularıma cevap olacak o kişinin ayak seslerini hep beraber duymaya başladık. Bir anda ölüm sessizliğinin hüküm sürdüğü salonun yan tarafındaki merdivenlerden biri iniyordu. Tam bu an hissettim ki, aslında karar merceği bu beyaz gömlekli adam değildi, o, henüz gelmemişti...
Önce ayaklarını gördüm. Siyah, parlak ayakkabıları ve sonra önünde net ütü izi olan hafif bol siyah pantolonu, gümüş kemer tokası ve pantolonun içine aldığı siyah saten gömleği sırasıyla gözlerimin önüne serildi. Amma ve lakin, yüzünü gördüğümde nefesimi istemeden tutmuşum. Özellikle de, ela gözlerinin gözlerime temas ettiği o ilk anda, mideme yumruk yemiş gibi hissettim. Uzun, uçlara doğru koyulaşan kumral sakal ve bıyıkları, beyaz teni, kızarmış boynu ve göğsü, kabarık elmacık kemikleri ve ela gözlerini kendi esaretine alan uzun ve gür kirpikleri ile gerçek patron artık tam karşımdaydı. Ağır adımlarla bana yaklaştı ve o da tıpkı benim gibi gözlerini bir an bile kırpmadan bana bakarak, çenemi avucunun içine aldı. Ben nefes bile alamazken, büyük çekik ela gözlerini ağır ağır açıp kapatıyor, sanki zaten uzun zamandır beni bekliyormuş gibi yüzümü dikkat ile inceliyordu.
Bir büyüden, bir rüyadan sıyrılıp uyandım ve çenemi avucundan çekip aldıktan hemen sonra, ''Ne istiyorsunuz bizden? Bizi buraya neden getirdiniz?'' diye sordum.
Çenemden sıyrılan eli üç saniye daha havada kaldıktan sonra aşağıya düştü ve beni çok bekletmeden sorumu yanıtladı. Yerde baygın halde yatan Can'a bakarak, ''Ben bir galerici ve aynı zamanda antika araba koleksiyoncusuyum,'' diyip, yeniden bana baktı. ''Dün gece iki arabam çalındı, servet değerinde iki araba ve tahmin et, çalan kim?''
Hala baygın halde yatan Can'a ve yeniden onun yüzüne baktım. Şaşkınlığımın yüzümden de okunduğuna emindim.
''Can öyle bir şey yapmaz, ben ona kefilim. Her şeyi yapar ama hırsızlık yapmaz. Bizim çok güzel bir hayatımız, kendimize ait küçük bir veteriner kliniğimiz bile var. Evimiz, arabamız, geçimimizi sağlamaya yetecek kadar paramız var. Sizin arabalarınızı çalacak insanlar değiliz. Ben sizi tanımıyorum bile ama bu gece evimizden bizi sürükleyerek buraya getirmeniz, hele ki Can'ı böyle öldüresiye dövmeniz, yanınıza kalır sanmayın!''
''Sen böyle diyorsun,'' dedi, ''ben de Can ve yanında kimliğini henüz çözemediğimiz birinin, şahsıma ait iki aracı çaldıklarını söylüyorum. Acaba hangimiz haklı? Ona bu konuda kefil olmak ister misin?''
Belli ki, elinde görüntüler veya sağlam deliller vardı, yoksa niye bu kadar kendinden emin konuşsun ki?
''Kanıt görmek istiyorum, ondan sonra kefil olmak isteyip istemediğime karar vereceğim.''
''Ala,'' dedi ve bir adamına bakarak, ''Esat, görüntüleri getir.'' dediği an, zaten bendeki umut tükendi. Daha izlemeden emin oldum. Tavrımla, konuşmamla hiç belli etmesem de. Ama onu korumak zorundaydım, hele ki hemen solumda yerde kanlar içinde yatarken.
Çok az sonra önümde görüntüler açıldı. Can'ın ve benim de tanımadığım bir kişinin, lüks bir galeri salonundan iki arabayı çaldıkları görüntüler gözlerimin önüne serildi ve ben sadece şaşkınlıkla izlemekle yetinirken, başımı hayıflanarak iki yana salladım.
Bunu da mı yapacaktın Can? Sana inanamıyorum... Neyimiz eksikti? Aç mıydık, yoksa açıkta mı? Bunu niye yaptın? Nasıl yaparsın?
Dizüstü kapatıldı ve az sonra o adam önümde sehpanın kenarına oturup, öne doğru eğilip gözlerime baktı. ''Gördüğün gibi, Can'ın yaptığı hata ortada ve kanıtı da ortada... Şimdi sana iki seçenek sunacağım. Karar tamamen senin...''
''Dinliyorum.'' Çaresizce bir kabulleniş, sessiz bir feryattı bu tek kelime, kısacık bir cümle.
''Ya şuan bu kapıdan çıkıp gider ve onu kaderine terk edersin, ki bu senin en doğal hakkın... Ya da Can'ı bırakırım, sen burada kalırsın ve onu, diğer arkadaşını buraya getirmek için ikna edersin... Ben sana birinci yolu seçmeni öneririm, çünkü ikinciyi seçersen, senden çok daha fazla şey isteyebilirim. Seçim senin...''
|
0% |