@hadizade
|
* * *
Hayat bazen bize seçim hakkı sunmaz; önümüzde sadece bir yol vardır ve onu gitmek zorundayızdır. Her şeyimi kaybedecek kadar cesaretli değildim. En azından okulumu bitirene kadar sabırlı olmalıydım. Bu ailede bir değerim olduğunu hiçbir zaman hissetmemiştim. Bir kere olsun saçımın okşandığını, sevildiğimi hatırlamıyorum. Uzun yıllar boyunca buna sadece katlandım, belli bir zamana kadar okulumu bitirip kendi ayaklarımın üzerinde durana kadar. Fakat o gece, tüm bu hayallerimin bir gece içerisinde suya düşeceğinden habersizdim. Hayatım altüst olmak üzereydi ve ben hiçbir şey yapamıyor, kurbanlık koyun gibi bekliyor, kaderime razı oluyordum...
* * *
Akşam okuldan geldikten sonra duş alıp salona geçtim. Fakat akşam yemeği bu gece biraz daha özenle hazırlanmıştı. Hatta evdeki diğer bireyler, yani annem, babam ve kardeşim Berk de çok şık görünüyordu. Annem her zaman şıktı ama babam takım elbise giymişti. Ben kendimi bildim bileli, babam işten döndükten sonra üst kata çıkıp duşunu alır, rahat kıyafetlerini giyip akşam yemeğine öyle gelirdi.
"Birini mi bekliyoruz?" diye sorduğumda, annem masadaki son rötuşları kendi elleriyle yaparken, hizmetçi de diğer taraftan çeşit çeşit yemekleri masaya diziyordu. Annem sorumu duyunca dönüp bana baktı ve "Kızım, sen hâlâ hazırlanmadın mı?" diye sorunca ona şaşkın halde baktım.
"Niye hazırlanacakmışım ki?" diye sordum. Üzerimde beyaz bir lacivert tişört, altımda mavi kot pantolonum vardı.
"Misafirler gelecek," dedi annem. "Hemen odana git, üzerine güzel şık bir şeyler giy."
"İyi de, bana niye söylemediniz ki? Son anda haber veriyorsunuz," deyip huysuz bir ifadeyle arkamı döndüm ve salondan çıkıp merdivenleri doğru ilerledim. Kendi kendime söylenerek odama döndüm, kapıyı kapattım. Gardırobumu açıp içinden ince askılı, üzerime oturan sade siyah elbisemi aldım. Altına yemek için siyah topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Üzerimi değişip ayakkabılarımı giydikten sonra makyaj masama oturup saçlarımdaki tokayı çıkardım. Saçlarımı güzelce tarayıp sırtıma saldım. Düz saçlarım vardı, bu yüzden beni hiç zorlamıyordu. Yüzüme hafif bir makyaj yaptım ve gözlerimin içine siyah göz kalemi çektikten sonra parfümümü sıktım. Son rötuşlarımı yaparken bahçeden sesler duydum. Ayağa kalkıp penceremin önüne geldim ve beyaz tüllerin arkasından aşağıya baktım. Bahçede siyah bir minibüs vardı. Gelenler aşağıya indiklerinde, gelenlerin aile dostlarımız olduğunu gördüm. Ben pek içli dışlı değildim fakat bildiğime göre, annemle babam gençliğinden beri onlarla görüşüyorlardı. Çocukları olup olmadığını bile bilmiyordum.
Onları karşılamak için hemen odadan çıkıp aşağıya inmem gerekiyordu. Fakat tam gidecekken minibüsten yaşlı bir kadın ve yaşlı adamdan sonra inen genç bir adam gördüm. Siyah bir takım elbise giymişti. Yukarıdan baktığım için pek net göremiyordum; ancak annemin ve babamın elini öptüğünü ve birbirlerine sarıldıklarını gördüm. Sanırım bu adam da onların oğluydu. Onlar da bizimkiler gibi gayet şık giyinmişlerdi.
Onlar içeri girmeden aşağıda olmam gerekiyordu; yoksa annemin azarlamalarına katlanmak zorundaydım. Hemen odadan çıkıp aşağıya indim. Açık kapının önünde bekleyip bizimkilerin içeriye dönmesini izledim. Yaşlı kadın ve adam geldiklerinde annem gözleriyle işaret etti; ellerini öpmem gerekiyormuş. Hemen eğilip önce adamın, sonra da kadının ellerini öperek onları içeriye buyur ettim. Kadın bana dikkatli baktı, yeni baştan aşağıya süzdü. Kibirli bir ifadesi vardı ama geçip gittikten sonra annemler de onun peşinden salona geçtiler. Tam bu sırada koridorda yalnız kalmışken kapıdan, son olarak yukarıdan gördüğüm o genç adam girdi. Yukarıda pek fark etmemiştim ama önüme dikilince aramızdaki boy farkının neredeyse 30 santimetreden fazla olduğunu fark ettim. Yoksa ayakkabı giymeme rağmen benden oldukça uzundu. Parlak ayakkabılarından tut, özenle tıraş olmuş yüzüne kadar bakışlarımı çıkardım ve "Hoş geldiniz," dedim. Elinde kocaman bir kırmızı gül buketi vardı. "Hoş buldum," dedi. Tüm ciddiyetiyle, siyah saçlarının ve açık renk teninin yanı sıra oldukça koyu renk mavi gözleri vardı. Fakat bunun yanında çok ruhsuz bir ifadesi ve oldukça kalın bir sesi vardı. Çiçekleri onun elinden alırken ellerim ellerine dokundu. Büyük ve kaslı elleri vardı ve oldukça geniş omuzları. Kısacası onun önünde kendimi küçük bir kız gibi hissettim.
"Buyurun," dedim ben de onun gibi soğuk bir ifadeyle. O içeriye girdikten sonra buketi yardımcı Gülşen'in kucağına verdim. Kapıyı kapatırken ben de o genç adamın arkasından salona geçtim. Herkes masadaki yerini almıştı. Babalarımız en başta, annelerimizi onların yanında ve biz yan yana gelecek şekilde oturmuştuk.
Ona bakamıyordum ama elinin yetmediği yerdeki yemeklerden ona ikram etmek içimden geldi, nedense. Sol tarafımda kalan su böreği tabağını alıp içinden maşa ile bir parça alarak onun tabağına bıraktığımda, bana baktığını fark ettim ama ona bakamadım.
"Teşekkür ederim," dediğini duyup, "Rica ederim," dedim kısık bir sesle.
İleri baktığımda annemin bize memnun bir ifade ile baktığını gördüm ve kaşlarım çatıldı. Neden böyle bakıyordu ki, sanki ne vardı bunda? Ben sadece misafirperver olmak istedim.
Yemek sırasında herkes birbiriyle sohbet ediyordu. Adının Suat olduğunu öğrendiğim yaşlı adam, babamla muhabbet ediyordu. Karısı Mücella Hanım da annemle konuşuyor ve birbirlerine kibarca tebessüm ediyorlardı.
Babam yanımda oturan genç adama dönüp, "Sen nasılsın Tufan oğlum? İşler nasıl gidiyor? Duyduğuma göre sen de bizim şirketin yönetim kurulunda yer alacakmışsın," deyince onun adını öğrendim. Meğerse bizimkiler onlarla ortak olmak için bu yemeği tertip etmişler. Şimdi her şeyi daha iyi anlıyordum.
"İyiyim Osman amca. Evet, ortaklık sağlandıktan sonra yönetim kurulu başkanı olarak şirkette bulunacağım."
Doğru ya, Soykanlar... Ve o, Tufan Soykan. Soykan ailesinin tek vârisi.
"İnşallah," dedi babam, "maşallah sana," diyip Suat amcaya döndü, "Ne ara büyüdü bunlar, kocaman yiğit olmuş!"
"Otuz yaşına geldi bile," deyince, babamın kaşları havalandı. "Geçmişte birbirimize verdiğimiz o sözü hatırlıyorsun değil mi, Osman?"
"Unutur muyum hiç? Aklımda," dedi babam.
Hangi sözden bahsediyorlardı acaba? Çatlayacağım şimdi meraktan.
"E o zaman hayırlı olsun," dedi Suat amca.
"Kısmetse hayırlısı olsun," dedi babam.
Az kaldı, "Burada neler olduğunu biri bana açıklayabilir mi?" diye bağırabilirim her an!
Anneme baktım, epeyce mutlu görünüyordu. Herhalde mevzu ortaklık idi ve babam da onay vermişti. Bu aklıma geldikten sonra pek kafaya takmadım.
Lakin, gecenin ilerleyen saatlerinde durumlar değişti.
Yemekten sonra herkes salondaki koltuk grubuna geçmişti. Annem bana doğru dönerek, "Hadi kızım, biz kahve yapmaya geçelim," deyince durumu bu garipsemedim değil. Çünkü evde hizmetliler varken neden kahveyi biz yapıyorduk ki? Söyleseydik getirirlerdi. Yine de başımı olaylar anlamda sallayıp onun peşinden mutfağa geçtim. Mutfağa girdiğimizde annem kahveyi hizmetçi kadına yaptırdı. Onu bir kenara çekip, "Anne, neler oluyor?" diye sordum. "Madem kahveye o yapacaktı, beni niye buraya getirdin?"
"Hande, beni dinle," dedi. Hemen ciddiyete bürünerek, "Şimdi bu kahveleri alıyorsun, gidip önce Suat Bey'e, sonra Mücella Hanım'a, sonra babana, bana ve en sonunda da Tufan Oğlumuza ikram ediyorsun. Bilirsin, babam böyle adetlere fazlaca önem verir."
"Anne iyi de, ha ben servis etmişim, ha başkası... Ne fark eder?" diye sordum. Bir şeylerden kuşkulanıyordum ama ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. "Anlıyorum, buraya ortaklık için geldiler ama neden beni onlara beğendirmeye çalışıyorsun ki?"
"Saçmalama Hande, buraya ortaklık için gelmediler elbette. Yani tabii, o da var ama bu gece gelmelerinin sebebi başka," dediğinde bana anlamaz gibi baktım.
"Ortaklık için gelmedilerse, bu kadar özenmenin ne anlamı vardı? Ayrıca ne için geldiler peki?"
"Ne için olacak, kızım? Seni istemeye geldiler," dediğinde donuk kaldım. İşte bunu duymaya hiç beklemiyordum...
|
0% |