Yeni Üyelik
2.
Bölüm

"MAHKUMİYET."

@hadizade

* * *

 

"Ne istemesinden bahsediyorsun?" diye sordum, delirmişçesine. Sanırım bu sırada kendimi tutamayıp sesimi fazlaca yükseltmiş olacağım ki,

 

"O ses tonuna dikkat et!" dedi annem, ela gözlerini belerterek. "Misafirler duyacak!"

 

"Duyarlarsa duysunlar," dedim, kısık bir sesle, tıslar gibi. "Ne istemesinden bahsediyorsun? Benim daha yaşım kaç, başım kaç? Evlenmek filan istemiyorum!"

 

"Yirmi üç yaşındasın Hande, küçül de cebime gir istersen!"

 

"Olabilir! Ben okuyorum daha, ne evlenmesi?"

 

"Devam edersin okuluna, evlenmek buna engel değil ki!"

 

Tavırları, umursamazlığı beni çıldırtıyordu. "Okumam için elinden gelen her şeyi yapan kadınla şu an karşımda duran kadın bir olamaz!"

 

"Bak, kendin söylüyorsun. Ben senin için en iyisini düşündüm ve yaptım. Tufan Soykan'dan daha iyisini mi bulacaksın?"

 

"Anne, neden bulmayayım? Niye delirtiyorsun beni? O da kim oluyormuş?"

 

"Saygılı konuş Hande, bu gece rezillik çıkarma. Yoksa ortaklık bozulur ve beş parasız kalırız," dediğinde ağzım açık kaldı.

 

"Ne?"

 

"Duydun işte," dedi. "Bu ortaklığa çok ihtiyacımız var, yoksa beş parasız kalacağız. Şirket elimizden gidiyor ve Soykanlar borçlarımızı ödeyecek miktarı verecekleri için ortaklığı kabul etmek zorundayız. Sana yalvarırım Hande, bir zorluk çıkarma. Her şey usulünce olsun, söz veriyorum, onlar gittikten sonra baban ve ben sana her şeyi anlatacağız."

 

Her ne kadar içimden kusmak gelse de, mecburen sadece başımı salladım ve yardımcımız Gülşen'in hazırladığı kahveleri alarak salona geçtim. Annem önden gitmiş ve oturduktan sonra söylediklerini hatırlayarak, önce Suat amcaya, sonra Mücella teyzeye kahveleri ikram ettim. Mücella Hanım’ın bakışları hiç de güzel değildi bana. Aşağılayıcı bakışlar atıyordu ve bu her ne kadar sinirimi bozsa da, annemin yalvarışını hatırladım. Annemi uzun zamandır böyle görmemiştim, sabrımı korudum. Kadının benimle ne derdi vardı, hiç anlamıyordum. Neyse diyerek, kahveyi annem ve babama da ikram ettikten sonra en son Tufan Soykan denen adamın önünde dikildim. Eğilip kahveyi ikram ettim. Mavi gözleri bir anlığına gözlerimde dolaştı, sonra kahve fincanı ile küçük su bardağını alıp, kalın sesiyle “Teşekkür ederim,” dedi.

 

Hiçbir şey söylemeden sadece yüzümde sahte bir gülümseme ile başımı ‘Rica ederim,’ dercesine salladım ve geçip bir köşeye oturdum. Kardeşim Berk hemen yanımdaydı ama bu olanlardan haberi var mıydı, bilmiyordum. Zaten haberi olsa ne olacaktı ki? Ergen bir çocuk, büyüklerin işine karışamazdı. Ben büyük olduğum halde karışamıyordum.

 

Tepsiyi kucağıma koymuştum. Bacaklarım heyecandan ve tedirginlikten titriyordu, onları bastırmaya çalışıyordum. Etrafı tedirgin gözlerle süzüyordum. Suat amcaya, Mücella teyzeye, anneme ve babama bakıyor, Tufan’a bakamıyordum bile. O da bana bakmıyordu sanki, öyle hissediyordum. Sanki onun da pek gönlü yok gibiydi.

 

"Yıllar önce birbirimize verdiğimiz sözü hatırlıyorsun değil mi?” diye tekrarladı Suat amca. “İşte o sözün yerine gelme vakti ve bu akşam yüzükleri takalım diyoruz,” dediğinde gözlerim şaşkınlıkla fal taşı gibi açıldı. Ne yüzüğünden bahsediyordu? Buraya sadece istemeye gelmemişler miydi?

 

Annem mutlulukla, “Tabii takalım,” diyerek babama baktı. “Değil mi hayatım?” diye sorduğunda babam her zamanki ağırbaşlılığıyla kafasını sallayarak onayladı, "Ama yine de adet yerini bulsun diye, önce bir isteyin,” dedi.

 

Suat amca, “Elbette,” diyerek oturduğu yerde kıpırdandı ve dik bir şekilde oturup, mavi gözlerini babama dikti. “Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Hande’yi oğlumuz Tufan’a istiyoruz.”

 

İçimde bir umut, elimin altındaki tepsiyi sıkıca kavradım ve babama baktım. “Lütfen,” dedim içimden. “Lütfen evet deme, verme beni!” Göz ucuyla Tufan’a baktım, sonra tekrar babama döndüm. İçimden, “Ben onu tanımıyorum bile. Tanımadığım bir adamla evlenmek istemiyorum, okulumu bitirip ayaklarım üzerinde durmak istiyorum,” dedim ama babam bunların hiçbirini duymadı. Ama eminim ki, ne hissettiğimi biliyordu.

 

“Verdiğimiz sözün üzerinde duruyorum,” dedi babam ve ben gözlerimi sıkıca kapattım. “Verdik gitti,” dedi sanki bir mal verirmiş gibi. Hiç sormadılar, itiraz hakkım olmadı. Öyle uygun gördüler ve öyle de oldu.

 

Gözlerim dolmuştu ama başımı oynatarak kimsenin bunu görmemesini sağladım. Kendimi tutmalıydım, şu an ağlamanın sırası değildi.

 

“Hayırlı olsun,” dediler ama biliyordum ki, bu geceden sonra hiç hayırlı şeyler olmayacaktı. Şimdi adet yerini bulsun diye önce onların, sonra da annemlerin elini öpmem gerekiyordu ama öylece put gibi kalmıştım. Ta ki, annem yanıma gelip beni zorla ayağa kaldırana ve Suat amca ile Mücella teyzenin önüne itene kadar.

 

Zorla da olsa, el öpme merasimi gerçekleşti. Suat amca elimi öptüğümde omzuma dokunup gülümsedi. Mücella Hanım ise her zamanki soğukluğuyla, “Mutlu olun yavrum,” dedi ve çantasından yüzükleri çıkarıp, birini benim, diğerini de Tufan’ın eline taktı.

 

Kırmızı kurdele ile birbirine bağlanmış yüzüklere baktım ama ben daha diğer yüzüğü takan kişinin gözlerine bile bakamıyordum ki... Ah baba, nasıl verebildin beni hemencik? Neden hiç sormadın, istiyor muyum diye? Yıllar önce kaderimizi değiştirmek için birbirinize söz verdiniz diye, şimdi biz niye cefa çekmek zorundayız?

 

Korkuyorum, çok korkuyorum ama hâlâ bir açıklama bekliyorum.

 

Hayatımda biri yoktu. Sevgilim, flörtüm, hoşlandığım biri yoktu ama bu tanımadığım adamla da evlenmek istemiyordum. Ben sevdiğim adamla evlenecektim, ama vakti zamanı geldiğinde... Şu an hiç zamanı değil, yanlış zaman ve yanlış insan!

 

Suat amca makası aldı ve, “Çok mutlu olun,” dedi ikimize de bakarak. “Birbirinize hep anlayış gösterin, her zaman birbirinizi koruyup kollayın, üçüncü kişilerin evliliğinize müdahale etmesine izin vermeyin...” diyerek kurdeleyi kesti ve kalemim kırıldı...

 

Ah be Suat amca, peki sen niye bizim yerimize karar verdin? Bu şekilde nasıl mutlu olacaksak!

 

Ben bu yanımdaki buzdağı tipli adamla ne yapacağım? Göz ucuyla ona baktım. Dik bir duruşla babasına bakıyordu ama o da bu durumdan pek memnun görünmüyordu.

 

Kurdele kesildikten sonra herkes alkışladı ve “Hayırlı olsun”lar, sarılmalar, el öpmeler havada uçuştu. Bu merasimlerden sonra saat epeyce geç olmuştu. Misafirleri, daha doğrusu artık dünür olduğumuz insanları, yani kayınvalidemi, kayınbabamı ve müstakbel eşimi kapıya kadar geçirdik. Hepsi çıktıktan sonra yüzümdeki sahte gülümsemeyi silip kapıyı sessizce kapattım ve hızla içeri girdim. Hep beraber salona döndüğümüzde durup, “Hemen bana burada neler olduğunu açıklayın!” Dedim. Ellerimi havaya kaldırdığımda, parmağımdaki yüzükten sarkan kurdele bileğime dokundu ve sinirimi bozdu. Onu çekip parmağımdan çıkaracaktım ki babam, "Sakın!" diyerek beni durdurdu. Dişlerimi sıkarak gözlerimi ona çevirdim.

 

Sert ifadesiyle işaret parmağını bana doğru salladı ve "O yüzüğü parmağından çıkarırsan o elini keserim!" dedi. "Bizde söz ağızdan bir kere çıkar. Tufan ile sözlendin ve evleneceksin!"

 

Gözlerim doldu ve çaresizce ellerim yanıma düştü. Gözlerimde ve sesimde hayal kırıklığı varken babama şunları söyledim: "Bana sormadan beni nasıl verebildin onlara? Ben daha 23 yaşındayım ve okulumu bitirmedim. Daha bir yetişkin sayılmam. Üstelik bana hiç danışmadan, fikrimi sormadan, hayatımda ilk defa gördüğüm bir adama beni nasıl verebildin baba?"

 

"Kararlarımı sorgulamak sana düşmez, Hande," dedi sert bir sesle. O her zaman otoriter bir adamdı ve lafından geri dönülmesinden hiç hoşlanmazdı. Ama bu sefer durum farklıydı; söz konusu olan benim hayatımın gidişatıydı ve benim de söz söyleme hakkım olmalıydı.

 

"Babacığım," dedim daha yumuşak olmaya çalışarak, "benim sana her zaman saygım sonsuz oldu. Şimdiye kadar bir dediğini iki etmedim, başını önüne eğdirmedim. Bunları biliyorsun," dediğimde, yüzü yumuşadı. Gözlerim dolu dolu, sesim ise buruktu. "Ama baba, tanımadığım bir adamla evlenmek istemiyorum. Bunu niye saygısızlık olarak algılıyorsun? Ben o adamla bir ömür geçiremem, mutsuz olurum. Üstelik okulumu bitirmek istiyorum. Bunun nesi kötü? Sen hep bize demez miydin 'okulunuzu okuyun, işinizi elinize alın' diye?"

 

"Doğru, öyle söyledim," dedi başını sallayarak. Koltuğa oturdu ve bakışlarını pencereden dışarıya dikti. Hafif çiselemeye başlayan yağmur, salonun cam duvarında usul usul süzülüyordu. Babam bir süre uzaklara dalıp gitti ve ardından ah eder gibi derin bir iç çekti. "Ben istemez miyim hayatınızı istediğiniz gibi yaşayın? Ama hayatta her şey istediğimiz gibi olmuyor. Nasıl ki ben de bazı şeylere mecburen 'evet' dediysem, sen de bazı şeyleri kabul etmek zorundasın," dedi.

 

Annemin mutfakta söyledikleri aklıma geldi ve bunu ona sorup daha detaylı bilgi almak istedim. "Baba, şirketin durumu bu kadar mı kötü?" diye sordum.

 

"Kötüden de ilerisi," dedi. "Şirket elimizden kayıp gidiyor ve ben, babamdan kalan bu şirketi kaybetmek üzereyim. Oysa Suat amcan gelip bana ortaklık teklif etti. Gerekli parayı verip borçlarımı ödemem için lazım olan miktarı karşılayacak. Yıllar önce birbirimize verdiğimiz sözü hatırlattı. Bunu da bana şart koştu ve ben de onaylamak zorunda kaldım."

 

Gözlerini yavaşça bana doğru çevirdi. Baba şefkatiyle gözlerimin içine bakarken, "Mecbur kaldım kızım," dedi. "Hepinizin iyi bir hayat yaşamasını istiyorum. Bizim de kardeşinin de geleceği senin elinde. Üstelik Tufan o kadar da kötü bir çocuk değil. İşinde gücünde, okumuş etmiş, düzgün bir çocuk. Eli yüzü de düzgün. Şu an seni zorla evlendirmiyoruz, merak etme. Yüzüğü taktılar ama ben de bu gece böyle olacağını bilmiyordum. Tufan gelir gider, birbirinizi tanırsınız. Ama önceden yüzük takılması iyi oldu, böylece laf söz olmaz. Buluşursunuz, konuşursunuz, birbirinizi tanırsınız evlenene kadar."

 

"Baba, sen şirketin karşılığında beni mi sattın yani?" dedim inanamaz gibi.

 

Hemen kaşlarını çattı ve yüzü sertleşti. Ayağa kalkıp bir hışımla yanıma yaklaştı. Karşıma dikilince annem araya girdi. "Götür şu kızı odasına, elimden bir kaza çıkacak," dedi. "Laftan sözden de anlamıyor, o kadar boşa konuştum ben."

 

"Tamam, sen sakin ol," dedi annem. Arkada gözlerimden süzülen yaşları elimin tersiyle silerken, inanamaz gözlerle bakıyordum. Kafamın içinde düşünceler dolanıp duruyor, annemin kolumdan tutup beni çekiştirerek salondan çıkarmasına karşı koyamıyordum. Merdivenleri çıkarken kolumu elimden kurtarıp koşarak yukarıya çıktım. Kendi odama girip kapıyı kapatıp kilitledim.

 

Artık gözyaşlarım öylesine akıyordu ki kendimi tutmak zorunda değildim. Bu gece yeterince tutmuştum kendimi, şimdi doyasıya ağlama zamanıydı. Birkaç adım attıktan sonra kendimi yatağa yüzüstü attım ve saatlerce ağladım. Dönüp duruyor, düşünüyor, anbean her şeyi hatırlıyor ve ağlamaya devam ediyordum.

 

Derken, gecenin bir körü telefonuma bir bildirim düştü. Telefonu elime alıp, gözyaşları içerisinde ekranı zar zor görebildim. Bende kayıtlı olmayan bir numaradan gelen bir mesaj vardı.

 

"Ben Tufan, numaramı kaydet."

 

"Hayatımda yerin olmadığı gibi, telefonumda da yerin olmayacak! Rahat bırak beni!" dedim içimden.

 

Yüzümü tiksintiyle buruşturup, telefonu yatak başlığına fırlattım. Telefon oradan sekip kafama düşünce, "Siktir!" diye inleyip kafamı tuttuğum sırada bir bildirim daha geldi.

 

"Ne var ya? Ne?!" diye bağırarak açıp mesajı okudum.

 

"Yarın seni almaya geleceğim, akşam yedide hazır ol."

 

 

Loading...
0%