Yeni Üyelik
4.
Bölüm

"SOĞUK VE SERT."

@hadizade

* * *

 

Sorduğu sorunun iğrençliği yetmezmiş gibi, bir de deneme yanılma yöntemiyle biriyle yatıp yatmadığımı öğreneceğini söylüyordu. Ve ben bu psikopatla bu izbe evde baş başa kalmış, hatta buraya kendi ayaklarımla gelmiştim.

 

"Tufan, saçmalıyorsun," dedim. Ancak o, tavrını ve netliğini zerre kadar değiştirmeden devam etti. Dalgalandırdığım saçlarımdan bir tutamını eline alıp parmağına doladı ve bu sırada, “Bu geceye dair dikkatimi bir şey çekti,” dedi. Ben ise onun ne diyeceğini merakla bekliyor, bir yandan da aramızdaki bu aniden gelişen yakınlık sebebiyle heyecandan tir tir titriyordum.

 

"Parmağında alyansı göremedim Hande. Nişan yüzüğünü neden takmıyorsun?" diye sordu.

 

"Ben...," diye kekelendim. Normalde başka bir yerde olsak, başka bir durumda olsak ona çok daha sert cevaplar verebilirdim ama şu an huyuna gitmek istiyordum. En azından buradan kurtulana kadar. "Ben banyo yaparken çıkarmıştım, sonra takmayı unutmuşum sanırım. Evde unuttum," dedim yarı kekeme bir şekilde.

 

Kaşlarını hafifçe çatarak, "Demek öyle," dedi sert ve kalın sesiyle. Sanki o da yalan söylediğimi biliyordu zaten. Bilmiyor muydu onu istemediğimi, bu evliliği kabul etmediğimi? O halde yüzüğü takmamış olmam onu niye şaşırtıyordu ki?

 

"Evet, öyle oldu," dedim ve sertçe yutkundum. "Ben evime gitmek istiyorum. Beni evime götür," dedim.

 

Ancak o, “Daha yeni geldik. Üstelik bana sorduğum sorunun cevabını vermeden hiçbir yere gitmeyeceğiz,” deyince gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu geceyi bu evde geçirmeyecektik, öyle değil mi? Hayır, hayır! Bu gece onunla bu evde kalamazdım. Hatta mümkünse hiçbir gece.

 

"Benim gitmem lazım," dedim. "Ailem çok kızar, gecikmemem lazım."

 

Yüzünde, bu söylediğimi ciddiye almaz gibi bir ifade oluştu ve, “Emin ol, kızmazlar. Çünkü sen nişanlınla, yani Soykanların oğluyla birliktesin. Hatta aramızda bir şeyler olursa sevinirler bile. Yoksa, seni bize sattıklarını unuttun mu?” dediğinde kalbime yumruk yemişim gibi hissettim. Elim yumruk oldu. Ancak benim küçücük elimle ona vurulan yumruk onda hiçbir his yaratmayacağı için yumruğumu kendi bacağıma vurdum.

 

"Ne saçmalıyorsun sen? Ailem beni satmadı!" diye direndim. "Doğru konuş!"

 

"Sattıklarını ikimiz de biliyoruz, değil mi Hande? Bu yüzden bence bu konuyu es geçelim ve ana konuya dönelim. Soruma cevap ver, ben de seni evine götüreyim."

 

Gözlerim doldu. Bu gerçeklik gözlerime yaşlar doldurmuştu çünkü Tufan'ın haklı olduğunu biliyordum. Maalesef her şey söylediği gibiydi, ancak tüm bunları yapması ona karşı beni çok daha fazla kinlendiriyordu.

 

"Ne fark eder, ha?" dedim yüksek bir sesle. "Ne fark eder Tufan, biriyle birlikte olmuşsam ya da olmamışsam ne fark eder senin için? Zaten benimle evlenmeyecek misin?"

 

"Bu gece eve dönmek istiyorsan, soruma cevap ver. Sadece doğru cevap ver, çünkü ben gerçeğini bir şekilde öğrenirim."

 

O kadar dediğim dedik biriydi ki beni çıldırtıyordu. Bununla bir evlilik hayal bile edemiyordum artık. Dayanamadım, en azından sözünü tutar diye düşünerek, "Yatmadım," diye bağırdım. "Kimseyle yatmadım Tufan!"

 

Bunu duyar duymaz ellerini duvardan çekti ve beni serbest bırakarak birkaç adım geriye çekildi. "Hadi gidelim," deyip salonun kapısına doğru gittiğinde bulunduğum yerde derin nefesler aldım. Tehlikenin ucuna kadar gelmiştim ve başıma her şey gelebilirdi ama yalan da söyleyebilirdim. Ancak söylediği gibi yapıp gerçeğini öğrenirse kötü olabilirdi. Yine de her şeyi göze alarak ona başka biriyle birlikte olduğumu ve çok zevk aldığımı söylemek isterdim. Ancak bu izbe yerde bu kadar cesaretli olamadım.

 

Evet, daha önce kimseyle beraber olmamıştım. Hatta öpüşmemiştim bile. Bunun sebebi elbette baskıcı ailemde, belki de böyle yetiştirilmiş olmamdı. Çünkü ben de hiç kimseyi kendime bu kadar yakınıma almıyordum.

 

Bugüne kadar hep derslerimle uğraşan örnek bir öğrenciydim. Ancak şu an ne kadar büyük bir hata yaptığımı bir kez daha anlıyorum. Keşke hayatımı yaşasaydım. Zaten hayatımın bir noktadan sonra elimden alınacağını bilseydim, sadece keyfime bakardım.

 

Tufan'ın peşinden gittim, mecburdum. Onun arabasına binecektim. Böyle bir yerde araba yolu bile görmezken kimseye güvenip de şu kılıkta başka bir arabaya binemezdim. Yani şu anki durumum kötü de olsa, iyisini seçmek olarak da açıklanabilirdi.

 

Evden titreyen bacaklarımla çıktığımda Tufan arabasındaydı. Arabanın farları evin kapısını doğru şerit halinde gece aydınlatmıştı. Topuklu ayakkabılarla zar zor yürüyerek arabanın yanına ulaştım ve kapıyı açıp oturduktan sonra sessizce kapattım. Gözlerim dolu doluydu hâlâ; bu yüzden yüzümü diğer tarafa çevirdim. Az sonra Tufan arabayı çalıştırınca yola çıktık. Kendimi toparlamaya çalışıyordum ancak düşündükçe gözlerim daha da doluyor, ağlamak istemiyordum. Onun karşısında güçsüz duruma düşmek istemiyordum ancak yaşadığım şeyler artık bana çok ağır gelmeye başlamıştı. Hayatım hakkında benim dışımda herkesin karar vermesi katlanılmayacak bir hal almıştı.

 

Evimize yaklaştığımız sürede kendimi toparlamaya çalıştım ancak sadece eve girene kadar böyle kalacak, eve girdikten sonra onlardan hesap soracaktım ve bu evliliği asla istemediğimi söyleyecektim. Ne olursa olsun, arada kurban ben olmayacaktım. Bu psikopatla evlenip hayatımı zehir etmeyecektim.

 

Tufan arabayı bahçede park ettikten sonra motoru kapatmadan dönüp bana baktı. Ona bakmadan sadece karşıya bakarak dinledim. "Bak, senin iyiliğin için diyorum. Bu gece olanlar sadece aramızda kalsın, ailene bunlardan bahsetme yoksa hiç iyi şeyler olmayacak."

 

Hızla kafamı çevirip, "Beni tehdit mi ediyorsun sen?" dedim sinirle.

 

"Elbette hayır," dedi. "Tehdit falan etmiyorum Hande. Sadece bana güven ve hiç kimseye bir şey anlatma."

 

Dudak ucuyla güldüm. "Ne saçmalıyorsun sen ya? Sana mı güveneceğim? Düş yakamdan," deyip kapıyı açtım ve aşağıya indim. Hızlı adımlarla eve doğru giderken sinirimden sertçe soluyordum.

 

“Orada sana boyun eğdiğimi düşünüyorsan yanılıyorsun Tufan Efendi. Ben sadece o evde senin huyuna gitmek için öyle konuştum. Şimdi ne düşündün zerre kadar umurumda değil," diye söylenerek evin kapısına ulaştığımda zile dokundum.

 

Üşüyordum, kollarımı vücuduma sarmıştım. Soluklarım ve kalp atışlarım bir türlü dinmek bilmiyordu. Biraz sonra kapı hizmetçimiz tarafından açıldığında hızla içeriye girip çantamı ve kürkümü yere atarak içeri ilerledim. Annemle babam salonda oturmuş beni bekliyorlardı; saat geç olmasına rağmen bekliyorlardı. Elbette, çünkü Soykanların oğluyla yemeğimizin nasıl geçtiğini, aramızın iyi olup olmadığını sormak için can atıyorlardı.

 

Haldır huldur salona girip "Yeter!" diye bağırdım. "İkinize de bakarım, ama bu manyakla evlenmeyeceğim. Sonucunda ne olacağı umurumda değil. Sadece bilin diye söylüyorum: ben nişanı atıyorum," dediğimde, ikisinin de yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Ancak az sonra babamın ifadesi sertleşti, epey sinirlenmişe benziyordu.

 

Ayağa kalkıp "Ne diyorsun kızım sen?" diyerek bana yaklaşmaya başladığında, bir anda tüm vücudum kaskatı kesildi ve öylece kalakaldım. Annem araya girip "Dur bey, yapma. Bir dinleyelim önce," dedi. Ancak annemin de beni dinlemeyeceğine o kadar emindim ki; sadece arayı yumuşatmak için söylüyordu.

 

Babam, annemi de iterek bana yaklaştı ve sert bir tokadı yüzüme savurduğunda anlık bir kopma yaşadım. Kendime geldiğimde yerde yatıyordum. Babamdan tokat yemeyeli çok olmuştu, en son küçükken büyük bir hata yaptığımda tokat yemiştim ama şimdi olduğu kadar canım acımamıştı; gururum da paramparça olmuştu. Yerde, bir elimle yerden destek alarak otururken diğer elimi sağ yanağımın üzerine koydum ve derin nefesler alarak başımı kaldırıp babama baktım. İşaret parmağını üzerime sallayarak "Evleneceksin," dedi. "Ya isteyerek ya da zorla ama evleneceksin, başka şansın yok. Bunu aklına kazı. Umarım Tufan'a bir saygısızlık yapmamışsındır, yoksa bununla da kalmayacağım; bir daha evden dışarı salmam seni!"

 

Tokat attığı yetmezmiş gibi acımasızca sarf ettiği sözler karşısında hayal kırıklığından hayal kırıklığına koşuyordum. "Ben senin kızın değil miyim?" dedim titreyen sesimle. "Bana prensesim derdin, kızım derdin. Seni kimsenin üzmesine izin vermem derdin. Şimdi kendin mi üzüyorsun baba?"

 

Bana arkasını döndü; sanki gözlerinde yaranan o baba şefkatini benden gizlemek istiyordu. "Mecburum," dedi. Elleri cebinde, bakışları dışarıdaydı. Bana gerçek anlamda sırtını dönmüştü.

 

"Peki baba..." diye fısıldadım ve çaresizce ayağa kalkıp sendeleyen adımlarla salondan merdivenlere yöneldim. Üst katta karşıma çıkan yardımcımız Nurcan Hanımın kızı Ayşen, "Çantanızı odanıza bıraktım," deyince başımı onaylar anlamda salladım ve yanından geçip kendi odama girdim.

 

Ne zaman üzülsem olduğu gibi, yine kendi odama kapattım kendimi. Kapıyı kapatıp kilitledikten sonra üzerimi çıkarmadan, sadece topuklu ayakkabılarımı çıkarıp kendimi yüzüstü yatağa attım ve ağlamaya başladım. Bu ağlama seansı biraz olsun iyi geliyordu.

 

Ağlayıp yorulduktan sonra sırt üstü yatıp tavana bakarak gecenin üçünde ne yapacağımı, ne edeceğimi düşünmeye başladım. Dışarıdaki yağmur şiddetini artırıyordu. Kendimi pencerenin önünde buldum. Pencerenin önündeki boşluğa oturarak perdeyi kenara çektikten sonra kollarımı dizlerimin etrafına sarıp kafamı cama yasladım ve dışarıya baktım. Sanki yağmur sadece bizim evin üzerine yağıyordu, sanki şimşekler sadece bizim evin üzerinde çakıyordu. Bir evin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor lafının anlamını şu an çok daha iyi anlıyordum. Keşke bu şekilde anlamasaydım ama şu an her şey benim için çok daha netti. Bunun yanı sıra geleceğim ise aksi yönde belirsiz ve tamamen bir muammaydı.

 

İçimde birbirine karışan duygular; sinir, stres, üzüntü, hayal kırıklığı ve daha fazlası vardı. Her şey ve herkes bir gün içerisinde üzerime gelmeye başlamıştı. Dün ve bugün, hayatım boyunca yaşadığım en kötü günlerdi diyebilirim. Artık toz pembe hayata veda etme zamanım gelmişti. Bu evde bir prenses gibi büyütüldüm. Bu yüzden anne ve babam için kötü insanlar ya da kötü ebeveyn oldular diyemem. Sadece düne kadar onlar, elinden gelen her şeyi yapan ideal bir anne babaydı. Lakin bir anda her şey tersine döndü. Beni okumam, kendi ayaklarım üzerinde durmam için destekleyen anne babam, beni bir mal gibi başkasına satmayı nasıl düşünebildiler? Hâlâ aklım hayalim almıyor. Bugüne kadar benden yana hiçbir şikayetleri olmamıştı. Çünkü elimden geldiğince hayırlı evlat olmak için her şeyi yapmıştım. Liseyi dereceyle bitirmiş, üniversiteyi kazanmıştım hem de istediğim bölüm olan diş hekimliğini. Bir anne ve baba olarak benimle gurur duyduklarını söylemekten çekinmemişlerdi. Babam saçımı okşarken, bana beni ne kadar sevdiğini söylemekten hiç çekinmemişti. İşte bu yüzden hayatıma en doğru erkeği almak için doğru zamanı bekliyordum. Önüme çıkan birkaç yalancı serseriye yüz vermemiştim. Çünkü babam bana onlardan daha fazla sevgi vermişti ve bana gerçekten bir prenses olduğumu hissettirmişti. Şimdi Tufan'ın bana olan tavırları, ondan etkilenmemi sağlamak yerine tiksinmemi sağlıyordu. Soğuk erkeklerden nefret ederim; babam gibi bana sevecen yaklaşıp beni prenses gibi hissettirmediği sürece hiçbir erkeğe âşık olamam.

 

Ah baba... Yıllar boyu bana böyle hissettirdikten sonra bir anda bana vurman, kötü davranmaya başlaman ve beni gözden çıkarmanın bünyemde yarattığı o vahim etkiyi sana nasıl açıklayabilirim hiç bilmiyorum. Sana kırgınım baba, sana çok kırgınım. Anneme de kırgınım ama sana ondan daha fazla kırgınım. Kızlar babalarına daha çok bağlıdır ve babalarının ne yaptığı, ne söylediği onlar için çok daha önemlidir. Ben de babasına âşık bir kız çocuğuydum ama dün gece ve de bu gece içimdeki o aşk söndü. Bir anda beni gözden çıkaran bir insana sevgi ya da hayranlık duyamazdım, öyle değil mi?

 

Neden başımıza gelen bu kötü olayın bedelini ben ödemek zorundaydım? Başka bir yolu bulunamaz mıydı? Daha mütevazı bir hayat yaşayamaz mıydık? İlla bu koca evde oturup şirket sahibi olmak ve lüks hayat yaşamak zorunda değildik ki. Biz de sıradan insanlar gibi hayatımıza devam edebilirdik. Ölmezdik sonuçta. Ama onlar bu lüksü devam ettirmek uğruna beni gözden çıkardılar, sildiler. Hatta haberleri yok ama beni diri diri mezara gömdüler.

 

* * *

 

Ertesi sabah yatağımda bitkin bir şekilde uyandım. Yüzümdeki makyajı çıkarmamıştım. Kızlar bilir ki bunu sadece en berbat olduğumuz gecelerde yaparız ve sonra bunu kendimize yaptığımız için pişman oluruz. Dün giydiğim elbiseyle normalde rahatsız uyumam gerekirdi ama resmen sızmıştım ve yeni gözlerimi açtığım için hiçbir şey hissetmiyordum. Elbisenin kumaşı saten bedenimi bir anda ürpertti ve doğrulup oturarak aynaya baktığımda gözlerim fal taşı gibi açıldı. Saçlarım birbirine girmişti, gözlerimdeki siyah makyaj elmacık kemiklerime kadar akmıştı ve rujum dağılmıştı. Kısacası, berbat ötesi görünüyordum.

 

Ben daha kendimi toplayamamışken annem dan diye bir anda odaya girdi ve "Hande, kalk hemen," dedi telaşla.

 

Kafamı kaşıyarak "Ne oldu ya sabah sabah?" diye bir tepki verdim.

 

O da halime şaşırıp, "Kızım, bu hâlin ne? Kalk hadi, hazırlan," deyince ona sorar gibi baktım ve beklediğim o cevabı verince gözlerim yine fal taşı gibi açıldı: "Tufan bize kahvaltıya geldi, az kalsın odana çıkacaktı. Ben dedim, 'Uyuyor, daha uyanmadı' diye. Çabuk kalk!"

 

"Ne?!" diyerek bir anda yataktan fırladım. "Sakın onu odama falan getirme! Onu görmek istemiyorum; defolsun gitsin!"

 

"Hande, yine mi?" dedi annem, ters ters bakarak. "Çabuk hazırlan ve aşağıya in, yoksa Tufan'a söylerim; kahvaltını da alır, buraya getirir, beraber burada baş başa yaparsınız," dedi. Ben ona sitem eder gibi bir ifadeyle bakarken, "Hadi, çabuk," diyerek dönüp odamdan çıktı.

 

Anlamıyor muydu? Bu adam ne kadar da yüzsüzdü! Hele ki dün olanlardan sonra nasıl buraya gelebiliyordu? Onun yüzünden babam bana vurmuştu. Bilmiyorum, belki de benim yüzümden ama... onun yüzünü bile görmek istemiyordum.

 

 

Loading...
0%