Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@hadizade

Yetişkin öğeler barındırır: küfür, şiddet ve cinsellik.

 

💲

 

 

"KANITIN YOKLUĞU,

 

YOKLUĞUN KANITI DEĞİLDİR."

 

 

Carl Sagan

 

💲

 

Üç arkadaş yolda yürüyorduk. Nisan'ın evine varmak üzereydik.

"Nasıl geceydi ama?" Dedi Nisan, ağzı kulaklarında. "Her şey çok güzeldi."

 

Aralarında olduğum için, Leyla başını geriye doğru eğip Nisan'a garip bir bakış attı. "Ben pek sevmedim, bence yemekler bayattı. Hatta o orospu bizi zehirlemiş bile olabilir."

 

Ona hafiften omzumla vurup sırıttım. Nisan, "Kızım yemeseydin o zaman," diye çıkıştı. "Geceye kaburgalarınla girip göbeğinle çıktın. Yatırıp zorla boğazına mı döktük?"

 

Leyla ona sadece gözlerini devirerek karşılık verdi. Sonunda Nisan'ın evinin önüne vardığımızda, "Hadi," dedim sırtından iterek. "Hadi git, içim şişti kavgalarınızdan."

 

"İyi," dedi triplenir gibi. Evin kapısını anahtarıyla açıp içeriye giriyordu ki, bir anda durup arkasını döndü ve önce Leyla'ya, sonra bana bakarak, "En azından ben kimsenin arkasından konuşmuyorum," deyip sinsice güldükten sonra, "Size iyi geceler," diye ilave edip içeriye girdi ve kapısını kapattı.

 

Leyla ile kol kolaydık, hafif de alkollü. Nisan'ın sarf etmiş olduğu sözlerin etkisiyle kollarımız ayrıldı ve aynı anda birbirimize baktık.

 

"Sen benim arkamdan mı konuştun?" Dedim kaşlarımı çatarak.

 

Onun da kaşları çatıldı ve bir anda benden uzaklaştı. "Ne konuşacağım kızım senin arkandan? Asıl sen benim arkamdan konuşmuşsun, kız öyle diyor!"

 

Güldüm. Umursamadım bile. Öyle bir şeyi hiç bir zaman yapmadım çünkü. "Saçmalıyorsun, benim öyle karaktersiz biri olmadığımı da iyi biliyorsun."

 

"Ha ben karaktersizim yani? Çok güzel. Aferin sana..." deyip alkışladığında, sıkıntılı bir soluk verdim.

 

"Çok yorgunum ama sanma ki, bu konu burada kapandı. Bunu sonra konuşacağız. Hadi eve gidelim." Deyip arkamı döndüm.

 

"Gelmiyorum!" Duyar duymaz omzumun üzerinden ona garip bir bakış attım.

 

"Ne demek gelmiyorum? Leyla aynı evde yaşıyoruz. Nereye gideceksin sanki gidecek başka bir yerimiz mi var?"

 

Bir anda, "Siktir git!" Diye bağırmasıyla irkildim. Ben daha bir tepki veremeden arkasını dönüp uzaklaşmıştı bile.

 

Karanlıkta gözden kaybolduğunda sinirli bir solukla Nisan'ın evine doğru döndüm. Ama bu gece o kadar yorgundum ki, durup da bunlarla uğraşacak, birinin peşinden koşacak takatim yoktu. "Nedir benim sizden çektiğim ya?" Ellerimi bacaklarıma vura vura kendi kendime konuşarak oradan uzaklaştım. Hakikaten beni bir gün delirteceklerdi. Sürekli didişmek zorundalardı sanki.

 

💲

 

Nisan ve bizim evimizin arasında yarım saatlik bir yürüme mesafesi vardı. Bu gece bulunduğumuz ortak arkadaşımız Ela'nın evi de Nisan'ın evine otuz beş dakikalık bir mesafede yerleşiyordu. Alkol mideme dokunmuştu, Leyla da ne kadar inkâr etse de yemekleri aşırdığı için midesini bozmuştu ve bu yüzden ikimizin de temiz havada yürümeye ihtiyacı vardı. Parti belki sabaha kadar sürecekti ama yarın iş ve gecesine de dersim olduğu için, onları da erken ayrılmaya zorlamıştım.

 

Fakirhanemizin kapısını anahtarımla açmaya çalışırken aklım hâlâ Nisan'ın söylediklerindeydi. Umuyordum ki, sadece alkolün etkisiyle böyle konuşuyordu. Çünkü aksini düşünmek bile istemiyordum.

 

Kapının kilidine anahtarı bir türlü sokamıyordum ki, eve gireyim. Uğraştım, hatta eğilip doğrudan deliğe bakarak takmaya çalıştım. Hatta telefonun ışığını da tuttum ama girmiyordu işte. Ya da ben sokamıyordum.

 

Tutunmak maksadıyla kapının kulpuna tutunduğumda, kapının bir anda açılmasıyla içeriye yığıldım. Hayır, kapıyı açan ben değildim. Biri, ben daha kalkmaya fırsat bulamadan koltukaltlarımdan kavrayarak beni içeriye doğru çektiğinde, kolaylıkla içeriye sürüklendim. Tam çığlık atacaktım ki, ağzım bir elle kapandı. O el neredeyse yüzümü kaplayacak kadar büyüktü. Az önce kendimde değilken yaşadığım şok, üzerimde soğuk duş etkisi yarattı. Ayıldım. Çırpınmaya başladım fakat karanlıktı, hiçbir şey göremiyordum.

 

Bir eliyle ağzımı bağırmamam için sıkıca tutarken, diğer kolunu belime dolayıp beni kolaylıkla havaya kaldırdığında, bu sefer de ayaklarımın yerden kesilmesinden sebep bağırdım. Bir anlık gözlerim kararır gibi oldu ama başımın döndüğünden emindim.

 

Sadece birkaç adım attı ve salona girip beni yere bıraktı. Dizlerimin üzerine düştüğüm an ellerimle yerden destek alarak doğrulup oturdum. Bir eliyle ağzımı tutmaya devam ederken, diğer eliyle omzumdan bastırarak kalkmamı engelliyordu.

 

Birden bir ışık açıldı, bir fenermiş. Işık gözlerimi alınca, elimi araya perde yaptım. Kıstığım gözlerimle ileri bakmaya çalıştım.

 

"Bağırmazsan ağzını bırakmasını söylerim, sana sadece birkaç soru soracağım. Eğer doğru cevap verirsen buradan gideceğim."

 

Ses salonun köşesindeki koltuktan geliyordu. Feneri bana doğru tutan kişi ise ayakta duruyordu, başka biriydi sanki. Evimdeki bu yabancı insanlar da kimdi böyle? Sanırım bunu anlamak için şimdilik suyuna gitmem gerekiyordu. Bu yüzden başımı aşağı yukarı salladım.

 

"Bırak." Dedi yine aynı kişi. Arkamda duran adam komutu aldıktan sonra elini ağzımdan çektiğinde, sıkı tutmasından sebep uyuşan dudaklarımı araladım. Çenem de acıyordu. Omzumdaki elini de çekmesi için eline iki kez hafifçe vurdum. Omzumdaki elini de çektikten sonra bir terslik olmaması için öylece oturmaya devam ettim. Çok az sonra o adamın sesini yine duydum. Kendine has, karakteristik bir sesi vardı sanki. Hem dalga geçer gibi, hem de çok ciddi bir iş yapar gibi konuşuyordu.

 

"Bir olay oldu, iki gece önce. Nerede ve kiminleydin?"

 

Sırıtarak, "Cinayet saatini nereden biliyorsun?" Diye sordum. Bu an arkamdaki adam başımın arkasından hafifçe ittiğinde, ellerimi teslim olur gibi kaldırıp, "Tamam, sadece şakaydı." diye açıkladım kendimi.

 

"Ben öldürmedim, ben almadım, ben çalmadım, ben kaçırmadım, ben yapmadım yani." Elimi boşlukta salladım. "Her ne olduysa artık," tam gülecekken kendimi zor tuttum. "Ben bilmiyorum tabii. Bilmediğimden sebeptir ki, benden mantıklı bir cevap da beklemeyin yani."

 

"Sarhoş mu bu?" Dedi yine o adam. "Ayıltın, yoksa elimde kalacak."

 

İşaret parmağımı havaya kaldırdım. "Baba tarafından akrabalarımın üzerine yemin ederim ki, sarhoş değilim! Bu suçlamaları da kabul etmiyorum. Hiç bir şekilde!" Dedim başımı iki yana sallayarak.

 

"Bir kova su getir," dedi yanındaki adama. Feneri yine ışık yüzüme gelecek şekilde bırakıp yanımdan geçip salondan çıktığında, boş boş etrafa bakıyordum.

 

"Ne yapacaksın ki suyu? Köy yeri mi bura, içeride duş var git al işte." Deyip omuz silktim. Arkamdaki adam diziyle dürtdüğünde, omzumun üzerinden geriye bakıp, "Ne var lan? Sana da saçma gelmiyor mu?"

 

İçimden bir ses sabah kalktığımda çok pişman olacağın şeyler yapıyorsun diyordu ama ben onu dinlemedim tabii.

 

Biraz sonra giden adam elinde su dolu kovayla döndü ve kovayı benim önüme bıraktı. Susadığım için bir avuç su alıp içmeye başladım. Doymayıp birkaç avuç daha içtikten sonra elimin üstüyle dudaklarımı silip, o adamın karanlık siluetine baktım.

 

"Bas kafasını suya," dedi sert sesiyle. "Ayılsın."

 

"Bir dakika!" Diyerek işaret parmağımı havaya kaldırdım. "Bir dakika, bir dakika... Ben sarhoş falan değildim ki," arkamda duran adamın bacağını tuttum ama elim bacağının üzerinde ufacık duruyordu. "Ben eve girene kadar sarhoş değildim, bu abi demek istemediğim kaslı beyefendi bana öyle bir sarıldı ki, ben kollarının arasında sarhoş oldum."

 

Birinin güldüğünü duydum ama kim anlayamadım. "Bas dedim lan!" Diye bağırdı aynı ses. Ev sesiyle inledi. Nefes alacak fırsat bile bulamadan başımın arkasından bastıran el, kafamı kovanın içindeki buz gibi suyun içine soktu. Çıkmak istesem de bırakmayıp birkaç saniye daha tuttu. Elimi iki kere yere vurdum. Pes işaretimi alıp başımın arkasındaki elini çektiği anda başımı kaldırıp nefeslenmeye çalıştım. Yüzümdeki su damlaları göğüslerime doğru akarken, göz makyajımın aktığını hissettim. Gözlerimi acıyarak da olsa açıp ileri baktım.

 

"Yetmemiştir, bir daha bas."

 

"Yetti, yetti." Dememe rağmen başım bir daha suyun içine girecekken kovayı devirdim. "Bunu devirmeyi akıl edecek kadar ayıldım," dedim nefes nefese. Elimle yüzümdeki suyu silip silktim. "Ne soracaksan sor, doğruları söyleyeceğimden hiç şüphen olmasın."

 

"Aferin," dedi. Bu en nefret ettiğim kelimelerden biriydi ve hiç kimsenin söylemesine izin vermezdim. "On milyon dolarım nerede?" Diye sorduğunda, kaşlarımı şaşkın bir ifadeyle kaldırdım.

 

"On milyon? Hem de dolar? Bildiğimiz dolar? Ben iki gece önce on milyon dolar çalmış olsam, mideme doğru düzgün yemek girsin diye hiç buluşmadığım arkadaşımın doğum gününe gidip, bu eve mi gelirim sence?"

 

"Laf kalabalığı yapma." Diye uyardı. "Kim olduğumu bilsen o cesaretin tuzla buz olurdu."

 

"Yani şimdi de bana, hiç tanımadığım birinin parasını çaldığımı söylüyorsun. Doğru mu anladım?"

 

"Para benim param!" Dedi üstüne bastıra bastıra. "Ama sen dahil hiç kimse beni bilmez, o şirketi ben yönetmiyorum ama sahibi benim."

 

Sertçe yutkundum. O adı duyar duymaz aklolün etkisi tamamen geçti.

 

"Akın Yiğit Akcan," dediğinde tüm vücudum buz kesti. "Bu isim sana tanıdık geliyor mu?"

 

Dudaklarımı kemirdim. Şaşkınca öylece bakarken, biraz daha düşünüp başımla onayladım. "Duymuştum ama siz..."

 

"Ölmedim," dedi, kendiyle gurur duyar gibi bir sesle söyledi bunu. "Onlar sadece söylenti, insanlar bilgisi olmadığı konuda konuşmayı çok severler."

 

"Bana bunu neden söylüyorsunuz şimdi?" İçimdeki o garip his git gide daha da büyük bir hâl alıyordu. Şimdi her şey netti. Kimsenin yüzünü bile görmediği bir adam, şu an benim evimdeydi. Korkmaya başladım, çünkü duyduğum bir söylentiye göre, onun yüzünü sadece ölen kişiler görüyormuş. Esir alındığı yerdeki yüzlerce düşmanı öldüren, ölü bilinen ölümsüz komutan, Akın Yiğit Akcan. Bu ismi nasıl unutabilirdim ki...

 

"Beni tanıyorsun," dedi. Haklıydı. O gözlerimin içindeki endişeyi rahatlıkla görebilse de, ben onun vücudunun kıvrımlarını bile görememiştim henüz. "Ve beni görenlerin öldüğünü de," sertçe yutkundum, kursağımda kaldı. "Doğru biliyorsun," dedi sonra. "Ölüyorlar."

 

"Bak..." elim ayağım titriyordu. "Bak gerçekten diyorum, paran bende değil. Hem ben sadece bir sekreterim, o da geçici süreliğine. Ne yapabilirim ki? Her yer kamera zaten, kim girebilir ki odanıza?"

 

"Kasanın odamda olduğunu nereden biliyorsun?" Diye sorduğunda o, oldukça soğukkanlı, ben ise bir o kadar gergindim.

 

"Ben... Ben görmüştüm, yani tesadüfen."

 

"Yalan söylüyorsun," diye cevapladı hemen. "Kasa görünür bir yerde değil ki göresin."

 

Alnımdan soğuk terler akıyordu. Terli avuçlarımı dizlerime sildim. "Tesadüfen gördüm, yemin ederim! Kameralar var zaten!" Diye üsteledim.

 

Ancak o, "Kameralar olayı kaydetse şu an parmaklıklar ardında olurdun, ya da..." deyip başını yana yatırdı. "Ya da mezarda ama şanslısın, ya da pek akıllısın ki, önce kameraları halletmişsin. Bir saat boyunca, önceki bir saatin aynısı dönüyor. İtiraf etmeliyim ki, sürekli aynı yerde oturan çalışanların videosunu iki kere döndürmek akıllıca. Zaten seni ele veren şey o olmadı, kasanın üzerinde parmak izlerin var. Şu an seni götürüp polise de verebilirim."

 

Haksızlığın kanıtları doldurdu gözlerimi. Güçlükle yutkunabildim. Sanki boğazımda koca bir yumru vardı ve acıtıyordu. "Neden vermiyorsun o zaman?"

 

"İtiraf etmeni istiyorum," dedi.

 

"İtiraf etmezsem suçlu olduğuna emin olmadığın birini öldürecek misin?"

 

"Belki de," dedi.

 

Şu an yüzündeki ifadeyi görmeyi o kadar çok isterdim ki!

 

"O zaman öldür beni," dedim, bu cesaretin nereden geldiğini eminim ki, ikimizde sorguluyorduk.

 

Bir süre sustu. Bana ne kadar sinirlendiğini anlamak için sadece soluklarını dinliyordum ve dingin değildi. Çok az sonra bana tüm hayatımı değiştirecek bir ceza kesti.

 

"Sana ölmekten daha büyük bir ceza vereceğim," dedi.

 

Sonra muhattabı değişti.

"Işığı aç."

 

"Hayır," dedim başımı iki yana sallayarak. "Hayır açma."

 

Işık açıldı ve ben onu gördüm. Onu görüp diri kalacak son kişi olacaktım.

 

Yaklaştı ve çenemi avucunun içine alıp, yemyeşil gözleriyle gözlerime baktı. "Ölmek bir kurtuluştur asker, ama her an öldürülme riskiyle yaşamak, işte bu çok zordur."

 

Çenemi bıraktı ve arkasını döndü. Tek bir saniye sürdü. Ağzım ve burnum bir bezle kapandı. Boğuştum. Çabaladım. Engel olamadım.

 

 

Loading...
0%