Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm.

@hadizade

Lana Del Rey, Diet mountain dew

 

💲

 

 

"İçerideler," diye fısıldadım, ellerim onun geniş omuzlarına kondu. Kendimi ne kadar geriye çeksem de, belime dolanan elleriyle beni biraz daha kendine çekti. Bedenlerimiz yeniden birbirine tosladığınd, "Bu umrumda değil," dedi, dudaklarımın üzerine.

 

Birden kapı açıldı ve alışkın olduğumuz o sesi duyup, aynı anda kapıya doğru baktık. "Akın seni biri arı-"

 

Ellerimi hızla Akın'ın omuzlarından çektim. Beni bırakıp hızla Mikail'e yaklaştı. Sinirli görünüyordu. "Ne var?" Mikail dili tutulmuş gibi elinde çalmakta olan telefonu ona uzattı. Akın telefonu alıp ekrana baktı ve aramayı geri çevirdikten sonra telefonu cebine atıp, tekrar Mikail'e baktı. "Emin'i de al git, gezin dolaşın biraz."

 

"Akın emin misin? Durumları biliyorsun." dedi imalı bakışlarla.

 

Aşağıya atlayıp onları dikkatle dinlemeye devam ettim.

 

"Gidin dedim," dedi Akın, uyarıcı bir sesle. "Daha o kadar yaşlanmadım."

 

"İçim rahat etmeyecek, bu seninle alakalı değil. Biz yan eve geçiyoruz." diyip çıktı. Mikail Akın'ın sözüne zaten bakmıyordu, sadıktı ama bu sadakati sevgidendi sanki. Çünkü onun dediklerini değil, onun için iyi olacak şeyleri yapıyordu.

 

Mikail, Emin'i de alıp daireden çıktıktan sonra Akın'a yaklaştım. Hâlâ daha banyonun ortasında dikilmiş, çatık kaşlarının altından elindeki telefona bakıyordu. Arayan her kimse onu epeyice huzursuz etmişe benziyordu.

 

"N'oldu?" diye sordum, parmakparı klavyenin üzerinde hızla geziniyordu. Birkaç mesaj yazdı. Bakışları hâlâ ekrandaydı. "Akın, kimdi arayan?" diye sordum ama yine cevap gelmedi.

 

Telefonu elinden çekip aldım ve ona arkamı dönüp birkaç adım atarak, o arada kimle yazıştığını görmeye çalıştım. Ancak Akın telefonu geri almaya uğraşmadı bile. Tam da tahmin ettiğim gibi, arayan Merve idi ve mesaj da yazmıştı.

 

Merve: Konuşmamız gerekiyor. Benim evime gel.

 

Merve: Çok önemli diyorum, anlamıyor musun?

 

Akın: Test sonuçlanana kadar bana yazma ve beni arama. Çocuğunun babası ben değilim, babası her kimse gidip onu bul. Tabii bulabilirsen.

 

Merve: Akın ne saçmalıyorsun? O gece haricinde ben başka hiçbir erkekle birlikte olmadım. Bu bebek Ulvi'nin değilse senin, sana iftira mı atıyorum yani?

 

Akın: İftira filan değil, seninki takıntı. Ama sana iftira davası açacağım. Belki akıllanırsın.

 

Bu onun az önce attığı mesajdı ve her mesajın arasında saatler vardı. Son aramalara girdiğimde yine Merve vardı. Defalarca kez aramıştı ama sadece biri açılmış, diğerleri reddedilmişti.

 

"O bebek benden değil." Bu cümleyi duyduğumda, arkamı döndüm. Hemen karşımdaydı ve yemyeşil gözleri gözlerimdeydi. "Onunla aramızda hiçbir şey olmadığına eminim. Onunki tamamen bir takıntı, seninle nişanlanacağımı söyledikten sonra şimdi de böyle bir iftira attı ortaya. Gazetelere manşet olmayacağımızı bilsem, onu hemen şuan dava ederdim. Bu yaptıklarının bedelini ödeyecek. En az huzursuz ettiği kadar, huzurundan olacak."

 

Telefonunu elimden yavaşça çekip aldı ve arkasını dönüp yanımdan uzaklaştı. Bu böyle olmayacak, benim Merve ile konuşmam lazım.

 

Banyodan çıktığımda, o, mutfaktaydı. Ona belli etmeden koltuğun üzerindeki çantamı elime aldım ve bir yandan onu kontrol ederken, diğer yandan da çantamdaki telefonumu alıp tekrar banyoya döndüm.

 

Tam Merve'yi aramış, telefonumu kulağıma götürmüşken, banyonun kapısı açılınca hemen arkamı dönüp, telefonu arkamda sakladım. Gördü mü, görmedi mi bilemeden, üzerimde o gerginlikle, "Bir şey mi oldu?" diye sorarken, daha ne olduğunu anlamadan birkaç büyük adımda yanıma ulaştı. Ellerini yanaklarıma koyduğunda, refleks olarak bileklerini tuttum ama o, dudaklarını dudaklarıma bastırınca, âdeta nefesim kesildi, elim ayağım boşaldı...

 

Dudaklarım ona karşılık vermedi, çünkü aklımı kurcalayan cevapsız bir soru vardı. O, bunu farkedince hafifçe geri çekilip gözlerime baktı. Tam bu an kendi telefonu çalmaya başlayınca, ellerini yavaşça yanaklarımdan sıyırarak çekti. Sanki içimden bir şeyleri de parmak uçlarıyla çekip aldı ve o eller yumruk hâline geldi. Oldukça fazla sinirlenmişe benziyordu.

 

Bir elini cebine atıp telefonunu çıkardı ve ekrandaki Ulvi yazısını beraber okuduktan sonra yeniden göz göze geldik. Aramayı açtı ve hoparlöre aldıktan sonra ikimizin arasında yatay biçimde tutarak cevapladı.

 

"Dinliyorum."

 

"Test sonuçları çıktı." dedi Ulvi.

 

"Erken değil mi?"

 

"Bilirsin kardeşim, para her kapıyı açar."

 

"Bana hâlâ kardeşim dediğine göre," diyince, karşı taraftan Ulvi'nin güldüğünü duydum.

 

"Çok şükür ki, hâlâ kardeşimsin. Ben de biraz önce öğrendim ve sana da testin sonucunun negatif olduğunu haber vermek istedim."

 

"Sen bana en güzel haberi verdin," dedi gözlerimin içine bakarak, "ve sadece bana da değil. Umarım benden şüphe edenler de cevabını almıştır."

 

"Anladığım kadarıyla Nalan da yanında, selam söyle. İşlerim var daha, kapatmam gerek. Hoşça kalın."

 

Ulvi telefonu kapattıktan sonra Akın, telefonu cebine attı ve, "Şimdi karşılık verecek misin?" diye sordu.

 

İstemsizce gülümseyerek bakışlarımı gözlerinden kaçırdım ve az önce öptüğü dudaklarımı kemirdim.

 

"Nalan," dedi uyaran bir sesle, gözlerine bakamıyordum. Ama eli belime dolanınca, göz göze hatta burun buruna geldik. "Ne sırıtıyorsun?" diye sordu gülümseyerek. Evet, otuz iki diş sırıtıyordum.

 

"Seni öpeceğim," dedim ellerimi boynuna dolayarak, kollarımı dolamak için boyum yetmedi, "ama bir şartım var."

 

"Hımm, neymiş o şart?" diyerek burun ucunu burun ucuma sürttü.

 

Aslında o bebek senden olmadığı için çok mutluyum! Ama öyle hemen de üzerine atlayacak değildim ya.

 

"Pasta," diye mırıldanıp yutkundum, "orman meyveli pasta istiyorum, beş dakika içerisinde bana istediğim pastayı kendi ellerinle getirirsen, seni öperim ama bir saniye bile gecikirsen, öpmem."

 

Belimde gezinen elleriyle beni biraz daha kendine bastırırken, "Ne kadar zâlim olduğunun farkında mısın?" diye sızlandı.

 

"Farkındayım."

 

Dudaklarımı yeniden öpmek istediğinde geri çekildim ve ellerimi teninden ayırıp, "Süren başladı," dedim gülümseyerek, "kimseye aldırmak yok, sen gidip getireceksin."

 

Sert bir soluk vererek yukarıya baktı ve bedenlerimiz birbirinden ayrıldı. Sabır dileyerek arkasını dönüp hızlı adımlarla banyodan çıktığında, arkasından bu hâline sırıtarak baktım. Gerçekten de gidiyordu. Bir öpücük uğruna pasta bulmaya gitti. Vay canına! Akın Bey hazretleri düşen burnunu eğilip almaya karar vermiş.

 

"Sakın öpücük için sanma!" demeyi de ihmâl etmedi ama ben zaten biliyordum.

 

Kapı kapanınca gittiğine tam emin olduktan sonra hemen telefona sarılıp Merve'yi aradım.

 

"Efendim." Sesi ağlamaklı geliyordu.

 

"İyi misin sen?"

 

"Değilim Nalan, hiç iyi değilim."

 

"Neler oluyor Merve? Bu ne demek oluyor? Çıkıp bebeğinin Akın'dan olduğunu söylüyorsun ama test negatif çıkıyor. Ulvi'den de değilse, kimden bu bebek?"

 

Ben bunu sorarken daha da ağlamaya başlayınca, ona bayağı sert çıkıştığımı farkettim. Belki de kendisi bile bilmiyordu.

 

"Buluşmak istiyorum, telefonda anlatamam." kelimelerini zarzor toparlayıp kendini güçlükle ifade ediyordu.

 

"Neredesin?"

 

"Şuan Fransa'daki evimdeyim."

 

"Ben de burdayım, Paris'te misin?"

 

"Evet, sen de mi burdasın?"

 

"Evet, maalesef," diyip sertçe soluyarak gözlerimi devirdim, "bana konumunu yolla, bir yolunu bulup gelmeye çalışacağım."

 

"Tamam. Gel lütfen, birine ihtiyacım var."

 

Daha fazla konuşmayıp telefonu kapadım çünkü fazla vaktim yoktu. Akın dönmeden evvel buradan çıkmam gerekiyordu ve tabii bu sırada adamlarından birina yakalanmamam da gerekiyordu.

 

Valizimi açıp içinden krem rengi keten pantolon ve gömleğimi çıkardım. Valizin bir köşesine sıkıştırdığım o siyah eşarp bugün benim işimi görecekti. Bu her zaman böyleydi. Planlı, programlı, her zaman, her şeye hazırlıklı olmak bir süre yorucu gelmiş, sonrasında alışkanlığa dönüşmüştü.

 

Kıyafetlerimi ışık hızıyla değiştirdikten sonra cüzdan, kimlik ve telefon gibi eşyaları cebime koydum. Eşarbı başıma bağlayıp, bir ucunu enseme doğru savurduktan sonra hızlı ve büyük adımlarla kapıya yaklaştım. Kapı dışarıdan kilitli olsa bile içeriden kolaylıkla açılıyordu. Kapı önünde biri var mı diye kontrol ettikten sonra çıkıp koridor boyunca ilerledim. Asansörün önüne geldiğimde, düğmeye basıp gergin şekilde beklemeye başladım. O asansörün kapıları açıldığında, karşımda hiç ummadığım birini de bulabilirdim.

 

Ancak asansörün kapıları hemen açıldı ve içerisinin bomboş olduğunu gördüğümde, rahatlıkla içeriye doğru adım atıp zemin kat düğmesine bastım. Şimdi bu binadan çıkmam gerekiyordu, hemen şimdi. Vaktim çok azdı. Akın'a verdiğim o beş dakika süre neredeyse bitmek üzereydi. Son otuz beş saniye kalmıştı ve o hâlâ gelmemişti. Sanırım bulamamış, yetişememişti.

 

Asansör durmadan evvel aynaya bakarak şalın bir ucunu gözlerimin altına kadar çekip, diğer tarafa sıkıştırdım ve kapılar açıldığında, ben dışarıya doğru adım atarken, bana doğru koşan Akın'ı gördüm. Durmadım. Gerilsem de durmadım, çünkü bana gözucuyla bile bakmadan asansöre girdi ve az sonra asansörün kapılarının kapandığını duydum. Elindeki o pastahane kutusu dikkatimden kaçmadı, şalın altında kalan dudaklarım hafifçe kıvrıldı ve başımı iki yana salladım.

 

Seninle aramızdaki fark bu işte, ben birini mutlu etmek için uğraşmıyorum. Ben sevmiyorum, sevmedim ve sevmeyeceğim de.

 

Binadan çıktığımda kapı önünde durup sohbet eden Mikail ve Emin'e rastladım. Yanlarından geçip giderken, Mikail ile göz göze geldim. Söylediği kelimeyi bile yarıda kesip bakışlarını bana dikti ve uzunca baktı ancak hemen gözlerimi kaçırsam da, o kıstığı mavi gözlerini üzerimde hissetmeye devam ettim.

 

Şansıma orada müşteri bırakan bir taksiye aceleyle bindim ve Merve'nin evinin adresini verdikten sonra başımdaki şalı omuzlarıma kadar indirip, camı indirdim. Rüzgâr saçlarımı ordan oraya savururken, Akın'ın o son hâli aklıma geldi ve gülümsedim. İşte bir erkeği kandırmak bu kadar kolaydır.

 

Bazen biri için koşarsın, o buna değmez ama sen koşarsın ve koştuğun sırada gözün kimseyi görmez, gerçekleri göremezsin.

 

💲

 

Kapının hemen önündeydim ve kapıyı iki kez çalmış, açmasını bekliyordum. Nedense avucum kaşınıyordu ve bir yandan da Merve'nin topuklu ayakkabısının sesini dinliyordum. Ah, o en kötü hâlinde bile o topuklulardan vazgeçemezdi.

 

Kapı usulca aralandı ve Merve'nin kan çanağına dönmüş gözlerini gördüm. İrislerinin etrafı tamamen kanla dolacak kadar ağlamıştı ama şimdi sadece korkmuş bir ifadesi vardı. Ona anlamazca baktım. Kenara çekildi ve beni içeriye buyur etti. Koridor boyunca adımladım ve onun yönlendirmesiyle bu evde ilk defa salonu bulmuş ve içeriye daha bir adım atmışken, bakışlarım bir çift buz mavisi göze rastlayınca, olduğum yerr çakılıp kaldım. Bakışları, yüzündeki o sahte gülümsemesiyle insanın iliklerine kadar inme gücüne sahipti.

 

Yüzümü yavaşça sağa çevirip, hemen yanımda duran Merve'nin gözlerine baktım. Şimdi utanıyor gibi bir hâli vardı. Keşke şimdi değil de, yaparken utansaydı, bana ihanet ederken utansaydı. Artık her şey için çok geçti. Taşlar şimdi yerine oturuyordu...

 

 

Loading...
0%