Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.Bölüm

@hadizade

Yorum yapam elleriniz para bulsun.

 

Vote veren elleriniz dolarla dolsun.

 

💲

 

"Son dakika!.. İstanbul'da bir düğünde gerçekleşen olay kan dondurdu. Pasta keserken gelinin damada şaka yapması sonucunda sinirlenen damat, geline tokat attı. Buna sinirlenen gelin, damadın boğazını pasta bıçağıyla keserek öldürdü..."

 

Yüzümü buruşturup, "Kim açtı bu ferahlatıcı haberleri ya..." diye mırıldanarak yan döndüm. Kendimi yatağımda zannediyordum ama bir anda boşluğa düşüp yüz üstü yere çakılınca, acıyla inledim. Elmacık kemiğim kırıldı sandım, kırılmasa da bu büyük acıya bakılırsa uzun süre kalıcı bir morluk oluştuğu kesindi.

 

Yerden kalkmaya yeltenecektim ki, ellerimin arkadan bağlı olduğunu daha yeni hissetmeye başladım. İki yana doğru çekmemle birlikle bileklerim acıdığında, inleyerek yüzümü buruşturdum. Yanağımı yerden ayırıp başımı kaldırdım. Etrafa baktım ve bakar bakmaz gözlerim bana doğru yürüyen iki ayağa rastladı. Daha doğrusu iki siyah bota bürünmüş koca ayaklar.

 

"Yardım et," dedim kesik çıkan sesimle. Diyaframım kasılıyordu, iki kelimeyi bile zor ettim. O ayakların sahibi yanıma ulaşıp eğildi ve iri parmaklarını enseme dolayıp, beni bir hamlede ayağa kaldırdı. Arkamı dönüp yüzünü görmeme fırsat bulamadan arkama geçti. "Ne yapıyorsun?"

 

Bir bıçak sesi... Bileklerime dolanan ipi çekti ve hızlı bir hamleyle kesip attı. Acıyan bileklerimi önüme getirip, yüzümü buruşturarak ovalarken, yavaşça arkamı dönüp ona baktım. Nefes nefese, yarı çıplak şekilde karşımda duruyordu. Vücudundan akan ter damlaları uzun bir koşudan geldiğini açıklıyordu. Ürkünç derecede keskin bakan orman yeşili gözlerinin üzerindeki kömür karası kaşları kavisli ve ıslak, dağınık saçlarından iki tutamı alnına doğru kıvrılmıştı. Sağ elmacık kemiğinin altında derin bir çizik vardı. Sol kaşında da bir yarık.

 

Bana hem öldürmek ister gibi, hem de hesap sorar gibi bakıyordu. Neler döndüğünü en az onun kadar merak ettiğime onu nasıl inandıracaktım şimdi?

 

"İyi misin?" Dedi bana biraz yaklaşarak. Ancak yine de belli bir mesafe vardı aramızda, o çizgiyi aşmadı.

 

Şaşırmış ve bir o kadar da tereddütlü halde, "İyiyim," dedim. Bulunduğum durumun içinde ona sitem etmek ne kadar doğruydu bilmiyordum. Zaten bana inanacak olsa dün gece söylediklerime inanırdı, öyle değil mi?

 

"Bence de iyi olmalısın," dedi, sol omzuma, kalbime, en sonunda ise gözlerime baktı. "Çünkü bana daha lazımsın." Diye ilave ettiğinde, nutkum tutuldu.

 

Ne demek istiyordu ki?

 

Yanımdan geçip giderken bana söylediği şey demin söylediklerinden daha garipti.

"Kendi evinde gibi hisset."

 

Arkasından öylece boşluğa takılı kaldım. "Manyak mı bu adam? Ne demek kendi evinde gibi hisset? Nereye getirdiniz beni böyle?" Arkasından bağırsam da hiç oralı olmadı. O, salondan çıktıktan sonra etrafa bakındım. Tam önümdeki duvar bahçeyi görüyordu ve bahçeye çıkan sürgülü kapı da aralıktı zaten. Acaba beni mi deniyordu? Kaçmaya çalışsam da anormal olmazdı zaten. Belki, o da bunu istiyordur. Bahane arıyordur.

 

Salonda biraz gezindim. Dolabın üzerinde bir ev telefonu vardı ama kablosu kesikti. Başka da işime yarayacak her hangi bir şey yoktu. En sonunda, en azından nerede olduğumu görmek için bahçeye bir adım attım. Ayağımın altındaki çimlerin üzerinde damlalar birikmişti. Yürüdükçe sesler çıkıyordu. Anlaşılan yağmur yağmıştı. Etrafta tek bir ev bile görünmüyordu. İçimdeki endişe git gide biraz daha artıyordu, başıma ne geleceğini tahmin bile edemiyorken yaşamak hakikaten eziyet olacaktı. Dün, en son hatırladığım şey sözleriydi ve o sözler beynimin içinde dönüp duruyordu.

 

"Ölmek bir kurtuluştur asker, ama her an öldürülme riskiyle yaşamak, işte bu çok zordur."

 

Bir o tarafa, bir bu tarafa geziniyordum ama ne kadar çaresizce bir davranış sergilediğimi anladığım an durup arkamı döndüm. Eve gidecektim. Eve girip onun karşısına dikilecek ve hesap soracaktım. Beni böyle alıkoymaya hakkı yoktu. Üstelik emin bile değildi.

 

Kulaklarım derin bir hırlama sesiyle doldu. Sırtı ve kulakları siyah, yüzü ve göğsü kar beyazıydı, masmavi gözlerini gözlerime dikmiş, bana dişlerini gösteriyordu. Elimi yavaşça kaldırıp, "Sakin ol," dedim, sanki beni anlayacaktı. "Ben düşman değilim." Aslında bir bakıma öyleyim.

 

Yüzüme doğru iki kez havladıktan sonra bana doğru koşması ve benim yere düşmem sadece birkaç saniye sürdü. Göğsüme atlayıp yüzüme doğru saldırmasıyla aramızdaki o boğuşma başladı. Daha üzerime atlamadan önce gözüme kestirdiğim kahverengi, dişli tasmasına geçirdiğim parmaklarımla onu tutmaya, yüzümden uzaklaştırmaya çalışıyordum ancak buna daha ne kadar devam edebilirim, hiç bilmiyordum.

 

Kollarım uyuşmaya başlıyordu ki, birinin, "Muhafız!" diye bağırdığını duydum. Az önce beni parçalamak ister gibi saldıran köpeğin bir anda boğuk uğultularla üzerimden inişinin ardından, dirseklerimin üzerine yükselip etrafa baktım. Koşarak bize doğru gelen bir adam gördüm. Az önce olanların etkisi mi, yoksa genel mi bilmiyorum ama gözlerim kararmıştı. Net göremiyordum.

 

Yanıma yaklaşıp eğilerek elini bana uzattığında, elimi yavaşça kaldırıp avucuna bıraktım. Bir anda çekmesiyle ayağa kalkınca, şakaklarıma uygulanan basınçla birlikte zihnimde çakan şimşekler, kısa süreliğine de olsa kör olmamı sağladı.

 

"Yenge, iyi misin?"

 

"Yenge?" Bu kelime vücudumdaki tüm yan etkileri bir kenara bırakıp ayılmamı sağladığında, hemen yanımdaki adama baktım. Sarışın ve mavi gözlü olan bu adam, sert yüz ifadesinin aksine ilgiye bürünmüş bakışlarıyla yüzümü süzüyor, düşme olasılığımı düşünerek tetikte bekliyordu.

 

"Kusura bakma, Muhafız biraz sert oynar. Seni korkutmuş sanırım."

 

Bir Muhafız adlı masum görünümlü vahşi köpeğe, bir de ismini bilmediğim o adama baktım. "Ne oyunu, beni yiyecekti az kalsın!" Diye söylenerek elimi avucundan çektim. "Sen kimsin? Ben neredeyim şu an?"

 

Yüzüme bir süre baktıktan sonra hafifçe temessüm ederek tekrar elini bana uzattı. "Ben Mikail," eline ve tekrar yüzüne sinirle baktığımda, elini büküp yavaşça geriye çekti.

 

"Neredeyim ben?" İşaret parmağımı kaldırıp kalbinin üzerine vurdum. " Siz bir insanı evinden kaçıracak cesareti nereden buluyorsunuz acaba? Bu yaptıklarınız yanınıza kâr kalır sanmayın!"

 

Sinirden kendi etrafımda dönüp saçlarımı çekiştirdim.

 

"Sakin ol yenge."

 

Duyar duymaz kocaman açtığım gözlerle Mikail'e baktım.

"Ne yengesi be? Ben senin yengen falan değilim, abin olacak o adam beni kaçırdı!"

 

Başını yana yatırıp, ellerini önünde birleştirerek gururlu bir ifadeyle,

"Biliyorum yenge, adetimiz böyle zaten." Dedi.

 

Daha da çıldırdım.

 

"Bana yenge falan deme vallahi çıldıracağım şimdi!"

 

"Tamam yenge, demem."

 

"Hay Allah'ım, delireceğim şimdi!" Ayağımın birini sertçe yere vurduktan sonra hızlı ve bir o kadar da öfkeli adımlarla eve girdim. O adamı bulup bu yaptığının hesabını soracaktım, evet! Beni böyle alıkoyamazdı. Ailem, arkadaşlarım şimdiye meraktan delirmişlerdir kesin.

 

Demin salondan çıkıp sola doğru gittiğini gördüğüm için o tarafa doğru gittim. Hemen solda bir kapı vardı. Büyük ihtimal buraya girmişti çünkü başka kapı yoktu. Kapının kulpunu çevirip dan diye odaya girdiğim an gördüğüm manzara karşısında, olduğum yerde donup kaldım. Dudaklarım istemsizce aralandı ve kendimi, onu baştan aşağıya süzerken buldum. Aynanın karşısındaydı. Asker forması giyinmişti ve son düğmeleri ilikliyordu. Aynadan bana baktı, birkaç saniye sonra gözlerini çekti ve yakasını düzelttikten sonra arkasını dönüp, silahını eline aldı. Kontrol edip kemerine yerleştirirken ben hiç burada değilmişim gibi davranıyordu. Telefonunu ve cüzdanını aldıktan sonra bana baktı. Bana doğru geldi. Yaklaştı, yaklaştı ve karşımda dikildi. Yorgun bakan gözlerinin içinde kızarıklıklar vardı. Kaşlarının ortasındaki iki ince çizgi kaşlarını çattığında ortaya çıkıyor, sonra kayboluyordu.

 

"Çekilecek misin?"

 

Bana bakmadığını, çekilmemi beklediğini anladığım o an kendime gelip kenara çekildim. Gözlerimiz ayrıldı. Yanımdan geçip giderken silahına dolanan elime hâkim olamadım. Saniyesinde farketti ve ama artık geçti. Odanın içinde gerileyerek silahın namlusunu ona doğrulttum, emniyeti açtım. Arkasını dönüp sadece gözlerime baktı.

 

"Beni bırakacaksın!" Dedim, elim titriyordu, bacaklarım da ve kalbim de. "Evime döneceğim. Ne sanıyorsun? Beni aramayacaklar mı? Bulamayacaklar mı?"

 

Bir şey demedi. Öylece gözlerime bakmaya devam etti. İfadesizdi.

 

"Sana diyorum!" Sesimi biraz daha yükselttim. İşaret parmağımı tetiğin üzerine bastırdım. Elim zangır zangır titriyordu ama korkudan değil. Ondan korkmuyordum. Diğer elimle de bileğimi tuttum. Hedefim o'ydu.

 

"Konuşsana! Bir tepki versene Allah'ın cezası!"

 

Yaptığı şey put gibi durup beklemek ve sadece gözlerime bakmaktı. Namlunun ucunu kalbine indirdim ve işaret parmağımı biraz daha bastırdım.

"Konuş yoksa ateş edeceğim." Yaparım. Daha önce yapmadığım bir şey değil.

 

Bir adım attı. Hâlâ susuyordu ve göz temasımızı hiç ayırmamıştı. Sonra bir adım daha. Ben de bir adım geriledim. O geldikçe, ben gittim. Gittim, gittim ve sırtım bir yere değince anladım ki, bitti. O, namlu göğsüne yaslananadek durmadı. Öyle yorgun, öyle bitkin ve aç idim ki, silah geçen her saniye biraz daha ağırlaşıyordu.

 

Simsiyah sislerin çöktüğü ormanlar yer yer karanlığa büründü, bazen de çok net göründü. "Ben hayatım boyunca silahımı kime doğrulttuysam, tetiği çekmeden indirmedim." Dedi. Silahı tuttu ve elimden alıp, emniyetini kapattıktan sonra yerine taktı. "Sana da bir silah doğrultmak zorunda bırakma beni."

 

Gözlerimin içine baka baka seni öldürmek zorunda bırakma beni dedi ve yine arkasını dönüp gitti. Bacaklarım direncini kaybetti, belki bir kurşunla bu eziyeti bitirebilirdi ama yapmayacaktı.

 

Koşar adımlarla peşinden odadan çıkıp onu takip ettim. Dış kapıdan çıkmıştı, ön bahçedeydi ve arabasına yerleşmek üzereydi. Şoförü kapıyı açtı ve o, arka koltuğa yerleşti. Kapı kapanmadan yetiştim ve elimle kapıyı tuttum.

 

"Nereye gidiyorsun? Elinde bir delil olmadan beni burada tutamazsın, anladın mı?"

 

Bana bakmadı bile. Siyah camlı gözlüğünü takıp, "Rıza, gidelim." dedi sadece. Bir anda kollarıma giren iki kişi beni geriye doğru çekti ve şoför kapıyı kapattı.

 

"Böylece gidemezsin! Bırakın beni!"

 

Çırpınarak kollarımı kurtarmaya çalışırken, onun bahçeden nasıl çıktığını izledim ama susmadım. Belki duyar diye bağırdım bir umut, tüm hırsım ve inadımla. "Hesap vereceksin! Duydun mu beni? Adalet önünde hesap vereceksin pislik herif! Bu yaptıklarının bedelini ödeteceğim sana!" Yanımdaki adamlardan biri eliyle ağzımı kapatmaya çalıştı ama yüzümü çevirip son sözlerimi de söyledikten sonra susup teslim oldum.

 

Onun gittiğini gördükten sonra yanımdakilere sardım. "Siz de! Hiç merak etmeyin sizi unutmayacağım. Hepinizi şikâyet edeceğim!" Koltukaltlarımdan kaldırıp eve geri götürdüler. Ayaklarım yerden kesilmişti ama çırpınmaya devam ediyordum. "Taşıyın lan! Taşıyın kraliçenizi, canıma minnet! Nasıl olsa bunun hesabını soracağım ben size. Susturamazsınız beni. Kimse susturamaz!"

 

Sağ tarafımdaki kişi Mikail'di, solumda da esmer, ondan biraz zayıf, durgun ifadeli bir adam vardı. "Abi nereye götüreceğiz yengeyi?" Diye sordu Mikail'e.

 

"Hâlâ yenge diyorlar ya!"

 

Bu sırada içeriye girip merdivenleri çıkmaya başlamışlardı.

"Akın abi üçüncü katta köşedeki odaya götürün dedi, atlamak isterse ölmezmiş, en fazla sakat kalırmış."

 

"Oranın pencere ve balkonunun altında çimen var değil mi?"

 

"Evet Emin, o oda. Sanki bilmiyorsun."

 

Hayretler içinde bir ona, bir diğerine bakıyordum. Sanki ben hiç burada yokmuşum gibi yüzüme yüzüme konuşmaları da garip geliyordu.

 

"İkinizi de tebrik ederim," dedim şaşkınlıkla. Hâlâ ayaklarım yere değmiyordu ve bu durum alışkanlık yapmaya başlıyordu. "Şerefsizlikte level atlamışsınız resmen!"

 

Beni malum odanın önüne getirip yere bıraktıktan sonra Mikail kırgın bir bakış attı. "Aşk olsun yengee! Ne şerefsizliğimi gördün?" Eliyle Emin'i gösterip, "Hadi buna desen neyse de ben? Hiç yakıştıramadım yani hiç!" dedi gözlerini kapatıp başını iki yana sallayarak.

 

Bu an hemen yanında duran Emin'e baktım, Mikail'e bir şey demese de tüm küfürleri içinde barındıran bakışlar atıyordu.

 

"Bana yenge falan deme," deyip elimin tersini kaldırdım. "Çakarım bir tane ağzına, tutamazsınız beni burada kaçacağım zaten. Bak görün!"

 

"Tamam yenge," dedi Mikail beni odanın içine iterek. "Biraz dinlen, uyu, güç topla ki, rahat kaçabilesin."

 

"Seni var ya..." tekrar dışarıya çıkmak için yeltendim ama kapıyı üzerime kapatıp bir de kilitledi. Kapı kulpunu kırana kadar zorladım, kırdım da. "Açın kapıyı! Daha beş dakika önce o patronunuz olacak herifin silahı elimdeydi, istesem vururdum. Ben sizin gibi cani miyim? Şerefsizler! Alçaklar!"

 

O an kapının ardından yine Mikail'in sesini duydum.

"Yenge ayıp oluyor ama..."

 

"Kes sesini puşt!"

 

Emin'in sesini duydum.

"Bize puşt dedi."

 

Mikail ise, "Anlıyorum kızgınsın ama bu evi kendine zindan edip etmemek senin elinde." Dedi ve sonra uzaklaşan adımlarını duydum.

 

Sırtımı kapıya yaslayıp, yavaşça aşağıya çöktüm. Öyle yorgundum ki, sanırım daha fazla direnemeyecektim. Mikail ne demek istemişti acaba, bu da ne demekti?

 

Ne yapacağım ben? Nasıl kurtulacağım buradan? Birina bir haber uçurmam lazım. Lâkin nasıl? İşte bu merak konusu.

 

Acaba beni arıyorlar mıdır? Nisan ve Leyla umarım yokluğumu farketmiştir. Gerçi dün Leyla eve gelmedi ama sabah dönmüştür, Nisan da neredeyse her gün bize uğrar zaten. Umuyorum ki polise haber vermişlerdir.

 

Bildiğim tek şey öfke ve hırsın kontrolün dahilinde olduğu sürece iyi bir şey olduğuydu. Çünkü bu iki duygu beni yıkım anlarımda bile ayakta tutuyordu. Onları kullanmak, kontrol etmek için çok çaba sarf ettim.

 

Etrafa bakındım. Krem renginde iki kişilik bir yatak, iki kapılı bir dolap, yatağın sadece tek bir tarafındaki komodin ve üzerindeki gece lambası, bir de balkona bakan turkuaz renginde tekli bir koltuk vardı. Başka da hiçbir şey. Burası misafir odası filan değildi. Öyle olsa burası çok farklı görünürdü.

 

Avuç içlerimi kapıya yaslayarak ayağa kalktım. Hızlı adımlarla yatağın yanına yaklaştım ve eğilip gece lambasını aldım. Sertçe çektiğimde kablosu koptu, tüm gücümle cama fırlattım. Paramparça olarak etrafa saçıldığında, korunmak için yüzümü yana çevirdim ama çok geçti. Parçalardan birinin yanağımı kestiğini hissettim. Parmaklarım oraya gitti, yavaş yavaş sızlamaya başladı.

 

Fakat bu beni durdurmadı. Tekli koltuğu kaldırmaya çalıştım, ayakları tahtadandı, fazla ağır değildi. Kaldırıp tüm gücümle cama fırlattığımda, bu sefer camı kırmayı başardım. Koltuk cam kırıklıklarıyla beraber balkona düştü. Çarşafları avuçladım ve yırtmak pahasına çekiştirip, yorgan ve yastıkların hepsini toplayıp balkona getirdim. Aşağıya baktım. İki kişi vardı aşağıda. Kulaklıklı ve takım elbiseli iki koruma. Hiç buralı değillerdi ama eminim ki aşağıya inmeye çalışırsam, bellerindeki silahların göstermelik olmadığını ıstaplayacaklardı.

 

Ben kendi hayatımda çok değerli biriydim, ama burada değilim. Biliyorum. Canım o kadar değerli değil.

 

Çarşafı, yorganı ve yastıkları aşağıya fırlattım. Yorgundum ve de aç, susuz. Öyle ki, artık kollarım bir yastığı bile zor kaldırmıştı. Arkalarına baktılar, ne yaptığımı gördüler ve birbirlerine mânalı bakışlar attıktan sonra önlerine döndüler yine. Görmezden geldiler.

 

Gülerek arkamı dönüp, balkon duvarına yaslanarak yere çöktüm ve tüm hırsımı boşaltacak bir çığlık attım. O son sözleri ve bakışları aklımdan çıkmıyordu ve bu beni kısa vadede tüketebilirdi. Berbat hissetmek denilen o duyguyu iliklerime kadar hissediyordum.

 

Emekleyerek içeriye geçtim ve yavaşça ayağa kalkıp, dolaba yaklaştım. Dolabın kapağını açıp içine baktığımda, sadece askıda duran siyah bir gömlek gördüm. Başka da bir şey yoktu. Kapağı sertçe çarpıp öfkeyle soluyarak arkamı döndüm. Kapıya yanaştım, avuç içimle vurdum. "Mikail! Emin! Orda mısınız? Su istiyorum!" Birkaç defa daha vurdum. "Su istiyorum, çok acıktım ama su verin bari!"

 

Bir iki dakika bağırdıktan sonra nihayet adım seslerini duydum. Mikail'in sesini bekliyordum ama konuşan Emin oldu. "Abi dedi ki... Şey... Hiçbir şey vermeyin dedi. Üzgünüm yenge, kusura bakma."

 

Dudaklarım aralık, bir elim kapıda, öylesine baktım boş boş. "Tamam," dedim sadece. "Sana kızmıyorum, merak etme." Arkamı dönüp sırtımı kapıya yasladım. "Hem o kadar da aç değilim, abin gelene kadar idare ederim..."

 

"Çok özür dilerim," dedi ve sonra adım seslerini duydum. Gitti.

 

"Sen niye diliyorsun ki?" Diye fısıldadım kendi kendime. "Sen de haklısın. Emir kulusun."

 

Şöyle bir şey var; bazen bir şey yaparak günah işlersiniz, bazen de hiçbir şey yapmayarak.

 

Sanırım konuşmak kadar, susmak da, göz yummak da hata.

 

💲

 

Buralara karanlık çökmüştü. Bir insan sesi duymayalı saatler olmuştu, sadece yağmurun şırıltısı ve ara sıra gürleyen şimşek sesini duyuyordum. Gökyüzü her gürlediğinde odanın içini biraz aydınlatıyor, sonra yine karanlığa gömüyordu. Bazanın üzerindeki döşeği de aşağıya atmadığım için memnundum, cenin gibi kıvrılıp yattığım yatakta soğuktan kollarımı vücuduma sarmıştım. Üzerimde dün gece giydiğim siyah, dizimin dört parmak üzerinde biten, ince askılı elbise vardı ve soğuktan korunamıyordum. Tüm vücudun buz kesmişti. Camı kırdığım için o kadar pişmandım ki, en azından yastık ve yorganı aşağıya atmasaydım iyi olurdu.

 

Soğuk uyutmuyordu, saatten bihaberdim. Sabaha kadar hasta olacaktım kesin. Karnım çok açtı, bunun da büyük bir etkisi olabilirdi. Yataktan çıkıp dolaba yaklaştım ve öğlen gördüğüm o siyah gömleği askıdan aldım. Askıyı sabırsızca yerine asıp kapıyı çarptıktan sonra gömleği kokladım. Parfüm kokuyordu, kötü bir kokusu yoktu. Hemen üzerime giyinip düğmelerini ilikledim. Bu an gök öyle bir gürledi ki, irkilerek dışarıya baktım. Yağmur şiddetini arttırıyordu ve şimşekler yakınlarda bir yerlere düşüyordu sanki.

 

Tekrar yatağa yattım, dizlerimi kendime çekip camdan dışarıya baktım. Midemin gurultusu bir yandan, balçık yutmuşum gibi yapışan boğazım ve damağımın yanı sıra, halsizliğim de cabasıydı. Şu an bir katil odaya girip beni öldürmeye çalışsa direnecek gücü kendimde bulamazdım.

 

Tam bu an kapının sesini duydum ve hemen gözlerimi kapatıp uyuyor numarası yapmaya çalıştım. Biri odaya girdi ve ağır adımlarla yatağın etrafından dolandı. Camın orada durdu ve tekrar geri dönüp yatağa yaklaştı.

 

Kalbim ağzımda atıyordu. Belki de bir bıçağı sırtıma saplayacak diye düşündüm. Bu eziyet de böylece bitecektir. Ancak hiç de öyle olmadı. Bir elini bacaklarımda hissettim, diğer elini de sırtımda. Önce irkildim, dokunuyor sandım ama az sonra beni kucağına alıp yataktan kaldırdığında, öyle olmadığı için rahatladım. Çıplak teni tenime değiyordu, benim buz gibi oluşumun aksine sıcacık bir bedeni vardı. Sanki kanı kaynıyordu. Kolları sıcak bir yuva gibiydi ama o yuva benim kapanım da olabilirdi.

 

Kim olduğunu bilmiyordum.

 

Gözlerimi açmak istiyordum ama aynı zamanda uyanık olduğumu bilmesini de istemiyordum.

 

Bir süre sonra merdivenleri indiğini duydum. Işık yoktu. Tutsak olduğum evde, dışarıda gök gürlerken, gecenin karanlığında kim olduğunu bilmediğim bir adamın kollarında bilmediğim bir yere götürülüyordum.

 

O muydu yoksa?

 

Biraz sonra başka bir odaya girdi ve beni yumuşacık bir yatağa yatırdı. Bedenim bulunduğum odanın ve yatağın sıcaklığıyla biraz olsun gevşedi. Üzerimi örttüğünü hissettiğim o an dışıma hiç vurmayan, sadece içimde bir yerlerde kalan o öfke ışıkları kısıldı ve yavaşça söndü. Bu o muydu, değil miydi?

 

Sadece iki dakika önce rahatsız ve mutsuz hissediyordum kendimi. Şimdi çok farklı duygular içindeydim. Herkesin diline pelesenk olan hikâyelerin kahramanıydı o, merhametsiz diye anlatılırdı hep. Onu görmek istemiştim, merak etmiştim. Ancak böyle tanışacağımızı hiç tahmin etmemiştim.

 

Biraz sonra tanıdık bir ses duydum. Birkaç adımda içeriye giren Mikail'in sesiydi. "Abi konuşmamız-"

 

"Şşhh, sessiz ol," diye onu susturan sesin sahibi Akın Yiğit Akcan idi.

 

Onu uyardıktan sonra kısık sesle,

"Odasının camını kırmış, yorganı aşağıya fırlatmış deli." diye anlattı. Deliyim evet.

 

Daha kısık bir sesle devam etti Mikail. "Abi, dışarıya gelir misin biraz, konuşalım."

 

Onu başıyla onaylamış olacak ki, beraber odadan çıktıklarını duydum. Derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. İçimden bas bas bağıran bir ses, "Git ve onları dinle!" diyordu. Ve ben hayatta yaptıklarım için değil de yapmaya korkup kaçtıklarım için pişmanlık duymayı kendime hiç yakıştıramadım. Şu durumda, en fazla ne olabilirdi ki?

 

Yavaşça doğrulup oturdum, üzerimdeki yorganı kenara iterek parmak uçlarımda ayağa kalktım. Olabildiğince sessiz olursam onlar beni farketmeden yeniden buraya dönebilirdim. Ne konuştuklarını o kadar merak ediyordum ki... Belki de tam da bu konu hakkında konuşuyorlardır. Kesinlikle benim de bilmem gereken şeyleri benden saklayamazlardı.

 

Çıt bile çıkarmadan odadan çıkmayı başarmıştım, onun bıraktığı aralıktan sıyrılarak koridora baktım. Ama sesler salondan geliyordu. Kenardan kenardan ilerledim. Sırtım duvarlara ve dolaplara değiyordu, özellikle bir şeyi devirip de yakalanmamak için özen gösteriyordum. Salonun giriş duvarında, yan tarafta küçük pencereler vardı. Bu pencereler minik süs kaktüsleriyle ve biblolarla süslenmişti. Tahmin ediyordum ki, burada durursam kimse beni göremezdi.

 

"Ben emin olanadek kimse bir yere gitmiyor." Bunu diyen Akın denen o adamdı.

 

"Sence o mu yapmıştır?" Diye sordu Mikail.

 

Kulaklarım dört açmış dikkatle dinliyordum. Akın derin bir nefesi dışa verdi. Neyi düşünüyordu ki?

 

Hadi konuş! Konuş da elime bir koz ver!

 

"Bence evet," dediğinde, kendimi olmam gerekenin aksine suçlu hissettim. Bir elim duvarda, saksının kenarından izlediğim yüzü gergin, bakışları düşünceliydi. Yayıldığı koltukta başını öne eğip eliyle saçlarını karıştırdı ve tekrar karşısında oturan Mikail'e baktı. "Ortaya çıkmamı istediler, çıkarım o hâlde." Dedi kendinden emin bir ifadeyle.

 

Anlamadım? Kim istedi? Ne istedi? Neden bahsediyorlar ki?

 

"Neyse," deyip ayağa kalktığında, hemen arkamı dönüp odaya doğru hızlıca ve sessizce yürüdüm. Yalnız son bir şey duydum. "Öyle hemen odaya girip bizi rahatsız etme bir daha," dedi. "Uygunsuz bir vaziyette yakalayabilirsin..."

 

Gözlerim kocaman açıldı. Mikail'in gülüşünü işittim en son. Odaya girip kendimi nasıl yatağa attım belli değil. Bedenim saçma bir şekilde titriyordu ve engel olamıyordum. Sanırım panik atağım turmak üzereydi.

 

Az sonra adım seslerini duydum.

 

Odaya girdi, kapıyı kapattı ve kilitledi.

 

 

Loading...
0%