Yeni Üyelik
33.
Bölüm
@hadizade

💲

 

Rahat bir ifadeyle ellerini koyu mavi pantolonunun ceplerine koydu ve soğuk bakışlarına hiç umursamıyormuş gibi bir tavır takındı. "İki seçenek sunuyorum," dedi o aksanlı fakat türkçeye hâkim olan sesiyle. "Ya burada babanın evinde bir ay kalırsın, karşılığında Komutan Akcan'ı eski işine geri döndürürüm. Ya da benim evime gideriz ve benimle üç gün geçirirsin, karşılığında hem Komutan'ın, hem de Leyla'nın işini hallederim ve Tufan babanın bundan haberi olmaz. Seç birini."

 

Bir anda sinirle doldum. Resmen bu anımdan faydalanmaya çalışıyordu. Ona itaat etmem zaten onun için büyük bir zevkti, çünkü daha önce bu hissi çok tatmak istemiş fakat asla tadamamıştı. Aramızdaki çekişmenin intikamını almak için eline bir koz düşmüştü ve eminim ki, bunu sonuna kadar da kullanacaktı.

 

"İkinci seçenek, kabul..." dedim.

 

Kırk satır mı, kırk katır mı diye bir soru gibiydi bu.

 

Beni rahatsız eden birine haddini bildirdi diye işinden kovuldu Akın.

 

Şimdi o işine geri dönsün diye, Boris'in bana olan ilgisini bilerek kullanıyorum. Babamın en yakın adamı, her türlü işini halleden biri ve uzun zamandır da bana takık. Burun kıvırıp yüzüne bile bakmadığım adama minnet etmek epeyce zor olacak.

 

Dış kapıyı açtı ve geçmem için bekledi. Ona hiç bakmamaya çalışarak dümdüz geçtim ve dışarıya çıkıp, doğrudan merdivenleri indim. İşareti alan şoförü arabayı getirdi ve korumalardan biri kapıyı açtı. Yavaşça geçip oturdum. Sanki yaramdan gelen acı yetmezmiş gibi, şimdi bir de psikolojik savaş veriyordum. Atlatırsın diye diye nereye kadar gidecekti ki bu böyle?

 

Hemen yanımdaki kapı açıldı ve Boris Pavlov yanıma yerleşti. Araba harekete geçtiği an sert bir soluk vererek yüzümü cama doğru çevirdim. Ancak hemen kulağımda hissettiğim o sıcak nefes irkilmeme sebep oldu.

 

"Yıllardır bugünü bekliyorum."

 

"Neyi? Senin evine gitmemi mi?"

 

"Hayır, bana muhtaç olmanı."

 

Sinirli bir ifadeyle yüzümü yana çevirdiğimde, hemen dibimdeydi. Beyaza yakın sarı saçlarından birkaç tutamı neredeyse mavi gözlerinden birini kapatmıştı. Daha koyu renk kaşlarını çatmış, gözlerimin içine ve ara sıra dudaklarıma bakıyordu.

 

"Senden nefret etmekte o kadar haklıyım ki," diye fısıldadım.

 

Hemen geriye çekildi ve düğmeye basıp, şoförle aramızda olan pencereyi kapattı. Gerilerek ona şaşkınca bakarken, tekrar yanıma oturdu. Kalbim ağzıma kadar yol almış, artık dışarıya fırlamak için fırsat kolluyorken, ona bir şey yapamayacak olmanın verdiği o kızgınlık sardı içimi. Uluslararası dokunulmazlığı olan biriydi Boris Pavlov. Dokunurdum. Dokunamam.

 

"Ne yapıyorsun?" dedim kapıya doğru kısılarak.

 

Elini elbisemin üzerinden bacağıma koydu ve ben aynı anda eline baktım. Eli yavaşça yukarıya doğru çıkarken, göğsüm körük gibi inip kalkmaya başladı. Eli yaramın üzerinde durdu ve öylece bekledi. Seslice yutkunarak gözlerine baktım. Zevk dolu bir gülümsemeyle yüzümde yaranan ifadeyi seyrediyordu.

 

"Hafif bir bastırma bile yeter, acılar içinde kıvranmana." Sesi tehditlerini tenime ilmek ilmek işleyecek kadar sakin ve ürkütücüydü. "Yaralı bir Nalan'dan daha kötü bir şey varsa, o da muhtaç bir Nalan'dır. Öyle değil mi Nalan?"

 

Dişlerimi birbirine sıkıp, dilimin ucuna kadar gelen onlarca lafı yuttum ve sadece elini itmeye çalıştım ama eline dokunduğum anda bastırınca iyice kapıya doğru kısıldım. "N'apıyorsun Boris? Dost musun, yoksa düşman mı?"

 

"Sen karar ver," derken yaramın üzerindeki eli yavaşça yukarıya çıktı ve bu sefer belime dolanınca, beni kendine çekti. Burun buruna geldiğimiz an ellerim omuzlarına gitti. "Ya sen Nalan? Dost musun, düşman mı?"

 

"Dost olmasam seni şimdiye kadar çoktan gebertmiştim." dedim uyaran gözlerle.

 

Hoşuna gitmiş gibi gülümsedi ve diliyle dudaklarını ıslatıp, dudaklarıma baktı. "Hoşuma gidiyorsun, düşmanım olsan bile bu değişmeyecek."

 

Şu zamana kadar tek bir Boris tanıdım ben. Boris ister ve Boris alır. Tek alamadığı, daha doğrusu kazanamadığı kişinin hep ben olduğumu söylerdi. Bu zamanla bir gurur meselesine, hatta inada dönüştü ama sorun şu ki, o sadece zor olanı seviyor. Bense kolay olanı, beni seveni.

 

Tam ona güzel bir cevap verecektim ki, benden önce davranarak beni susturdu.

"Üç gün, öyle anlaştık. Sen kabul ettin, ben seçim şansı sundum. Seni hiçbir şeye zorlamadım. Zorluk çıkartırsan anlaşmayı da fes ederim. Bilirsin, bir kadına zorla dokunmak hoşuma gitmez. Her şeye varım ama bu..." kaşlarını hafifçe kaldırıp, başını iki yana salladı, "kendi isteğinle, severek, isteyerek... anlatabildim mi?"

 

Başımı yavaşça aşağı yukarı sallayarak onayladım. Haklıydı. Ben kabul ettim. Öbür türlü babamla birlikte kalmam gerekiyordu ve ben eminim ki, orda kalacağım bir hafta içinde Boris mutlaka Akın olaylarını babama çıtlatacaktı. Babam bilirse neler olur diye düşünüyorum da... Akın için susuyorum. Susacağım da.

 

"Kendim kabul ettim, burada bir sorun yok Boris. Akın'la sevgili, nişanlı veya evli filan da değilim. İçim de rahat, istediğimi yapmakta özgürüm ama keşke şu anımdan faydalanmak yerine, seninle isteyerek birlikte olmamı bekleseydin."

 

Hafifçe güldü ama bu küçümseyen bir gülüştü.

"Zaten isteyerek birlikte olacaksın, zorlama yok."

 

"Bırak şimdi," diyerek kendimi geriye çekmeye çalıştım, "yaralıyım, sıkıp durma bari yaram açılacak."

 

Yüzüme düşen bebek saçlarımı kenara iterken, "Seni rahat ettireceğim," dedi, "iyi olacaksın, fazla zorlamamaya çalışacağım."

 

Yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum. Ben böyle hayal etmemiştim. Yıllardır tanıyor ve nefret ediyorum. İlk defa onunla birlikte olacağımı bilsem, çoktan başka biriyle olmuş olurdum.

 

Akın'ı engellemeseydim... Her neyse. O da çok doğru bir adam değildi benim için.

 

Değilmiş.

 

Bana hiçbir açıklama yapma zahmetinde bulunmadan kapının önüne koydu. Ne güzel ama!

 

Boris nihayet geri çekilip bana nefes almam için alan yarattı. Tekrar rahat şekilde oturup, elimi boynuma sardım. İçimde bastırmaya çalıştığım duygularım beni tavandan asmıştı ve boğuluyordum. Bedenim de ruhum da ilk defa bir adamı bu kadar istemişti. O da yanlış adammış. Yalanmış bana, yılanmış.

 

Yıldım.

 

Şuan bir gel desen koşarak gelirim belki ama sana o kadar kızgınım ki, kalamam da.

 

Bunu ben istedim, ben yaptım ama kırıldım işte. Nasıl bu kadar kolay kabullenebildin?

 

💲

 

Tarabya'daki en güzel villalardan birkaç tanesi Boris'e aitti. Babası Rusya'da büyük bir iş adamı ve kendisi de onun buradaki işlerini yönetiyor. Babamın risk alarak girdiği ortaklığı başarılı olmuştu. Onun ortağı da elbette Boris'in babası. Dolayısıyla Boris ve ben bu servetin iki ortağıyız.

 

Babam bana bile söylemediği bir nedenden dolayı askeriyeden ayrılmıştı ve bir daha onu formayla hiç görmemiştim. O sırada on bir, on iki yaşlarımdaydım diye hatırlıyorum. Sonra beni babaannem ile dedeme bıraktı ve bir süreliğine Rusya'ya gitti. Orada Bay Pavlov ile tanıştı ve kısa bir süre içerisinde ortaklığa giriştiler. Büyük bir ticaret firması yarattılar, babam zaten aileden varlıklıydı ancak büyükannem ve büyükbabam sade bir hayat yaşıyorlardı. Babamın gözü hep yüksekteydi, hırslı biriydi. Elindeki şansı değerlendirdi ve beraber aldıkları bu riskin karşılığında başardılar. Ben büyüdükçe firma da büyüdü ve artık sadece Rusya - Türkiye değil, tüm dünyadan ithalat- ihracat yapılmaya başlandı. Baba tarafından tek varis benim, çünkü babamın benden başka evladı, kardeşleri bile yok. Ben bu sorumluluğun altında ezilerek büyüdüm. Güçlü olmalıydım ki, ondan sonra onun kurduğu bu imparatorluğu devam ettirebileyim.

 

Tabii sonradan kan dökülerek yaratılmış bir imparatorluk olduğunu öğrendim.

 

Beni annemin gittiğine, oraya gömdüğü kişinin başkası olduğuna ikna etmişti. Bu ikna etme sürecinde saçlarım sıfıra vuruldu, okula gitmedim, hatta dışarıya bile çıkmadım; ki amacı da buydu, aç - susuz bırakıldım, bazen karanlık odaya kapatıldım. Her şey benim iyiliğim içinmiş. Sevgili babam öyle söyledi. Artık daha dayanıklı ve korkusuz olacakmışım. Üstelik saçlarım daha da gür çıkacakmış. Haklıydı. Dediği her şey oldu. Aç ve susuz da kalabiliyorum. Karanlıktan korkmuyorum. Saçlarım daha gür. Bense hürüm.

 

Onu hiç dinlemedim. Kendi istediğim bölümü okudum. Mühendis olmak istiyordum. Milyarlarım var ama banka hesaplarımda para yok. Sadece özel bir gold kart. Olsaydı Akın hepten benden şüphelenirdi.

 

Paraya ihtiyacım olduğunda gelirim, kasadan alırım ve giderim. Ama bunu çok zora düşmedikçe de yapmam. Babama hissettiğim duygular, diğer hiç kimseye hissettiklerimle boy ölçüşemez. Benim ilk aşkım oydu, ben ilk darbemi ondan yedim, ilk güven kaybımı onda yaşadım. Şimdi gelip güle oynaya zerre katkım olmayan parayı yiyemiyorum. Şayet yaparsam yıllardır kurmuş olduğum düzenime ve içimdeki o savaşçı ruha ihanet edeceğim.

 

Bunu Leyla'ya anlatsam bana güleceğine eminim. Çünkü, o, sevgisizliğe alışık bir kız ve para bulsa çekinmeden harcardı. Çok garip bir arkadaşlığımız var. Benim param var ama huzurum yok. Nisan'da ikisi de var. Leyla'da hiçbiri yok.

 

Telefonumu çıkarıp Nisan'a bir mesaj attım. Artık Mikail'e güvenmemesi gerektiğini ona söylemeliydim. Bana göre bir anda gözden çıkarıp, hiçbir şey olmamış gibi davranabilirler.

 

Ben: Neredesin?

İyi misin?

 

Nisan: Daha iyiyim.

Beni merak etme.

Asıl sen nasılsın?

 

İyiyim. Mikail yanına

uğradı mı hiç?

 

Dünden beri yok,

ben de anlamadım.

Bir sorun mu var?

 

Buna sorun demek

ne kadar doğru

bilmiyorum. Çünkü

aylardır istediğim

şey sonunda gerçekleşti

ve şuan mutlu

olmam gerekirdi

ama değilim.

 

O ne demek Nalan?

Hiçbir şey anlamadım.

 

Beni bıraktı beyefendi.

Hem de nişanımıza bu

kadar az vakit kalmışken.

Madem böyle yapacaktı...

Neyse boşver, en doğrusu

buydu zaten. Baştan

yapılmış bir hatayı

devam ettirmek

zorunda değildik.

 

Buna sevinmen gerek!

Farkında mısın? Ben

seni kurtarmak için

her şeyi yaptım! Başıma

neler geldiğini biliyorsun.

Şimdi üzülürsen ben daha

da kahrolacağım. Ben

bunları boşuna yaşamadım anladın mı? Kendine gel artık.

 

Özür dilerim kardeşim.

Çok özür dilerim.

 

Sitemlerinde haklıydı. Benim yüzümden ona da zarar gelmişti. Sara'ya da zarar verdim, Mehmet'e de, Nur'a da, Akın'a da. İstemeden de olsa etrafta bir kasırga gibi dolanıyorum. Buna şans adını verip kendimi kandırmayı çoktan bıraktım.

 

💲

 

Sanki hiç bitmeyecek gibi gelen o yolculuğumuzun devamında Boris bana hiç bulaşmadı. Sanki düşünmemi ve mantıklı hareket etmemi istiyor gibiydi. Bense hiç mantıkla hareket edecek durumda değildim.

 

Deniz manzaralı bir servet değerindeki villasının bahçesinden içeriye girdiğimiz an, bu eve daha önce defalarca davet edildiğimi fakat sadece bugün kendi isteğimle gelmeyi kabul ettiğimi fark ettim. Bahçede yarım tur dönen araba evin tam önünde durdu ve korumalarından ikisi hemen yaklaşıp kapıları açtılar. Boris'le beraber birbirimize bakarak arabanın önüne geldik ve o, bir elini belime sararak, diğer eliyle buyur etti.

 

Merdivenleri de beraberce çıktık ve kapı hizmetli adam tarafından açıldı.

Beraber içeriye girdiğimizde, Boris beni salona doğru yönlendirdi. Büyük bir cam duvarla boğaza bakan salonunun manzarası olağanüstüydü. En az Ulvi'nin evi kadar güzeldi; ki onun evi de buradan pek uzak sayılmazdı.

 

Duvardaki çerçeveler ilk defa dikkatimi çekti, çünkü, o fotoğraflardan ikisinde babam da vardı. Birinde gençti ve yanında Boris'in babası, Davis Pavlov da vardı. Diğerlerinde ise, Boris ve babası, Boris'in askerlik fotoğrafı ve bir de ailesinin tamamının olduğu bir fotoğraf vardı. Duvara yaklaşmış, o fotoğraflara dikkatlice bakarken onun göğsünü sırtımda hissettim. Daha sonra ise ellerini karnımın üzerinde birleştirip, yanağını yanağıma yaslayacak kadar eğildi.

 

Vücudumun kontolü artık bende değildi. Nasıl bir şeye "evet" dediğimi şimdi daha iyi anlıyor ve geriliyordum. Bedenim ince ince terlemeye ve bunun yanısıra titremeye başlamıştı...

 

 

Loading...
0%