@hadizade
|
"Elbette istediğim bir şey var," dedim, buna şaşırdı fakat sadece gözlerinde ufak bir kısılma oldu, onun haricinde pek bir tepki vermedi.
"Nedir benden istediğin?"
"Söylediğimde yerine getirecek misin?"
"Ne istediğine bağlı."
"O zaman boşver," diyip omzumu omzuna vurarak koltuktan kalktım ama elimi tutup beni durdurdu. Şaşkınlıkla dönüp ellerimize ve onun orman yeşili gözlerine baktım.
"Şansını denemeyecek misin?" diye sordu. Aslında sadece fikirlerimi öğrenmek istediğini adım gibi biliyordum.
"Hayır," dedim düşünmeden, "genelde şansı getiren biri değilim."
Elimi bırakmadan ayağa kalktı ve beni kendine doğru çekince, göğüslerimiz iki duvar gibi birbirine tosladı. O, başını hafifçe eğmiş, ben başımı hafif kaldırmıştım ve birbirimize dikkatle bakıyorduk. Dünya susmuş gibi bir sessizlik vardı.
O, bu sessizliği bozan ses oldu. "Şanslı doğmayıp şanssızım demek yerine, şansını sen yaratmalısın. Bunu biliyorsun değil mi?"
"Zihnini okuyabiliyorum," dedim kısık bir sesle, "istediğim şeyi yapmayacağına o kadar eminim ki..."
"Bilemezsin."
"Biliyorum."
"Söyle," dedi.
Sırf kurtulmak için sert bir soluk verdim ve döküldüm. "İşe gitme, bunun yerine benimle kal." dedim.
Bu isteğim onu oldukça şaşırtmışe benziyordu. "Neden? N'apacağız?"
"Sence?" diye sorduğum sırada, beni garipser bakışlarıyla izliyordu. Yeşil gözleri kısılmış, siyah kaşları çatılmıştı. Ayak parmak uçlarıma yükselip yüzüne yaklaştığımda, dikkatli bakışları gözlerimden bir an olsun ayrılmadı. "Çünkü," dedim sakince ve ses tonumu beş kat arttırarak devam ettim, "beni bu eve hapsedip işe gidemezsin! Ben senin köpeğin değilim! Getir şu siktiğimin dosyalarını, kamera kayıtlarını inceleyelim. Karın mıyım da şimdi olmaz işin var diyorsun? Bugün içinde hallettin hallettin, etmezsen burada bir dakika bile durmam, beni bağlamak zorunda kalırsın... Tabii bağlayabilirsen." diyip yumruk yaptığım elimle kalbinin üzerine vurarak ittim.
Benim de bir sabrım vardı ve onun bu sakinliği sinirlerimi bozuyordu. Ona hava hoştu, ailesiyleydi, evindeydi, işine gidip geliyordu. Hayatı kısıtlanan, sinirleri harap olan bendim.
"Bağırmana gerek var mı peki?" diye sorduğunda, kalan son damla sabrımı da keybettim.
"Getir şunları bakalım diyorum!"
"Benimle benim gibi konuşmadığın sürece, benden hiçbir şey isteme." dedi ve dönüp salondan çıktı.
"Yok," diye sızlanarak bir o tarafa, bir bu tarafa gidip durdum. "Yok, ben bir gün daha duramam burda. Hiçbir açıklama yapmıyor, durdukça zarar görüyorum. En kötüsü de zarar veriyorum. Olmayacak. Duramam. Sabredemem. Katlanamam."
Salonun ortasında sinirle bir o tarafa, bir bu tarafa dönerken, gözlerim sehpanın üzerindeki telefona ilişti ve hızlı adımlarla sehpaya yaklaşırken, biri geliyor mu diye kontrol ettim. Hiç kimsenin gelmediğine emin olduktan sonra telefonu elime alıp, hemen mesaj bölümüne girdim ve Nisa'nın numarasına konum, ardından da durumu açıklayan bir mesaj attım.
[YALAN SÖYLEDİM, BURADA ZORLA TUTULUYORUM. HEMEN POLİSİ ARA.]
Mesajdan çıkıp tamamını sildim ve telefonu aynı şekilde yerine bıraktıktan sonra salondan çıkıp odama döndüm. Yer temizlenmişti, yatak toparlanmıştı. Ancak odaya girdiğim anda o sahneler gözlerimde canlandı.
"Nalan?"
Hemen arkamı dönüp sesin geldiği yöne baktım. Karşı odanın kapısı açıktı ve Duru, şort ve ince askılı saten pijama takımıyla bana bakıyordu. Gözleri şişmişti, bu gece uykusu çok kez bölünmüştü ve anlaşılan o da uyuyamamıştı.
"Efendim Duru?"
"Şey... Korktuysan, benimle uyuyabilirsin diyecektim." Bunu öyle nahif bir dille söyledi ki, yüzümde her şeye rağmen tebessüm yarandı.
"Korkmuyorum, ama bu odada uyumak da istemiyorum." Diyerek onun yanına doğru adımladım.
Gülümseyerek kapıyı sonuna kadar açtı ve kenara çekilerek geçmemi bekledi. "Sen korkmuyor olabilirsin ama ben çok korktum. Bu gece ben uyuyana dek yanımda kalabilirsen çok iyi olur."
Tam girişte durdum ve gülümseyerek ona baktım. Göğüslerinin altına kadar düşen kızıl saç tutamlarından birini elime alıp, "Saçların çok güzel," diye iltifat ettim. Kibarca teşekkür etti. Bakışlarımı usulca yeşil gözlerine kadar çıkardım. "Sara'yı komaya soktuğumu diyorlar, benimle aynı yatakta yatmak istediğine emin misin?" diye sordum.
Başını iki yana salladı. "Sara'yı sevmiyorum, ayrıca senin kötü biri olduğunu da düşünmüyorum. Mutlaka bir şey yapmıştır."
Şaşkınlıkla, "Neden sevmiyorsun?" diye sordum.
"Boşver," dedi, "ona hiç ısınamadım ama seni görür görmez ısındım. Ben hislerimde yanılmam."
Garibim Duru, her ailede bir saf, temiz insan olur ve bu ailedeki de galiba sensin.
"Hadi geçsene," diyerek omzuma dokundu ve diğer eliyle beni içeriye buyur etti. İçeriye bir adım attım, kendimi prensesin odasına ilk defa giren hizmetçinin kızı gibi hissettim.
Oda benim kaldığım odanın iki katı büyüklükteydi ve içerisinde "yok" denen bir şey yoktu; canlı renklerle döşenmiş, iki büyük gardırop, yerlere kadar uzanan cam duvarın önünde tutuncu koltuk grubu, ortada sehpa, odanın ortasında büyük bir yatak, tam karşısında büyük bir TV ve kitaplarla dolu TV ünitesi, yan tarafta bilgisayar masası, masaüstü ve diz üstü bilgisayar, üzerinde servet yatan bir makyaj masası ve yerleri kaplayan krem rengi kabarık tüylü bir halı.
Duru, "Ben uyuyacağım, hatta bayılacağım," diyerek yatağa girdi. Ben de çekingen bir tavırla yatağın diğer tarafına kıvrıldım. Duru tıpkı Akın gibi yüz üstü yatmış, dudakları kabarmıştı. Bense sol tarafıma yatmış, onu izliyordum. O uyuyana kadar uyuyamadım. Solukları iki saniyede bire inene kadar izledim ve sonra sırtüstü yattım, uyku tutmuyordu ki.
Sadece gözlerimi kapadım ve bu geceyi sağ salim atlatmayı diledim.
💲
Gergin bekleyiş başlamıştı. Koltuğun tepesine oturmuş, parmaklarımı oynatarak sessizce bekliyordum. Kapı çaldı, Akın'la göz göze geldim. Ayağa kalktık ve beraber kapıya doğru ilerledik. Elimi eline kenetledi ve omzunun üzerinden son bir kez bana bakıp kapıyı açtı.
Bahçede bir sürü polis otosu vardı, polisler bahçedeki adamlara diz çöktürmüştü. Bir tek Mikail ayaktaydı ve iki kişinin omzundan bastırmasına rağmen oturmuyordu. Ellerini arkada kelepçeleyen polis, sopayla ayağının arkasına vurdu ama Mikail sarsılsa da diz çökmemek için direndi. Akın'a ve bana baktı. Akın ona bakarak başını bir kez eğince, Mikail kendini bıraktı ve dizlerinin üzerine çöktü.
Kapıdaki komiser Akın ile gayet saygılı bir konuşma yapıyordu. Korumalara yapılan tavrın aksine Akın'a farklı yanaşmaları ilgimi çekmişti. Yapılan ihbara rağmen Akın'ı geçip içeriye girmiyorlardı. Zaten arama için bu kadar erken ve gecenin bu saatinde izin kâğıdı almaları da imkânsızdı.
"Ben baş komiser Koray Yıldırım," diye tanıttı komiser kendini. Esmer, uzun boylu, otuzlu yaşlarda genç bir adamdı. Ela gözlerini Akın'dan alıp bana çevirince, yavaşça yutkundum.
"Gece gece neden evime baskın yaptığınızı sorabilirim herhalde, umarım geçerli bir sebebiniz vardır." Dedi Akın. Soğuk kanlılığı ve yalancılığı tüyler ürpertecek derecedeydi.
"Bir ihbar üzerine buradayız, üç gecedir kayıp olan Nalan Arya'yı kaçırmakla suçlanıyorsunuz."
Koray komiser de ona aynı soğukkanlılıkla cevap verip tekrar bana ve birbirine kenetli olan ellerimize baktı. Avuçlarımız terlemişti ama Akın elimi sıkıca tutmaya devam ediyordu.
"Kendisi burada zaten," dedi Akın, başıyla beni işaret ederek. "Sorun, bakalım kendisi ne diyecek bu konuda."
Ensemden ağır ağır akan bir ter damlasını hissediyordum.
Nisan'ı gördüm, baş komiserin yanından geçip yumruk yaptığı eliyle Akın'ı göğsünden itti. Akın bir adım geriledi ve ona geçmesi için izin verdi. Nisan ona fısıltı gibi sessizce, "Çekil önümden it herif, arkadaşımı almaya geldim." Deyip, öfkeli bakışlarla yanından geçip içeriye girdi ve bana yaklaştı.
"Nalan!" deyip bana sarıldığında, hemen kollarımı beline dolayıp gözlerimi kapadım. "İyi misin? Sana bir şey yapmadılar değil mi?"
Boynumdaki morluğu ve göğsümdeki yarayı saymazsak hayır. Onları da Akın yapmadı zaten. Şuan göremezsin zaten.
"Hayır," deyip derin bir nefes aldım. Kokusunu içime çektim, gözlerimi kapattın. "Merak etme, iyiyim ben." Dedim sırtını sıvazlayarak.
Geri çekilip yüzümü avuçladı. "Seni burada bırakmayacağım merak etme, korkma da!" Dedi ve kolumu tutup beni dışarı çekti. "Hadi gidiyoruz!"
Diğer kolumu tuttu Akın, olduğum yerden kıpırdayamadım. Nisan durup arkasını döndü ve şaşkınca gözlerime bakarken, gülerek, "Nalan, kızım gelsene!" dedi ama sinirden gülüyor gibi bir hâli vardı.
"Gitmek istemiyorum ki," dedim. Bir kez daha şaşırdı. Dudakları aralandı. "Ben kendi isteğimle buradayım," dedim ona ve baş komisere bakarak. "Reşit bir insanım, burası da sevgilimin evi." diyip sertçe yutkundum.
Nisan'ın parmakları kolumdan teker teker sıyrıldı ve yanına düştü. Yüzündeki o anlamaz ifadeyle gülümseyerek başını iki yana salladı. "Hayır kızım ya, saçmalama!" Dili sürşüyordu. Akın'a baktı. "Bu mu korkutuyor seni?" Derken göz bebekleri titriyordu. Benim de gözlerim dolmasın diye yüzümü çevirdim.
"Konuşsana!" Diye bağırarak inletti bahçeyi. "Bu şerefsiz mi korkuttu seni? Korkma kızım! Bak geri dönebilirsin, şu an çık gel benimle sonra geç olabilir!" Beni kurtarmak için yalvarıyordu resmen ama yapamazdım.
"Doğru konuş, bana hakaret edemezsin." dedi Akın.
"Sen kimsin ya?" diye gürledi Nisan, "Kimsin? Ben tanımıyorum seni! İstediğimi yaparım tamam mı? Bu kızı burada zorla tuttuğunu biliyorum seni âdi, şerefsiz, pislik, it herif!"
Kelimeleri öyle üzerine bastıra bastıra söylüyordu ki, Akın'ın gıcık kapmasına ramak kalmıştı.
Omzumun üzerinden Akın'a baktım, bana buzdan bile soğuk bir bakış attı. Önüme dönüp boğazımı temizledim. "Dediğim gibi, o benim erkek arkadaşım. Beni kaçırdığı falan da yok. Her şey yolunda. Kendi isteğimle buradayım. Şimdi git, yarın gel misafirim ol."
Nisan benim aksime sinirden ağlayarak telefonunu çıkardı çantasından. "Hah! Yalana bak! Telefonumda duruyor attığın mesaj, bir dakika bekleyin göstereceğim şimdi!" derken telefonu karıştırıyordu.
Baktı. Baktı. Aradı. Taradı.
Ama o mesajı bulamadı.
Akın'a baktım. Yüzünde zevk alır bir ifadeyle onu izliyordu.
"Nasıl ya?" Mesajlar bölümünü alt üst etti Nisan ama attığım o mesajı bulamadı. "Buradaydı, yemin ederim buradaydı. Şimdi yok. Silinmiş ama yemin ederim ki buradaydı!"
"Rüya görmüş olmayasın?" dedi Akın. Nisan önce ona sonra bana baktı.
"Yanlışın var," dedim gözlerinin içine baka baka. "Ben sana mesaj falan atmadım..."
Gözlerindeki o hayal kırıklığı canımı yaktı. Tam orada kırılan bir şeyler gördüm. Boynundaki damar gerildi, çenesi seğirdi. Şok içindeydi. Akın'a attığı öfkeli bakışın ardından bana bakıp, "Deli miyim kızım ben?" dedi, ağlamaklı bir sesle. "Attın işte. Kurtarmaya geldim seni. Neden yalan söylüyorsun? İnanmıyorum Nalan, yalan söylüyorsun. Sen bu adamı sevemezsin."
"Sizden sakladım," dedim düz tutmaya çalıştığım sesimle. "Şimdi öğrendin işte. İstersen gelirsin konuşuruz. Şimdi polisleri de al ve buradan git lütfen. Ayıp oluyor herkese gece gece."
"Öyle mi Nalan?" dedi sinirle gülerek.
Parmaklarıma kenetlenen o parmakların baskısını iliklerime kadar hissediyordum.
"Öyle," dedim.
"Öyle olsun," dedi bana ve Akın'a bakarak. Onun gözlerine baka baka, "Ama ben o mesajı okudum," dedi. "Saklayın bakalım daha ne kadar saklayabileceksiniz."
En son bana döndü. "Merak etme arkadaşım, olursa nişanın da, düğünün de baş konuğu olacağım. Gidiyorum ama bitti sanmasın kimse." Derken bana bakıyordu ama imâsının hedefi Akın idi.
Baş komiser Koray Yıldırım, Akın'ın elini sıkarken, "Rahatsızlık için kusura bakmayın Akın Bey," dedi. "Bir yanlış anlaşılma olmuş." Sanki şüphe ediyormuş gibi baktı bana, sözleri ve bakışları birbirine tamamile zıttı. "İyi geceler Akın Bey, Nalan Hanım." Deyip arkasını döndü ve ekibini toplayarak araçlarına binip, kısa süre içerisinde bahçeden çıktılar.
Onlar bahçeden çıktıktan sonra Akın parmakları elimden sıyrıldı ve beni kolumdan tutarak içeriye itti. Fırlatsa ancak bu kadar savrulabilirdim. Kapıyı çarpıp bana doğru döndüğünde ayaklarım geri geri gitti. Merdivenlerin kenarına yaslandım. Kurtulmaya bu kadar yakınlaşmışken kendi dilimle kendimi buraya geri hapsedişimin acı düşüncesi birer damla olup kondu göz pınarlarıma, ama ben yine öfkeyle bakıyordum ona.
Adım adım yanıma yaklaşıp karşımda dikildiğinde, aklımda sadece söyledikleri vardı. Düşündükçe kendime hâkim olamıyordum. Yüzümü yana çevirdim ancak pek uzun sürmeden parmaklarını enseme doladı. Başımı kendine doğru çevirip yüzüme eğildiğinde, saç tellerimden ayak tırnaklarıma kadar titriyordum. Sessiz bir sinir krizi yaşıyordum.
"Aferin," dedi, sanki ödül verirmiş gibi. "İşte böyle akıllı olacaksın."
Ellerimi göğsüne koyarak onu kendimden itmeye çalıştıkça daha da öfkelendiğine şahit oldum. Onu ittikçe bana daha da yaklaştığına şahit oluyordum.
"Sen nasıl bir insansın ya?!" Diye bağırdım.
"Böyle biriyim, çünkü sen kibarlıktan anlamıyorsun."
Kendimi tutamadım ve yüzüne tükürdüm.
Gözlerini kapatıp açtı ve ensemi bırakıp, polisler gelmeden önce üzerime zorla giydirdiği boğazlı krem rengi kazağın eteklerini tuttu. Başımı iki yana salladım ama tek bir saniye bile izin vermeden kazağın eteklerini yukarıya çekip üzerimden çıkardı. Şimdi sütyenle kalmıştım ve göğsüm körük gibi inip kalkıyordu.
O ise sadece gözlerime bakarak üzerimden çıkardığı kazakla yüzünü sildi ve hırsla yere fırlattı. "Karşı geldikçe zarar gören sen olacaksın, bu gece olanlar sana bir ders olsun. Bir daha böyle rezil etmeye kalkma kendini!" diye uyardı.
Eğilip hemen yerdeki kazağı aldım ve göğsümün üzerine bastırdım. "Sen ne terbiyesiz, ahlaksız, insafsız bir adamsın ya? Hiç mi acıman yok? Ne dediysen yaptım işte! Yeter artık bitsin bu zulüm, öldüreceksen de öldür artık! Korkmuyorum!"
Bir anda üzerime gelince geriye çekilip, tekrar merdivenlerin kenarına yaslandım. Yüzüme eğilip, ellerimle sıkı sıkıya kendime bastırdığım kazağı tutup çekti. Vermemek için direndim, sonunda o kazandı ve kazak yeniden yeri boyladı. Ellerimi göğsümde çaprazlayıp kendime etten kemikten bir kalkan yaptım. Bu bir çocuğun kendini korumak için yaptığı kalkan gibiydi ve maalesef hiçbir işe yaramadı.
Nefesi kulağıma döküldü. "Korkmuyorum diyorsun ama hareketlerin buna zıt. Farkındasın değil mi? İstesem her şeyi yapabilecek güce sahipken seni yaşattığımın farkındasın, şikâyet etmeyi bırak ve yaşadığına şükret." Sanki lütuf eder gibiydi. "Ben seni kurtarmaya çalışırken, sen ikimizi de bitirmeye çalışıyorsun."
Gözlerimi yenilginin öfkesiyle kapadım. Yanaklarımdan süzülüp göğüslerime dökülen damlaları tutmaya çalışmıyordum artık. Gözlerimi açıp öfkeli gözlerine baktım. Eğilip kolunun altından geçtim ve hızlı adımlarla salona doğru gittim. Arkamdan gelip tekrar koluma tutununca, lastiği germiş gibi geriye doğru savrulup vücuduna çarptım.
"Bak beni deli etme Nalan!"
"İğrenç birisin," dedim yüzüne karşı. "Namussuz, şerefsiz, haysiyetsiz birisin! Güya asker olacaksın, şerefsiz!" Sesim evin duvarlarında yankılandı. "Daha ne kadar düşebilirsin ki? Beni zabtetmek için bir çocuğu kullandın. Alçak herif!"
Yüzünde bir boğanın öfkesini gördüm, onu ilk defa böyle gördüm ve bu dehşet vericiydi.
|
0% |