@hanifta_hanim
|
Bugün, her şeyin değişmesine neden olan o gündü ve ben, bundan habersiz bir şekilde kaderime doğru yol alıyordum. Öğle molasının bitmesine 10 dakika kala yemek yediğim mekândan çıktım. İş yerine doğru ilerlerken elimdeki cüzdanı koymak için çantamı açtım. Gördüğüm şeyle alt dudağımı kemirmeye başladığımda kendimle içten içe pazarlık yapmaya da aynı anda başlamıştım. Yürürken kitap okumaman gerektiğini biliyorsun deli manyağı; çünkü normal insanlar gibi göz ucuyla okumuyor, tamamen kitabın içine girip bulunduğun ortamdan kopuyorsun. O yüzden bırak şu kitabı ve günü sorunsuz şekilde tamamla. Kendi iç sesini bile dinlemeyen ben, kitabın en önemli yerinde kaldığımı bahane ederek, çantadan kitabı çıkardım ve okumaya başladım; çünkü o an aklımın kitapta kalacağına gözümün kitapta kalması bana çok daha mantıklı gelmişti. Yine ben göz ucuyla değil de kitaba dalmış bir şekilde yürüdüğüm için kaçınılmaz bir sonla kocaman, sert bir bedene çarptım. Okuduğum kitap yeri boylarken, elimi acıyan alnıma doğru götürdüm ve çarptığım kişiden özür diledim. Çarptığım kişiden belli bir süre cevap alamayınca alnımdaki elimi bakış açımdan çıkarıp karşı tarafa baktım. Gördüğüm manzara karşısında kahkaha atarken karşımdaki direğe söylenerek işi dalgaya vurdum. "Şurada kibarca senden özür dilediğim halde, birde trip atıp cevap vermiyorsun ya, cidden insanlığın öldüğünü düşünüyorum." Kolumdaki saate baktığım sırada direğe söylenmelerim bir son bulmuş, şimdi de kendime söylenmelerim başlamıştı. "İşe geç kaldın. Yürüyerek kitap okursan işte böyle olur. Bu kaçıncı bir yerlere çarpışın Beyza ama görüyorum ki asla akıllanmıyorsun. İşte bu yüzden sana böylesi el hak." Söylenmelerim düşen kitabımı yerden alarak son bulurken, hızlı adımlarla iş yerine doğru koşturuyordum. Benim gibi hareketli birisi için koşmak hiçbir sorun teşkil etmiyordu ama temmuzun vicdansız sıcağında koşmak büyük bir sorun oluşturuyordu. Sonunda nefes nefese şirketten içeriye girdiğim zaman güvenlik görevlisi Sami amcaya gülümsedim. "Böyle koşturduğuna göre yine kitap okumaya daldın, değil mi Beyza?" Sami amcanın sorduğu soruya gülümsememi daha fazla büyüterek "Sadece 2 sayfacık okuyabildim." diye cevap verdim. Verdiğim cevap sonrası Sami amcanın bakışları alnıma doğru kaydı ve kısa süreli kahkaha atıp "Bu sefer nereye çarptın?" diye sordu. Elim hafif acıyan alnıma doğru gittiğinde yüzümdeki gülümsemeyi daha fazla büyüterek "Birazcık direğe çarpmış olabilirim ama çok çok azıcık." diye karşılık verdim. Duyduklarından sonra kafasını bu kız akıllanmaz der gibi kısa süreli sallasa da geç kaldığım için hızla asansöre doğru koştum. Asansörün tuşuna bastığım zaman gözlerim elimdeki kitaba kaydı. Pekte akıllanmış olmamalıyım ki içimdeki duyguya engel olamayıp yine kitabı açtım. Ne de olsa asansör 5. kattan geliyordu. Gelmesinin zaman alacağı bahanesine sığınarak elimdeki kitabı keyifle okumaya başladım. Tam en sonunda oluyor dediğim kısımda asansör kapısının açılma sesini duydum ve yüzümü kaplayan aptal gülümsemeyi silemeden kafamı kaldırıp kabinin içine baktım. Bu huyumu sevdiğim pekte söylenemezdi. Kitaba o kadar çok dalıyordum ki gülemem gerekiyorsa hiç çekinmeden gülüyor, duygu dolu bir bölüm okuyorsam utanmaz bir halde ağlıyordum. Kabinin içerisine baktığımda 5 tane iri yarı adamı görmemle yüzüme yayılan aptal gülümsemeyi sonlandırmam ani olsa da yine de o asansöre binmem imkansızdı. Burası giriş kat olduğu için aslında inmeleri gerekiyordu. "İnmeyecek misiniz?" Sorduğum sorudan sonra içlerinden birisi "Siz inin. Ben telefonu alıp gelirim." deyince diğerleri tek bir ağızdan "Ama efendim siz yorulmayın." dediler. Adam söylenene aldırış etmeden tek el hareketiyle hepsini susturdu ve böylece diğer hepsi asansörden indiler. Asansöre binip düğmeye basacağım sırada yanımdaki adamda aynı düğmeye basacak olmalı ki parmaklarımız kısa süreli birbirine değdi. Hemen elimi çekip bir adım geriye gittim. Dikkatsiz davrandığım için kendimi içten içe paylarken adamın bana bakmaya başladığını gördüm. Bakışlarımı hemen kaçırıp ayak ucuma sabitledim. Üst kata geldiğimiz sırada kapı açıldı ve içeriye 3 tane kız girdi. Kızların asansöre binmesiyle derin bir oh çektim; çünkü kapalı bir yerde tanımadığım bir erkekle durmak benim doğrularıma tersti. Oldum olası kendimi bu tip olaylarda bırakmamaya özen gösteriyor, olmaması için elimden geleni yapıyordum. Kimine göre bu çok saçma ve abartılı olsa da benim görüşlerime göre olması gereken tam olarak buydu. İçim rahat bir şekilde kitabımı açıp kaldığım yerden okumaya başlayacağım sırada arkadaki kızlardan bir tanesinin konuşmasını duyuyordum. "Off çok yakışıklı, keşke birazda bize baksa. Gözlerinin kahvesini görüyor musunuz?" Sorduğu soruya cevabı yanındaki kızlardan biri rahat bir tavırla veriyordu. "Sadece gözlerinin kahvesini mi? Peki ya yapılı vücuduna ne demeli." Duyduklarımdan sonra kitaptaki bakışlarımı kızlara doğru çevirdim. Gözlerini bir saniye ayırmadan karşı tarafa bakmaktan asla çekinmiyorlar ve bunu yaparken resmen ağızlarının kenarından su akıtıyorlardı. Onların o halini görünce ağızlarından akan suları silmeleri için çantamdan peçete çıkarıp vermek istedim; ama uslu bir kız olduğum için bunu yapmadım. Şaka şaka, uslu bir kız olduğumdan değil de peçeteyi uzattıktan sonraki süreçte kahkahalarımın kabini doldurmasını istemediğim için yapmadım. Sonunda kitaptan çok daha eğlenceli bir olaya şahit olduğum için kitabımı kapatıp çantama koydum. Bu manzara karşısında gülmemek için yanağımın içini ısırsam da kendimi tutamayıp sessizce gülmeye başladım. Gülümsemem üzerimde hissettiğim bakışla gergin bir hal alırken asansörün 5. Kata gelmesiyle kapıya doğru ilerledim fakat o adamda benimle aynı anda kapıdan çıkmaya çalışınca kollarımız birbirine değdi. Bu yaptığım ikinci dikkatsiz hareketti ve bu dikkatsizliğe tahammülüm yoktu. Kafamı kaldırıp ona doğru baktığımda dikkatli bir şekilde bana baktığını gördüm. Aferin Beyza, böyle dikkatsiz davranmaya devam et. İçimden kendi kendime söylenirken gözlerimi ondan kaçırdım ve sırt çantamı takarak masama doğru ilerledim. Kolumdaki saati kontrol ettiğimde vaktinde yetiştiğim için mutlu bir şekilde "Ben geldim millet!" diyerek iş arkadaşlarıma seslendim. İşyerimi de çalışma arkadaşlarımı da çok seviyordum ve onlarında beni sevdiğini çok iyi biliyordum. Tuğba tebessümle "Hoş geldin kuzum." dedikten sonra bakışları alnıma doğru kayınca "Hayırdır ne oldu?" diye sordu. Şimdi ona kitap okurken direğe çarptığımı söyleyecek olsam milletin ortasında önce bir araba azar işitecek, sonra da benimle dalga geçmesini izleyecektim. "Önemli değil canım, iş çıkışı konuşuruz." Tuğba tamam anlamında kafasını salladıktan sonra önündeki çizime odaklanınca hemen yanındaki masama doğru ilerledim. Bakışlarım diğer tarafımda olan Ayaz'a kayarken, bana bakarak kafasını iki yana salladığını gördüm. Tuğba'ya yakalanmamıştım ama Ayaz'ın hareketleri ona yakalandığımı gösteriyordu. Mahcup bir şekilde alt dudağımı üst dudağımın içine sıkıştırırken boynumu hafif bükerek ses çıkarmaması için işaret ettim. "Sana bir şey olacak diye korkuyorum." Sessiz bir şekilde söylediği cümleye, yönümü ona çevirerek cevap veriyordum. "Merak etme, sağa sola çarpa çarpa bünyem güçlendi." Sessizce söylediğim cümle sonrası kısa süre kıkırdadıktan sonra masama oturdum ve tasarladığım ayakkabının son detaylarını tamamlamaya başladım. Bu işi yapmayı seviyordum ve işimi yaparken zamanın nasıl geçtiğini asla anlamıyordum. ⏳ İşten çıkıp Tuğba ile arabaya doğru ilerliyorduk. Bugün olanları ona anlattığımda gözlerini devirerek bana baktı. Yüzünü kaplayan sinirli ifadeye bir de gözlerini devirmesini ekliyorsa gerçekten bana çok kızdığını rahatlıkla anlayabiliyordum. "Yürürken asla kitap okuma diye sana daha önce de söylemiştim Beyza!" Öfkeli sesine alaylı sesini de katarken konuşmasına soruyla devam ediyordu. "Hem sen çocuk musun? Kaç kere daha seni uyarmam gerekiyor?" Sesimi onun sevdiği tona götürürken "Ama Tuğbişim uzun zamandır sözünü dinlediğimi biliyorsun. Sadece bugün hayalini kurduğum ve gelmesini beklediğim kısma geçince kendimi kaybedip okudum o kadarcık." dedim. Bunu söylerken ona sarılmış sessiz bir şekilde miyavlıyordum. Evet evet, gerçekten miyavlıyordum. Bu çok sevdiğim insanlara karşı kendimi affettirmek veya sevdiğimi göstermek için yaptığım bir hareketti. Nadir yapıyor olsam da her zaman işe yaradığı tecrübeyle sabitti. Kafamı kedi gibi omzuna koyup sessiz sessiz sürerken yine dayanamadığı için kahkaha atıyordu. "Ahh büyümeyen koca kedim. Ne zaman büyüyüp yaşıtların gibi davranacaksın?" Konuyu değiştirmeyi başardığım için mutlu olsam da yüzüme yalancı bir hayal kırıklığı katıp "Aşk olsun. Senden birkaç ay büyük olduğumu çabucak unutuyorsun. Böyle konuşmaya devam edersen bana seslenirken abla dedirtirim ve böylece kimmiş büyük unutmamış olursun." dedim. Arabanın arka kapısını açıp çantaları yerleştirdikten sonra "Bugün arabayı sen kullansan olur mu? Daha anlatacaklarım bitmedi." dedim. Şaşkın bir sesle "Hayret, arabayı bana kullandırdığına göre kesin önemli şeyler olmuştur." dedi. Arabanın anahtarını ona verdikten sonra eve gitmek için arabayı sürmeye başladı. Ben de o esnada asansörde yaşadıklarımı anlattım. "Kuzum Türk filmi mi çekiyoruz burada! Ne demek asansör düğmesine basarken parmaklarımız bir saniyeliğine birbirine değdi, hatta yetmedi aynı anda kapıdan çıkmaya çalışırken birbirinize çarptınız." Bunları söylerken yüzündeki sırıtan ifade çok sinir bozucuydu ve bunu bilerek yaptığını çok iyi biliyordum. "Sana anlatan ben de suç! Sanki dalga geç diye anlattım." diye söylenmeye başladığım sırada radyoda Duman'ın 'Senden Daha Güzel' şarkısı çalıyordu. Tuğba ile söylemekten keyif aldığımız şarkılardan birisi olduğu için Tuğba radyonun sesini arttırdı ve yüksek sesle ikimiz şarkıya eşlik etmeye başladık. Kimseye bakmadım ben, Senden daha güzel. Kimseyi tanımadım ben, Senden daha özel... İkimiz işaret parmağımızla birbirimizi gösteriyor ve şarkıyı söylemeye devam ediyorduk. Bu şarkıda Tuğba ile eğlenmeye bayılıyordum. Kimselere de bakmadım, Aklımdan geçen. Kimseyi tanımadım ben, Senden daha güzel. Yan taraftaki arabadan aynı şarkı sesinin geldiğini duyunca başımı çevirip kısa süreli baktım ama arabanın camları siyah olduğu için hiçbir şey görünmüyordu. Bindiğim her arabada benim camım açık olur, rüzgâr tenime değdiği zaman benden mutlusu olmazdı. Yeşil ışık yanınca hareket etmeye başladık. Sağ elimi hafifçe camdan dışarı çıkarıp rüzgarla dans etmesine müsaade ettim. Kahkahalar eşliğinde Tuğba'ya bakarken bir elin, elime dokunduğunu hissettim. Bir saniye bile sürmemişti ama hissettiğimden emindim. Hemen kafamı hızla sağ tarafa çevirdim. Korku ve şaşkınlık dolu gözlerle ne olduğunu anlamaya çalıştığım sırada yandaki arabanın camından bir elin içeriye doğru girdiğini gördüm. Daha kim olduğunu bile göremeden araba hızlı bir şekilde ilerlemeye başladığında önce "Ne cesaretle!" diye bağırdım ardından Tuğba'ya "Sağ çaprazdaki arabayı takip et." dedim. "Ne? Ne oldu? Niye takip edeceğim?" Tuğba'nın meraklı sesiyle sorduğu soruya cevap verirken, aklımda olan tek şey izinsiz bana dokunan o eli kırma isteğiydi ve bu isteği içimden atabileceğimi sanmıyordum. "Lütfen ne olursa olsun hızlan ve arabayı gözden kaçırma." Cümlemden sonra Tuğba kısa süreli arabayı hızlandırdı ama hemen peşine gergin sesiyle söylenmeye başlayıp hızını düşürdü. "Kaza yapacağım diye geriliyorum Beyza. Böyle bir yükün altından kalkamam." Duyduğum cümle beni üzmüş olsa da onun hissettiği duyguyu anlayabiliyordum. Yönümü biraz daha ona çevirerek gergin şekilde kavradığı direksiyonu gördüm. Elimi yavaşça elinin üzerine getirirken "Aşk olsun Tuğba, aramızda böyle konuların lafı bile olmayacağını biliyorsun." dedim. "Biliyorum." dedi ve sıkkın bir nefes verip devam etti."Biliyorum ama yine de gerginliğimi atamıyorum Beyza. Bu asla seninle ilgili değil. Sen her konuda paylaşımcı oldun ama yine de ben..." Elimi elinin üzerinden yavaşça geri çekerken "Sen öyle diyorsan bana susmak düşer." dedim. Bakışlarımı yola doğru çevirdiğimde araba ortalarda yoktu. Bugün tuhaf bir gün yaşıyordum. Hadi asansörde yaptığım hata benim dikkatsizliğim sonucu oluşmuştu, peki şimdi yaşadığım olay neydi? Can sıkıntıma bir de Tuğba'nın söyledikleri eklenmişti. Onunla aramdaki bağ çok kuvvetliydi ve 6 yılım onunla geçmişti. Aramıza her ne kadar maddiyat sokmuyor olsak ta onun bu şekilde gerildiğine şahit olmak üzülmeme neden olmuştu. "Hemen de yüzünü asıp, çirkin bir kurbağaya dönüşüyor!" Tuğba'nın sesini neşeli bir hale getirerek söylediği cümle, ona bön bön bakmamı sağladı. İşaret parmağımı kendime doğru çevirdikten sonra sorgular tarzda ona baktım. "Ben, ben mi çirkin bir kurbağaya dönüşüyorum? Hem de bu güzellikle." Tuğba gülümseyip kafasını evet anlamında sallayınca telefonun kamerasını açtım ve kendime baktım. "Kesinlikle gözünün kör olduğunu düşünüyorum." Kameradaki yansımama bakarken keyifli kahkahası arabanın içini dolduruyordu. Beni sinir etmek için söylediğini bildiğim sözler karşısında tebessüm ederek "Aslında birazcık kurbağaya dönüşüyor olabilirim ama kesinlikle çirkin bir kurbağaya dönüşüyor olamam." dedim. Cümleme içten bir "Salak!" kelimesiyle karşılık verdiğinde yüzümdeki gülümseme büyüdü. Normalde başka birisi bana bu şekilde hitap edecek olsa kavga çıkaracak olan ben, bu kızın sesinden çıkan salak hitabına bile bayılıyordum. Bunu söylerken öyle bir vurguyla söylüyordu ki bir şekilde bana hissettiği sevgi kalbime işleniyordu. Yönümü ona çevirerek ses tonumu ukala bir tona götürdüm. "Salak diyeceksen bile başına başarılı ve akıllı kelimelerini getirerek söylemen gerektiğini 6 yıl önce öğrenmiş olman gerekiyor." Cümlemi bitirdikten hemen sonra Tuğba'nın "Başarılı ve akıllı salak." hitabı yankılanırken arabada bizimde kahkaha seslerimiz birbirine karışıyordu. ⌛10 GÜN SONRA... Çizimlerimi Fatih Bey'e göstermek için, odasına doğru yöneldim. İçeriden hararetli, bağırma sesleri geliyordu. Kapıyı bir iki kere tıklattım. "İçeri girin." sesini duyduktan sonra kapıyı araladım. Fatih Bey'in yüzü kıpkırmızı bir halde, sırtı bana dönük olan adama bakıyordu. Onu daha önce böyle bir durumda görmemiştim. Endişelenmiş olsam da sesimi düz bir tonda tutarak "Fatih Bey iyi misiniz?" diye sordum. Yüzü kırmızılığını korusa da her zamanki babacan tavrıyla "İyiyim kızım." dedi. Zaten ne zaman kötüyüm derdi ki o hep böyle babacan ve iyilikle dolu bir adamdı. Bu yönünü bildiğim için biraz daha yakınlaşarak "Emin misiniz? İyi görünmüyorsunuz." diye sordum. Sırtı dönük olan adam bana doğru döndüğü sırada sinirli ve tahammülsüz bir sesle "İyi olduğunu söyledi! Duymadınız mı?" diye sordu. Bakışları beni bulduğunda çatık olan kaşları düz bir hal alırken dikkatli bir şekilde yüzüme odaklandı. Adamın yüzü bir yerden tanıdık geliyordu ama bir türlü hatırlayamıyordum. Gerçi hatırlamamam şu an için çok daha iyi olacaktı; çünkü kullandığı ses tonu pekte hoş değildi. O halde yanıtımı aynı ses tonunda vermem biraz da olsa içimi rahatlatabilirdi. "Size soru sorduğumu hatırlamıyorum beyefendi. Sorumun muhatabı Fatih Bey." Ses tonum düz bir şekilde olan kaşlarını milim yukarıya doğru kaldırsa da gözlerini bir an olsun yüzümden ayırmadı. Bakışlarını çekmeyeceğini anladığım an, Fatih Bey'in yanına doğru ilerledim ve yüzümü bakış açısından çıkardım. Bir yandan da su doldurup, Fatih Bey'e uzattım. O sırada Fatih Bey sessizce "Beyza, lütfen beni korumaya kalkma." dedi. "Siz bu haldeyken susabileceğimi sanmıyorum." Ben hep böyleydim, boyuma posuma bakmaz haksızlık karşısında doğru bildiklerimi savunurdum. Tabii bir de Karadeniz'in o hırçın damarı vardı bende, birisi haksızlığa uğruyorsa beni kimse susturamazdı. Onları korumak için dikine dikine hiç çekinmeden konuşurdum. Fatih Bey'e söylediğim cümleden sonra yönümü adama çevirdim. O sırada Fatih Bey adamın konuşacağını anladığı için araya girdi. "Bir şeyim yok güzel kızım. Hem Demir Bey yabancı değil, şirketimizin yeni ortağı." Demir Bey ayağa kalkıp, yanıma doğru yaklaşırken "%55 ortağı demeyi unuttunuz! Sözü asıl geçecek olan kişi benim, yani yeni patron." dedi. Sesindeki son sözü onun söyleyeceğine dair ukala ton anlaşılabilecek şekilde netti; ama o netliği yok sayabilecek şekilde konuşmama engel değildi. Elini uzatarak aradaki mesafeyi tokalaşacak kadar bıraktığında ellerimi arkaya doğru götürdüm ve selamını aldığımı göstermek için başımı hafifçe öne eğip kaldırdım. "Peki bu patronluk size, büyüklerinize karşı sesinizi yükseltme yetkisi mi veriyor?" Yine tutmayı beceremediğim çenem karşısında Fatih Bey, bir iki kere öksürüp boğazını temizledi. Aslında bu bana sus ihtarıydı. Demir Bey, elini ısrarla havada tutmaya devam ederken Fatih Bey, erkeklerle tokalaşmadığımı söyledi. Demir Bey'in kaşları duyduğu cümle sonrası çatıldı. "Burası iş yeri, kendi kurallarını ancak özel hayatında uygulayabilir." Söylediği cümleyle beraber Fatih Bey'in dediklerini umursamaz bir tavırla bana doğru bir adım daha atarak yakınlaştı. Uzattığı eli konumunu korurken sergilediği tavır karşısındaki cümlelerim, net bir sesle çıkıyordu. "Demir Bey, iş yerine ters bir kuralım olduğunu düşünmüyorum. Bu durum işimi güzel yapmamı engellemiyor; ama sizin için bu kadar önemli bir kuralsa işten çıkarmanız benim için hiçbir sorun teşkil etmez." Karşımdaki insanla göz teması kurmamaya özen gösteren ben, öfkelendiği zaman sürekli bu özeni yerle bir ediyordu. Gözlerimi sertçe gözlerine kilitlerken kararlı tavrımın daha fazla anlaşılmasını ister şekilde bir adım geriye gidip mesafeyi açtım. Arada gözle görülen gerilimi Fatih Bey sonlandırmak ister şekilde araya girdi. "Beyza kızım çizimleriyle ayakkabı satışlarımızı artırıp bize yeni pazar kapıları, yeni iş ortaklıkları açtı. Kendisi kaybetmek istemeyeceğimiz bir yetenek olur." Demir Bey duyduklarından sonra "Demek öyle" derken beni baştan aşağı süzüyordu. Bakışları karşısında hissettiğim rahatsızlık tanıdık bir boyut kazandığında sol elinin üzerindeki dövme dikkatimi çekti. Gözümün önüne 10 gün önce asansör düğmesine basarken bir yabancıyla birbirine değen ellerimiz geldiğinde bakışlarım, elindeki dövmeden yüzüne doğru kaydı. Evet bu o adamdı ama neden bu şekilde bakmaya devam ettiğini anlamıyordum. Onun sinir bozan bakışlarına daha fazla dayanamayıp Fatih Bey'den izin isteyerek odadan ayrıldım. Odadan nasıl bir sinirle çıkıp, masama gittiğimi bilmiyorum. Gözlerimden ateş çıkıyor olmalı ki Tuğba sandalyesini bana doğru çevirip ne olduğunu sordu. Olan biteni anlattığımda şaşkınlığını gizleyemedi. Tam o esnada kapı açıldı ve onu masamın yanında, gözlerini bana dikmiş şekilde gördüm. Mırıldanarak "İzbandut gibi cüssesiyle acaba neden başımda bekliyor? " dedim. "Efendim duymadım." diye karşılık verirken dudağının kenarına ufak, çok ufak bir gülümseme yerleştirdi. Şimdi ne olmuştu da ciddi yüz ifadesi, ufak bir gülümsemeye dönmüştü? Ve yine ne olmuştu da bu gülümseme benim sinirlenmemi sağlamıştı? Neden bu kadar çabuk sinirlendiğimi anlamaya çalışırken içerde ki tavrı aklıma geldi ve az bile sinirlendiğimi fark ettim. Oturduğum sandalyeden ayağa kalktığım sırada sınırlarını zorlamak gibi bir huyunun olduğunu düşündüm. "Bir şey mi istediniz Demir Bey?" Sadece benim duyabileceğim ciddi ve net bir seste "Seni." diye cevap verdi. Duyduğum sözle şaşkına dönünce kesinlikle yanlış duymuş olabileceğimi düşündüm; çünkü böyle saçma bir söz söylemiş olması imkansızdı. Kaşlarımı çatıp ciddi bir sesle sorumu sordum. "Duyamadım, tekrar eder misiniz?" Gözlerini gözlerime dikmiş, dudağının kenarında saniyelik süren gülümsemesini eski düz haline döndürmüşken umursamaz bir edayla masama oturdu. "Fatih Bey'in gelmesini bekliyorum. Burada durmamın bir sakıncası mı var Beyza Hanım?" "Burada beklemenizin sakıncası yok ama masama bu şekilde oturmanız hoş değil." Son kısımlarını o kadar sessiz söylemiştim ki ben bile duyamamıştım. Kapının açılmasıyla Fatih Bey, tüm sıcaklığıyla odasından çıktı. Ellerini birbirine vurarak dikkati üzerinde topladıktan sonra konuşmasına başladı. "Evet arkadaşlar, yeni ortağımızı sizlere tanıtacağım. Demir Bey %55 hissesiyle yeni patronunuz. Kadroyu ve onunla çalışacak elemanları o seçecek. Yeni bir düzene geçiyoruz." dedi ve elini ona doğru uzattı. Herkes gibi benimde bakışlarım masamda oturan adamı bulurken o, yönünü Fatih Bey'e çevirdi. Kısa süre sonra ayağa kalkarak Fatih Beyin yanındaki yerini aldı. "Merhaba ben Demir ERDEM, az ve öz konuşmayı severim. İstediğim performansı sağladığınız sürece sizinle bir sorun yaşayacağımı düşünmüyorum. Bu arada az ve öz konuştuğum gibi karşımdaki kişinin de az konuşmasını isterim." Son kısmı söylediği sırada bakışlarını bana sabitledi. Çok konuştuğumu ima eden sözleri karşısında yüzüm nasıl bir hal aldıysa dudağının kenarında hafif bir oynamaya neden oldu. Tekrar yüzünü soğuk ve ciddi ifadeye döndürdükten sonra bakışlarını kalabalığa çevirip sözlerine devam etti. "Bazılarınız yaptığı işi devam ettirirken bazılarınız ise benim istediğim konumda çalışacaksınız. Söyleyeceklerim bu kadar, şimdi tanışmaya başlayalım." Herkesle tek tek tokalaşıp tanıştı. Bazılarının ağzı kulaklarında, gözleri ise ondaydı. Evet evet, cidden gözleri ondaydı. Nasıl bu kadar rahat bir şekilde davrandıklarını aklımın alması mümkün değildi. Düşüncelerim bana uzatılan elle son bulurken bakışlarım bana uzatılan elden yüzüne doğru yol alıyordu. 10 dakika önce konuştuklarımızı unutacak hali olmadığına göre, kesin benimle dalga geçiyor olmalıydı. Ellerimi arkaya doğru götürüp yüzüme meydan okuyan bir tavır takındım. "Merhaba Demir Bey. 10 dakika önce Fatih Beyin odasında tanışmıştık ama yine de kendimi tanıtmakta fayda var. Ben Beyza, Fatih Beyin şirketi Magic Touch yani M.T Grubun ayakkabı tasarımcılarından bir tanesiyim." Meydan okuyan tavrıma eklediğim gülümseme onun bakışlarına takıldığında cümlelerimden çıkarması gereken 'Benim patronum Fatih Bey olmaya devam edecek' anlamını idrak etmiş gibiydi. İdrak ettiği bu gerçekle üzerime doğru bir adım atarak aradaki mesafeyi minimuma indirmesi benim için büyük bir sorun oluştururken o, halinden memnun görünüyordu. Yüzümdeki gülümseme çatılan kaşlarımla son bulduğu sırada hiç beklemeden geriye adımlayıp aradaki mesafeyi eski konumuna getirdim. "Demir Bey daha önce bu sektörde miydiniz?" Tuğba'nın sesine başımı döndürüp baktığımda rahatsızlığımı anladığını göstermek ister gibi gözlerini kısa süreli kapattı ve ikimizin arasına girdi. Onun beni koruyan tavrı her zaman olduğu gibi kalbimdeki yerini büyütürken Demir Bey, Tuğba'nın sorusunu "Bu sektöre yeni giriş yapıyorum" diye cevapladı. Tuğba ise ona cevap vermek yerine bana doğru dönüp "Üretimde çizimle ilgili bir sorun olmuş, senden telefon bekliyorlar Beyza." dedi. Beni bu ortamdan kurtarmak istediğini bildiğim için gözlerinin içine minnetle baktım ve ne zaman kasıldığını bilmediğim omuzlarımı eski konumuna indirerek "Hemen arıyorum." dedim. Yanlarından uzaklaşıp asansöre doğru ilerlerken, kolumdaki saate baktım ve böylece öğle namazımın epey bir geç saate kaldığını fark ettim. Yanıma gelen gölgeye kafamı kaldırıp baktığımda Ayaz'ın asansör düğmesine bastığını gördüm. "Nereye gidiyorsun Beyza?" Ayaz'ın sesi ve varlığı her zaman olduğu gibi rahatlatıcı bir etkiye sahipti. Yüzüne kısa süre çıkan gözlerim, onun gülümseyen gözleriyle karşılaştığında bakışlarımı asansöre doğru çevirdim. "Eksi bir beni bekler Ayaz." Bu cümleme vereceği cevabı çok iyi bildiğim için dudaklarım hafifçe yukarıya kıvrıldı; çünkü ne zaman böyle söyleyecek olsam bıkmadan cümlemi düzeltmesine şahit oluyordum. Hatta eksi bir sözünü sırf sabrının bir sonu var mı diye görmek için düzeltmiyor ve söylemeye devam ediyordum. "Eksi bir değil, işyerinin mescidi seni bekler Beyza." Yine cümlemi düzelten halinde herhangi bir sabırsızlık belirtisi yoktu. Bu kadar sabırlı oluşuna artık şaşırmıyordum ve onun bu halini takdir ediyordum. Asansör kapısının açılma sesiyle beraber bakışlarımı Tuğba'ya çevirip baktığımda hâlâ Demir Bey'e bir şeyler anlattığını gördüm. Uzaktan bile sevimli görünen hali gülümsememe neden olurken bakışlarım, bu sefer Demir Bey'e kaydı. Çatılan kaşları ve öfkeli bakışlarının hedefinde Ayaz'ın olduğunu gördüm, birkaç saniye sonra ise aynı kızgınlıkla bana baktığını. Kafasını izin vermez bir şekilde iki yana salladığında elleri yumruk halini almıştı. "Beyza." Demir Bey'deki bakışlarımı Ayaz'a çevirdiğim zaman onun asansöre bindiğini ve asansördeki kişilerin ise binmemi beklediğini gördüm. "Beklettiğim için kusura bakmayın." deyip asansöre bindim. Demir Bey'in neden o şekilde baktığını merak etsem de en ufak bir tahminde bile bulunamadım. ⏳ İş yerinde hummalı bir çalışma vardı. Boş alana, bir oda inşa ediliyordu. Fatih Bey, bu karışıklık ve gürültünün içinde bugün işe gelmeyerek çok doğru bir kararda bulunmuştu. Kulaklığımı takıp bir müzik açtım; çünkü bu devasa gürültüye ancak böyle katlanabilirdim. Yarın pazar günü olduğu için kendimi çok şanslı hissettim. Çizimlerime odaklanmaya çalıştıkça gelen sesler kulağımda çok daha fazla büyüyordu. Şarkının sesini son sese getirdikten sonra sadece bir gün bu gürültüye katlanacaksın diye telkinde bulundum. Bunları ve daha fazlasını düşünürken gözlerimin çizim yaptığım kâğıda daldığını fark ettim. Bu esnada kapının açıldığını, içeriye birinin girdiğini hissettim ama gözlerimi daldığı yerden bir türlü kurtaramadım. Gölge daha da yaklaştı. Tam gözlerimi çevirip gölge sahibine bakacakken kulağımdaki kulaklık çıkarıldı. "Beyza Hanım, beni duymanız için kaç kere daha seslenmem gerekiyor?" Demir Bey'in sinirli tavrına karşılık oturduğum sandalyeden kalktım. Afallamış bir durumda olsam da ses tonumu düz bir tonda tutarak sorusuna karşılık verdim. "Bu gürültüde bana seslendiğinizi duymam zaten imkansızdı Demir Bey, taktığım kulaklığı da düşünürsek bu imkânsızlık daha fazla artıyor." "Sizle konuşacağım, acil odaya gelin." Sert bir tavırla söylediği cümleden sonra hiç beklemeden Fatih Bey'in odasına doğru yöneldi. Ne? Ne olmuştu şimdi? Neydi bana karşı onu bu kadar sinirlendiren? Sorularımı savuşturarak hemen arkasından odaya girdim. Fatih Bey'in koltuğuna kurulmuş, öylece bana bakıyordu. Konuşmaya, gözleri üzerimde tahammülsüz bir sesle başladı. "Bazılarınız aynı pozisyonda çalışırken, bazılarınız benim belirlediğim pozisyonda çalışacak diye daha öncede konuşmuştuk. Sizi kişisel asistanım olarak seçtim, yani bundan sonra sadece bana çalışacaksınız." Cümlesine kısa süreli ara verip bakışlarını hasar tespiti yapmak ister gibi yüzümde dolandırdı ve konuşmasına devam etti. "Günümü planlayıp beni yönlendirecek, unuttuğum her şeyi siz hatırlatacaksınız." Duyduğum cümleler karşısında sinir katsayım artarken önce benimle dalga geçiyor olabilir mi diye düşündüm ama tavrı dalga geçmekten çok uzak, son sözü onun söyleyeceğine dair saf emir kokuyordu ve bu beni daha fazla öfkelendiriyordu. Gözlerim, gözlerine öfkeyle kilitlendiğinde net tavrımı daha iyi anlamasını istiyordum. "Benim işim ayakkabı tasarlamak Demir Bey, kişisel asistanlık değil. Eğer kendinize kişisel asistan arıyorsanız birini işe alabilirsiniz ve emin olun bunu yaparken hiç zorlanmazsınız." Bu esnada ellerimi yumruk yapıp tırnaklarımı avuçlarıma geçirdim. Bir yandan da insanların hayatını, kendi istediği gibi değiştirmeye çalışan bu adamı, yumruklamak isteğiyle dolu benliğimi susturmaya çalıştım. Derin bir nefes aldı. Ukala yüz ifadesi yerini demir gibi sert yüz ifadesine çevirdi. İsimlerin insanlar üzerinde etkisi bu adamda çok belli oluyordu. Demir gibiydi işte, sert ve soğuk... Oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Şimdi fark ediyordum da uzun boya, yapılı bir vücuda sahipti. Yanında küçük bir kız çocuğu gibi kalıyordum; ama bu detaylar beni sindirecek, karşısında el pençe durduracak detaylar asla değildi. Sert bir sesle meydan okuyan cümlelerini sıralarken acımasız ve bencil görünüyordu. "Yani kabul etmiyorsunuz. Hımm o zaman Fatih Bey'in odasını ve asistanını alırım. Hatta birkaç işçi çıkarımı da yaparım. Mesela Tuğba Hanım, nasıl olur?" Beni, Tuğba ile tehdit eden cümleleri öfkeyle avuçlarımı daha fazla sıkmama neden oluyordu. Sadece bir yumruk atsan, ağzından hafif bir kan akmasına neden olsan güzel olmaz mı? İç sesimin söylediklerini düşünmekten kendimi alıkoymam gerektiğini bilerek omurgamı dikledim ve ses tonumu onun tehdidine boyun eğmeyeceğimi gösteren bir tona getirdim. "Size çok daha iyi bir teklifim var Demir Bey!" Bunu söylerken sinirle masanın üzerinden boş bir kâğıt aldım. Birkaç dakika sonra "Buyurun istifa dilekçem. Derdinizin benimle olduğu çok açık şekilde görünüyor. O yüzden zorlamanıza gerek yok." dedim. Elimdeki kâğıdı aldı. Söylediğim hiçbir şeyi umursamadığını gösterir şekilde elindeki kâğıdı yırttı ve bu hareketiyle içimdeki öfkenin daha fazla arttırmasına neden oldu. "Sanırım sizin paraya ihtiyacınız yok. En iyisi toplu bir şekilde herkesi işten çıkartmak." Yüzündeki sert ve soğuk ifadeye merhametsiz ifade eklendiğinde çok daha acımasız görünüyordu. Ben her şekilde başımın çaresine bakardım. Hem kenarda yüklü miktar param vardı hem de ailemin maddi durumu çok iyiydi. Hiç birisi olmasa bile yeteneğime güveniyordum ama diğerleri... Ayşe hamileydi ve sürekli masrafı oluyordu. Tuğba, ailesine para gönderiyordu. Ayaz'ın anneciğinin tedavi masrafları vardı. Ahmet abi çocuklarını okutup, onlara yetmeye çalışıyordu. Bunlar benim bildiğim sıkıntılardı, ya peki diğerleri... Düşündüğüm her kişiyle beraber tırnaklarımı avucuma batırıp daha fazla sıktım. Yüreğimde oluşan acının yer değiştirmesini istiyordum ama bu pek mümkün görünmüyordu. Çalışma arkadaşlarımı düşündükçe önce dik duran omuzlarım düştü, sonra da başım öne eğildi, içimden ise binlerce düşünce geçti. Yaptığım bencillik değil, hakkım olanı almaktı. Peki bu uğurda diğerlerine yapılan neydi? Benim hiçbir suçum olmasa da bu manyak adam söylediklerini hayata geçirmekte kararlı görünüyordu. Gözlerime doluşan yaşı bu adamın karşısında akıtmamam, ona bu hazzı yaşatmamam gerektiğinin farkındaydım. Farkında olduğum bir diğer şey ise bu adama 'Tamam kabul ediyorum' demenin gururumu yerle bir edecek olmasıydı. Kendimle savaş vererek çıkarmaya çalıştığım cümle ağzımdan çıkmamaya kararlı görünürken gözlerimi kapatıp sadece söylemem gereken sözlere odaklandım. "Tamam, kabul ediyorum." 3 kelimelik bir cümle olsa da bu cümleyi söylemek benim karakterime çok tersti. Nasıl kabul eder, nasıl ona bu hazzı tattırırdım? Kendimi içten içe yemeye devam ederken konuşmaya başladı. "Korkmayın, yine tasarım yapmaya devam edeceksiniz. Sadece yeriniz değişecek, birde gün içinde beni yönlendireceksiniz." Duyduklarımdan sonra derin bir nefes aldım. Hiçbir şey söylemeden odadan ayrılıyordum ki elimdeki kalemi fark ettim. Üzerinde yazan Demir Erdem ismi bile sinirlerimi bozmaya yetiyor, avucumun içinin yanmasına sebep oluyordu. Kalemi ona doğru uzatırken yüzüne bakmamaya özen gösteriyor, yenilmiş bakışlarımı gizliyordum. Odaya girdiğimden beri sesine hâkim olan ukala tavır, elimden kalemi aldığı sırada panik ve canı yanmış gibi çıkan sese dönüşüyordu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" Sorduğu soruyla beraber başımı kaldırıp anlamaz gözlerle yüzüne baktım. Uzun süredir saklamaya çalıştığım gözlerimdeki buğu gözyaşına dönüşmek üzereydi ve benim, bu adam karşısında gözümden akacak bir damla yaşa bile tahammülüm yoktu. Kalemi uzattığım elimi bileğimden tutup kavradıktan sonra döndürerek avuç içime baktı. Tırnaklarımı etime batırdığım için avuç içim hafif kanlanmıştı. O esnada avuç içimde olan bakışları gözlerimin buğusuna takıldı ve yüzüme, daha fazla büyüyen siniriyle baktı. Sanki onun elini kanatmışım gibi kızgın bir ifade yayılırken yüzüne, ceketinin cebindeki kumaş mendili çıkarıp avucumun içindeki kanı merhametle sildi. Oysa bakışlarıyla hareketleri örtüşmüyordu. Bakışları öfke doluydu ama hareketleri canımı acıtmak istemeyecek kadar özenli ve merhamet doluydu. Tabii benim, ne onun bana karşı sergilediği merhamete ihtiyacım vardı, ne de acımasına. Bileğimi elinden sinirle geri çekerken elindeki mendili sertçe alarak avuç içime bastırdım. "Bir daha!.." Yüksek çıkan sesimi soğuk ve ciddi bir tona getirerek konuşmama devam ettim. "Bir daha iznim olmadan bana dokunmayın." Tuttuğu bileğimde kıyafet, elinde ise mendil olması bile benim için çok fazlaydı ve durması gereken yeri kesinlikle bilmesi gerekiyordu. Odadan sinirime yenilmiş bir şekilde çıktığımda kolumdaki saate baktım ve çıkış saatine 10 dakika kaldığını gördüm. Asansöre doğru ilerlediğim sırada "Beyza." sesine aldırış etmeden sağ tarafımda duran çöp kutusuna gözüm gitti. Elimdeki mendilini öfkeyle çöp kutusuna atmak bile beni rahatlatmaya yetmiyordu. Bir şekilde bu adamın bakış açısından çıkıp, içimdeki öfkenin gözlerimden boşalmasına izin vermem gerekiyordu. Yoksa avazım çıktığı kadar bağıracak, bu yaşıma kadar yaşamadığım mağlubiyeti, galibiyete çevirmek uğruna herkesi işten çıkarmasına göz yumacaktım. Sakin ol Beyza, bu duyguyu aşabilirsin. İç sesimin içimde büyümesine izin vererek tekrar ettim ve sakinleşmek adına kısa süreli gözlerimi kapattım. Gelen asansör sesiyle gözlerimi tekrar açarak asansöre bindiğimde o da asansöre doğru geliyordu. Buz gibi soğuk ifadeyle asansörün kapısını kapatma düğmesine bastığımda aramızdaki soğuk savaşın yeni başladığını ve onun sandığı gibi kolay olmayacağıyla ilgili kendime sözler sıraladım. Gardını al Beyza; çünkü savaş daha yeni başlıyor. .... Benn geldimmmm : ) Sonunda bir karara varıp bölümü paylaştığım için bir yanım mutluyken bir yanım da pekte hoş duygular yaşanmıyor. Onca emek, onca ilerleme sonrasında sil baştan birinci bölümle karşınıza gelmek tahmin edersiniz ki çok hoş değil. Neyse hepimiz aynı kırgınlığını yaşadığımız için hissettiklerimi anladığınızı umuyorum ve bir aksilik çıkmazsa yeni bölümle yarın karşınıza çıkmayı umut ediyorum. Sevgilerle... Hanifta Hanım ❤️ |
0% |