@hanifta_hanim
|
Kahvaltı sofrasında herkes büyük bir iştahla kahvaltısını yapıyordu, ben ise gözlerimi açık tutmak için savaş veriyordum. Bir iki kez kafam düşecek gibi içim geçince Ali Asaf ağabeyim dirseğiyle uyandırmaya çalıştı.
"Yengem bir şeyler ye da. "
Sesleri duyuyordum ama çok uzaktan geliyordu. Ses git gide yaklaştı.
"Kız bugün istemen var. Resmen sofrada uyuyorsun. Uyan bir şeyler ye. "
Meryem yengemin konuşması üzerine gözlerimi açtım ve esnemeye başladım. Kerim ağabeyimin eşi Beyza yengem, çayını karıştırırken "Beyza bari üzerini değiştirip, kahvaltıya inseydin. İlk günden damat seni böyle özensiz görüyor. Biraz özenseydin da yengem." dedi.
Tekrar esneyince elimi ağzıma götürüp kapadım. Uykulu gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Kendimi bir toparlasam, cevap verecektim ama durmak bilmeden esniyordum. Ali Asaf ağabeyim, yine dürterek kendime gelmem için uğraşıyordu.
"Kolumu morarttın, kolumu. Uykumu alamadım işte görmüyor musunuz? Hem isteme olacak diye 5.00'de kahvaltı mı yapılır Allah aşkına. Hele ki benim uyanınca ağzıma lokma sürmediğimi bilmiyormuş gibi beni de sofraya oturttunuz. Siz yeseydiniz bari, beni niye zorla uyandırdınız? "
Bakışlarım Demir'i bulunca söylenmelerime devam ettim.
" İndiğim yetmiyormuş gibi birde özenip hazırlanacak mıydım? Beğenmiyorsa evlenmesin. Zorlayan mı var? "
Demir kafasını döndürüp, bana kaşlarını kaldırarak baktı. Ne var dercesine omuzlarımı silkip, gözlerimi devirdim.
"Aha bizim deli kız sinirlendi yine. Hanımefendi senin istemen olacak benim değil. Senin yüzünden, bizi de sabahın köründe ayağa diktiler. Biz sessiz sedasız kahvaltı yapıyoruz. Birde sen utanmadan konuşuyor musun? "
"Emicemin en sinir bozucu oğlu Kenan, istenecek uşak mısın ki seni istemeye gelsinler? "
Meryem yengemin ikazıyla iyice birbirine girdik.
"İkinizi de şimdiden uyarıyorum, kesinlikle kavga istemiyorum. Hele işin sonunu nişan alma yarışına dökerseniz ikinizle de bozuşuruz. Bugün bu evde silah sesi duyulmayacak. "
Ali Asaf ağabeyim, kolunu boynuma sarıp "Kenan uslanmıştır. İşi öyle bir yarışa asla çevirmez" diyerek, Kenan'ı yine gaza getirdi. Kenan ağabeyimin sözüyle, çoktan gaza gelip ayağa kalktı.
"Yensin de göreyim ula!"
"Yenersem son atışımı, kafanın üzerine şişe koyarak yaparım. Sonra korkup kaçma sakın. "
İkimiz yine söz dalaşına girmiştik. Bunu hep yapar, sonunda kendimizi arka bahçede yarışırken bulurduk. Dedemin sözüyle masada bir tek yengelerim kaldı. Hepimiz arka bahçede soluğu aldık.
"Hadi bakalım bu yıl sonuç değişecek mi? Hep beraber görelim. Benim deli başım uzun süredir atış yapmıyor. "
Meryem yengem arkamızdan bağırıyordu ama kimsenin duyduğu yoktu.

Salih amcasının oğlu, Kerem AKMAN
Kerem abim şişeleri dizip, yanımıza geldi. Kardeşi Kenan'a "Ula bari bu sefer yen" diye ikazda bulundu. Önce Kenan atışlara başladı. 10 da 9 yapınca gururlu bir halde bana döndü.
"Bu yıl seni yeneceğim kuzen. Hadi bakalım geçte görelim."
Tekrar şişeler dizildi ve ben nişan almak için yerime geçtim. Kenan'ın nişan aldığı yerden bir adım daha uzaklaştım.
"Bu kıyağımı unutma Kenan. Şimdi sana her yıl olduğu gibi, nasıl atış yapılırmış göstereceğim. "
9'da 9 yaptıktan sonra son atışım için nişan alırken, çenemi tutamayıp Demir'e meydan okudum.
"İyi bak Demir, sana elinde kara delik açarım dediğimde beni ciddiye almamıştın. Şimdi gör ve ne dediğimi iyi anla."
Bir adım daha uzaklaşarak atışımı yaptım ve şişe tuzla buz oldu. Ağabeylerim sırtımı sıvazlarken, Demir gülümseyerek beni izliyordu. Dedem yanıma gelip, beni alnımdan öptü.
"Oy benim deli başım, aferin sana."
Salih amcama döndüm, gözlerindeki ışıldayan gururla, bana elini uzattı. Elini öptükten sonra şefkatle alnımdan öptü.
"Şimdi oğlumun kafasına şişeyi koy ve bir adım daha uzaklaşarak nişan al. Bir daha Mehmet'imin, en tatlı yadigarı ile yarışmaması gerektiğini anlasın. Hadi göreyim seni. "
Kenan ellerini sarı saçlarına koyup, sinirle karıştırdı. Boğazını bir iki temizledikten sonra konuşmaya başladı.
"Baba bu deli kıza mı güveniyorsun? Elim kaydı der, beni alnımdan vurur. Bunun böyle masum göründüğüne bakma, psikopat manyağın teki o!"
Silahı ona doğru çevirip sırıtarak konuştum.
"Bir daha söyle Kenan. Tam olarak duymadım. "
"Oy benim nahif, güzeller güzeli kuzenim. Oy benim çikolata gözlerine vurgun olduğum bal böceğim. Sen bir tanecik Kenan'ına kıyamaz, bensiz nefes alamazsın. Hem bana bir şey olursa kim seni, benden çok sevebilir? Sonra çok üzülürsün bak. "
Kenan hem yağ yakıyor hem de tüm şebekliğiyle üzerime doğru geliyordu. Aramızda iki adım kalırken, Demir öksürerek aramıza geçti. Bu Kenan'a dokunma ihtarıydı.
"Oo eniştem ben Hüseyin ve Ali Asaf ağabeylerime kıskanç diyordum ama sen, onlardan da kıskanç çıktın. Bu çirkinin kıskanılacak hiçbir yanı yok, sen boş yere öksürme krizine girme, ciğerlerine yazık. Sana onlar sonradan lazım olacak. Bu kız adamı verem eder. İşin zaten çok zor, ciğerlerini şimdiden yorma. "
Demir'in koluna girip, konuşa konuşa eve doğru gittiler. Yengemin bağırma sesiyle irkildim. Koşarak giderken Hüseyin ağabeyime dönüp "Vallahi karın beni vuracak! Ben bile arada bir korkuyorum. Hanım köylü olman çok yerinde bir karar ağabey." dedim ve koşmaya devam ettim.
⌛
"Hadi Beyza birazdan Demir kayınvalidenleri almaya gidecek. Sende çabuk aşağıya in, göstereceklerim var yengem. "
"Tamam yenge hemen geliyorum. "
Dini nikahım olacağı için çok gergindim. Resmi nikahla evlenme kısmına bu kadar üzülmezken, Allah'ın huzurunda evleneceğim için çok üzülüyordum. Cenabı Allah içleri bilendi. Gerçi her ne kadar ben bu nikahı istemesem de Demir fazlasıyla istiyordu. İçimden tekrar duamı fısıldadım.
Allah'ım, kalbimi en iyi sen biliyorsun, benim için en hayırlı olanı nasip et.
Aynada şöyle bir kendime baktım. İç dünyama en uygun kıyafetler fazla yakışmıştı bana. Siyah elbise, siyah şal ve siyah ayakkabı...
Sevdiği adamla evlenecek olan bir kız için yetersiz ama benim için çok fazlaydı. Sonuçta hayalimde ki adam Demir değildi ki onun için süslenip püslenecektim.
Sahi benim hayallerimdeki adam kimdi?..
Bu soruyu kendime sorduğum zaman, hep karakterinde veya yaşantısında olması gereken özellikleri art arda sayıyordum. Cevaplarım arasında, asla dış görünüş barınmıyordu. Bugüne kadar bu özellikleri taşıyan bir tek Ayaz çıkmıştı karşıma. Ona da eşim olabilir mi gözüyle asla bakmamış, kalp çarpıntısı yaşamamıştım. Kalp nasıl çarpar onu da bildiğim söylenemezdi; ama anlardım herhalde bir şekilde kendini belli ederdi. Gerçi bu benim, tecrübesiz olduğum alandı.
Şimdi soruyorum yine, evleneceğin kişi Ayaz olsaydı nasıl olurdu, nasıl hissedersin diye? Cevabımı sızlayan kalbimle veriyordum.
Ah Ayaz bu teklifi sen yapsaydın, böyle karalar bağlamazdım. Seni çabuk sevebilir, hatta kolayca aşık olabilirdim ama benim nasibime beni sevmeyen, takıntılı bir adam düştü...
Bunca yıl herkese, kapalı tuttuğum kalbimi ve temiz duygularımı asla hak etmeyecek, bir adamla yok edeceğimi bilmek, bana daha da çaresiz hissettiriyordu.
Meryem yengemin bağırmasıyla düşüncelerim bölündü. Aynadaki yıkık yansımama, bir kez daha bakıp odadan çıktım. Yine hissettiğim gibi değil de beni görmek istedikleri gibi yüzüme sahte bir gülüş kondurdum.
"Yengem neredesin sen? Allah aşkına bu halin ne?"
"Çok güzel olmuşum değil mi birtanecik yengem?"
"Eğer birisi ölmüşse ve sen taziyeye gidiyorsan, fıstık gibisin hatta fazlasın ama bu dini nikah tatlı görümcem, bu elbise olmaz."
Kollarımı birbirine kavuşturarak, bezgin bir şekilde ufladım ve kapıya doğru yaslandım. Oysa bugün benim için zaten yas günüydü, tam olması gerektiği gibi hazırdım.
O sırada Demir odasından çıktı. Siyah takım elbisesi omuzlarını tam sarmıştı. Onu incelemeye başlayan ruh halinden biran önce çıkıp, kendime ikazlarda bulundum. Kravatını düzeltirken, bana doğru baktı ve göz kırparak, çapkın bir gülüş attı.
"Çok güzel görünüyorsun hayatım. Bir insan siyahların içinde, nasıl olurda böyle ışıldar anlamıyorum."
Demir'in konuşmasını yengem böldü.
"Tamam anladık çok aşıksın, kıyafeti ona çok yakışmış ama taziyeye gitmiyoruz Demir. Birazdan nikahınız olacak. Beyza şimdi aşağı iniyorum, 10 dakika sonra sana aldığım elbise ile seni aşağıda göreceğim. Sakın bana karşı gelme. Görümcem falan demem seni döverim yengem, benden söylemesi. "
" Ama yenge... "
" Aması yok çabuk! " diye bağırıp gitti.
Demir, kol düğmelerini düzeltirken "Heyecanlı mısın?" diye sordu.
" Heyecanlanmam gereken herhangi bir şey var da ben mi bilmiyorum? "
" Herkese benimle evlenmek nasip olmaz Beyza. Bence heyecanlanmalısın."
Yaslandığım kapıdan doğrulup, alaycı gülüşümü takındım.
"Keşke nasip olması için dua eden biriyle evlenseydin. İkimize de yazık olacak."
Cümleme Demir ciddi bir sesle "Bana yazık olmayacağı kesin. Ben kimi istediysem hep aldım. Şimdi seni de alacağım." diyerek karşılık verdi.
Bu sözleri gururumu yerle bir ederken, kalbimi kan revan içinde bıraktı. Beni, hayatına giren diğer kadınlarla bir tutmuştu... İşte onun gözünde tam olarak buydum.
Dudağımdaki gülüşümü korumak istiyordum ama olmuyordu. Solan gülümsememle beraber başım öne doğru düştü. Benim için zor olsa da çıkarmayı başardığım kırgın sesimle konuştum.
"Senden gerçekten nefret ediyorum Demir. Demek sen, kimi istediysen aldın ve şimdi beni de alıyorsun öyle mi? Peki onları da benim gibi tehdit ettin mi? "
Kırgınlıkla arkamı döndüm ve kapının kolunu tuttum. Arkamdan gelip bir elini karnıma koydu ve sırtımı kendine doğru yasladı. Diğer elini de kapının kolundaki elimin üzerine koyup, sıkıca kavradı.
" Öyle demek istemedim... "
" Tam olarak hissettiğim şeyleri, yüzüme karşı söyledin. Başka türlüsüne inanmam saçma olurdu zaten."
Kollarından kurtaramadığım bedenim daha çok öfkelenmemi sağlıyordu.
"Bana dokunman haram demekten bıktım. Dokunma bana, dokunma!"
Söylediklerimin ve kendimi kollarından kurtarmaya çalışan halimin onun gözünde hiçbir önemi olmadığını gösterir tarzda başını eğerek, dudaklarını kafama doğru koyup öptü ve beni göğsüne daha çok bastırdı.
"Gerçekten öyle değil Beyza. Düşünmeden ağzımdan çıktı. Ben, sana gördüğüm ilk gün-"
"Sus Demir! Senin söyleyeceğin hiçbir şeyi duymak istemiyorum. Şimdi beni bırak ve bir daha bana asla dokunma! "
Sinirle onu ittim ve odama girip kapıyı kilitledim. Şimdi ne olmuştu da hüngür hüngür ağlıyordum. Dürüstlüğü için teşekkür bile etmem gereken bir durumda ben oturmuş kırılan gururumla ağlıyordum. Telefonu çıkarıp, Tuğba'yı aradım.
" Efendim kuzum. "
"Sana çok ihtiyacım var, seni çok özledim."
"Sen ağlıyor musun?"
"Ağlamıyorum, sadece seni çok özledim. Ne olur, biran önce gel. "
"Tamam kuzum, üzülme ilk fırsatta geleceğim. Şimdi telefonu kapat, ben halledeceğim."
***
"Kapı çalıyor, açsana Beyza."
"Ben neden açıyormuşum? Sen açsana yenge. "
Cevabımdan sonra Meryem yengem ellerini bel boşluğuna götürerek söylenmeye başladı.
"Vallahi bu kız beni öldürecek. Akılsız görümcem seni istemeye geldiler, beni değil. Hoş geldiniz deyip içeriye buyur et, büyüklerinin de elini öpmeyi unutma. "
"Ne diye öpeceğim hemen?
Hem ne o öyle 'Beni alın, beni alın' der gibi sonra öperim. "
"İnadına tüküreyim. Git kapıyı aç, kaç kere zili çaldılar."
Kapıya doğru ağır adımlarla gittim. Yüzüm resmen sirke satıyordu. Kapıyı açtığımda Demir'in babaannesini görünce, yaşlı haline kıyamadığım için gülümseyerek "Hoş geldiniz." dedim. İçeriye sırayla girdiler. Demir elinde kocaman çiçek buketiyle, önümde hayranlıkla duruyordu.
"Çok güzel olmuşsun, tam bir kuğu gibi" deyip çiçeği elime uzattı. Gözlerimi devirip, sessizce dişlerimin arasından konuştum.
"Seni de çiçeğini de istemiyorum. Lütfen yanımdan git. "
O sırada kapıdan gelen sese doğru baktım.
"Kuzum..."
Demir'i elimle itip, Tuğba'ya doğru koştum.
"İnanmıyorum buradasın. Çok özledim seni hem de çok çok."
Yerimde duramıyor, mutluluktan resmen havalara uçuyordum.
"Bende seni çok özledim kuzum, hem de çok. Sensiz İzmir hiç çekilmiyor."
Öksürme sesi gelince Tuğba'nın arkasında duran gölgeye doğru baktım.
"Beni özlemedin mi Beyza? "
"Özlemez olur muyum Ferit? Hoş geldiniz. Buyurun, buyurun içeri girin."
Onlar içeri girerken, Ferit elindeki çikolatayı bana doğru uzattı. Teşekkür edip, çikolatayı aldım ve dresuarın önüne koydum. Demir onu ittiğim yerden, bir adım bile oynamadan hayran bakışlarına devam ediyor, gözlerinin içiyle gülüyordu. Herkes içeriye doğru geçerken, Demir yanıma geldi.
"Hergün seni gördüğümde, şu anki halinden daha güzel olamaz diye düşünüyorum ama sen, her defasında beni şaşırtarak, çok daha güzel şekilde karşıma çıkıyorsun ve beni deli ediyorsun karıcığım. "
Onun bu sahte hali midemin bulanmasına neden oluyordu.
"Şu an yanımızda kimse yok Demir, yalandan methiyeler dizmene gerek yok. "
"Yalan olduğunu kim söyledi?"
Yanıma gelerek beni aynaya doğru çevirdi. Beyaz elbisemle gerçekten çok kibar görünüyordum. Yengem çok ısrar etmişti ama buna fazlasıyla değmişti. Aynada yansıyan bedenimin yanına Demir geldi. Elini omzuma doğru koydu. Aynadan bizi izlerken omzumdaki elini, kolumda gezdirerek, ellerimle buluşturdu.
"Sana nasıl dayanacağımı bilmiyorum? Beni çok fazla heyecanlandırıyorsun."
"Bu sözlerine inanacak kadar aptal değilim Demir. Gerçek düşüncelerini üst katta açıkça söyledin. Bir daha bana sakın dokunma. Bunu söylemekten bıktım artık. Nesini anlamıyorsun be adam?"
Öfkeyle onu benden uzaklaştırdım. Hızlı adımlarla yanından uzaklaşırken, söylediği sahte sözler kulaklarımda yankılandı. Tuğba'yı alıp, mutfağa girdik. İçerde tanışma evresi çoktan başlamıştı bile.
Tuğba ile mutfağın bir köşesine geçtik. Beni baştan aşağı süzüyor, olan biteni anlamaya çalışıyordu. O halini görünce yüzüme yerleştirebildiğim kadar büyük bir gülüş yerleştirdim. Ellerimi ellerine aldı.
"Neler oluyor Beyza? Bu evlilik nereden çıktı?"
"Benden vazgeçemeyecek kadar çok aşıkmış. Evlenmek istedi, bende kabul ettim."
Gözlerine dolan hüznü görünce yüzümdeki zoraki gülüş soldu. Dudağımın kenarını ısırdığım sırada avuç içindeki ellerim, hafifçe titredi.
"Sadece o mu aşık? Peki sen, aşık mısın?"
Çaresizlik duygusuyla sessizce cevap veriyordum.
"Hem de çok..."
Titreyen sesimi, dolan gözlerim takip ediyordu. Gözlerimi, hüzün dolu gözlerinden kaçırıp, konuşmama devam ettim.
"Kendimi kandırıp, duruyor muşum meğer. Beni sevdiğini söylediğinde anladım bunu, hem her açıdan birbiriyle uyumlu bir çiftiz. Bana karşı çok naif, gözümün içine aşkla bakıyor. Görüşlerime saygı duyuyor, asla sınırlarını aşmıyor. Okuduğumuz kitaplar hakkında sohbetler ediyor, sürekli fikir alışverişinde bulunuyoruz. Birde birazcık üzülünce kahroluyor ve beni mutlu etmek için çırpınıyor. Görmelisin benim için yaptıklarını... "
Titreyen ellerimi ellerinden çektim ve yere eğilen çehreme götürüp, alnıma koydum. Sanki yüzümü saklarsam her şey anlaşılmayacak gibi geliyordu. Birde titreyen ellerimi kontrol altına alabilseydim, böylesi zorlanmazdım.
" Bu anlattıklarının hiç birisi o değil? Bu anlattığın kişi..."
Cümlesini bitirmesine bile izin vermedim. Öfkeli ama bir o kadar da korkan sesimle araya girdim.
"O işte Tuğba, o... Birazdan kocam olacak adam! Lütfen aklımı bulandırma."
"Beyza asla müsaade etmem. Kendini bile bile ateşe atmak bu. Tamam onun her halinden, sana aşık olduğu belli oluyordu. Seni bizden uzaklaştırıp, o tahta kapılar arkasına saklamasından belliydi. Sürekli sana bakan gözleri, öfkesinin arkasına sığınmaya çalışsa da kendini çok belli ediyordu. Seni kurtarmak için girdiğim toplantıda ilk şüphe duymuştum ama kampta Ayaz'ın arabasına bindiğin zaman, onun gözü dönmüş halini görünce emin oldum. Ama sen aşık değilsin! "
Cidden dışarıdan bakan birisi, böyle algılayabilirdi. Çok aşık olmuş gibi görünse de bir tek ben biliyordum gerçeği. Bir tek benim yanımda, dürüstçe içindekileri kusuyordu . Acaba diye şüpheye düşüp, yönlendirdiğim her soruda, nefretimi tazeliyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi.
"Lütfen Tuğba irdeleme. Bende ona aşık oldum. Bazen bir şeylerin önüne geçemezsin. Direnirsin ama asla geçemezsin. Ben geçemedim, sende lütfen geçme..."
Meryem yengem, kahveleri götürmem için çağırınca kendimi toparlamaya çalıştım. Derin derin nefesler alıp, verdim. Üzerimi düzelterek, yanına doğru gittim.
" Bu Demir'in kahvesi unutma? "
" Ne koydun içine?
"Tuz."
Hemen çekmeceyi açıp, içine 1 çay kaşığı Şırnak'tan gelen acı biberden, 1 çay kaşığı da karabiberden attım.
Burnundan gelsin pisliğin, sürüm sürüm sürünsün gıcık...
Düşüncelerimi Ebru yengemin sesi böldü.
"Beyza tamam yengem, çocuk hastanelik olacak."
Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdığım sırada yüzümü engel olamadığım gülüş kaplamıştı. Hastanelik olursa her şey değişebilir, birkaç gün daha kazanabilirdim. Bir kaşık daha atmak için, elimi acı bibere götürmüştüm ki Meryem yengemin elimden çekiştirip kızmasıyla bıraktım.
"Vallahi uşağı öldürecek. Al şu tepsiyi git servisi yap, beni kızdırma!"
"Yenge Akmanlardan kız almak kolay mı? Bırak da niyetinin ciddi olup olmadığını görelim."
"Deli görümcem, ağabeyinden bir araba dolusu sopa yemiş uşak niyetinden dönmemiş de şimdi mi dönecek? Çabuk bana cevap vermeden içeri git Beyza! "
Tepsiyi alıp odaya girdim. Tuğba da peşimden geldi. Büyüklere sırayla kahvelerini uzattıktan sonra Demir'in yanına geldim. Fincanı almak için uzanırken, derin bir iç çekişle fincanı aldı. Ona bakmıyordum ama bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Sessizce fısıldadım.
"Senin için özenle hazırladım. Sana hissettiğim duygular kadar tatlı. Sende aşkla iç, aşkla bitir!"
Cevap vermesini beklemeden yanından ayrıldım. Tuğba'nın yanına doğru geçip, Demir'i izledim. Bu zevkten kendimi asla mahrum etmeyecektim. Halit amcamın oğlu Mehmet, ellerini birbirine kenetledikten sonra gülerek konuşmaya başladı.
" Enişte bizim kızı ne kadar çok sevdiğini, şimdi bir kez daha bize kanıtlayacaksın. Allah yardımcın olsun. "
Salondaki herkes gülerken, Demir'in babaannesi söze girdi.
"Oğlumuzun ne kadar aşık olduğuna biz şahit olduk. Demir'in, kızınıza duyduğu aşk karşısında bu kahve şerbet gibi gelir. "
Babaannesini bile kandırmış pislik diye düşünürken, Demir'in içime işleyen bakışları gözüme çarptı . Bakışlarını benden çekmeden kahvesini eline alıp, bana doğru göstererek, bir dikleyişte içti. Şakaydı değil mi bu, şaka? Bu adam kesinlikle çift karakterli biriydi çünkü bu yaptıklarının başka izahı olamazdı. Mehmet, Demir'in yanına gidip, kahve fincanını eline aldı.
"Kuzen tuzu az mı attın buna?
Yutkunarak cevap verdim. Herkes bizi izliyordu.
" Aslında biraz daha atabilirdim ama yengem elimden aldı. "
" Şurada keyifle izleyecektik damadı, kesin az attın" dedikten sonra parmağını fincanda kalan telveye batırıp, tadına bakınca yüzünün rengi değişti.
"Emicemin vicdansız kızı, bunun içine sadece tuz atacaktın! Sen başka ne attın?"
Demirin önünde duran suyu aldı ve kıvranarak içti.
"Birazcık da kırmızı biberle, karabiber attım. Eminim abarttığın kadar değildir, çık şuradan kibarcık bende bakacağım. "
Salonun köşesinden, yanlarına doğru gittim ve Mehmet'i kenara doğru ittim. Merakla kahve fincanını elime aldım. Demir, gözlerime bakarak beni durdurmak için elimi tuttu.
"Boş yere bakma, tadı çok güzeldi."
Elimi çekip, serçe parmağımı telveye batırdım ve tadına baktım. Tadı zehir gibiydi ve ağzım deli gibi yanıyordu. Mehmet'in az bile tepki verdiğini anladım. Demir'in yanındaki boşluğa kendimi öylece bırakıp, derin derin nefesler almaya başladım. Elimle ağzımı kapattığım vakit kendime methiyeler dizdim.
Odada ki herkesin kahkaha sesi kulağımda çınlıyordu ama ben, sadece kulaklarıma kadar yanan acıyı hissediyordum. Demir bir bardak su istedi. Zehra suyu getirdiğinde ondan aldı ve bana doğru döndü. Dudaklarımı kapadığım sağ elimi parmaklarının arasına alıp, ikimizin arasına indirdi. Onun bana dokunması kalbimi acıtıyordu. Hele söylediğim onca şeyi yok sayması daha fazla üzülmeme neden oluyordu. Sağ eliyle, bardağı ağzıma yanaştırdığında boşta kalan sol elimle bardağı elinden almaya çalıştım ama vermemekte kararlı görünüyordu.
"Saçmalama bu kadar kalabalıkta, o suyu hayatta senin elinden içmem. Elimi de ne olur bırak, gerçekten sınırlarımı hiçe sayan halinden sıkıldım. "
"Bence içebilirsin. Birazdan Allah katında da kocan olacağım için kimse bir şey demez merak etme."
"Saçmalama, çek şunu ağzımdan! "
Bardağı ağzıma dayadı ve zorla suyu içirdi. Sessizce fısıldadım.
"Baş belası adamın tekisin Demir, senden nefret ediyorum! Elimi de bırak artık! "
Elimi dikkat çekmeden kurtarmaya çalıştım ama bu sefer parmaklarını, parmaklarımın arasından geçirip, daha sıkı kavradı. Ben ondan kurtulmaya çalıştığım sırada isteme işi bitmiş, dedem ise iç çekerek konuşmaya başlamıştı bile.
" Küçük Haniftam, senin bu mutlu günlerini gördüm ya, benden mutlusu yok. Allah bir ömür boyu mutlu etsin ikinizi. Şimdi kalkın, büyüklerinizin elini öpün, sonrada odaya geçin imam nikahınız kıyılsın. "
Her şey ne çabuk olmuştu. Zamanın durmasını istediğim vakit çabukça akıyor, ben olana bitene yetişemiyordum. Demir ayağa kalkarken, ben yutkunmakta zorluk çekiyordum. Kalkmadığımı görünce bana doğru baktı. Belki merhamet eder diye gözlerinin içine bakıp, kafamı sağa sola doğru hafifçe salladım. Sessizce "Lütfen yapma." diye fısıldadım. Derin bir nefes aldı. Gülen dudakları, tek çizgi halini alırken, kaşları ise çatıldı. Kulağıma doğru eğildi.
"Hemen kalk Beyza! Pişman olacağın şeyler yapma!"
Kolumdan tutup, beni ayağa kaldırdı. Her şey rüya gibiydi, o andan sonrası benim için kocaman bir boşluk...
Hocanın sesiyle irkildim.
Demir'e doğru bir kez daha baktım ama ona ulaşmam imkansızdı. Kararlı ve gergin görünüyordu. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Ellerim deli gibi terliyor, nefes almakta zorluk çekiyordum. Duygu kaosu içindeyken, hoca bir kez daha sorusunu yeniledi. Cılız sesimle cevapladım.
"Kabul ettim..."
Hoca 2 kere daha, sorusunu sordu ve cevabımı tekrarladım.
İşte her şey benim için bitmişti. Hoca nikahı kıydıktan sonra ağabeylerim, hocayla beraber dışarı çıktılar. İkimiz odada kaldık.
Titreyen ellerimle eteğimi avuçlarımın arasına alıp, sakinleşmeye çalıştım. Şimdi bu demir gibi sert ve soğuk adam mı, benim kocam olmuştu. Soluk alışverişlerimi kontrol altına alamıyordum. Bir elimi kalbime doğru götürdüm. Kendimi sakinleştirmeye çalıştıkça daha beter titriyordum.
"Beyza."
"Beyza."
Sakin bir şekilde adımı fısıldıyordu. Eteğimi sıkı sıkıya tuttuğum elimi, kocaman eliyle kavradı. Yavaşça parmaklarımı eteğimden kurtarıp, avuç içine hapsetti. Çenemi diğer eliyle kaldırıp, yüzlerimizi eşitledi.
"Korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Sakın benden korkma, değerli nasibim. "
Tüm duyguları aynı anda yaşıyor, kendimi koca bir boşlukta hissediyordum. Zoraki yaptığım bu evliliğin altında şimdiden eziliyordum.
Gözümden süzülen bir damla yaşı, parmağının ucuyla sildi.
"Şşş sakin ol her şey bitti. Bundan sonrası çok daha kolay olacak. Kasma artık kendini, rahat bırak."
Bana bu duyguları yaşatan adama, hissettiğim duygulardan bahsetmem çok saçmaydı. Bunu bilmeme rağmen titreyen sesimle fısıldadım.
"Demir, ben çok korkuyorum."
"Korkmanı gerektirecek, hiçbir şey olmayacak. Sana söz veriyorum."
Yüzümü ellerinin arasına aldı ve dudaklarını alnıma mühürledi. Şu an içime akan huzurla kendimi rahatlamış hisseden yanıma, şaşkınlıkla bakıyordum. Dudaklarını alnımdan çekip gözlerimin içine bakarken, derin bir nefes aldı. Bir şey söyleyecek gibi baktı ama hiçbir şey söylemeden kafamı göğsüne yasladı.
"Çok korktuğun zaman, mutlaka bana söyle. Korkularının geçmesi için elimden geleni yaparım. Hadi şimdi çıkalım ki bizi merak etmesinler. Yarın uzun bir gün olacak. Sonra erkenden kalkıp İzmir'e, evimize döneceğiz."
"Ben yine Tuğba ile kendi evimde kalabilirim değil mi? Annenlere gideceğin zaman gelip beni alırsın, beraber gideriz. Böylece kimse de şüphelenmemiş olur."
Demir beni omuzlarımdan tutup, göğsünden çekti. Gözlerime bakarken, dudağının kenarındaki gülüşü ısırıp, bertaraf etti.
"Biz evlendik, bu dediğin imkansız karıcığım. "
Çatılan kaşlarımla, karşılık verdim.
"Ne demek imkansız karıcığım? Benimle saçma sapan konuşma, hele ki yanımızda kimse yokken sakın bana rol yapma. "
"Yine niye delirdin acaba? "
"Demir, sen benim kocam değilsin. Öyleymiş gibi davranmayı bırak. Gerçek duygularını bugün açıkça üst katta söyledin. Şimdi ne olur şu rolden çık. "
Ellerini dizlerine koyup sıktı. Tam bağıracak gibi konuşacakken, sesini alçalttı.
"Şimdi sana sakin sakin anlatacağım Beyza. Sen benimsin. Artık sadece dilimde değil, Allah katında da benimsin. Yarında resmi olarak benim olacaksın ve ben, sensiz bir evde yaşamayacağım. Annem ve babaannemle aynı evde yaşarken, senin yokluğunu nasıl açıklayabilirim, bana anlatır mısın? "
Sinirden ayağa kalktım. Kollarımı birbirine dolayıp, kontrol edememekten korktuğum sesimi, dengede tutmaya çalıştım.
"Ne demek ailemle yaşıyorum? Seni az çok tanıyorum Demir. Sen ailesiyle yaşayacak bir insan değilsin. Beni sinir etmek için böyle konuşuyorsun. "
Oda kalkıp, soluğu benim yanımda aldı. Kalkmasaydı ne olurdu sanki? Öfkeden gözüm döndüğünde onu yakıp yıkacak gücü kendimde bulurken, aslında onun uzun ve kaslı vücudunun önünde kibrit çöpü gibi kalıyordum.
"Zamanı gelince ayrı eve elbette çıkacağız ama şimdi değil!"
"Senin derdin, benden intikam almak belli oluyor. Beni kendine zorla mahkum ettin ama ben bu esarete boyun eğmeyeceğim. Senden kurtulana kadar, durmadan koşacağım ve seni arkamda bıraktığım gün gerçek özgürlüğüme kavuşacağım."
Ona sırtımı dönüp, arkamda bıraktım. Odadan çıkarken, kolumu bileğinden sertçe tuttu. Bırakması için ittim ama daha da sıktı. Kapıyı kapatıp, beni duvara doğru öfkeyle çekti. Canım çok yanıyordu ama gururum bunun çok daha önündeydi. 24 yaşına kadar kimsenin yakmadığı canımı, 10 dakika önce evlendiğim adam yakıyordu.
Dişlerinin arasından, öfkesini kusmaya başladı.
"Sen kimden kurtulacağını sanıyorsun? Senin sahibin benim, bunu şu kafana sok! Sadece benimle özgür olacaksın, başka türlüsünü unut!
Gözümden akan yaşların, nedenine karar veremiyordum. Acıyan bedenim için mi akıyordu bu yaşlar, kırılan gururum için mi? Yoksa vicdansız bir adamın tehdidine boyun eğip, ona mahkum olduğum için mi?
Asi yanım avazı çıktığı kadar bağırıp sorular soruyordu, kendini feda eden yanıma!
Neden şimdi avazın çıktığı kadar bağırıp, sevdiklerini yanına çağırmıyorsun Beyza? Neden böyle sessizce ağlıyorsun? Neden bu adamın karşısında dik duracağım derken, kan revan içinde kalıyorsun? Sen dedesinin delibaşı, Hüseyin ağabeyinin küçüğü, Ali ağabeyinin ana yadigarı olan Beyza, kim için susuyorsun? Yardım istemek için daha neyi bekliyorsun!
Kendini feda eden yanım, için için kanarken cevap vererek, son gücüyle asi yanımı dizginlemeye çalışıyordu.
Yeğeninin mutluluğu için, mutsuz olmaya değer, mızmızlanmayı kes artık! Sadece şuan anne ve babana ihtiyacın var. Kimseye yaralarını göstermeden buradan uzaklaş, onlar senin yaralarını sarar. Ne olur biraz daha dayan.
Sessizce akıttığım gözyaşlarım, hıçkırıklı ağlamaya dönüştüğünde kimsenin duymaması için elimle ağzımı kapatıp, bastırdım. Demir o halimi görünce korkuyla elimi bıraktı ve iki adım geriye gitti. Gözyaşlarımı silip hiçbir şey demeden yanından ayrıldım.
Evin arka tarafına doğru, kimseye görülmeden gitmeyi başardığımda arka kapıdan bahçeye çıkıp koşmaya başladım.

Ayaklarımın altına batan ne taşı düşünecek halim vardı, ne de ciğerlerimi yakan havayı. Sadece içimi rahatça döküp, yaralarımı sarmaları için anne ve babama ihtiyacım vardı. Uzun süre koşup evden uzaklaştım. Yıkılmış gururum, acıyan kalbim ve çaresizliğim arasında soluksuz kaldım. Öylece yere çöktüm ve ellerimle ağzımı kapatıp, feryat figan bağırmaya başladım...
Bulunduğum yerden kalkıp, son bir gayret mezarlığa doğru koştum. Annem ve babamın yanına geldiğimde sadece "Ben geldim" diyebildim ve ikisinin mezarının arasına yattım. Dizlerimi göğsüme doğru çekip, ellerimle dizlerimi sardım ve uzun bir süre ağladım. Konuşmak için hazır hissettiğimde, hıçkırıklarla konuşmaya başladım.
"O gün sizi dinlediğim için çok pişmanım. Sizin gibi benimde o arabada olmam gerekiyordu. Şu an burada üçümüz yatabilirdik. Bunu neden çok gördünüz anlamıyorum. Düşünmediniz mi biri çıkar, kızımı öldürmekten beter eder, o gün arabada olmadığı için bize küser diye? Bazen ölsem diyorum anne, öylece bitsin istiyorum. Günaha girmek istemiyorum ama içimden yükselen duaya engel olamıyorum. Şu an olduğu gibi burada üçümüz yatalım istiyorum. Aminlerle duama eşlik etmenizi, acınası halde çok istiyorum.
Ölüm bana çok yakışacak baba, bunu biliyorum…" |
0% |