Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13🍓"FEDA"

@hanifta_hanim

💙💙💙

Gözyaşlarını silip sessizce odadan çıkışını izledim.

Bu kadar aşıkken, nasıl kendime hakim olamayıp gözünde yine yaş olurum diye kendimi yiyip bitirdim. Hemen özür dileyip gönlünü almam, ona karşı duygularımı itiraf etmem gerekiyordu. Odadan çıktım. Uzaktan salona doğru baktım ama orada yoktu. Ferit telaşlı bir şekilde yanıma gelip, beni bahçeye çıkardı.

"Demir, Beyza içerde mi? Bahçeye çıktığımda uzakta koşan birini gördüm. Hatta beyaz giydiği için Beyza sanıp biraz inceledim. Yok ya o değildir dedim ama yine de içime sinmedi, gelip birde sana sorayım dedim."

"Ne tarafa gitti?"

Ferit endişeli şekilde, gittiği yönü gösterdi.

"Sakın kimseye bir şey söyleyip endişelendirme, o mu diye gidip bakacağım. "

Hızla gösterdiği yere doğru koşmaya başladım. Kalbim deli gibi atıyor, onu kaybetme duygusu tüm benliğimi sarıyordu. Yine fazla üstüne gidip, onu bin bir parçaya ayırmış, yine bana yakın olsun derken benden çok uzağa itmiştim.

Uzun bir süre koştum. Yol ayrımına geldiğimde hangi tarafa gideceğimi bilemeden öylece etrafa bakındım. Boğuk bir çığlık sesi gelince korkuyla o yöne doğru koştum. Burayı hatırlıyordum. Mezarlığa giden yol olduğunu anlayınca hızla anne ve babasının mezarına doğru gittim. Onu orada bulamadığımda içimde büyüyen korku ruhuma karalar çalmaya başlamıştı. Endişe ile nereye gitmiş olabileceğini düşünürken hıçkırıklı ağlama sesini duydum. Korku içimi alev alev yakıyor, göreceğim manzara karşısında ne yapacağımı bilmiyorum.

İki mezarın arasına yatıp, onlara sığınan halini görünce kendime duyduğum nefretim büyüdü. Onu nasıl çaresizliğe sürüklemiş, nasıl kırmış, nasıl incitmiştim de sabah namazında tek başına abdest almaya korkan kızı, gecenin karanlığında ormanın içinde bulunan mezarlığa tek başına gelecek çaresizliğe sürüklemiştim? Yine nasıl yakmıştım canını da küçük olan bedeni iyice küçülüp, iki büklüm olmuştu?

Yanına doğru gidip onu kaldırmak istedim. Soğuk toprakla ısıtmaya çalıştığı yalnızlığını, iliklerime kadar hissedince bu his boğazımda yumru oldu. Ne de olsa ben de zamanında baş edemediğim yalnızlığımı yatılı kaldığım okulun bodrum katında akıttığım gözyaşlarıyla yere göl yapmış, sonra da kendi oluşturduğum o gölü, sevgisizliği sindiremediğim öfkemle yakıp buharlaşarak yok olmasına sebep olmuştum. O günden sonra da sevgisiz kalan ruhumu, baş edemediğim yalnızlığımı da yok saymayı öğrenmiştim.

Geçti Demir! Sen artık zavallı bir şekilde sevilmeyi bekleyen, susarak isteklerinin giderileceğini sanan o zavallı çocuk değilsin!

Kanayan yüreğinden, ruhuma çarpan sözleri düşüncelerimi silip her tarafımı kan rengine boyuyordu.

"O gün sizi dinlediğim için çok pişmanım. Sizin gibi benimde o arabada olmam gerekiyordu. Şu an burada üçümüz yatabilirdik. Bunu neden çok gördünüz anlamıyorum. Düşünmediniz mi biri çıkar, kızımı öldürmekten beter eder, o gün arabada olmadığı için bize küser diye?

Bazen ölsem diyorum anne öylece bitsin istiyorum. Günaha girmek istemiyorum ama içimden yükselen duaya engel olamıyorum. Şu an olduğu gibi burada üçümüz yatalım istiyorum. Aminlerle duama eşlik etmenize acınası halde istiyorum.

Ölüm bana çok yakışacak baba bunu biliyorum... "

O güzel bedenine, onu çaresiz bıraktığım için ölümü yakıştırmıştı. Onda açtığım yaraları yine ben, aşkımla sarıp onu bir daha bu hale düşürmemek için ne gerekiyorsa yapacaktım. Çok kızsam da çok kıskansam da ona sesimi bir daha asla yükseltmeyecek, sevdiğim kadını kendi öfkemden koruyacaktım.

Kimi kandırıyorsun Demir? Onun gözünde hiç olduğunu gördükçe en çok onun canını yakacak, en çok onun üzülmesine neden olacaksın.

Boğazımda düğümlenen sesimle konuşmaya çalıştım .

"Ne olur böyle konuşma…

Kalk ne olur, toprak sana hiç yakışmıyor. "

Yorgun sesiyle "Git ne olur, bari şu kadar huzuru bana çok görme." diye fısıldadı.

"Hasta olacaksın yapma, yer buz gibi. "

"Demir çok yoruldum. Sadece bırak... Öylece huzura kavuşmak istiyorum."

"Yapamam anla bunu. Sen biraz uzağımdayken nefessiz kalıyorum. Seni bırakırsam yaşayamam ölürüm."

Yanına doğru gittim. Küçülen bedenini kollarımla sardım ve onu kucağıma alıp oradan uzaklaştım. Ağlamaktan çatallaşmış sesiyle son gücünü harcayarak konuştu.

"Dedem yaşasın diye ben kendimi öldürdüm, ağabeyim hapse girmesin diye ben sana mahkum oldum, Zeynep'im babasız, yengem kocasız kalmasın diye ben sevgisiz bir adamın karısı oldum. Şimdi de sen yaşa diye yine ben bedel ödeyip nefessiz kalacağım öyle mi? Yine ben..."

Göğsüme yasladığı başı kollarıma, elleri ise iki yana düştü. Benim yüzümden yine baş edemediği hüznü karşısında karanlığa gömülmüştü.

Onu kaybetme düşüncesi aklımı bulandırmaya yetmişti bile. Hızlı adımlarla, eve doğru gittim ama eve vardığımda saat çok geç olmuş, çoğu ışık sönmüştü. Zili çaldıktan sonra yengesi ve Tuğba kapıyı açtı. Bizi o halde gördüklerinde ne yapacaklarını bilemediler.

"Ses çıkarmayın sakın, kimseyi uyandırmayın. "

"Demir bu kızın hali ne? Her yeri toprak içinde?"

Yengesinin hüzünlü sesinden çıkan sözlerle bir kez daha yıkıldım.

"Yine biz varken o, annesine babasına mı sığındı? Yine neyi biz üzülmeyelim diye içine attı da beyaz üstüne toprağı örtü yapıp saklandı?"

Duyduğum sözler beni daha fazla yok ederken onda neden olduğum tahribatı gözler önüne seriyordu. Hızla onu odasına taşıyıp yatağına yatırdım.

Tuğba'nın ağlama sesini duyunca ona doğru baktım. Beyza'nın ayaklarına bakıyordu. Yanına gidip baktığım zaman çamurla kaplanan ayaklarından sızan kanı gördüm.

İşte tam olarak ben, pislik adamın tekiydim. O benim olsun ben nefes alabileyim diye sadece kalbinde değil, bedeninde de bencilliğim yüzünden açılan yaraları görünce öfkem gözümü kararttı.

"Ondan gözümü 1 dakika bile ayırmamalı, daha özenli davranmalıydım. Hepsi benim yüzümden. Allah benim belamı versin."

O halde sadece onun değil benimde bedenimde yara açılması gerekiyordu. Kalbimde hissettiğim ağrı yer değiştirsin istiyordum ama defalarca kez duvara attığım yumruk bile buna engel olamıyordu.

Yengesi elinde pansuman malzemeleri ve temiz su dolu bir kapla beraber geldi.

"Demir sakin ol artık!"

Beyza'nın ayak ucuna gidip bezle ayaklarını temizlemeye başladığında gidip bezi elinden aldım.

"Çıkın yenge, ben temizleyeceğim."

"Demir, tek başına yapamazsın, bırak yardım edelim. "

"Yenge çıkın dedim. Beyza artık benim karım. Kocası olarak onunla ben ilgileneceğim. Şimdi ikinizde odadan çıkın. Bu arada kimseye bir şey söylemeyin. Beyza yaşadıklarını anlatıp ta tekrar üzülmesin. "

Kalmak için itiraz ediyorlardı ama ikisini de gözüm görmüyordu. Onları odadan çıkarıp, kapıyı kilitledim.

Ayaklarını özenle temizledim. Beyza'nın odasındaki banyoya kirlenen suyu döküp, tekrar temiz su doldurdum. Son bir kez ayaklarını silip, mikrop kapmasın diye temizlemem gerekiyordu.

Ayakları buz gibiydi, sildikten sonra neden olduğum yaralarını öptüm. Mikrop kapmaması için ayılmadan pansuman yapmam gerekiyordu. Yoksa canı yine yanacaktı. Her şeyi bitirdikten sonra ayak ucundan kalkıp yanında oturdum.

Bunca olumsuzluğa rağmen onun dediği gibi şükrümü tazeledim.

Bana böyle temiz, böyle güzel bir eş nasip ettiğin için sana sonsuz şükrümü sunuyorum Allah'ım. Karımla aramı düzelt ve içini benim aşkımla doldur...

Şükrümü dua ile sonlandırıp, solgun yüzünü okşadım. Çok geçmeden gözlerini hafif araladı. Elimi yanağında görünce gözlerini birden açıp, yerinde doğruldu.

"Ne? Neredeyim ben? Sen niye yanımdasın? Neden senden başka kimse yok?"

Şaşkınlığını sevdiğim kadın, yine bir dünya soruyu arka arkaya sormuştu. O her yönden çok güzeldi. Yüreğinin güzelliği gözlerine yansıyor, kahverengi gözlerinin içinde binlerce yıldız barındırıyor gibi zifiri karanlığıma ışık saçıyordu ve ben onun tarafından ışığa çekilmek istiyordum.

" Korkma odandasın. Tuğba ve Meryem yengen yanımızdaydı ama onları odadan çıkardım."

Cümlemden sonra bakışlarım solgun yüzünde dolaştı. Onu çok seviyordum ama onun gözünde hiç olduğumu gördükçe öfkem tarafından kör oluyordum. Sonrasında da yine ona yaşattıklarım için üzülüyordum. Kesinlikle kendimi kontrol altına almam gerektiğini bir kez daha kendime hatırlatıp konuşmaya devam ettim.

"Bir daha seni ne olursa olsun yanımdan ayırmayacağım. Seni kaçarken yakalasaydım, öfkeni benden çıkarırdın ve böylece ayaklarının altı yaralanmaz, bu kadar da yıpranmazdın."

Yanında olduğumu hissettirmek için elimi bileğine doğru götürüp tuttum. Gözlerindeki acıyla bileğini çekip, kendi elinin altına sakladı.

" Senin canın neden yandı? Yoksa ben yanında yokken düştün mü?"

"Hayır hiçbir yere vurmadım, canım da yanmadı. Senin tutmanı istemediğim için çektim."

Elimi tekrar bileğine doğru uzatıp tenine dokundum. Ona dokunduğum zaman ikimiz arasında oluşan bu çekimi görmeyecek kadar aramıza duvar örmüştü.

"Beyza canının yandığını gördüm. Ver elini, kontrol edeceğim. "

Derin bir nefes aldıktan sonra bir şeyleri sindirmek ister gibi sessizce nefesini verdi fakat sindirememiş olacak ki "İstemiyorum dedim ya." deyip elini hemen geriye doğru çekti.

İşte yine bu inadı yüzünden olay kavgaya dönüyordu. Aslında bütün kavgalarımız bir şekilde böyle başlıyordu. Asiydi hem de çok fazla asiydi. Bana teslim olmuyor, sürekli direniyordu. Onun kalbine girene kadar, işimin ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlıyordum ama aşkım, inadından çok daha büyüktü.

"Güzel karım, neden hiçbir dediğimi yapmıyorsun? Alt tarafı bileğine bakacağım. Hadi uzatma bakayım. "

Yerdeki bakışlarını kaldırıp gözlerime baktı. Yine burnunun dikine konuşacağı her halinden belli oluyordu.

"Demir, seni küçükken kafa üstü mü düşürdüler? Bak öyle bir şey varsa bana söyle, ben bıkmadan sana tekrar ederim ama yoksa tahammülüm de bir yere kadar. Bana karım deme, hatta güzel karım hiç deme!"

O hep aşkımı görmediği için deliren, onu başkasıyla paylaşamayan öfkemden nasibini almıştı. Şimdi öfkemi kontrol altına alıp, onda açtığım yaraları sabırla ve aşkla sarmam gerekiyordu.

"Tamam anlaştık, artık güzel karım demek yok. Artık benim güzel kadınımsın."

"Demir inadına yapma şunu, deme işte istemiyorum."

"Tamam, hadi şimdi bileğini göster."

Elimi bileğine doğru götürdüm. Tekrar bileğini benden kaçırmış olsa da bileği üstünde tuttuğu elini yavaşça alırken omzumda olan bakışları elime doğru kaydı.

"Demir senin eline ne oldu? Çok kötü görünüyor. "

Sesi, bakışları yine merhameti tarafından kuşatılmış, ona yaptıklarımı çabuk unutmuş gibiydi. İlk defa kendi isteğiyle dokunduğu elim, kalbimin hızlı çarpmasına neden olurken o, elimi eline alıp baktı. Elleri ellerimin yanında kırılacak gibi küçücük duruyordu.

"Ayaklarındaki yaraları görünce biraz sinirlenmiş olabilirim."

Ona bunca acıyı çektiren ben değilmişim gibi elime merhametle bakıyordu. Onun dalgın gözlerinden faydalanıp kolundaki düğmeleri açtım. Elini, acıyan bileğinin üzerine getirip kapattı ve hemen peşine gözlerime bakarak konuşmaya başladı.

"Tamam göstereceğim ama bana söz ver, bir daha kendine zarar vermeyeceksin. Bu can sana emanet Demir, o yüzden güzel bakmak zorundasın. "

Sözleri boğazımda düğüm oldu. Hiçbir şey demeden elini kaldırdım ve bileğini sıyırdım. Hayvan parmaklarım beyaz teninde kızarmaya yol açmış, sadece ruhuna değil, bedenine de zarar vermiştim.

"Hangi elimle tuttum bileğini, buydu değil mi?" diye sordum.

Yapacaklarımı anlamış gibi beni avutmak için cevap verdi.

"Hayır hayır ikisiyle de tutmadın."

Konuşmasını bile beklemeden elimi duvara geçirdim. Ona zarar veren parmaklarım kırılana kadar o duvarı yumruklayacak, onun teninde açtığım hasarı kendime bolca hatırlatacaktım.

"Demir ne olur yapma, çok korkuyorum!"

Onu duyduğum halde, öfke algılarımı kapatmıştı.

"Ama söz vermiştin Demir. Ben korkunca korkularımın geçmesi için elinden geleni yapacaktın."

Duvardaki yumruğum öylece kaldı. Öfkeliyken onun uzağında olmam gerektiğini anlayan ben, aradaki güç farkını tekrar hatırladığında canının ne kadar çok yanmış olduğunu fark ettim.

"Kırılası parmaklarımla bileğini sıkarken de çok korkmuştun, o mezarlığa tek başına giderken de. O zaman korktuğunu söylemedin de neden şimdi söylüyorsun Beyza?"

"Şimdi daha çok korkuyorum."

Sesinin her bir tınısında, merhamet vardı.

Duvardaki elimi ellerinin arasına aldı. Yine ona yaptıklarımı çabuk unutmuş ve merhametine sıkı sıkı sarılmıştı.

"Hadi şu çantayı ver de bakımını yapalım."

Çantayı ona uzattım. Nahif elleriyle temizliyor, yanmasın diye bolca üflüyordu. Ona böyle yakın olmak bana hediye gibiydi ve o, sadece benimdi. Seyrine dalan gözlerimi, mideme bir anda giren ağrı böldüğünde öne doğru katlandım.

"Demir ne oldu?

"Hiçbir şey yok, şimdi geçer."

"Sen mideni mi tutuyorsun? Evet tabii ya mideni tutuyorsun. Neden içtin ki sanki, telvesi bile zehir gibiydi?"

Yatakta bir anda dizlerinin üzerine kalkıp, ne yapacağını şaşırmış halde çırpındı.

"Bana göre tadı çok güzeldi karıcığım."

"Güzel olduğu için mi tadına bakmamı engelledin Demir?"

Yataktan hemen kalkıp, bir iki adım attı ama acıdan yerinde hafif sendeledi.

"Sen ne yapıyorsun Beyza, ayaklarının ne halde olduğunu görmüyor musun? "

"Mutfağa gidip, sana kimyon çayı yapmam lazım midene iyi gelir. "

Benim için çırpınıyordu. Sevmediği, aşık olmadığı halde benim için çırpınıyordu. Birde bana aşık olsa, gördüğüm rüyadan bile güzel bir hayat yaşayacaktık. Bu çok açık şekilde görünüyordu.

"Seni bana nasip eden, karşıma çıkaran Allah'a şükürler olsun."

Gözlerini benden kaçırıp, bakışlarını yere eğdi. Utangaç sesiyle "O da nereden çıktı Demir?" diye sordu.

"Sen şükrünü bolca yap demedin mi? Bende yapıyorum işte."

"Benimle ilgiliyse bana duyurmadan içinden yapsan daha iyi olur."

Utanmış halde arkasını döndü zoraki adımlarla kapıya doğru yöneldi. Yerimden kalkıp onu kucağıma alınca beklemediği bu hareketim karşısında "Bırak beni Demir." diye çığlık attı.

"Şşş sessiz ol karıcığım. Çığlıklarınla insanları uyandıracaksın ve yanlış bir kanaate varacaklar. Sessiz ol, sadece ayaklarının altı acımasın diye seni mutfağa kadar taşıyacağım o kadar."

"Neden yanlış anlayacaklarmış? Yine beni sinir ettiğini düşünür ağabeylerim ve seni dövmek için odaya damlarlar."

"Bu konularda gerçekten çok safsın karıcığım. Sana bir şeyleri nasıl anlatmam gerektiğini bilmiyorum. Bugün biz Allah'ın katında evlendik biliyorsun değil mi?"

Son cümlemde çapkın gülüş atıp, göz kırptım. Aradan bir kaç saniye geçtikten sonra yanakları pembeleşip utanmış şekilde sessizce konuştu.

" Senin hiç utanman yok mu be adam? İndir beni hemen."

"Utanmam için bir neden mi var? Evli barklı adamım, karımla istediğim gibi konuşurum."

Onun bu halini izlemek muhteşem bir duyguydu. Utancından yüzünü saklamak için kafasını göğsüme gömdü. İşte oradaydı, tam olması gerektiği yerde. Hızlanan kalp atışıma engel olamıyor, o rüyayı şimdi yaşamak istiyordum.

"Şimdi neye karar verdin? Seni mutfağa mı götürmemi istersin, yoksa yatağımıza mı?"

"Bilerek yapıyorsun değil mi? Beni utandırıp sinirlendirmek hoşuna gidiyor. İndir beni, tek başıma mutfağa gideceğim. Bak sakın peşimden falan geleyim deme."

Yüzünü göğsümden çekip yere inmeye çalıştığı sırada bakışları yatağı buldu.

"Ayrıca o yatak sadece benim, senin değil!"

Onu mutfağa kadar taşımamı kabul etmeyeceğini anladığım an hiç beklemeden kapıyı açıp mutfağa doğru yol aldım. Kimse uyanmasın diye sessizce "Demir. " diye fısıldadı. Adımlarımı daha da yavaşlatıp kollarımda olan kadına iç çekerek baktım. Şu an birisi duymasın diye sesi çıkmıyordu ama inmek için fırsat kolladığını biliyordum. Mutfağa girdikten sonra yavaşça onu yere indirdim. Kendini uzağıma doğru itse de bedenimden onu yavaş hareketlerle ayırdım.

"Hay Allah'ım ya Rabbim. Sanki ağır çekimde film çekiyoruz burada. Ne bu hareketler, senden etkileneceğimi falan mı düşünüyorsun? Üzgünüm ama kesinlikle beni tanımıyorsun Demir."

Bu hali kesinlikle beni delirtiyordu. Yakışıklı olmamın gözünde zerre öneminin olmadığını her defasında gözler önüne seriyor, benden etkilenmediğini söylemekten de geri kalmıyordu. Ya peki aramızda oluşan bu çekimi nasıl oluyordu da hâlâ görmüyordu?

Yüzünü alaylı bir ifadeye getirdikten sonra arkasını dönerek malzemeleri çıkardı ve hazırlamaya başladı. Ayaklarının üzerinde durup canı acımasın diye onu tezgaha oturttum. Belinde tuttuğum ellerimin üzerine ellerini götürdü ve kavrayarak belinden uzaklaştırdı. Elimin üzerindeki yarayı hatırlamış olmalı ki hızla elini çektikten sonra bakışlarını yaralı elime doğru götürdü. Görüyordum işte bakışlarındaki merhameti, canım yandığı için acıyan canını rahatlıkla görebiliyordum.

Elimdeki bakışlarını çektikten sonra bir şeyleri anlamak ister gibi gözleriyle ikimizi süzdü ve bir anda sessizce kahkaha atmaya başlayıp, sesi duyulmasın diye de elini ağzına kapadı. Gözlerine soruyla bakarak neden güldüğünü anlamaya çalıştım.

"Demir, Allah aşkına bizim bu halimiz ne? Hem birbirimizle savaşıyoruz, hem yine kendi ellerimizle iyileştirmeye çalışıyoruz. Bence kontrol altına alınması gereken insanlarız."

Gülmeye devam ederken tekrar konuşmaya başladı ama gülüşü bir anda soldu.

"Biz hiçbir anlamda birbirimize benzemiyoruz tabii sinirimiz dışında. Senin eşinin anlayışlı, mülayim, dediğini yapan, seni tekrarlatmayan biri olması gerekiyor. Benim eşimin ise hiç sesini yükseltmeden, emrivaki değil de rica ile konuşup, tatlı tatlı bana yol göstermesi gerekiyor aynı... "

Aynı Ayaz gibi değil mi? Aynı o adi herif gibi! Birazcık yüzün düşse, seni mutlu etmek için çırpındığı gibi çırpınmam gerekiyor ama ben, onun yerine seni hep kırıp döküyorum.

Sessizliğini bozup, girdiği merak duygusundan onu çıkarmam gerekiyordu.

"Çay olmadı mı?"

Bakışlarını daldığı yerden çekip "Oldu oldu. Sen şimdi bekletmeden iç ki en kısa sürede midene şifa olsun, ben de bu esnada odama gidip üzerimi değiştireyim." dedi.

Tezgahın üstünden inerken aradaki bir adımlık mesafeyi kapatıp onu durdurdum. Bakışlarım güzel yüz hatlarında dolaşıyor, ona baktığım her dakika, ona doğru akan duygularım beni zorluyordu.

"Sana yürüme dedim. Ben, seni kucağımda taşırım."

"Demir iyice alıştın sen hee, ne bu sürekli kucak kucak. Hem ben göründüğümden çok daha güçlüyüm, böyle davrandığın zaman sanki gözünde küçük bir kız çocuğuymuşum gibi hissediyorum."

Kucağıma alıp dudaklarımı, kulağına götürerek sessizce fısıldadım.

"Büyüyüp, çok güzel bir kadına dönüştüğünün farkındayım karıcığım, sadece dediğin gibi kollarımdaki bedenin alışkanlık yaptı. Mezarlıktan buraya gelene kadar uzun bir süre seni taşıdığım için kokuna da kollarımdaki bedenine de fazlasıyla alışmış oldum."

"O kadar uzun süre beni mi taşıdın sen? Gerçekten çok yorulmuşsundur."

Yine utandığı için baştaki söylediğim cümlelere değil de son cümleme tutunup soru sormuştu.

"Hadi çayı eline al, bende yukarıda içerim."

Onu bırakmayacağımı bildiği için uzatmadan çayı eline aldı ama odasının kapısına geldiğimizde yine söylenmeye başladı. Bu kız çok fazla konuşuyor, hatta bazen susmuyordu. Onun heyecanlı, utangaç, çok konuşan halleri kalp atışlarımı hızlandırıyordu.

"Demir tamam, şimdi beni indir ve kendi odana git. Bu kadar muhabbet yeter… Bunu da söylemeden edemeyeceğim, sen çok ayarsız konuşuyor, bile isteye beni utandırıyorsun. Benimle konuşurken, bir daha öyle konuşma anlaştık mı? Hadi şimdi beni yere indir yarın uzun bir gün olacağı için benim biran önce uyumam gerekiyor. "

Bakışları beni bulunca daha inandırıcı olmak isteyen tarzda konuşuyordu.

"Ben çok yorgunum, gerçekten biraz uyumam gerekiyor. Evet evet esnemeye bile başladım. Hemen uyumam gerek. Hadi Allah rahatlık versin. "

Yalandan esneyip beni kandırmaya çalışan hali çok sevimli görünüyordu. Ona cevap vermeyeceğimi anladığında "Ee ne bekliyorsun, indirsene?" dedi.

Dudağımın kenarını ısırırken, gözlerimi gözlerinden bir an olsun çekmiyordum ve böyle bakmam iyice utanıp, yanaklarının pembe bir tonla boyanmasına sebep oluyordu.

"Demir öyle bakmasana, vallahi şimdi avazım çıktığı kadar bağırıp herkesi başımıza toplayacağım."

Gözleri tahammülsüz görünüyor, içine çektiği nefesi gerçekten bağırmak için hazırlandığını gösteriyordu. İşte bunu anladığım an, hiç beklemeden odasının kapısını açıp, içeri girdim ve kapıyı kilitledim. Bu durum karşısında iyice sinirlenmiş olsa da ona bakarak konuşmaya başladım.

"Şimdi istediğin kadar, bağırabilirsin."

"Demir lütfen. Her yerim çamur içinde, üstümü değiştirmem gerekiyor. "

Hiçbir şey demeden kucağımdan indirdim. Dolaba doğru adım attıktan sonra bana doğru döndü ve elindeki bardağı uzattı.

"Ben üzerime dökersin diyordum ama gayet güzel dengede tuttun. Tebrik ederim seni, denge adam."

Bu kız bildiğin benimle eğleniyordu. Kaşlarımı kaldırıp uzattığı bardağı alırken elini kavradım ama mideme giren ağrı kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

"Demir ne oldu? Yine midene ağrı girdi değil mi?"

Kafamı hayır anlamında salladım fakat yine de beni koltuğa oturttu ve yanıma oturup elinde tuttuğu bardağı uzattı.

"Şifa olsun."

Birkaç yudum aldığımı görünce ayağa kalkıp dolabına doğru ilerledi. Dolabından pijama takımını aldıktan sonra gözü yatağa kaydı.

"Demir yatağın her yeri çamur olmuş, ben bu pis yatakta yatamam. En iyisi üzerimi değiştirmeden önce yatağın nevresimi değiştireyim. "

"Tamam sen malzemeleri çıkar, beraber yaparız."

Temiz nevresim takımını çıkardığında bardaktaki son yudumu alıp onun yanına gittim. Yatağın nevresimini çıkarırken, bir anda durdu ve sorgular tarzda bana baktı.

"Demir, yengemleri kapı dışarı attığını mı söylemiştin? Onlar yine de beni bırakmazlardı. Nasıl oldu da bıraktılar, doğruyu söylemek gerekirse bu hareketlerine çok şaşırdım. "

"Evet Tuğba ile yengeni zorla dışarı çıkardım. O artık benim karım, bende onun kocasıyım dedim. "

Bir anda öylece durdu, sonra aklına bir şey gelmiş olacak ki telaşla çamurlu çarşafları yerine sermeye başladı.

"Ee hani çıkarıyorduk, neden bir daha sermeye başladın?"

Sessizce yerine sererken, utanan sesiyle konuştu.

"Böylesi daha doğru olur. "

Ne demeye çalıştığını anladığımda, onun utanmış şekilde kıvranan halini izlemek, beni arındıyordu sanki. Bugüne kadar karşılaştığım hiçbir kadın böyle değildi. Onun temizliği karşısında kendimi bir kez daha kirli hissettim ve ardından sıralandı keşkelerim.

Pijamasını alıp kaçar adımlarla banyoya doğru gitti ve 5 dakika sonra seslendi.

"Demir, tülbentimi almayı unutmuşum, lütfen gözlerini kapatır mısın?

"Tamam kapatıyorum."

"Söz mü?"

"Söz. "

Gözlerimi kapattığımda önce kapının açılma sesi geldi, birkaç saniye sonra ise kapı tekrar kapandı. Odaya hakim olan sessizliği sesimle bozdum.

"Artık açıyorum…"

"Beyza açıyorum artık. "

Gözlerimi açtıktan sonra ayağa kalktım. Banyonun kapısının açık olduğunu görünce içeriye göz attım ama orada yoktu. Hızlı adımlarla odanın kapısından dışarı koridora doğru baktım. Beni oyuna getirmiş, çoktan gitmişti bile.

 

 

⌛06:30

Herkes kahvaltı sofrasında oturuyordu ama bir tek Tuğba ile Beyza yoktu. Resmen evde küçük bir ordu yaşıyordu ve bu gürültüde uyumaları imkansızdı.

Masadan kalkınca annem "Bir şey yemedin oğlum. Uzun bir gün olacak biraz daha yemelisin" dedi.

"Oda da bir şey unuttum, hemen alıp geleceğim. " dedim ve üst kata çıktım. Tüm odaların kapısı açık, sadece bir odanın kapısı kapalıydı ve Tuğba'nın sesi bulunduğum yere kadar geliyordu. Kapıyı çaldım. Tuğba bezmiş bir halde kapıyı açtı.

"Demir şimdi imdat diye bağıracağım, gerçekten artık dayanamıyorum. Kaçta yanıma gelip yattı bu? Sabah namazına da telefonumdan alarm kurmuş. Uyandırana kadar gözümde uyku kalmadı. Resmen tek gözü kapalı namaz kıldı. Selam verir vermez, seccadesini bile kaldırmadan yatağa girdi. Uyuma dediğim halde uyudu ve ben hâlâ uyandıramıyorum. Geç uyandır şunu, çığlık atacağım artık! "

"Tamam sen kahvaltını yapmaya git, birazdan ekipler gelir. Dün çok yorulup, uykusuz kaldığı için bir türlü ayılamıyordur."

İçerden telefonunu almaya gittiğinde onun uyuyan halini görünce, sinirden ayağını yere vurdu. "Utanmadan hâlâ uyuyor." diye söylendi.

Tuğba çıkınca odaya girdim. Gerçekten de namazdan kalkar kalkmaz, kendini yatağa atmış görünüyordu. Ne pijamasının üzerine giydiği eteğini, ne de başındaki tülbentini çıkarmıştı. Yorulan bedeniyle derin uykuya daldığı çok netti. Böyle bir fırsatı kaçırmak istemediğim için onu öylece izlemeye koyuldum. Uyurken çok daha masum ve savunmasız görünüyor, teni ise çok daha beyazlaşıp, karşı konulamaz bir hale dönüyordu.

"Beyza. "

"Beyza kalk, birazdan ekipler gelecek. Hadi hazırlanmamız lazım. "

Tuğba'nın neden sinirlendiği, zaman geçtikçe anlaşılıyordu. Söylediğim hiçbir şeye azıcık bile tepki vermiyordu. Yanına doğru oturup biraz daha seslendim. Her ne kadar engel olmaya çalışsam da parmaklarım yüzüne doğru gitti ve teninde gezindi. Gözlerimle parmaklarımın yüzünde kaymasını takip ediyordum. Teni pürüzsüz ve çok güzeldi. Parmağım dudaklarına değince, yutkunmakta zorluk çekmeye başladım. Dolgun dudakları, beyaz teninin yanında pembe kalıyor ve çok dikkat çekiyordu. Uyanık olduğunda gözlerinin kahvelerini içmekten , dudakları aklımı bulandırmıyordu ama uyurken çok daha zor dayanıyordum. Dudaklarımı kulağına doğru yakınlaştırarak sessizce fısıldadım.

"Karıcığım artık uyanman gerekiyor, yoksa bu savunmasız halin beni yoldan çıkaracak ve istemediğin şeyler olacak."

"Beyza hadi ama sonra kızacak, çokça kavga çıkaracaksın. Uyanmalısın..."

Nihayet ufakta olsa tepki vermiş, gözlerini hafif aramaya çalışmıştı. Gözlerini daha göremeden tekrar kapadı ve beni kendine hapseden uykulu sesiyle konuşmaya başladı ama çokta başarılı olamadı.

"Demir, uyku-"

Sanki bundan sonraki hayatımın fragmanını yaşıyordum. Sabah uykusuna çok düşkün olduğu için her sabah onu uyandırmak adına çabalamam gerekecek, veya erken uyuması için elimden geleni yapacaktım. Saate baktım 5 dakikanın geçmesini bekledim. Güzel çehresi beni kendine çekiyor, duygularımı kontrol altına almakta zorluk çekiyordum. Bu duygudan biran önce uzaklaşıp, onu uyandırmam gerekiyordu.

"Beyza hadi uyan bugün nikahımız var, zaten her şey sondakika yetişiyor. Geç kalacağız bak."

Gözlerini bir iki kere açıp kapadı. Kısada olsa kahvelerini görmeyi başarmıştım ama göz kapakları, gür ve uzun kirpiklerini taşıyamamış gibi tekrar kapandı.

"Beyza benden günah gitti. Öpmeden uyandırmak için, elimden geleni yaptım ama sen ısrarla öpmem için uyanmadım."

Gözlerini kocaman açıp, narin elleri ile yüzünün her yerine kapattı. Hemen oturur pozisyonda, yatağın başına sırtını dayadı ve üstünü başını kontrol edip, tülbentini yokladı.

" Gerçekten başa belasın Demir. Neden uykumu bölüyorsun? Uykumun olduğunu görmüyor musun? "

Laf yetiştiriyordu ama gözkapaklarına söz geçiremiyordu. Elini hâlâ yüzünde bir kalkan olarak tutuyor, onları benden korumak için direniyordu. Göz kapaklarına yeniliyor ama ellerini hâlâ sabit tutmayı başarıyordu.

"Beyza hâlâ kafanı başlığa koyup uyuyorsun. Gerçekten dediğimi yapacağım artık. Seni başka türlü uyandırmanın çaresi olmadığı anladım. Öptükten sonra kıyameti koparmaya kalkma."

Yatak başlığına dayadığı sırtını dikleştirip, kendini yatağın diğer tarafına doğru zorla sürüdü. Kendini yataktan kaydırarak, yere doğru süzüldü. Dirseklerini yatağa dayarken, yüzünü iki elinin arasına alıp, kafasını dik tutmaya çalıştı.

"Tamam tamam zaten ben uyanmıştım sadece gözlerimi dinlendiriyordum. Sen şimdi git, ben de üzerimi değiştirip geleceğim. "

"Kapıda bekliyorum Beyza. 5 dakika içinde kapıda olmazsan içeri girer, seni kucağıma aldığım gibi banyoda soğuk duş aldırırım."

Tepkisiz yarım açık gözleri ile yanağına koyduğu ellerinden dolayı öne çıkan dudaklarıyla öylece bakıyordu. Kapıya doğru adım atıp, döndüğümde ise kafası çoktan yatağa düşmüştü. Bir umut belki kalkar diye dışarı çıkarak 5 dakikanın geçmesini bekledim. Tekrar içeriye girdiğimde odada göremediğim için banyoda hazırlandığını düşündüm ve yatağa geçip oturdum. Üzerinden bayağı bir zaman geçince banyoya doğru gitmek için kalkıp yatağın köşesini döndüm. Orada öylece uyuyordu. Sağ omzunu ve başını yatağa dayayıp, dizlerini karnına doğru çekmişti. Yine tüm masumluğuyla, beni kendine çekiyordu. Bu sefer kendimi nasıl frenleyeceğimi bilmeden, yanına hızlı adımlarla gittim. Tedbirli bir şekilde uyuduğu için hemen sıçrayarak yerinden kalktı.

"Nerede kaldın Demir? Ben de senin gelmeni bekliyordum. "

O halini görünce büyüyen gülüşümle konuştum.

"Sen hazırım diyorsan bana uyar. Benim gözümde her halinle güzelsin. Hadi gidelim. "

Bir, iki adım attı ama adımları hafif sendeliyordu. Onda neden olduğum tahribat yine kendini gözler önüne seriyordu.

"Canın acıyor mu Beyza? İstiyorsan nikahı erteleyebiliriz."

Şaşkınlıkla gözleri açıldı. Ben bile kendimden böyle bir cümle beklemiyorken onun böyle hissetmesi çok normaldi.

"Ertelesek ne değişecek Demir? Dün gözlerine bakıp senden merhamet dilenirken şu anki halimden çok daha fazla canım yanıyordu ama sen görmek istemedin. Şimdi sendeleyen ayağımın, canımı daha fazla yaktığını mı sanıyorsun? Sana bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum.

Yaptığımız evlilik beni sana , seni de bana bağlamayacak. Gün geçtikçe gerçek bir evlilik olmadığı için öfkelenecek ve yanlış tercihlere doğru savrulacaksın. Bu evliliğin bitme akdi de bu olsun. Böyle bir şeyi hissettiğim zaman, senden açıklama bile beklemeden yok olup gideceğim ve sen, beni tehdit etmek için bile bulamayacaksın.

Bu evliliği zorunlu olmadıkça asla kimseye duyurmayacaksın.

İşyerindeki hiç kimse bu evliliği bilmeyecek, özellikle Ayaz'a hiçbir şey söylemeyeceksin. Onunla ben konuşacağım ve düğünüme neden çağırmadığımı bizzat ben açıklayacağım.

Bana zorunlu olmadıkça dokunmayacak, elimi bile tutmayacaksın.

İlk etapta annenlerle yaşamayı kabul ediyorum ama bir şekilde kaldığımız yeri düzenleyip, benim uyuyabileceğim bir alan ayarlamanı istiyorum."

Yerdeki bakışları bir süre yüzümde dolaştıktan sonra üzgün bir hal alıp gözlerini kapattı. Birkaç saniye sonra aldığı derin nefesle beraber gözlerini açtı fakat bakışlarını yere sabitleyerek konuşmasına devam etti.

"Bu evliliği beni ailemle tehdit ettiğin için kabul ettim, sen akdi bozup bu oyundan sıkılana kadar da devam ettireceğim.

Sözlerine, bakışlarına kanıp acaba beni gerçekten sevdiği için mi bunları yapıyor diye düşündüğüm her dakika, odamın önünde söylediğin sözü; kalbime, ruhuma akıllanana kadar bıkmadan çarpmaya devam edeceğim."

Yerdeki bakışlarını kaldırıp gözlerime öyle bir baktı ki o sözü unutmamak için ant içmiş gibiydi. Sesindeki üzgün tını kaybolup buz gibi bir tona dönüştüğünde "Bana yazık olmayacağı kesin. Ben kimi istediysem hep aldım. Şimdi seni de alacağım." dedi.

Söylediği her söz bir kez daha çarpmıştı beni duvarlarına. Arkasından hiçbir şey diyemeden gidişini izledim. Ben aramıza ördüğü tuğlaları sökmek için uğraşırken, o yenilerini çok daha hızlı örüyordu. Kendi sıcaklığı yerine, bedenimi buz gibi soğuk duvarlarla sarıyordu.

Loading...
0%