@hanifta_hanim
|
💙💙💙 Bana karşı bu kadar soğuk davranması beni delirtiyordu. Teslim olmamak için elinden geleni yapıyor, bunu hareketleriyle bana ispat ediyordu. Şimdi parmakları, bulunduğu yere ait olan göğsümdeyken, diğer eli dudaklarını sıkıca kapatmış, benim olanı benden saklıyordu. Elimi dudaklarını kapattığı elinin üzerine koydum ve yavaşça arkasına doğru götürüp, beline sabitledim. Diğer elimlede onu sertçe kendime ittim. Bu sefer dudaklarıyla aramda birazcık boşluk kalmıştı ve geriye kaldırdığı kafası pes edip, illa ait olduğu yere değecekti. O dokunuştan sonra ben asla durmayacak o dudakları, susuzluğum dinene kadar içecektim. Nefeslerimiz birbirinin çoktan olmuştu ama o hâlâ direniyor, bana teslim olmuyordu. Bu hali karşısında öfkeme teslim oluyor, onun gözüne ne kadar çok arzulanan bir adam olduğumu sokmak istiyordum. Bazen isimlerinden önce vücutlarıyla tanıştığım kadınlar olurdu, etrafımda dönen bir sözümle hareket eden. Onun sadece benim olması için onunla evlendiğim halde, dokunmama hâlâ müsaade etmiyor, beni istemediğini çok açık bir şekilde sürekli belli ediyordu. "Direnmeyi bırak artık!" Başını sağa doğru çevirdi ve yorulan boynunu yatağa doğru indirip dinlendirdi. Kulağıma sinirle fısıldadığı sözleri duymak, içimdeki öfkeyi tetikliyordu. "Bana söz vermiştin Demir! İstemediğim hiçbir şeyi yapmayacaktın. Sen sözünde böyle yaparak mı duruyorsun? " Evet ona o lanet sözü vermiştim ama ona dokunamamak çok zordu. Bugüne kadar hiçbir kadının peşinden koşmayan, böylesi arzulamayan ben, ilk defa aşık olduğum bu kadını istiyordum ama o, buna izin vermiyordu. Ellerimi, zorla komut vererek ellerinden çektiğimde hemen kalkıp, benden uzaklaştı. O sırada kapıda küçük bir ses duyulduğu için kaçar adımlarla kapıya doğru gitti. "Hala." Kapıyı açtığında yeğeni Zeynep, tüm sevecenliğiyle duruyordu. Aynı Beyza’nın kopyası gibiydi. Kocaman kahverengi gözleri, küçük yüzüne göre oldukça iriydi. Beyaz teni, çikolata rengi saçlarının yanında ışıldıyor, tüm tatlılığıyla karşımda duruyordu. Beyza merhametli hareketlerinin yanında, iyice sevimli hale getirdiği sesi ile onunla konuşmaya başladı "Bir tanem sen annenle babanın yanından kaçıp, buraya mı geldin?” Dizlerinin üzerine çöküp, onunla yüzlerini eşitledi. Zeynep sorusuna evet anlamında kafasını sallayınca onu koklayarak öptü ve kucağına aldı. "Aferin sana bıdığım, her zaman halacı olmaya devam et. Hem onlar seninle benim oynadığım gibi oynamıyorlar değil mi? Hadi beraber dolabımdaki oyuncaklarla oynayalım." Beraber dolabın kapağını açtılar ve büyük bir kutuyu, odanın içine boşalttılar. Beyza komiklikler yapıyor, Zeynep ise gülmeye başlıyordu. Bana karşı öfkesini soluyan kadın, yeğeniyle oyun oynarken çocuklaşıp beni kendine daha fazla hayran bırakıyordu. "Hala can şimdi bu abiye söyle, bu odadan çıksın. Bizde evcilik oyunumuza devam edelim ve bebekleri yatağımıza koyup onları uyutalım." Zeynep, halasının sözünü ikiletmeden yerinden kalktı. Yanıma gelip elimi tutarak beni yataktan kaldırdı ve odanın kapısına doğru götürdü. Sonrada hiç düşünmeden "Sen git" dedi. Küçük cadı, yeğeniyle arasında öyle derin bir bağ kurmuştu ki bir sözüyle beni kapı dışarı attırabiliyordu. Dizimin üzerine çöktüm ve küçük kızın kulağına “Eğer beni oyuna alırsanız, size kocaman çikolata alırım, hatta istiyorsan dondurma bile alabilirim" dedim. Kaşları havaya kalktı ve gözleri heyecanla büyüdü. Küçük dudakları gülmeye başladığı sırada heyecanla halasının yanına doğru koştu. "Hala oynasın" derken eliyle beni işaret ediyordu. Beyza tebessümle yerinden kalkıp, onu kucağına aldı ve yatağa yatırarak gıdıklamaya başladı. "Seni çikolata canavarı, sen ancak çikolata lafını duyunca benim sözümden çıkarsın. Şimdi seni çikolata diye yiyeceğim" dedi ve yeğenini afiyetle yemeye başladı. Kahkaha sesleri odanın duvarlarına çarpıyor, o halleri beni geleceğe dair daha çok umutlandırıyordu. Asla ondan vazgeçmeyecek, rüyasını gördüğüm o muhteşem anı, onunla beraber yaşamak için elimden geleni yapacaktım. Yengesi odanın kapısına gelip, içeriye doğru baktığında bir müddet ikisinin sevecen hallerini izledi ve peşine konuşmaya başladı. "Halası kılıklı, sen de halan gibi kaçıp kaçıp duruyorsun. Ne ara buraya geldin? Hadi gel bakalım uyku vakti. " Zeynep annesinin cümlesinden sonra halasına sıkı sıkıya sarıldı. Beyza da yeğenini kucaklayıp hemen yatağa girdi. "Biz uyuduk bile, bu akşam Zeynep benim misafirim. Onu öpe koklaya uyuyacağım.” Yengesi yanlarına doğru gidip, Zeynep'i yataktan almaya çalıştı. "Yengem bu akşam, Zeynep sizle yatamaz. Sizin Demirle konuşacak özel şeyleriniz vardır. Başka gelişinizde, beraber uyursunuz." “O nedenmiş? Benim konuşacağım özel hiçbir şey yok. Hem o da kendi odasına gitmek için çıkıyordu zaten.” Meryem yenge, Zeynep’e doğru uzanırken “Deli görümcem, ben kızımı alayım, sen de kocanı kapı dışarı etme “ dedi. Beyza yengesinin sözlerinden sonra yerinden doğrulduğunda yengesi kulağına bir şeyler fısıldadı. Fısıldadığı şeyler Beyza’nın yüzünün kızarmasına sebep olurken, sadece bir saniye bana bakıp tekrar yengesine döndü ve Zeynep’in ayaklarına yapıştı. "Hayatta bırakmam. Gerekirse ben, Zeynep’in beşiğine girer orada yatarım. Sabaha kadar seni de ağabeyimi de rahatsız ederim." "Aha vallahi delirdi! Seni odamda istemiyorum. Kendi odanda kendi kocanla uyu ve kocamla beni rahat bırak." Onun o utanan hallerini izlemek, bana fazlasıyla keyif veriyordu. Yüzüme doğru bakınca yüzü daha fazla kızardı. Hemen yataktan kalkıp, kendini yengesinden önce onların odasına attı. Bende arkalarından onları takip ettim. Odaya girdiğinde ağabeyi pijamalarını giymiş, yatağında oturuyordu. "Abim hayırdır, ne işin var senin burada?" Ağabeyinin yanına gidip, onu öptü sonra da kendini beşiğin içine attı. "Bugün Zeynep, benimle yatmak istiyor ama cadı yengem izin vermiyor. Beni dışarı atmasına izin verme sakın. " Hüseyin ağabey gülmeye başlayıp, beşiğe doğru ilerledi. O esnada yenge Zeynep'i beşiğe yatırırken "Demek cadı yenge! Çık kız odamdan, burası benim kocamla özelim, utanmayacak olsan aramıza girip yatacaksın" dedi. Beyza duyduklarından sonra kısa süre sırıtarak yengesine baktı. Yönünü ağabeyine doğru çevirdiğinde yüzündeki ifadeyi silip, sesine acıklı bir hava kattı. "Zeynep'i uyuttuktan sonra belki aranıza girerim ama söz vermiyorum. Yine de git derseniz şimdi çıkıp giderim.” Cümlesinden sonra derin bir nefes alarak başını yere eğdi ve konuşmasına devam etti. “Zaten istesenizde yarın burada olmayacağım. Beni özlediğiniz zaman bu günü hatırlayıp çok üzülürsünüz ama iş işten geçmiş olur, benden söylemesi. " Ağabeyi alnından öptü. "Uyu küçüğüm, eğer rahat edemezsen bizim yanımıza gelirsin" dedi ve üzerini örttü. Meryem yenge ikisini azarlarken yanıma gelip, beni gösterdi. "Ha bu uşağa yazık değil mi? Burada öylece bekliyor. Vicdansız görümcemin de halini gördüğü yok" dedi. Beyza söylenen karşısında hiç sesini çıkarmadı. Meryem yengeye önemli olmadığını, bu gece Zeynep'le uyumazsa çok üzüleceğini, sabah 6'da uçakta olacağımız için Beyza’yı erkenden uyandırmamız gerektiğini söyledim ve odama geçtim. Bugün evli bir adam olarak, sevdiğim kadın olmadan boş yatağa giriyordum. Bugün yanımda olmadan uyuyacaktım ama o olmadan bir daha boş yatağa asla girmeyecektim.
⌛💙⌛ Sabah 4:30 yengelerin kapısını çaldım. Meryem yenge ve Hüseyin ağabey çoktan kalkmıştı ama Beyza uyanmıyordu. Odaya girdiğimde iki büklüm yattığı beşikte, Zeynep'le yüzleri birbirine dönük, burunları ise birbirine değiyordu. İkisinin de çikolata rengi saçları dağılmış, birbirine karışmıştı. Onun o hali, gözlerimi kapatıp yutkunmama neden oluyordu. Sessiz bir şekilde uyandırmaya çalıştım ama onun masum haline kıyamadığım için diretmedim. Meryem yengelerin yanına doğru gidip "Yarım saat daha uyusun yenge. Olmadı kahvaltıyı uçakta hazırlamalarını söylerim, Beyza orada kahvaltısını yapar" dedim. Biz hep beraber kalkıp, kahvaltımızı yapmaya başladık. Saat 5’te masadan kalkıp, Beyza’yı uyandırmak için yanına gittim ama hanımefendiyi uyandırmak imkansızdı. Ben seslendikçe Zeynep'in yanına daha çok sokuluyordu. Uçağı arayıp yarım saat geç kalkacağımızı bildirdim. Sandalyeyi beşiğin yanına koyup, öylece iki masum güzelliği izledim. Kolumdaki saate baktığımda yarım saat çoktan geçmişti bile. Yerimden kalkarak onu bir kere daha kaldırmaya çalıştım. Zeynep çıkardığım sesten dolayı yerinde hareket ediyor ama Beyza duyduğuna dair hiçbir belirti göstermiyordu. Onu dikkatli bir şekilde kucağıma alıp, beşikten çıkardım. Koridora çıkmadan önce kafamla birinin olup olmadığını yokladım çünkü bu çikolata saçları, benden başka kimsenin görmemesi gerekiyordu. Koridorun boş olduğundan emin olunca onu odama götürdüm ve kucağımdayken yatağa oturdum. Bende nelere yol açtığını bilmeden, öylece uyuyordu. Uzun saçları her yerimi sarmış, beni kendine doğru çekiyordu. Gözlerimi kapayıp burnumu saçlarına dayadım ve kokusunu içime doldurdum. Şimdi rahatça konuşup, onu uyandırmam gerekiyordu. "Güzel karım artık uyanmalısın, herkes hazır seni bekliyor." Kirpiklerini biraz hareket ettirdi ve gözlerini hafif araladı. Tepki vermeye başladığına göre biraz daha konuşup, onu uyandırabilirdim. Parmağımı yüzünde gezdirince kafasını oynatıp, rahatsızlığı dile getirdi. "Beyza uyan hadi, kahvelerine hasret kaldım. Seni uyandırmak, neden bu kadar zor?" Burnunu göğsüme doğru çevirdi. Bacaklarını biraz daha kendine çektiğinde yutkunmama neden olan sesiyle konuşmaya başladı. "Demir ne olur biraz daha uyumama izin ver." Kolumdaki saate bakmak için elimi biraz geriye doğru çektiğimde bir anda söylenmeye başladı. "Acıyor, hem de çok acıyor! " Gözlerini zorla açmaya çalışıyor, ellerini saçlarına götürüyordu. Hareket ettikçe de söylenmeleri çoğalıyordu. "Saçların saatime takılmış olmalı, sakın hareket etme." Eğilip koluma baktım. Saçları saatime ve ceketimin düğmelerine dolandığı için hareket ettikçe canı daha fazla yanıyordu. "Demir senin saatinin benim saçımda ne işi var?" Dikkatli bir şekilde saçlarını dolandığı yerden kurtarmaya çalışıp, aynı zamanda ona cevap veriyordum. "Düğün sabahı kaç erkek, karısını uyuduğu beşikten kaldırmak için uğraşmıştır acaba? Bir kere de rahat dur kadın! " Nefesi boynuma değdikçe iyice geriliyor, saatimdeki saçlarına odaklanamıyordum. Gözlerimi kapatıp, derin nefesler alarak dikkatimi toplamaya çalışıyordum. "Demir çok acıyor, makas bulup kes uğraşma ne olur." Ben çikolata saçlarını okşamaya kıyamazken, o ne kadar çabuk onlardan vazgeçiyordu. "Sadece rahat dur! Nefes bile alma. Sus!" "Nefes almazsam ölürüm Demir. Ölmem için mi uğraşıyorsun sen? " Ona doğru kafamı çevirdiğimde gözlerine sert bir şekilde baktım. Şu an kendimi kontrol altında tutmak için ne kadar direndiğimi bilemeyecek kadar masumdu. Sert bakışlarımdan sonra elini ağzına ve burnuna getirip kapattı. "Tamam kızma, nefes almayacağım." Hemen düğmelere sarılmış saçlarını çözdüm ve kolumu ondan uzaklaştırıp diğer elimle kucağımdan kaldırdım. Yerinden doğrulurken, nefesini dışarı bıraktı. "Bir an ölmem için uğraşıyorsun sandım Demir. Alt tarafı iki tel saçımı saatinden ayıracaktın, neden bu kadar uzun sürdü?.. Hem neden beni uyandırıp, kaldırmıyorsun da kucağına alıyorsun? Sana kaç kere bana dokunma dedim. Saçlarımdan da tülbentimden de uzak dur Demir." Yine burnunun dikine konuşuyor ve susmuyordu. O konuştukça çikolata rengi saçlarının çarpan ışıkla, karamel rengine döndüğünü fark ettim. Saçları uzun ve dalgalıydı. Tülbentinin olmadığını ancak fark etmiş olacak ki gözleri bir anda büyüdü ve odasına doğru koşmaya başladı. Yerimden kalkıp odasının kapısından seslendim. "Çabuk ol Beyza, senin yüzünden uçağın kalkış saatini erteledim.” " Özel uçağınla gidecek olmamıza rağmen bu saati seçip, beni uykumdan uyandırdığın için cidden gıcık olduğunu düşünüyorum Demir. Ne acelemiz vardı da bu saatte bizi kaldırdın? " "Kaç gündür işe gitmediğimizin farkındasın değil mi? Önemli görüşmelerim var. 10 dakika içinde alt katta ol, yoksa bunun acısını senden çıkarırım." Sinirden ayaklarını yere vurduğu çok net duyuluyordu. "Bana emir verip durma! " Yine fazla sinirlenmiş, kendi kendine konuşmaya devam ediyordu. Alt kata indiğimde herkesin valizi hazırdı. Birazdan çıkacağımızı söyleyip yanlarına geçtim ve oturdum. Asıl zorlu sürecin, bu saatten sonra benim için başlayacağına adım gibi emindim. Beyza bir şeylere ailesini şüphelendirmemek için katlanmıştı. İzmir'e vardığımızda bana sunduğu şartları, yerine getirmeyi tek tek bırakınca öfkesini dindirmek çok daha zor olacaktı.
⌛❤️⌛ Merdivenlerden koca valizimle inmeye başladığımda Demir öfkeli bakışıyla valizi elimden aldı ve bir daha bu kadar ağır kaldırmamam gerektiğini söyledi. Oysa yüreğimdeki yüklerin yanında, bu valizin ağırlığı hiçbir şeydi. Dedemin yanına koşup, boynuna kafamı gömdüm. Eğer ben yüzümü saklıyorsam, gözyaşlarım usul usul akmaya hazırlanıyor demekti. Bir elimle sakallarını okşarken "Pamuğum seni çok özleyeceğim." diye kulağına fısıldadım. Beni saklandığım boynundan çıkardı ve ellerimi tutup nemlenmiş gözleriyle konuştu. "Mehmet'imin yüreği erken yaşta acıyla tanışan emaneti, kurduğun yuvanda çok mutlu ol. Seni istediğim gibi bu evden çıkaramadığım için yüreğim burkulsa da senin kapanmayan yaralarının farkındayım. Ailen olarak biz her zaman yanındayız. Eğer altından kalkamayacağın zorluklarla karşılaşırsan, bir alo de tüm Akmanları yoluna dökeyim. "
Dedemin her bir sözü yüreğimi dağladı. Bir bilse onlar için bu evliliği yaptığımı, beni asla affetmezdi. Bildiğim bu gerçekle yanağımdan süzülen yaşları, elimin tersiyle sildim.
Dedem, Demir'i çağırıp yanıma oturttu. Onun elini, benim elimin üzerine koyup, titrek sesiyle "Uşağım kapımı çalıp, torununu seviyorum, o da beni seviyor dedin. Sana güvendim ve torunumun onayını alıp sizi evlendirdim. Kıymetini bilmediğini hissedersem, sen kötü davrandığın için gözlerinde yaşa neden olursan, onu sana bırakmam haberin olsun. Gerekirse bu uğurda, her şeyimi kaybederim ama ha bu kızı sana bırakmam. Yaralı yüreğinde başka yaralar açma, kaldıramaz o küçük pisuk. Bakma dik durmak için çabaladığına, yaraları çok ama o, işi gülmeye vuruyor. Önce onu Allah'a, sonra sana ve ailene emanet ediyorum." dedi. İçimde çığlık çığlığa yükselen ses “Dede, beni bu adamın eline bırakma. Ne olur kurtar!” diye bağırsa da ben, titreyen dudaklarımı ısırarak sessizliğimle mühürlüyordum. Demir ayağa kalkıp, dedemin elini öptü. "Emanetinin başımın üzerinde yeri var. Sana dediğim gibi onu çok seviyorum dede. Kaybetmemek için elimden geleni yapacağım. Yine müsait zamanımızda ziyaretinize geliriz." Beni elimden tutup ayağa kaldırdı. Salih amcam, Zeliha yengemin yanına gidip, ellerini öptüm ve hayır dualarını aldım. Onlardan sonra Halit amcam ve Gülay yengemin yanına gittim. Eğilip ellerini öperken gözyaşlarım tenlerine doğru süzülüyor, ağlamamam için beni teselli ediyorlardı. Sonrası tüm genç Akmanlar etrafımda halka oldular. Kerim, Kerem ve Sinan ağabeylerim, ne zaman ihtiyacım olsa yanımda olacaklarını, bolca hatırlatıyorlardı. Kenan ise bakışlarını benden kaçırıyordu. "Emicemin en sinir bozucu uşağı Kenan, ne o ağlayacak mısın?" "Emicemin yadigarı deli kız, ne diye ağlayacağım? Sen gidiyorsun diye, birazdan uşaklarla horon tepeceğiz." Yüzünde sahte gülüş olsa da sesi hüznünü ele veriyordu. Birbirimizi çok sevdiğimiz halde bu sevgiyi gösterme şeklimiz farklıydı. Sözde Kenan, Mehmet ve ben düşman kuzenlerdik fakat bunun böyle olmadığını herkes biliyordu. Onlar benim canlarımdı. Mehmet'in sesine doğru kafamı çevirdim. "Kuzen her zaman burada büyük bir ailen olduğunu unutma. Sıkıldım de koşalım, özledim de alıp seni buraya kaçıralım. Sen yetişin de biz yetelim ama ne olursa olsun her şeyi bizimle paylaş, asla o minik kalbinin içine atma." "Bunları duymak için evlenip gitmem mi gerekiyordu geri zekâlı? Niye daha önce söylemedin?" Buğulanmış gözlerindeki bakışlar yerini kahkahaya bırakıyordu. "Şimdi enişte var, canın çok sıkılmaz. Bunu sana önceden deseydim, her Allah'ın günü Mehmet çabuk gel deyip dururdun. Gençliğimin İzmir, Trabzon yolu arasında solmasını ikimizde istemezdik değil mi? " Yüzümü sıcak tebessüm sardı. Demir yanıma gelip, Mehmet ile tokalaşıp, aradaki soğukluğu sonlandırmak için adım attı. Mehmet, önce şöyle bir baksa da sonra oda elini uzattı ve bir bir sırtlarına erkekçe bir iki tane yapıştırdılar. "Ee dün siz sürtüştüğünüzde birbirinize böyle vurmamıştınız. Siz erkekler çok tuhaf yaratıklarsınız ve Akmanlar erkek kaynadığı için Zehra ile ben yaratıkların içinde büyüdük. Çok şanssızdık be Zehra." Zehra'nın yanına doğru gittim ve sarıldım. Onun mavi gözlerindeki hüzün beni yaralıyordu. O benim çocukluğum ve tek kız kuzenimdi. Yanıma alıp, salonun bir köşesine gittim . "Seni çok özleyeceğim canım kuzenim. Bugüne kadar birbirimize karşı, en ufak bir kırgınlığımız olmadı. Burada bulunduğum süre zarfı, benim için zorlu geçtiğinden dolayı güzel vakit geçiremedik. Seni çok seviyorum canım. Bol bol yanıma gel, hasret giderelim." Zehra'nın gözleri dolup, bana sarıldı. O esnada Ali ağabeyim yanımıza doğru geldi. Zehra'ya kıyamayan gözlerle bakarken, ona karşı duyduğu merhamete şahit oldum. İkisinin ellerini aynı anda tutarak, Zehra'ya döndüm. "Sen benim sırdaşım, dostum, yakın arkadaşım, daha sayamadığım bir sürü şey oldun. Yakın zamanda, sana başka bir hitapla seslenmek için elimden geleni yapacağım." Bendeki bakışları şaşkın bir şekilde ağabeyime doğru kaydı. O sırada ağabeyimin kaşları çatıldı. "Ne saçmalıyorsun sen ufaklık? " Ağabeyimin sesi öfkeliydi ama bu öfkesi bana değil kendisine idi. Zehra'nın gözünden, bir damla yaş kırgınlıkla süzülürken, ağabeyimin bakışları ona çarptı. "Sakın o gözlerinden, bir daha yaş akıtma Zehra. " "Peki Ali Asaf ağabey!" Ağabeyimin sesi, Demir gibi öfkeli çıkmış, ben şaşkınlıkla kendimi sorgularken bulmuştum. Zehra normalde asla uzun uzadıya cümleler kurmazdı. İlk defa kırgınlığını, ağabeyimin yüzüne vuruyordu. "Beyza’m güzel kuzenim, senin bana başka bir hitap söylemeni ağabeyin kendine yakıştırmaz. Senin bana söylemek istediğin o sözü, başka bir genç kız bana söylediği zaman, ben bir daha acaba diye düşünmeden, bu eve arkamı dönüp gideceğim. İşte o zaman ağabeyinin yakıştırdığı birine söylersin, bana değil! " Ağabeyimin yönü bir anda Zehra'ya doğru döndü. Dişlerinin arasından öfkeyle konuşurken, elleri yumruk halini aldı. "Sana birinin öyle seslenmesi için o adamın yaşıyor olması gerekir. Sana başka birinin, o gözle bakmasına izin verir miyim sanıyorsun? Gerekirse koca Trabzon'u yakar, dumana katarım ama sana, o hitabı kimseye söyletmem! " Zehra korkudan yerinde sıçradı ve bana doğru sarıldı. Ağabeyime doğru dönüp bakarken, Zehra'nın sırtını sıvazlıyordum. "Daha önce sana, öküz olduğunu söylemiş miydim ağabey? Aynı Demir gibisin sen de bir farkın yok! Ama biz Zehra ile gerekirse el ele veririz, sizi adam etmesini biliriz." "Yine beni kime övüyorsun karıcığım?" Demir arkamda olmuş olacak ki onu görmedim. Şu an için pek görmek istediğimde söylenemezdi. "Siz iki öküz çabuk yanımızdan gidin. Benim gözüm döndüğünde Zehra gibi susamam, vallahi tozu dumana katarım! " Demir ağabeyimi kolundan tutup kendine doğru çekti. "Ağabey ne olur gel, şu evden sorunsuz bir şekilde çıkmak istiyorum. Gözü dönünce söylediği her şeyi yaptığını sende biliyorsun. " İkisi söylene söylene gittiler. Zehra'yı teselli ettim ve en yakın zamanda buradan uzaklaşması için İzmir 'e beklediğimi söyledim. Yengemler bana seslendiği için Zehra’yı odasına gönderip, onların yanına doğru gittim. Yengemlerle de uzun uzadıya vedalaştıktan sonra ağabeylerime sarıldım. Hüseyin ağabeyime "Bu kardeşin olacak adama sahip çık, bir an önce kararını versin, yoksa iş işten geçecek" dedim. Hüseyin ağabeyim ne dediğimi anlamamış olacak ki ona doğru baktı. "Giderayak aramızı bozmaya çalışıyor ağabey, boş ver bu boşboğazı sen. " Herkesle vedalaşıp çıkarken, evdekilere doğru döndüm. "Sizi çok seviyorum büyük ailem. Yavuz Selim evlendiğimi duyunca bana çok kızmasın, zaten düğün yapmadı dersiniz. Çocukları uyandırmamak için öpmedim. Rana Betül'e, Selman'a, Süleyman'a ve Zeynep'ime onları çok sevdiğimi tekrar tekrar hatırlatın." Yüreğimde oluşan korku tarafından yutulmamak için direniyor, o korkuyu bastırmak için savaşıyordum. Yapabilirsin Beyza, sadece güçlü durmaya devam et ve ne olursa olsun, o adama teslim olma. Uçağa binerken, Demir'in anne ve babaannesine yol verdim. Sonra Tuğba ile ikimiz, onların arkasındaki koltuğa kurulurken, Ferit te yan koltuğa geçti. Birkaç saniye sonra Demir, benim oturduğum koltuğun yanına doğru geldi.
"Yanıma gelip otursana hayatım. Neden burada oturuyorsun?" Demir’in cümlesinden sonra kısa süre Tuğba ile birbirimize baktık. Yoldan çıkmaya hazır karakterim, Tuğba’nın alaylı bakışlarıyla bir araya geldiğinde ikimiz aynı anda gülümsedik. Zor olsa da bakışlarımı ciddi bir ifadeye çevirip Demir'e doğru döndürdüm. "Demir, yoksa evlenince çiftler siyam ikizi oluyor da benim mi haberim yok." Ferit ve Tuğba, ayarsız kahkahalarıyla beni de yoldan çıkardıkları için onlara katıldım. Demir, onunla dalga geçmeme karşılık vermek için elimi tutup, beni kendine çekti. "Hayır hayatım, çok aşık çiftler arasında çekim olduğu için birbirlerinden ayrılamıyorlar. Sürekli tenleri birbirini istiyor, o yüzden şimdi sen de kocanın yanına gel. " Demir’in hamlesine karşı Tuğba'nın elini tutup, ondan güç aldım ve kalkmamak için direndim. "Babaanne, Demir'e bir şey söyler misin? Arkadaşımla muhabbetimi bozuyor." Babaannesi ayağa kalkıp, Demir'e baktı. "Rahat bırak kızı Demir, istediği yerde otursun. " "İşte elleri öpülesi kadın, ilk günden gözbebeği torununu seçti. Şimdi sende yerine git otur Demir. " Babaannesi duydukları karşısında, kahkahayla gülmeye başladı, Demir ise yine bildiğini okuyup, elimi tuttu ve beni kendine doğru çekti. Ona direniyor olsam da bu onun gücü karşısında yetersiz bir karşı koymaydı. “Demir, bu yaptığın haksızlık ama.” Yönünü bana doğru çevirip gözlerimin içine baktı. Tuttuğu sol elimi kendine doğru çekerek aradaki mesafeyi kapatırken, sol eliyle yanağımı kavradı. "Yanımda olduğunda bile seni özlerken, senden ayrı oturmamı nasıl bekliyorsun?" Şaşkınlıkla onu izliyordum. Şu halini gören herkes, bana aşık olduğunu düşünüyordu ama ben, gerçek yüzünü birkaç kez gördüğüm için bu haline inanmıyor, aksine öfkeleniyordum. Aradaki mesafeyi açıp hayal kırıklığıyla koltuğa oturduğum zaman Demir, içeriye doğru el hareketi yaptı ve kahvaltıyı getirmelerini söyledi.
"Şu an midem bulandığı için istesem de yiyemem Demir. İnince yerim anlaştık mı?" "Uçakta olduğumuz için seni zorlamıyorum ama iner inmez hemen yiyeceksin.” Bakışlarını üzerimde gezdirdikten kısa süre sonra konuşmasına devam etti. “Çok zayıfsın, biraz yediğine içtiğine dikkat et." Şimdi bu da neydi? Ona doğru dönüp, kaşlarımı kaldırarak baktım. Beni izliyor, ne diyeceğimi merak ediyor gibiydi. Susmak ve konuşmak arasında kaldım ama ben yine çenemi tutamayarak konuşmayı seçtim.
"Ne o beğenmiyormuş gibi konuşuyorsun? Seni bu evliliğe zorladığımı düşünmüyorum. Zayıfsam zayıfım, kiloluysam kilolu. Ne senin için kilo alır, ne de senin için yemek yerim. Bana karışıp durma. " "Yenge öyle ölmez, füze at!"
Ferit’in kahkahayla söylediği cümleye karşılık ikimizde aynı anda arkamıza dönüp Ferit’e baktık. "Bir daha bana yenge demeyeceksin, Ferit." "Tabii ki sana yenge diyecek!" Bu adamla, kavgasız bir günümün olmayacağı apaçık ortadaydı. Ferit’teki bakışlarımızı sinirle bir bir gözlerimize kilitledik. Şu an büyükler burada olmasaydı, büyük bir kavganın olacağı kesindi. Dişlerimin arasından, Demir'e konuştuklarımızı tekrar ediyordum. "Bu evliliği zorunlu kişiler dışında, hiç kimse bilmeyecek Demir. Bunu sana daha önce söylemiştim." Hiçbir cevap vermeden, sadece kasılan çenesiyle baktı. Gözleri çok şey söylüyordu ama o gözler benim ilgimi çekmiyordu. Çantamdan kitabımı çıkarıp, okumaya başladım. Şu an çok daha rahatlamış hissediyordum. Yeni kitap, yeni bir hayata misafir olmak gibiydi ve benim düşünmemek için yatılı misafirliğe kalmam gerekiyordu. 📷 Sayfalar arasında kaybolmuşken, üzerimdeki gözlerinden rahatsız oldum. Bu adama katlanmak, benim için çok zordu. Ne yapmak istediğini asla anlamıyor, yaptıkları karşısında da şaşkınlığımı ve öfkemi gizleyemiyordum. ⌛ Hepimiz uçaktan indik. Tuğba'ya anahtarı verip, benim arabama geçmesini söyledim. Bende Demir'in ailesi ile görüşüp, yanına gidecektim. "Babaanne, Deren Hanım ben direk işyerine geçiyorum. Söylemek istediğiniz bir şey var mı?" Babaannesi tebessümle tamam derken Deren Hanımın sesi incinmiş çıkıyordu. "Güzel kızım beni üzüyorsun, Deren Hanım ne öyle, yabancı gibi." Kadın çok haklıydı ama ben zoraki girdiğim bu evlilikte anne sözünü, nasıl söyleyebileceğimi bilmiyor, başlı başına söylemesi ağır bir kelimeyken ağzımdan nasıl çıkarmam gerektiğini düşündükçe kıvranıyordum. Demir yanımda ne söyleyeceğimi merakla dinliyordu. "Haklısınız efendim, bir dahaki sefer daha dikkatli olurum. " Annesi ve babaannesi o kadar tatlı ve kibar insanlar ki onların kırılmalarına neden olmak istemiyordum. Acaba Demir kime çekmiş olabilir? Onun ailesini tanımadığım için bu sorunun cevabını şu an bulmamın imkansız olduğunu biliyordum. Düşüncelerimden sıyrılarak Demirle onların yanından ayrıldık. Çıkış kapısına doğru ilerlediğimiz zaman elinde tuttuğu peçeteye sarılı poğaçayı yemem için bana uzattı. "Tamam şimdi arabaya geçiyorum, orada yerim." Uzattığı poğaçayı alıp yanından uzaklaşmak için bir adım attım ama elimi kavrayarak beni kendine doğru çekti. Ne yapmaya çalıştığını anlamadığımdan dolayı mimiklerimle ne olduğunu sordum. Cevaplamak yerine elimdeki poğaçaya uzanıp, eline aldı ve kopardığı bir lokmayı dudaklarımın yanına doğru götürdü. "Yediğini gözümle göreceğim." Keşke yediğimle içtiğimle ilgilenmek yerine ne istediğimle ilgilense diye iç geçirirken, uzatmamak için lokmayı elinden alıp, ağzıma attım. "Bu tavrını sevmiyorum Demir." Patlayan flaşlarla beraber bir anda etrafımızı kalabalık sarmaya başladığında şaşkınlıkla yönümü kalabalığa doğru çevirdim. "Demir bey gecelerin aranan simalarından biriydiniz. Uzun zamandır, gece hayatında olmamanızın sebebi bu hanım mı?" "Demir Bey evlendiğinize dair söylentiler dolanıyor. Bunun hakkında açıklama yapar mısınız? "Demir Bey yanınızdaki hanımefendi kim?" "Demir Bey, Akmanlar Holding'in gözbebeği ile evlendiğiniz söylentileri doğru mu? " Demir Bey, yanınızdaki bayana çok ilgili davranıyorsunuz. Aşık mısınız? " Daha algılayamadığım bir dünya soruyla magazinciler etrafımızı sarmıştı. Demir'in aranan simalardan olduğunu söylediğine göre, daha önce sıklıkla magazinde yer almıştı. Şu an sinirden yerimde tepinmek ve insanları dağıtıp, biran önce buradan gitmek istiyordum. Demir parmaklarını, elimin arasından geçirirken, onlara cevap vermemesi için hayır anlamında kafamı salladım ama onu bu hareketim durdurmadı. "Aşık olduğum doğru. Aşka bile inanmazken, ilk görüşte aşkı iliklerime kadar hissettiğim için her şeyden kendimi soyutladım. Onu aşkıma inandırmak zor olsa da başardım. Hatta şuan Trabzon'da gerçekleşen, nikahımızdan dönüyoruz." Ona söyleme dediğim halde söylemişti ve ben, kendimi bir kez daha bu adamın karşısında yıkılmış hissediyordum. Elimi ellerinden ayırıp, ondan uzaklaşmaya başladığımda benim etrafımı sarıp, soru yağmuruna başladılar. " Önümden çekilir misiniz? " " Efendim Akmanlar Holding'in, göz bebeği olduğunuz söyleniyor?" Biraz daha uzatırlarsa, burada büyük bir olay çıkarabilecek potansiyele sahip olduğumu bilmiyor olacaklar ki çekilin dediğim halde çekilmiyorlardı. "Beyefendi size önümden çekilin diyorum. Benim önümü bu şekilde kesemezsiniz! Magazine konu olan kişi ben değilim. Demir Bey'e sorularınızı yöneltmeye devam edin.” Önümde duran adamlarda hiçbir hareket belirtisi yoktu. Tam ağızlarını açıp tekrar soru soracakları sırada ses tonumu tavizsiz, sert bir tona getirdim. “Şimdi bir kez daha söylüyorum. Önümden çekilin!" Öldürücü bakışlarımı devam ettirince adamlar önümden çekildiler ve Demir'e doğru yöneldiler. Onları arkamda bırakıp, arabaya doğru ilerledim. Bir kez daha sözünde durmamış, söylediklerimin onun için önemsiz olduğunu bana ispatlamıştı. " Beyza dur! " Sesini duyduğumda otoparkta hızla koşmaya başladım. Yüreğim gibi bedenimin de onun çok uzağında olması gerekiyordu ama o, buna asla müsaade etmiyordu. "Sana dur dedim!" Elimi bileğimden kavrayıp, beni durdurdu. Karşıma doğru geçti. İkimizde nefes nefeseydik. Elini yüzüme doğru uzattığında elini sertçe ittim. "Senden nefret ediyorum! Bana dokunma dedikçe dokunan ellerinden, senden, sesinden, bakışlarından, söylediğim her şeyi hiçe sayan saygısız halinden, her şeyinden nefret ediyorum! Bunu anlaman için daha ne yapmam gerekiyor? Benim hissettiklerime saygı duyman için kaç kere daha söylemem, kaç kere daha duyman gerekiyor? Sana evlendiğimizi kimse bilmeyecek dediğim için mi, magazine konuştun? Cevap ver bana, senin için bu kadar mı değersizim! Orada insanlara aşık olduğunla ilgili yalanlar sıralarken, kendimi ne kadar değersiz hissedebileceğimi düşünmedin mi? Kimse bilmesin istedim özellikle de ben söyleyene kadar o... " Ayaz'ı kastederken ismini söyleyememiş olmak fazlasıyla canımı yakmıştı. Duyduğu anda, uğrayacağı hayal kırıklığını, az çok tahmin edebiliyordum. Değer verdiğim insanların başındayken onu yok saymış, hiçbir şey söylemeden bu adamla evlenmiştim. Hissettiğim acıyla yere eğilen başım, Demir’in kolumdan tutup beni silkmesiyle ona dönüyordu. "Kendine gel artık! Sen benim karımsın, ona göre davran! " Ben onun olduğumu hiç hissetmemiştim ki şimdi karısı gibi davranacaktım. Bir kere daha girdiğim yükün altında ezilip, kırılan kemik sesleri kulaklarımda çınlıyordu. Kolumu tutan elini sinirle ittim ve arabama doğru gittim. "Ne oldu kuzum kötü görünüyorsun?" İnsanları üzmemek için her şeyi içime atmaktan artık bıkmıştım ve gün geçtikçe nefes almakta zorlandığımı hissediyordum. Ben onun karşısında dimdik durmak istiyordum ama bedenimde büyüyen korkuyla karanlığa çekildiğimi seziyordum. Bir bir benden çaldığı renklerimi kaybedip siyahta kaybolmak istemiyor, yine de direnmek için elimden ne geliyorsa yapmam gerektiğini biliyordum. Her şeyi içimde yaşamaktan fazla bıkmış sesimle "Magazin muhabirleri etrafımızı sardı. Önümden çekilin dediğim halde çekilmediler, ona sinirlendim canım." dedim. "Sizin ne işiniz var magazinle?" Tuğba kaşlarını kaldırıp, sorusunu merakla soruyordu. Bende merak etmiştim ve Demir Erdem'i araştırıp hakkında çıkan eski haberlere bakacaktım. "Araştırıp, öğreneceğiz canım. Soruların çoğu gece hayatında uzun zamandır olmadığıyla ilgiliydi. Demek ki bundan önce magazin sayfasında fazlasıyla yer alıyordu. Bugün hangimiz müsait olursa araştırıp, bir çıktı alalım sonra birlikte konuşuruz." Tuğba olur anlamında kafasını salladı. Gerçekten kimdi Demir ERDEM? Bu sorunun cevabını hemen bulmam gerekiyordu ama şu an buna hiç vaktim yoktu. Asansöre binip 5. Kat düğmesine bastığımda Tuğba'ya doğru döndüm. Cümlelerimi çok iyi seçmem, onu asla şüphelendirmemem gerekiyordu. "Canım evlendiğimi iş yerindeki insanlarla paylaşmak istemiyorum. Kimsenin hakkımda yanlış bir izlenime kapılmasını istemem. Sende söylemezsen mutlu olurum." Tuğba söylediklerimi önce bir düşündü sonra kafasında oturtamamış olacak ki kaşlarını çatarak konuşmaya başladı. "Saçmalama, kim senin hakkında yanlış izlenime kapılacak? Senin nasıl biri olduğunu bilmiyorlar mı?" Evet söylediklerinde haklıydı ama ben evli bir kadın olarak, açıkça ben söyleyene kadar Ayaz'ın bilmesini istemiyorum diyemezdim. Asansörden inerken, biraz beklemek istediğimi söyledim ve kararımın arkasında duracağını söyledi. Tuğba masasına doğru ilerlediği sırada gözüm yan masasına doğru kaydı. Ayaz önündeki kağıda gömülmüş, öylece çizim yapıyordu. Kulağında kulaklık olduğuna göre şarkı dinliyordu ama yüzü hüzün dolu görünüyordu. Kağıttaki bakışlarını kaldırıp bana baktığı zaman yüzündeki hüznün silindiğini ve her zaman olduğu gibi gözlerinin içiyle gülümseyerek, huzur saçtığını gördüm. Kulaklığını çıkarıp, hemen yanıma geldi. "Nerelerdesin sen? Telefonun kaç gündür kapalı, sana bir türlü ulaşamadım." Sakinlik saçan sesiyle sorduğu soruya karşılık olarak "Trabzon'a ailemin yanına gitmiştim. O gün sen burada değildin, o yüzden vedalaşamadık." dedim. "Geldin ya önemli olan o . İş yerindekiler Trabzon'a dönüş yaptığını söyleyince seni kaybettiğimi sandım. Telefonlarımı açsaydın, direk bulunduğun yere gelip, seninle konuşacaktım. Bugün müsait olduğun bir zaman da mutlaka konuşalım. " Aslında evlendiğimi söylemem için güzel bir fırsat olabilirdi. Tam ona cevap vereceğim sırada Demir'in öfkeli sesi, korkudan sıçramama neden oldu. "İçeri!" İşyerinde yankılanan sesi herkesin dönüp bakmasına sebep olmuştu ama ekstra Ayaz, korkudan sıçradığımı da görmüştü. Gerilen omuzlarıyla Demir'e doğru sert bir şekilde bakıp, konuşmaya başladı. "Demir Bey, bir anda bu şekilde bağırmanız doğru değil. Nasıl korktuğunu görmediniz mi?" Şu an olacaklardan fazlasıyla korkuyor, biran önce ikisinin birbirinden uzaklaşması gerekiyordu. Demir'e doğru döndüğüm zaman, gerilen omuzları ve sıktığı yumruk çok net görünüyordu. "Tamam Demir Bey, hemen geliyorum. " Ayaz'a elimle sorun olmadığını belli ettim. Odaya doğru giderken, kalbim yerinden çıkacak şekilde hızlı atıyordu. Demir, hâlâ Ayaz'a doğru öfkeyle bakıyor, bulunduğu yerde sabit kalıyordu. Odanın kapısına gidip, arkamı döndüğümde Ayaz'ında hâlâ gergin halde, sert bakışlarını sürdürdüğünü gördüm. "Demir Bey, telefon görüşmesi yapmanız gerekiyor..." Hâlâ hiç bir tepki vermeyip, öylece duruyordu. Avuç içlerimin terlediğini, nefes alışverişlerimin hızlandığını hissettim. Aralarındaki gerilim, azımsanmayacak kadar çoktu. Son bir kez daha yüksek sesle, şansımı denedim. "Demir Bey!" Kafasını bana çevirdi. Yumruk halindeki ellerini açıp kapatarak bulunduğu ruh halinden çıkmaya çalışıyor gibiydi ama gözlerinden anladığım kadarıyla pekte başarılı olamıyordu. Odaya doğru gelirken, adımları yeri delercesine ses çıkarıyordu. Önümde durunca geriye doğru çekildim. Ahşap kapıyı tutup, Ayaz'a doğru baktı ve kapıyı sertçe kapattı. Şu an bu ortamdan olabildiğince kaçmam gerekiyordu. Yoksa aramızda büyük bir kavganın patlak vermesi, an meselesiydi. Hemen masama geçip, bugünkü görüşme trafiğini başlatmam gerektiğini bildiğim için telefonu elime aldım ve ilk görüşülecek kişiyi aradım. "İyi günler, Demir ERDEM hatta sizinle konuşmak için bekliyor" dedim ve aramayı odasındaki telefona yönlendirdim. Uzun bir süre telefon çaldı, sonra sinirle odasına doğru gitti ve telefonu açtı. Siniri geçene kadar, bu işlemi tekrarlamam gerekiyordu. Yoksa bulduğu ilk fırsatta büyük kavganın pimini çekecek ve gürültülü bir şekilde patlayacaktı. Öğle molası vermeden, saati 4 yaptığımı gördüğümde içim birazda olsa ferahlamıştı. En son ağzıma zorla bir lokma poğaça koymuştum ve başka hiçbir şey yememiştim. Daha doğrusu birkaç gündür yemek yediğim bile söylenemezdi. Ağzıma koymaya çalıştığım lokmalar bir bir boğazıma diziliyor, ben herkesten her şeyi saklayacağım diye gerginlikten ölüyordum. Karnım çok acıkmıştı ama gerginlikten öncelik verecek, durumda değildim. "Beyza buraya gel." Şükürler olsun sesi öfkeli gelmiyordu. Yerimden kalkıp, yanına gittim. Elinde küçük bir not kağıdı gördüğümde gözlerimi kapatıp, hayal dünyamda ağzıma bir iki kez vurduktan sonra yutkunarak gözlerimi açtım. Giderken yazdığım not elindeydi ve o, bu notu sesli bir şekilde okuyordu. "Bugün sizsiz güzel bir başlangıca doğru yol alıyorum. Nasıl mutlu, nasıl umut doluyum... Artık gülüşüme, bakışıma karışacak sert ve soğuk bir adam hayatımda olmayacağı için bugünü bayram ilan ediyorum. Vicdansızlık edip sizi yüzüstü bırakmak istemediğim için asistan arayışına girdim ve uygun asistanı da buldum. Hale! Hale'nin bu işi severek yapacağına eminim. Birbiriniz için yaratıldığınızı sakın unutmayın. Hoş çakalın Asistanından patron bozuntusuna nefretle... " Okuması bittikten sonra, bana doğru baktı. Gözlerinde sahte kızgınlıkla konuşmaya başladı. "Karıcığım, bu notu buraya sen koymamışsındır diye düşünüyorum. Bu not hakkında söylemek istediğin bir şey var mı?" "Bugün sen, benim elimden kahve içmedin değil mi? Sevdiğin gibi büyük boy, şekersiz filtre kahve getirmemi ister misin?" Dudağının kenarı yukarıya doğru hafif oynayınca gözlerini kapatarak, getirmemi onayladı. Şükür kavga etmeden günü kapatabilecektim çünkü onunla kavga edecek güç artık ben de kalmamıştı. Odadan dışarı çıktığımda Ayaz'a bakmadan kahve almak için giderken, Ayaz bana seslendi ve yanıma doğru gelmeye başladı. O esnada yüzüm Demir'in odasına doğru dönüktü.
Bakış açısında olmamamız için dua ediyordum ama bana bakıyordu. Ayaz tekrar seslenince ona doğru döndüm. "Efendim Ayaz." Yanıma gelip gözlerimin içine baktı. Gözlerimi yere sabitlediğimde beni düşündüğünü belli edercesine cümlelerini sıraladı. "Öğle yemeğine bile çıkmadın, çok acıkmış olmalısın. Hadi canın ne çekiyorsa söyle, hemen sipariş vereyim." "Çok düşüncelisin Ayaz, teşek-" cümlemi Demir'in sesi böldü. "Karıcığım kahveden vazgeçtim, sadece sen gel yeter." Duyduğumun yanlış olması için dua ettim ama Ayaz'ın donuk bakışları, yanlış olmadığını destekler tarzdaydı. "Karıcığım, hadi çabuk. "
|
0% |