@hanifta_hanim
|
"Hayır! Hayır uyanmak istemiyorum!" Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, ben o rüyadan uyanmak istemiyordum. Çaresizlik duygusuyla göz kapaklarımı açıp, odaklanmakta güçlük çeksemde hastane odasında olduğumu ve başımda Demirle beraber çok sayıda doktor olduğunu gördüm. Artan kalp atışlarımla gözlerimi sıkıca yumup, ailemin yanına gitmeye çabaladım ama bir türlü başaramadım. Başaramadıkça yatakta kafamı sağa sola sallıyor, avazım çıktığı kadar bağırıyordum. "Uyumak istiyorum, burada olmak istemiyorum!" Gözlerim kapalı şekilde, sürekli aynı cümleyi kuruyordum. Titreyen sıcak bir el gözyaşlarımı silip, kulağıma zor çıkan sesiyle "Sen uyursan yaşamak için hiçbir nedenim kalmaz. Ne olur artık uyan. Sensiz nefes almak ölüm gibi geliyor." diye fısıldıyordu. Tekrarladığım cümleyi bıraktım ve gözlerimi açtım. O çok kötü görünüyordu. Gözlerinin altı morarmış, yüzü solmuş ve yapılı vücudu çökmüştü. Sadece kendine gelince kör ve sağır olan merhametim, bir gün kesinlikle sonum olacaktı. Yine iflah olmaz kalbim, onun için üzülüyordu. Elimi solan yüzüne götürüp, yanağına koydum. "Sana ne oldu Demir?" Elini elimin üstüne koyup, gözlerini kapattı ve bir damla yaşı yanağındaki elime sızdı. "Demir üzülme sadece uyuyacağım. Kalbim de ruhum da uyumak istiyor. Orası çok güzeldi. Burada çok korkuyorum..." Göz kapaklarım ağırlaşıyor, bilincimde yine kaymalar oluyordu. Yanağındaki elimi orada daha fazla tutamadım. Gözlerimi kapattım ama Demir uyumama izin vermiyordu. Elleriyle yüzümü tutup, alnını alnıma dayadı. Gözlerinden akan yaşlar, yüzümü ıslatıyordu. "Nefes alamıyorum, yalvarırım uyuma. Gözlerini açmana ihtiyacım var Beyza, ne olur birazcık daha dayan." Sesi yüreğime akıyordu. Bilincimi toplayıp, gözlerimi zorla açmaya çalışıyordum ama bu beni çok zorluyordu. "Gözlerime bak Beyza, sadece biraz daha gözlerime bak. Kahvelerine hasret kaldım. Lütfen biraz daha dayan." Açılıp kapanan göz kapaklarıma direnip, gözlerinin içine bakıyordum. Gözlerinin içi dipsiz kuyu gibiydi ve beni kendine çekip, hapsediyordu. ⌛ Gözlerimi açık tutmayı sağladıktan sonraki süreç, fazlasıyla sıkıcıydı. Bir cihazdan çıkarıp, diğer cihaza sokuyorlardı. Kaç tüp kan aldıklarını sayamadan, bir doktor kontrolden çıkıyorsa diğer doktor giriyordu. "Demir beni eve götür, ne olur artık nefes alamıyorum." "Biraz daha sabret güzel karım. Ne olduğunu tam olarak öğrenmemiz gerekiyor." Elini elime götürdüğünde başparmağıyla morarmaya yüz tutmuş damarımı okşayıp, hüzünlü gözleriyle bakıyordu. Hastane kokusu boğazımı yaktıkça ruhumun daha fazla boğulduğunu hissediyordum. "Demir şimdi imdat diye bağıracağım artık. Koca iki gün geçti. Bak eve götürmezsen bir daha uyuyacağım. Hangisini istiyorsun sen seç? " Cümlem Demir'in elimde olan elinin yanağıma çıkmasını sağlarken, pes etmiş gibi konuşmasını da sağlıyordu. "Tamam. Sakın bana, bir daha uyumaktan bahsetme. Doktorlarla konuşacağım. " ⏳ Yatağa beni yatırırken, çok dikkatli davranıyordu. Doktorların söylediği her şeyi de tekrar edip duruyordu. "Yeter Demir anladım, üzülmek yok." "Sinirlenmek, bağırıp çağırmakta yok Beyza." "Ona asla söz veremem Demir. Doktorlar bunları söylerken, seninle evli olduğumu biliyorlar mıydı? " Yanıma gelip, elini yanağıma koydu. Gözlerimin içine bakarken, yumuşak sesiyle konuştu. "Sadece doktorlar mı? Tüm hastane benim karım olduğunu biliyordu. Biraz kendimi kaybedip, hastaneyi fazla dağıtmış olabilirim." Bu Demir'in içine baksam, görülebilecek berraklıktaydı. Sesi yumuşacık, hareketleri incitmemek adına özenliydi. Birde bedeni, ruhu ve yüzü gerçekten benim için üzülüp, korktuğunu açıkça gösteriyordu. "Şaşkın, bir tek senin mi karın kıymetli? Onların da sevdiği bir dünya yakını vardır. Neden insanları rahatsız ettin?" Gözlerinin içiyle beraber, dudakları da gülmeye başladı. "Bir tek benim karım kıymetli demek ki onların sesi çıkmadığına göre." Elinin hâlâ yanağımda olduğunu hissedince elini yanağımdan yavaşça indirdim. Sesimi kırmamak adına özenli çıkarırken, tebessüm etmeye özen gösteriyordum. "Yeter bu kadar temas Demir Bey, değişen hiçbir kuralımız yok. Zorunlu olmadıkça temas yoktu, unuttun mu?" Yüzü bir anda düştü. Tek bir cümle kurmadan odadan çıktı. Onu üzdüğüm için kendimi suçlamak istemiyordum ama yine onun için üzülüp, suçlu hissediyordum. Allah'ım ben kimseyi üzmek istemiyorum ama zorunlu girdiğim bu evlilikte onu kocam olarak kabul etmekte istemiyorum. Böyle olunca da doğru ve yanlış birbirine karışıyor. Sen yanlışlarımı düzeltecek, onun karşısında dik duracak güç ver. İçimden yükselen duaya binlerce aminlerimi göndererek kendimi yatağın içine gömüp, tüm duygulardan çıkmak istedim. Kaç gündür bu durumda olduğumu öğrenmem gerekiyordu. Sonra sıcacık bir suyla yıkanıp, hastane kokusuyla beraber yaşadıklarımı da üzerimden atmam gerekiyordu. Biraz daha dinlenmek için gözlerimi kapattım. Odanın kapısı açılıp, sessiz gelen ayak sesleri, sert adımlara döndü. "Beyza, sakın uyuma! Uyanman çok uzun sürdü. Bir daha, o kadar uzun süre korkuyla başında beklemeye dayanamam." Yatağın kenarı çökerken, gözlerimi açtım. Demir çok korkmuş görünüyordu. Kocaman elleri titrerken, beni yatakta kaldırıp, sırtımı başlığa dayadı. Avuç içimi sol elinin üzerine koyarken, elimin üzerinde morarmış damar yolu girişlerini gördü. Sağ işaret parmağını, hafifçe üzerinde gezdirdi. Hareketleri canımı acıtmamak adına oldukça özenliydi. Sağ elinin parmak üstü kısmı, kabuk tutmamış yaralarla doluydu. Onun kendini cezalandıran halini hiç sevmiyordum. Parmaklarımı yarasının üzerinde hafifçe gezdirdiğimi görünce durdu ve bakışları bana kaydı. "Neden kendine zarar veriyorsun Demir? Sana bununla ilgili dediklerimi hatırlamıyor musun?" Gözümden süzülen yaşı parmağıyla silerken yüzündeki sıcak tebessüm soldu ve gözleri yere eğildi. "Çok uzun bir zamandı Beyza. Sanki 3 gün değilde bir ömür gibiydi. Doktorların hiçbir tedavisine cevap vermedin. Kendini tamamen kapattın. Sana ulaşmak imkansızdı. Her geçen gün, ellerimden kayıp gittiğini hissettim. Yaşadığım korku karşısında, elimin hali az bile kalır. " Kimsenin üzülmesini istemediğim için sesimi olabildiğince neşeli bir tona getirip iyileştiğimi ona göstermek istiyordum. "Tamam ben artık iyiyim, ne olur sen de üzülme Demir. Sadece halsiz ve günlerdir uyumamış gibi hissediyorum o kadarcık. Şimdi sıcak bir duşa ihtiyacım var ama benim yanımda malzeme yok. " Beni yataktan kaldırıp banyoya götürdü. Orada bornozunun yanına asılı bornozu gösterdi. Bir tane de saçlarımı sarmam için havlu uzattı ve suyu açıp sıcaklığını ayarladı. "Senin için aldırmıştım, yıkanıp asıldı merak etme. Yalnız herhangi ihtimale karşı, kapını sakın kilitleme Beyza. Bir şey olursa hemen sana ulaşmam gerekiyor. " Ne dediğini duyuyor muydu o? Ne demek bir şey olursa ulaşmam gerekiyor? Yanaklarıma kanın hücum ettiğini hissedince ellerimle yanaklarımı gizleyip, konuşmaya başladım. "Demir saçmalama, ne demek kapını kilitleme? Kapıyı kilitleyip yıkanmazsam, korkudan düşüp kalırım zaten." "Tamam o zaman ara ara seslendiğimde bana cevap ver. Bende iyi olduğunu bilirim. " Başımı olur anlamında salladım. Dışarı çıktığında kapıyı kilitleyip, suyun sıcaklığına baktım. Kıyafetlerimi çıkarmadan önce yine emin olmak için kapının kilidini çevirip, açılıp açılmadığını kontrol ettiğimde Demir'in "Beyza tamam kilitli işte, çabuk gir şu duşa" dediğini duydum. "Tamam giriyorum" deyip vücudumu sıcak suya teslim ettim. Sıcaklık tüm kemiklerimi ısıtıyor, ben ise rahatlıyordum. Birkaç kez Demir'in korkulu sesini cevaplayıp, yıkanmaya devam ettim. Şimdi çok daha iyi hissediyordum. Bornozumu giyip, saçlarımı havluya sardım. Kıyafetlerimi odada unuttuğumu fark edince karnıma kramplar girmeye başladı. Korkuyla seslendim. "Demir! " "Demir! Kıyafetlerimi almayı unutmuşum." "Beyza bunun için böyle bağırılır mı? Sana bir şey oldu sandım. Tamam üzerinde bornozun var zaten, gelip al bir şey olmaz." Yine çok rahat konuşuyordu. Bu adamın rahatlığı, beni sinirlendirmek için bile yeterli geliyordu . "Demir çık şu odadan, bu kadar rahat olduğun için seni boğabilirim." Kahkaha sesleri banyonun içine doluyor, arsız konuşmalarına devam ediyordu. "Tamam çıkıyorum karıcığım. Utanmanı gerektiren hiçbir şey olmayacak merak etme. " "Demir!" "Doktorun dediğini çabuk unutuyorsun Beyza, sinirlenmek, üzülmek yasak. Şimdi çıkıyorum, korkmadan alabilirsin." Banyoda sessizce ayak seslerini dinledim. Kapının açılıp kapandığından emin olduktan sonra, kafamı dışarı çıkarıp önce kontrol ettim, sonra hızlıca kıyafetlerimi alıp, banyoya koştum. Şükür hiçbir olumsuzluk yaşamadan üzerimi giyinip, dışarıya çıkmayı başarmıştım. Başımı öne doğru eğip, uzun saçlarımı havlunun içine hapsettim. Havluya sarılı biraz kurumasını bekledikten sonra saçlarımı tarayıp bağlamam gerekecekti. Üşüyen bedenimi yatağa hapsettim ve üzerimi sıkıca örttüm. Şimdi sadece, saçımın hafif kurumasını beklemem gerekiyordu. 💙💙💙 Son 8 günüm sevdiğim kadını kaybetme duygusuyla geçmişti. Trabzon'da onu mezardan korkuyla almamla başlamış, önümde sinir krizi geçirerek devam etmiş, sandalyeden düşüp bayılması ve 3 gün koma halinde uyumasıyla son bulmuştu. Doktorların söylediklerini düşündükçe, onu asla üzmemem gerektiğini sürekli kendime hatırlatıyorum. Olası ihtimalleri göz önünde bulundurup, tekrarlaması sonucunda çok daha zorlu sürecin bizi beklediğini duyduğum an, çok daha fazla korkmuştum. "Efendim çorba hazır. Çıkarmamı ister misiniz?" "Üst kata hiç kimse çıkmayacak. İşlerinizi bitirdiğinizde ortada dolaşmayacak, rahatsızlık vermeyeceksiniz. Dediğimden çıkmayı aklınıza bile getirmeyin!" 2 çalışanı arayıp, yemek ve evle uğraşması için çağırmıştım. Aslında evde kimsenin olmasını istemiyordum ama şu an ki şartlar bunu gerektiriyordu. Çorba tepsisini aldım ve odaya gittim. Yatakta üstünü sıkıca örtmüş arkası dönüktü. Tepsiyi komodinin üzerine bırakıp, ön tarafına doğru geçtim. Önceden uykusunda onu izlemek kalbimi aşkla doldururken, şimdi korku ile dolduyordu. Saçlarını havluya sıkıca sarmış, mis kokusu her yere yayılıyordu. "Beyza uyan, çorba içmen gerekiyor. Artık kemiklerin gözle sayılmaya başladı." "Demir şimdi içmek istemiyorum. Saçlarım kuruyana kadar uyuyacağım, sonra kalkıp içerim. Hem tülbentimi daha takmadım. Şimdi sen çıksan sonra gelsen olur mu?" Benim kadınım olduğu halde hâlâ kendini benden saklıyordu. Ona dokunmak sadece benim hakkımken, ben saçlarına, tenine hasret kalıyordum. Karım olduğunu unutmaması için tekrarlamam şarttı. "Karıcığım unutuyorsun galiba ama ben, senin kocanım. Saçlarında sen de bana yasak değilsin." Gözlerini açıp, burnunu dikleştirdiğine göre yine burnunun dikine konuşacak, beni fazlasıyla tahrik edecekti ama benim çok dikkatli olup, sinirlenmemem gerekiyordu. Tabii Beyza bunu yapmak için zorlanmıyordu. Asla sözümü dinlemediği gibi, yapma dediğim her şeyi yapıyordu. Bana karşı dik duran hali, beni kendine daha çok çekse de ona dokunmamak için direniyordum. "Unutmak mümkün mü? Demir Bey'imiz sağ olsunher dakika hatırlatıyor. Peki Demir Bey'imiz, benim dediklerimi de hatırlıyor mu?" Gözlerimi kapatıp, ona dayanmak için direniyordum ama bu mümkün olmuyordu. Diğer tarafa geçip, yorganı kaldırdım ve yatağın içine girdim. Gözlerini şaşkınlıkla açıp, başındaki havluyu sıkıca tuttu. Artık bir yerden bazı şeylere alışması gerekiyordu. O olmadan bundan sonra uyumayacağımı bilmeliydi. "Demir çık şu yataktan. Uyumadan önce de kapının kilidine baktım ama anahtarı bulamadım. Odanın anahtarını bulur musun? Bundan sonra uyumadan önce, kapımı kilitleyeceğim." Onu kollarıma doğru çekerken "2 gün daha dayan karıcığım, annemler geldiğinde odanın anahtarını sana veririm. Her gece uyumadan bir kaç kez kilitleyip, kontrol edersin" dedim. Kollarımdan kendini geriye doğru attıkça iki elimle onu kendime hapsediyordum. "Demir, ben neden uyumak istiyorum biliyor musun? Çünkü sürekli aynı şeyleri sana tekrar ediyorum ve bu beni yoruyor. Bırak be adam biraz laftan anla." "Seni bırakınca nelerin olduğunu görüyorum. Bundan sonra gözümün önünden ayrılmayacaksın. Annemler geldiğinde, aynı yatakta uyuyacağız zaten buna şimdiden hazırlık yapmış oluruz." Kendini arkaya doğru itip, gözlerimin içine baktı. Derin bir nefes alıp, kafasını iki yana salladı. Şimdi bitmeyen cümlelerini kurmaya başlayıp, ben susturana kadar susmayacaktı. "Demir, sana odada uyuyabileceğim bir alan istiyorum demiştim. Han gibi odada, yatak ve sandalye dışında hiçbir şeyin olmaması bir tesadüf mü yoksa bile isteye yaptığın bir seçim mi bilmiyorum ama yarın ilk işimiz, buraya küçük bir koltuk almak olsun. Ben onun üzerine sığıp uyurum, böylece kimse de şüphelenmemiş olur. Zorunlu olmadıkça sana temas yok dediğim halde, zorla beni kendine hapsediyorsun. İstemiyorum, bunu anlamak bu kadar zor mu?" Benden hiçbir cevap alamayınca bakışlarını yüzümde gezdirip konuşmasına devam etti. "Demir sen küçükken kafadan darbe aldın ama utandığın için anlatmıyorsun değil mi? Anlat inan ki gülmeyeceğim. Bu arada, sen neden hep pantolon ve gömlek giyiyorsun? Birde düğmelerin neden, o kadar açık dolaşıyorsun? Tamam anladık, ağır abileri oynuyorsun ama evde eşofman giyince inan bana, seni olduğundan tatlı göstermez. Yine aynı psikopat Demir olarak kalırsın. Bir daha yatağa, bu kadar açık düğmeyle girmeni istemiyorum." Asla susmuyordu. Dirseğinden güç alıp, biraz kalktı ve gömleğimin düğmelerini iliklemeye başladı. Konuştukça yutkunmakta zorluk çekiyor, kalbimin atışlarını engelleyemiyordum. Nefesi boynuma değdikçe gözlerimi kapatıp, dayanabilmek adına kıvranıyordum. "Beyza sen neden, bu kadar çok konuşuyorsun?" "Demir, sen neden sorduğum hiçbir soruya cevap vermiyorsun? Birde neden kalbin, göğüs kafesinden çıkacak gibi güm güm atıyor?" Konuyu dağıt Demir, kalbinin neden böyle attığını herhangi birisi rahatlıkla anlayabilecek iken, Beyza'ya açık açık anlatmadan anlamayacağını, anlattığında ise seni bu yatakta barındırmayacağını çok daha iyi biliyorsun. "Beyza havluyu açsam, biraz saçlarını okşasam olur mu?" Düğmemdeki elini hızlıca başındaki havluya götürüp sıkıca tuttu. "Ne münasebet Demir." Yapmak istediğim hiçbir şeye izin vermeyen hali, beni deli ediyordu. Alt tarafı saçını okşayacağım, ona bile hasret bırakıyordu. "Kalk çorban buz gibi oldu, çorbanı iç." "Üzgünüm ama hayatta soğuk çorba içemem. Hele ki karnımın hiç acıkmadığını düşünürsek, o çorbayı asla ağzıma sürmem." Yataktan kalkıp, tülbentini eline aldı. "Demir namaz kılmam gerekiyor, bana kıbleyi gösterir misin? Birde bundan sonra lütfen üst kata ayakkabılarınla çıkma. Bana kalsa eve ayakkabıyla sokmam ama sizin aile hayatınız buna ben karışamam. Lütfen söyle üst katı birileri varsa temizlesin, yoksa da beraber temizleyelim. Ben yalınayak evde dolaşmazsam, özgür hissetmiyorum." O her konuda benden çok farklıydı. Mesela burayı temizlemek bizim görevimiz olmadığı halde bunu yapabileceğimizi söylüyordu. Bakışlarım yüzünün her bir zerresinde dolaşırken, onu sevmenin bir nimet olduğunu daha iyi anlıyor, yutkunmamı sağlayan güzelliği ile bakışlarımı gözlerinde sabit tutmam gerektiğini biliyordum. Gözleriyle buluşan gözlerim kahveleri tarafından kuşanırken, tebessüm ederek konuşmasına devam ediyordu. "Tamam mı beyefendi? Bunu da karıcığın için yaparsın artık." Son söylediği sözle beni biraz daha kabul etmeye başladığını hissettim. Elinden tutup, onu namaz için hazırlatmış olduğum odaya götürdüm. İçeriye girdiğinde gözleri mutlulukla ışıldadı. Odanın içini gezip, incelemeye başladı.  Sizce deçok güzel değil mi? "Demir burası çok güzel. Benim için mi yaptırdın? Rengi, duvardaki kibar deseni, minderleri her şeyi harika!" Bana doğru koşup önüme geldi. Tekrar teşekkür ederek yanağını göğsüme koydu ve iki elini belime doladı. "Demir burada ikimizin namaz kıldığını düşünsene. Harika olmaz mı? Seninle beraber Kur'an-ı Kerimlerimiziburada okuruz. Ne olur yapalım. Hatta sen benim imamım olursun, bende sana uyarım. İki kişilik küçük cemaatimiz, bir bakarsın zamanla büyür ve buna annenlerde eklenir." Anlattığı şeyler bana o kadar uzaktı ki hem nasıl yapacağımı hem de nereden başlayacağımı bilmiyordum ama o, bunların hayalini bile anlatırken çok mutlu oluyor, kendi isteğiyle bana sarılıyordu. "Ben dediğin hiçbir şeyi yapamam Beyza. Hem yapmaya hazır değilim, hem de nasıl yapılacağını bilmiyorum." Sıkı sıkıya sarıldığı kollarını gevşetti ve bir adım geriye gitti. İşte yine benden uzaklaşmaya başlamıştı. Farkında olmadan hayalini kurduğu eşi, bana anlatmıştı ama ben, onları yapabileceğimi asla sanmıyordum. "Bu hayat tabii ki senin hayatın Demir ama ben, sana öğretsem yavaş yavaş bir şeyleri düzeltmeye başlasan yine de istemez misin?" Yanına gidip, yüzünü ellerimin arasına aldım. Yapmak istediğini anlıyordum ama beni Beyza ile bağlayan tek şey, ona duyduğum aşktı. Yaşantılarımız birbirinden çok farklıydı ve zaten bu benim kendimi düzeltmiş halimdi. "Karıcığım, bu söylediklerine hiç ihtimal vermediğim için bunun sözünü de sana veremem ama yine de bana öğreteceğin şeyleri dinler, öğrenmeye çalışırım." "Söz mü?" Yanağındaki ellerimi indirmeden onu kendime doğru çektim ve alnından öptüm. Dudaklarımı uzun bir süre oraya mühürlediğim sırada sabırla ne diyeceğimi bekliyordu. "Söz karıcığım." "Sana inanıyorum Demir. Neden bilmiyorum ama beni hayal kırıklığına uğratmayacağını düşünüyorum. Şimdi ben abdestimi alıp, namazımı kılayım." ⌛ Namazımı kılıp, secdede uzun bir süre duamı ettim. Kendimi uzun süre sonra ilk defa huzurlu hissediyordum. Namaz odasından çıkıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Mutfaktan tarafından sesler geldiğini duyunca oraya doğru gittim. Tam hatırlamasam da geldiğim ilk gün kapıyı açan 2 kadını işlenirken gördüm. "Merhaba kolay gelsin." Kadınlar ellerinde ki işi bırakıp, bana doğru döndüler ve ellerini birleştirip, sessizce cevapladılar. "Teşekkür ederiz hanımım, bir emriniz mi vardı?" Verdikleri cevaba ve tavırlarına çok şaşırdığım için istemsizce kaşlarım yukarıya doğru kalktı. Ben ancak rica ederek bir şey isteyebilirdim. Emir vermek tabiri çok ağır bir söz olurdu. "Estağfurullah ne emri, sadece sesler geldiği için bakmak istedim. Burada olduğunuzu bilmiyordum. Bu arada benim adım Beyza, sizlerin isimlerinizi öğrenebilir miyim?" Yaşça büyük olan teyzenin ismi Esra, genç olanın ismi ise Kader'miş. Kader benimle aynı yaşlarda görünüyordu. Onlar konuşurken ocağın üzerinde duran tencereyi gördüm. Kapağını açıp baktığımda çorba olduğu anladım ve ocağın altını yakıp, tezgahın üzerine zıplayıp oturdum. Bir elimle çorbayı karıştırırken, soru sormayı da ihmal etmiyordum. "Kader sen kaç yaşındasın? " "23 yaşındayım hanımım." Yine hanımım demişti. Bizimde evimizde de 4 tane çalışan ablamız vardı ama evde kimseye hanımım, beyim lafını kullandırmazdık. Karşımızda ise kesinlikle bu şekilde el pençe durmazlardı. Onlar bana kızım derdi, bende onlara teyze veya abla diye hitap ederdim. "Kader bir daha bana hanımım demeni istemiyorum. Beyza demen yeterli. Siz böyle davranınca kendimi çok tuhaf hissediyordum." Başını öne eğdi ve hiçbir şey demedi. "Kader rica etsem, bana çorba kasesi verir misin? Evin yabancısı olduğum için nerede olduğunu bilmiyorum. " "Tabii hemen veriyorum hanımım." Onlar öyle konuştukça bir el kalbimi sıkıyor, yanlış bir izlenim verdiğim için mi bana hanımım diye hitap ediyorlar diye kendimi suçluyordum. "Aşk olsun, ben yaşlı mı görünüyorum? Hanımım aşağı, hanımım yukarı deyip duruyorsunuz. Sadece Beyza veya Beyza abla, hangisini demekten hoşlanıyorsan onu söyle." Esra teyze yanıma gelip, "Siz yapmasanız hanımım biz yaparız. Şimdi yorulacaksınız. Demir Bey siz hastasınız diye ses çıkarmamızı bile istemiyor. Sizi iş yaparken görürse bize çok kızar" dedi. "Hiçbir şey demez Esra teyze merak etme. Derse de ben açıklamasını yaparım, siz merak etmeyin ama ne olur, sizde bana Beyza kızım deyin, hepimiz burada aileyiz." Kafasını yere eğip durduğu sırada bu evin kesinlikle bizim eve benzemediğini bir kez daha anlıyordum. Şu an sırf tezgahta oturduğum için Fadime ablanın beni azarlayıp kızması, benimde ponçik yanaklarını sıkarak "Ben de bulunmaz bir nimet olduğum için yerim tezgah üstü" diyerek dalga geçmem gerekiyordu. Aklıma gelen bu detayla gülümseyerek, ısınan çorbadan kaseye bir kepçe koydum ve sıcak sıcak içmeye başladım. "Oo Esra teyze, çorba çok lezzetli olmuş, ellerine sağlık. " "Afiyet olsun Beyza kızım, ne zaman istersen yaparım." O esnada Demir içeri girdi. Demir'in içeriye girdiğini gördükleri an ikisi aynı anda hazır ola geçti. Onların yüz ifadelerini inceliyor, neden bu kadar gerildiklerini anlamıyordum. Demir'in kısa süreli mutfakta dolanan bakışları beni bulunca kafasını sorgular şekilde hafif yana doğru eğdi. "Sen neden tezgahta oturup, çorba içiyorsun?" Sorusunu daha cevaplayamadan çatılan kaşlarıyla yönünü Esra teyzelere çevirdi. "Hemen içeri servis açın" dediğinde araya girdim. "Alt tarafı yarım kase çorba içeceğim Demir. Neden burada Esra teyzelerin yanında içmek yerine, oraya gideyim?" Cümleme gülümseyerek devam ettim. "Hem gelsene çorba çok güzel olmuş, sende tadına bakmış olursun." Yanıma doğru gelip önümde durduğunda kaseden bir kaşık alıp, ona içirdim. Gözlerimin içine bakıp, sonra bakışlarını tekrar çorba kasesine götürdüğü için bir kaşık daha içirdim. Yine gitmeyince dayanamayıp, söylenmeye başladım. "Demir tadına baksana dedim, çorbamı bitirsene demedim. İstiyorsan sana da bir kase çorba doldurayım." Ses çıkarmayınca Kader'den bir tane kase istedim. Getirdiği kaseyi tebessümle elinden alıp, tencereden çorba doldurdum ve Demir'e uzattım. "Bunları neden sen yapıyorsun Beyza? Kendini yormaman gerekiyor." "Alt tarafı oturduğum yerden, bir kase çorba doldurdum Demir. Bunu da yapamayacaksam öleyim. Ne o öyle?" "Mutfağı boşaltın, yalnız kalacağız!" Demir'in sert çıkan sesiyle iki çalışan işlerini yarıda bırakarak "Tamam efendim" deyip hızlı adımlarla mutfaktan gittiler. Şaşkın bakışlarımı mutfaktan çıkan çalışanlardan Demir'e doğru çevirdiğim zaman dizlerimin dibinden ayrılmadığını gördüm. "Demir, neden öyle emrivaki konuşuyorsun? Sen onların işverenisin, onlarla konuşurken daha özenli davranmam gerekiyor." "Tamam şimdi onları boş ver, bana biraz daha çorba içirir misin?" "Neden senin elin tutmuyor mu? Hani benim yorulmamam gerekiyordu?" İki elini tezgaha koyup, bir şey demeden gözlerimin içine baktı. Benim iyileşmem için uğraşıyordu ama onunda bakıma ihtiyacı vardı. Hâlâ gözlerinin altı mor, yüzü solgundu. Çorbadan bir kaşık ağzıma götürürken, kıyamadığım için ona uzattım ama bu bir kaşıkla son bulmadı ve kasedeki çorba bitene kadar devam etti. "Çorba bitti. Biraz daha istiyor musun?" "Aslında biraz daha içsem, iyi gelir." "Ben, sana bir kase daha çorba doldurayım, sen de tatlı veya dondurma var mı diye dolaba bakar mısın? Canım çok çekti." Kafasını tamam anlamında salladığında onun için kaseye çorba koydum. Demir buzdolabının kapağını kapatırken "Tatlı yok, gelip yapmalarını söyleyeyim. Canın ne çekti?" diye sordu. "Saçmalama Demir, tüm gün çalışıp yoruluyorlar, bu saatte söylemek saygısızlık olur." "Onların işi bu, canın çekmişse konu kapanmıştır. Esra, Kader!.." Yerimden hemen indim ve elimi ağzına götürüp kapattım. O sırada iki çalışanda geldi. Elleri yine önlerinde bağlıydı. "Buyurun efendim." "Bir şey yok Esra teyze, siz artık gidip dinlenin, biz de şimdi uyumaya çıkacağız." Demir'e bakıp onay istediler. Demir'in onay vermeye niyetinin olmadığını görünce diğer elimi de başının arkasına koyarak, kafasını evet anlamında salladım. "Gördünüz, Demir de gidin dedi. İyi geceler, Allah rahatlık versin." Onlar çıktıktan sonra, ellerimi Demir'den uzaklaştırdım. Hiçbir şey demediği için ona arkamı dönüp doldurduğum kaseyi masanın üzerine bıraktım. Acaba şimdi büyük ailem ne yapıyordur diye düşünürken burnumun direğinin sızladığını hissettim. Ben, öyle ya da böyle Demirle evlenmiştim evlenmesine ama onu eşim olarak kabul edecek karakterde bir kişi asla değildim. Gerçi bu evliliğin nasıl gerçekleştiği ortadaydı ve ben, ona her şeyi açık bir şekilde ifade etmiştim. Yani bu üzerimde hiçbir hak talep edemeyeceği anlamına geliyordu. Saçmalama Beyza! Sen, onun eşisin, nasıl senin, onun üzerinde hakkın varsa onun da senin üzerinde hakkı var. İnsan kendi iç sesine bile öfkelenir mi? Ben öfkeleniyor ve içten içe yine kendime cevap veriyordum. Kapat çeneni! Bu evlilik normal şekilde başlamış gibi davranmayı kes! Bu evliliğe girme nedenim ona eş olmak için falan değil. Kendimi ne olursa olsun ondan koruyacağım ve kendi yoluma bakacağım. İçimdeki savaşı sonlandırmak ister gibi derin nefes alarak çorba kasemi sudan akıtarak bulaşık makinasına yerleştirdim. Ne olursa olsun bu ruh halinden kurtulmam gerektiğinin bilincinde olduğum için besmele çekip "Allah'ım sana sığınıyorum. Doğru olana tutunmam için bana güç ver" diye dua ettim. Düşüncelerden sıyrılıp yıkadığım ellerimi kurularken arkamı döndüm. Mutfak tezgahına doğru yaslandığım zaman Demir'in dikkatli bir şekilde beni izlediğini gördüm. "Sizin evde de çalışanlar vardı Beyza, onlarada mıböyle davranıyorsun?" Tebessüm ederken, elimdeki peçeteyi çöpe attım. "Evet Demir. Bizim evin çalışan sayısı daha fazla ve ben kendimi bildim bileli böyle davranıyorum. Yapabileceğim bir şey varsa yaparım, eğer bulaşık aşırı derecede çoksa ya sofra taşımaya ya da bulaşık yıkamaya yardım ederim. Tabii bunda annemin beni yetiştirme tarzı da çok etkiliydi çünkü bizim ailemiz için statünün hiçbir önemi yoktu. Öyle olunca annem maddi durumu olmayan bir aileye gelin olarak gidersem diye beni bu şekilde yetiştirdi. İyi ki de öyle yetiştirmiş Demir, annem çok ince düşünen bir kadındı ve o çok çok güzeldi ama onun herkesi etkileyen yanı aşırı derece de merhametli oluşuydu. Merhametli olduğu içinde kimseyi kırmamak adına çok uğraşırdı ve olaylara değişik açıdan bakardı. İşte bizim aile için statünün hiçbir önemi olmadığından dolayı çalışanlarla biz aile gibiyiz. Sizinkiler bana hanımım dedi. İnanabiliyor musun?" Önündeki çorbaya dokunmadan beni dinliyordu ama onun için statünün önemli olduğunu gösteren tarzda "Sen zaten onların hanımısın. " diyordu. "Saçmala Demir, ne hanımı? Olsam olsam birinin ablası, birinin kızı olurum. Rızıklarını bizim vasıtamızla kazanıyorlar diye, kendimizi yükseltecek hitaba gerek yok. Allah katında hepimiz eşitiz Demir, bunu sakın unutma. Zenginin fakire, herhangi bir ırkın diğer ırka üstünlüğü yok, üstünlük sadece takvadadır." "Takva?" "Allah'a karşı gelmekten, dünya ve ahirette insana zarar verecek inanç, söz ve davranışlardan, günahlardan sakınmak anlamına geliyor. Yani diyor ki Demir Bey, dünya servetini kullanırken böbürlenme, sana kimin onu nasip ettiğine bak. İnsanları küçümseme, makam mevkiye aldanıp, kul hakkına girme, yoksa kalıcı azap var. Kendini biran önce topla, seni yaratanasecde et." Cümlelerimden sonra Demir hiçbir tepki vermeyince "Hiçbir tepki vermedin? Anlamadın mı?" diye sordum. Kaşları kalkmış, öylece düşünüyordu. Yanına doğru gidip, çorbadan bir kaşık aldım ve dudağının kenarına götürdüm. Ağzını açıp içti ama düşünce deryasına dalmış olduğu çok belliydi. Düşün Demir, düşün... Düşünmekten zarar gelmez. Güce, paraya, mevkiye çok güvenmemen gerektiğini anla... Çorbasını içirdikten sonra, tabağı makinaya yerleştirdim. Mutfaktan çıkmak için yanından geçerken, parmaklarımı saçlarının içine geçirip karıştırdım. "Aferin böyle ödevine çalış, akıllı bıdık." Kafasını döndürüp bana baktı. Saçları dağılmış, gözlerinin üstüne düşüyordu. Ayağa kalkıp, yanıma doğru geldi. "Hadi uyuyalım. 5 gündür uyuduğum söylenemez." "Demir hasta olacaksın, kendine dikkat et ne olur. Bu arada benim telefonum, çantam yanımda değil. Telefonunu versene bizimkileri arayıp, sesini duyayım, sonra da Tuğba'yı arar kız kıza biraz çene çalarız." Cümlemden sonra bakışlarını yüzümde gezdirip, hiç beklemeden elimden tuttu ve beni merdivenlere doğru götürdü. "Merak etme, şu an telefonlarımızın çekmediği bir yerde balayındayız." "Aslında iyi ki öyle demişsin, yoksa hepsi boş yere telaşlanacaklardı." Merdivenlerden çıkmaya devam ederken "Canım çok sıkıldı Demir. Bana kitap verir misin? Bari biraz kitap okuyup öyle uyuyayım." dedim. "Tamam odaya çıkalım, başucumdaki çekmecede yeni bitirdiğim kitap var, onu okursun." Odaya girdiğimizde çekmeceden kitabı çıkarıp, bana verdi. Kitaba birazcık bakmam, kitaptan korkmam için yeterli olmuştu bile. Böyle kitapları sadece Trabzon'a gittiğimde okuyabiliyordum. Diğer türlü okuduğum zaman uyuyamıyor, soluğu Tuğba'nın yanında alıyordum. Gerçi Trabzon'da da Zehra'nın odasında okur, uzun bir süre onunla uyurdum. "Ne o korktun mu?" Evet korktum de sakın gurur yapma. Yoksa geceyi uykusuz geçireceksin. Bu evde ilk defa kalacaksın, rahat dur ve korktum de veya okumak istemiyorum de. Hadi kızım yapabilirsin. "Ne diye korkacağım. Senin karşında çocuk mu var?" "Hadi bakalım, cesaretine hayran kaldım. Ben bile okuduğumda ürpermiştim." Neyse okuyor gibi yapar, gözümü yumarım veya içimden şarkı söyler, gözümü sayfalarda gezdiririm. "Hadi şimdi odamdan dışarıya çık Demir. Keyif yapacağım." "Saçmalama Beyza, bugün hastaneden çıktık ve gece senden haberimin olması gerekiyor ama yine de ayrı yatacağım diyorsan da sırtıma attığım gibi seni hastaneye götürür orada yatırırım." Hastane kokusunda uyumak mı? Tövbeler olsun! Demirle bu odada uyurum bin katdaha iyi en azından rahat nefes alırım. Sırıtarak "Tamam tamam, sadece şaka yapmıştım." dedim ve yatağın üzerindeki yorganı elimle tutup konuşmaya devam ettim. "Al yorganı yere yat Demir veya sen çok uykusuzsun, bugün ben yerde yatarım. Şu yatak işini de lütfen bir an önce çöz." Yorganı alırken, kolumdan tuttu ve beni yatağa oturttu. Elime kitabı verdikten sonra hızla üzerimi örtüp, üstünü bile değiştirmeden yatağın içine girdi. "Demir hâlâ üzerinde gömlek ve pantolon olduğunun farkında mısın? Böyle rahat edemezsin ki senin yerine ben rahatsız oldum. Hadi kalk üzerini değiştirip rahat edebileceğin bir şeyler giyin." "Çok uykum var. Kalkacak halim yok Beyza." O gerçekten çok uykusuz ve yorgun görünüyordu. Kafamı olumlu anlamda sallayıp "Tamam ama dikkatli yat. Benim tarafıma geçme, anlaştık mı?" diye sordum. Gözlerini tamam anlamında kapadıktan sonra önüme döndüm ama bir kitaba, bir Demir'e bakıyor, korkudan da yutkunuyordum. Bana baktığını görünce kitabı açıp, okuma taklidi yaparım diye düşünürken, tam olarak kitabı okumaya başlayıp, korkuyla elimi ağzıma götürmüştüm bile. Bırak okuma dedikçe merak ettiğim için okumaya devam ediyordum. Olmadı sabah namazına kadar okur, namazı kılıp yatarım, hem hava aydınlık olacağı için korkmamış olurum diye kendime telkinler verdim. Gözlerim kapanana kadar, okumaya devam ettim. Odada saat olmadığı için Demir'in başucunda duran, telefona uzandım ama ona dokunmadan almam imkansızdı. Yerimden kalkıp, komodinin önüne doğru gittim. Telefona uzanmadan önce, gözüm Demir'e kaydı. Saçları alnına dökülmüş, sert mizacı yine yüzünde, derin derin uyuyordu. Parmaklarımı alnındaki saçlara götürüp, yavaşça arkaya doğru attım. Bu oyuna niye girdiğini, bazen anlayamıyordum. Beni takıntı haline getirdiğini elbette sözlerinden kolaylıkla anlayabiliyordum. Söylediği gibi o, istediği her şeye sahip olmak isteyen bir adamdı ve beni sahip olabileceği bir eşya olarak görüyordu. Savurduğu tehditleri, öfkesi, kırıp dökmesi bu düşüncemle örtüşüyordu ama elinin üzerindeki kabuk tutmamış yaraları, gözlerinin altındaki morlukları ve solgun hali buna ters düşüyordu. Yine kendime cevabını bildiğim soruyu soruyordum. Çevremdeki herkes, onun bana aşık olduğunun, çok net göründüğünü söylüyordu. Buna Ayaz da dahil. Şimdi neden Ayaz'dan başka örnek verecek kimseyi bulamamıştım ki?.. Yere oturup, dizlerimin üzerine başımı koydum. Kollarımla dizlerimi kavrarken yine kendimi yalnız hissediyordum. Hiç gelmeyecek mutluluğu beklerken, burada solup gidecektim ama ben, onun yanında solup gitmek istemiyordum. Oysa ben, Demir'i tanımadan önce çok mutlu bir kızdım. Çocuklarla oyunlar kuran, ailemin tüm üyelerine durmadan şaka yapan, şen şakrak biriydim. Şimdi ise günlerimin çoğu depresif halde, ağlayarak geçiyordu. Bir şekilde ayağa kalkıp, kaldığım yerden devam etmek için çabalıyordum ama günün sonu gözlerime dolan yaşlarla bitiyordu. Bazen içimden teslim olup, onun karısı olduğunu kabul et ve direnmeyi bırak diye geçiriyordum. Sonrasında ise midem kramplar eşliğinde bulanmaya başlıyordu ve kendime hep aynı cevabı veriyordum. "Gerçekten bu kadar mı çaresiz kaldın? Seni sevmeyen ve sahip olacağı bir eşya olarak gören bir adamın karısı olacağına git öl, daha iyi!" İçimde bin bir karaktere bürünmüş benliğim, sürekli konuşuyordu. Artık iç sesimi duymaktan bile yorulmuştum. O sesleri, içimde yükselen dua ile susturmaya çalıştım. "Allah'ım isyan etmek istemiyorum. Bulunduğum karanlıktan beni kurtar. Çıkmam için yolumu aydınlat. Yoksa ben karanlıkta kalan ruhumla tekrar uyuyup uyanmamak için dua edeceğim. Bana yakışmayan bu dua da teslimiyetim zarar görecek. Ne olur bana çıkış kapısını göster Allah'ım." Oturduğum yerden telefonun saatine bakmak için uzandım. Tuşa basmamla Demir'in elimi tutması bir oldu. "Sadece saate bakmak istemiştim." Uykulu olmasına rağmen öfkeli görünüyordu. Telefonu kendine doğru çevirip saate baktı. "Telefonuma bir daha asla dokunma!" Alt tarafı sadece saate bakacaktım, neden böyle tepki verdiğini kesinlikle anlamıyordum. Saati söyleyince vaktin girip girmediğini bilmediğim için internetten vakit saatlerine bakmam gerekiyordu. "Telefonunu yemedik. Yarın ilk işin beni evime bırakmak olsun. Telefonum, çantam, arabam hiçbir şeyim buradayok. Şimdi o sinir bozucu gözlerini açta, internetten imsak saatine bak, ona göre namaz kılacağım." "Senin evin burası, benden başka hiçbir şeye ihtiyacın yok." Sabaha karşı bile bu adamla kavga ediyor olmak, sinir bozucu oluyordu. Tek gözüyle imsak saatine bakıp, girdiğini söyledi. Abdest almak için kalkarken, onun bu öfkeli haline katlanamıyordum. "Asıl benim, senden başka her şeye ihtiyacım var." Cevap vermeden, banyonun kapısını sertçe kapattım. İçerden söylenme sesleri geliyordu. Abdest alıp, namaz odasına gittim ve namazımı kılıp, duamı ettim ama hiçbir şey yapmadığım halde bana o şekilde davrandığı için öfkelenen asi yanımı dizginleyemedim. Burasının uyumak için gayet elverişli olduğunu fark edince odaya gidip, sinirle Demir'in üzerinde ki örtüyü aldım. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" "Örtüyü alıyorum, senin gibi demir bir adamın üşüme ihtimali yok. Şimdi iki büklüm uyu. Şu yatak işine de bir çözüm bul. Sana gerçekten tahammül edemiyorum!" Örtüyü alıp, namaz odasına gittim ve üzerimi örtüp uyumaya çalıştım ama gözüme bir damla uyku girmedi. Havanın aydınlanmak üzere olduğunu görünce odaya gidip, eşyalarımı aldım. Çok uykusuz olduğu için derin uyuyordu. Üzerimi değiştirdikten sonra alta indiğimde mutfaktan sesler geliyordu. "Günaydın Esra teyze, bir tane taksi çağırabilir misiniz?" "Bu saatte hayırdır kızım. Demir Bey'in haberi var mı?" "Hayır, haberi yok Esra teyze. O uyuyor. Siz çağırmak istemiyorsanız, buranın adresini vermeniz benim için yeterli." Esra teyze korku dolu sesiyle "Kızım, Demir bey çok kızar." dedi. "Ama ben onun kızmasıyla ilgilenmiyorum Esra teyze, sadece bir an önce buradan gitmek istiyorum." Onu arada bırakmak istemiyordum ama bir an önce buradan çıkmam gerekiyordu. Bana yardımcı olmayacağını anladığım an, dış kapının oradaki çekmeceleri kurcaladım ve 6 tane araba anahtarı buldum. Hepsini yanıma alıp dışarı çıktım. Kapının önündeki arabanın kilidi açılana kadar hepsine sırayla bastım. Sonunda anahtarın bir tanesi kilidi açınca arabanın koltuğuna oturup, tüm anahtarları yanımdaki koltuğa attım. Şimdi özgürlüğüme rahatça kavuşacak, buradan bir an önce uzaklaşacaktım. Hareket etmeden önce arabayı kendi kullanacağım şekilde ayarlamam gerekiyordu. Koltuğu kendime göre ayarlarken, bu adam arabayı yatarak kullanıyor olmalı diye düşündüm. Koltuk arkaya doğru çok fazla yatmıştı. Bir kez daha aramızdaki boy farkını, çok rahat bir şekilde hissetmiştim. Ayağımın gaz pedalına ulaşması için 15 cm daha uzamam gerekiyordu. Demirin rahat bir şekilde kullandığını düşünürsek, aradaki boy farkı çok daha fazla olmalıydı. Koltuğu ayarlayıp, arabayı çalıştırdığımda Demir kapıdan çıkmış yalın ayak, dağılmış saçları ile merdivenlerden üçer, dörder atlıyordu. Arabanın içinde güvende olduğum için bu hali bana sevimli bile gelmişti. Şimdi onu sinirlendirip, daha da kızdırma vaktiydi. Bir iki kez kornaya basıp, ilerledikten sonra camı açtım ve bağırmaya başladım. "Sana asla boyun eğmeyeceğim Demir ERDEM!" . . . Sakın ona boyun eğme balım. Yazarın arkanda git doya doya hayatını yaşa. Yalnız dikkatli davranmaya özen göster ki demir adam seni bulmasın. |
0% |