@hanifta_hanim
|
"Sana asla boyun eğmeyeceğim Demir ERDEM!" Arabayla uzaklaşırken dikiz aynasından sinirden köpürmüş hali, çok net görünüyordu. Onu arkamda bıraktığım için mutlu hissediyordum. Beni zorla soktuğu bu evlilikte bana emirler yağdırıp, sesini yükselterek hiçbir şey yaptıramayacağını anlaması gerekiyordu. Yol kenarında bulduğum ilk yerde, telefon kullanmak için izin alıp Tuğba'yı aradım. Birkaç günlük eşya alıp çantamı, telefonumu almasını ve arabamla söyleyeceğim yere gelmesini söyledim. Eğer buradan direk eve gidecek olsam, ben eve varmadan Demir çoktan varmış olurdu. Sakin bir şekilde plan yapıp, buradan uzaklaşmam gerektiğini biliyordum. Söylediğim yere geldiğimde arabadan inip, Tuğba'yı beklemeye başladım. Demir'in arabası, Ali Asaf ağabeyimin arabasıyla aynıydı. Dudak uçuklatan bir fiyata aldığını biliyordum. Bana yaptıklarını düşününce Demir'e küçük bir hatıra bırakmak istedim. O esnada Tuğba geldi. "Kuzum hayırdır?" "Arabaya geçince anlatırım. Bozuk paran varsa verir misin?" Cüzdanından çıkarıp, bana doğru uzattı. Elinden parayı alıp, arabayı boylu boyuna çizerken çıkardığı ses, beni rahatlatıp gülmeme neden olmuştu bile.  Demir'in en önem verdiği arabası ;) Demir'in en sevdiği gözbebeklerinden bir tanesine imzamı atıyor, bunu gördüğünde yüzünde oluşan şekli tahmin edebiliyordum. "Beyza yapmasana, o araba servet değerinde, hatta servetten çok daha fazlası." "İyi işte servetine eşi olarak imzamı atıyorum. " Tebessüm ederek, arabaya bindim ve birbirimize sıkıca sarıldık. Onu ne kadar çok özlediğimi sarılınca daha iyi anladım. "Canım sen arabayı sürmeye başla ki vakit kaybetmeyelim. Bende telefonumu alıp gidebileceğimiz bir yer bulayım." Tuğba arabayı sürmeye başladı ama bir yandan da merakla bana bakıyordu. Ben de telefondan kalmak için sakin bir yer arıyordum. Ara ara elimin üzerini acısa da kaşıyordum. "Senin elinin üzerine ne oldu? Ver bakayım elini." Elimi alıp önüne doğru çekti. Damarımın üzerindeki yarayı görünce, ne olduğunu sordu. Tabii ki ona her şeyi anlatıp, üzmeyecektim ama bir şeyleri anlatmak zorundaydım. "Yeni düzene geçmek pekte kolay olmuyor canım, ister istemez stres yapıyorsun. Birde üzerine yemek yemeyince biraz rahatsızlandım ama merak etme önemli bir durum değildi." "Yapma şunu Beyza. Kendine biraz da olsa dikkat et. Son günlerde çok solgun görünüyorsun." "Dikkat ediyorum kuzum. Bak işte seninle tatile çıkıyoruz." Tuğba gözlerini devirirken sesini de alaylı bir tona getiriyordu. "Ee Demir Bey, nasıl oldu da onsuz tatile çıkmana izin verdi? Beyefendi senin yanından ayrılmıyordu." "Ondan izin aldığımı mı düşünüyorsun? Beni komutlarına uymak için tasarlanan bir robot sanıyor. Bende ona, komutlarına nasıl uyduğumu göstererek anlatıyorum." Tuğba yanındaki arabayı sollarken "Çok olmasa da arada bir Demir için üzülüyorum" dedi ve bakışlarını kısa süre üzerimde dolaştırıp kahkaha atmaya başladı. Dudaklarımı sabit tutmaya çalışsam da kahkahasına eşlik etmem uzun sürmemişti çünkü Demir, beni seçerek en az benim kadar kendi başını da belaya sokmuştu. Tuğba ile bir yer kararlaştırıp, oraya doğru gitmeye karar verdik. Sezon kapandığı için çok kalabalık olmamasını umut edip, yer ayırdık. "Telefonumda okunmamış mesajlar, bildirimler çok fazla inşallah kötü bir şey yoktur. " "Canım tabii sen internete, televizyona bakamamışsındır. Hâlâ gündemde magazincilerin haberleri var." Merakla mesajları okumaya başladım, herkes gördüğü haber linklerini atmıştı. "Demir ERDEM aşkını haykırırken, gelin hanım suskundu." "Gecelerin aranan adamı, aşık olup evlendi. " "Asi güzel, muhabirlere ayar verdi." "Akmanlar Holding'in gözbebeği, hercai adamı yola getirdi. " "Makyajsız güzel, herkesi kendine hayran bıraktı." "Karısını, elleriyle besledi." Gelen linklere şaşkınlıkla bakarken "Tuğba bunlar ne? Bunların başka işi yok mu?" diye sordum. "Canım bunlar sadece gazeteye çıkanlar. Asıl videolarınız üzerinden çok yorum yapıldı. Demir'in sana bir şeyler yedirmek için uğraşması ve senin zoraki aldığın bir lokmaya kadar konuştular. Genel olarak Demir'in sana aşık olup senin peşinden koştuğunu, uzun süredir gece hayatında bu yüzden olmadığını söylediler. Tabii magazin muhabirlerine verdiğin ayarda çok konuşuldu. Türkiye'nin zengin ailelerinden olup, magazinden uzak durmayı seçtiğin için çoğu yorumcu seni haklı buldu. Hımm birde yüzünde bir gram makyajsız, bu kadar güzel görünmeyi başaran, ender insanlardan olduğunu söylediler. " İnsanların bu kadar işsiz olabileceğini düşünmediğim için "Şaka mı?" diye sormama hiç şaşırmadım. " Canım bizim, magazinle işimiz olmadığı için bilmiyormuşuz. Sen araştır deyince Demir'i araştırdım. Adam sıklıkla magazinin gündemindeymiş, özellikle Amerika'da mekan çıkışları çekilen çok sayıda fotoğraf var. Bir tek Türkiye'de değil, oranında magazininde yer alıyormuş. Çantamda birkaç çıktı var." Merakla Tuğba'nın çantasına uzandım. Elimin üzerini kaşıdıkça ağrısı artıyor ama kaşımadan da duramıyordum. Kağıtları çantadan çıkarıp, okumaya başladım. Sadece başlıklara bakmam bile onu tanımam için yeterli oluyordu. Genel olarak başlıklar; yakışıklı, karizmatik, zengin, çapkın, gece hayatına düşkün, kadınların arzuladığı adam olduğuyla ilgiliydi. Hatta gömleğinin açık bıraktığı düğmelerine kadar, hakkında magazin haberi yazılmıştı. Başımı ellerimin arasına alıp, öylece düşünmeye başladım. Nasıl bir adamla evlendiğimi çok daha iyi anlamış, hayal kırıklığım daha fazla artmıştı. Kesinlikle bu evliliği bitirmek için bir şeyler bulmam gerekiyordu yoksa bende hevesini aldıktan sonra arkasında bıraktığı kişiler arasına eklenecektim. Derin bir nefesle beraber düşünceler arasında kayboluyordum. Ahh bir de acaba bana aşık mı diye kendime sorular soruyor, onu anlamaya çalışıyordum. Ben kesinlikle aptalın tekiydim! Açıkça söylediği "Ben kimi istediysem onu aldım, şimdi sen de onlardan biri olacaksın" sözünü unutup benimle evlenmesine başka nedenler arıyordum. Oysa ki adam baştan beri açık açık benimle neden evlendiğini açıklamıştı. İşte tekrar hatırladığım bu cümleyle kendimi çok çaresiz ve Demir'e karşı öfkeli hissediyordum ama kalbimin arkalarında da bir yer acıyordu. Onlarca kadınla birlikte olduğu gerçeği yüzüme tokat gibi çarparken, tecrübeli, utanmaz ve arsız hallerinin nereden geldiği de artık açıkça görünüyordu. Ne bekliyordun ki Beyza, senin gibi temiz kalıp kendini eşine mi saklayacaktı? Senin kaçtığın günahlardan o da mı kaçacaktı? Bencil, pislik adamın teki diye düşündüğüm sırada kalbimde gitgide büyüyen bu acıyı bertaraf edip, biran önce silmem gerektiğini biliyordum. "Kuzum tüm haberlere baktım. Magazinde ki yeri, bizim şirkete ortak olmadan 10-15 gün öncesine kadar. Sonrasında tek bir gazete veya sitede dahi haberi çıkmamış. Yani sen, onun hayatına girdiğin günden beri, gece hayatında yok. Üzülmeni gerektiren herhangi bir durum yok Beyza, lütfen haberde çıkanlara takılıp kalma." Öyle de olsa, bu kabarık geçmiş bana çok fazlaydı. Onu sevebilme ihtimalim varsa bile bugünden sonra sıfırlanmıştı. "Neyse Demir'i konuşmak için kaçamak yapmıyoruz. Kız kıza takılıp, biraz kafa dağıtmamız gerekiyor" deyip konuyu değiştirdim. Uzunca bir muhabbetten sonra gideceğimiz yere vardık. Giriş işlemlerini halledip, odalarımıza yerleştik. Çok uykum olduğu halde, özgürlüğümü doyasıya yaşamak istediğim için uyumayı tercih etmedim. Hemen oda da üzerimi değiştirip odadan çıktım. Tuğba'nın kapısını bir iki tıklattıktan sonra, sahilde onu beklediğimi söyleyip, kapıdan ayrıldım. Denizin kenarına doğru giderken, rüzgar tenimi okşuyor, ben ise kendi etrafımda özgürce dönüyordum. Denize yaklaştığımda, terliğimi kumların üzerine çıkardım ve ayaklarımı denizin mavi serinliğine teslim ettim. Denizin ayaklarımda bıraktığı serinlikle, yaşadığım sıkıntıları denizin derinlerine akıtmak istedim. Güneşin tenimde bıraktığı kararında sıcaklıkla gözlerimi kapattım. Dalgaların sesi, kulaklarımda şiire dönüşürken dudaklarım yukarı doğru kıvrılarak şairine şükrünü sunuyordu. Tuğba'nın yanıma doğru geldiğini görünce onu da ayaklarını denize sokması için yanıma çağırdım. "Hayır, denize ayaklarımı sokmak istemiyorum." Koşarak yanına gittim ve ellerinden çekmeye başladım. İçinde bulunduğu özgürlüğü, sonuna kadar yaşaması ve bundan lezzet alması gerekiyordu. "Seni çok eğlendireceğim bayan mızmız, rahatlayınca ne demek istediğimi anlayacaksın." Beraber ayaklarımızı denize sokuyor, gelen dalgalarla beraber ıslanmamak adına kaçıyorduk. Yorulana kadar, sohbetlerimiz ve kahkahalarımız eşliğinde bunu tekrarladık. Sonra sahilin sıcak kumunda oturup, ayaklarımızın kumla ısınmasını sağladık. Kumu avuçlarımın arasına alıp, hafif aralayarak akışını izlemek her zaman olduğu gibi keyif veriyordu. Uzun bir süre oturduktan sonra acıktığımız için aperatif bir şeyler alıp, yeniden burada yemek için kalktık. Sonbahar ayında olduğumuz için kumun sıcaklığı harikaydı. Terliklerimizi giymeden işletmenin kafesine gittik. "Kolay gelsin, 2 tost ve büyük boy çay alabilir miyim? Bir tanesinin ketçap ve mayonezi bol olsun." Siparişi söyledikten sonra soru sormak için kafamı Tuğba'ya doğru döndürdüm. "Tatlı yemek ister misin?" O sırada sipariş vermek için gelen bir adam, arkadaşıyla konuşurken geri geri yürüyordu. Bana çarpacağını anladığım an "Durun!" diye bağırıp, kenara doğru çekilmeye çalıştım ama ayağımı kurtaramadım. Kazulet ayaklarıyla, güzelim parmaklarımı ezdi. Arkasına dönüp bana baktığında ben acıyla yerimde zıplıyordum. "Çok acıdı, çok acıdı!.." "Hanımefendi özür dilerim, sizi fark etmedim." Hem yerimde acıdan kıvranıyor, hem de cevap vermeye çalışıyordum. "Tabii ki fark etmezsiniz beyefendi. Gözlerinizin, başınızın arkasında olacak hali yok ya!" Adam kahkaha atıp, gülmeye başladığında bana doğru geliyordu. "Özür dilerim, gerçekten benim suçum. Dediğiniz gibi önüme bakarak yürümem gerekiyordu. Ayaklarınızda çıplakmış, en azından terlik giyseydiniz bari, canınız böyle acımazdı." Haklıymış gibi kendini mi savunuyordu o, yoksa bana mı öyle geliyordu? Geriye doğru gidip mesafeyi açtığımda burnumun dikine konuşuyordum. "Beyefendi, terlik ayağımın altına batabilecek herhangi bir cisimden ayaklarımı korumak için giyebileceğim bir ürün, yani sizin kazulet ayaklarınızdan parmaklarımı koruma ihtimali hiç yoktu. O yüzden siz terliksiz olmama takılmayın." O sırada siparişler geldi. Tuğba siparişleri alınca hiçbir şey demeden ona doğru döndüm ve sekerek uzaklaşmaya çalıştım. " Hanımefendi, gideceğiniz yere kadar, yardım etmemi ister misiniz?" Arkamı dönmeden "Yardım etmek istiyorsanız, sadece önünüze bakın beyefendi ve ne olursa olsun benden uzak durun!" diye sinirle söylendim. Oturup ayağıma baktım. İki parmağım kızarmış haldeydi ve canım çok acıyordu. "Ooo kötü olmuş kuzum, istiyorsan bir doktora gösterelim." Hastanede bilincim kapalı olsada, epey bir zaman geçirmiştim. Kokusu bile hâlâ tam olarak burnumdan gitmemişken, ben özgürlüğümü orada ziyan edemezdim. "Saçmalama balım, şu güzel günü hastaneye giderek zehir edemem." Ayağımı elbisemin altına sakladım. Hem şakalaşıp hem yiyor, aynı eski günlerdeki gibi çok mutlu hissediyordum. Tuğba kahkaha atarak başından geçen komik olayı anlatırken, elime çarptı ve tost elbisenin etek kısmına düştü. Bembeyaz elbisem, ketçap ve mayoneze bulansa da hiçbir şey olmamış gibi tostumu eteğimden aldım ve gülerek yemeye başladım. Tuğba üzerimin halini ve hiçbir şey olmamış gibi tostumu yediğimi görünce daha sesli gülüp, kasılarak öne doğru eğildi. Bu seferde elindeki çay ayaklarıma döküldü. "Yandım!.." "Denize koş!" diyordu ama kahkahalarını kontrol altına alamadığı için yerinden kalkıp bana yardım edemiyordu. Koşarak denize gittim. Onun yerde kahkahadan kıvrılan halini görünce gözlerimden yaş gelene kadar gülmeye başladım. Kontrol altında tutamadığım şen kahkahalarımı ellerimi ağzıma götürüp, bastırmaya çalıştım ama hiçbir sonuç vermedi. Çevreden insanların, bizim o halimize güldüğünü görünce Tuğba'yı yerden kaldırıp, odamıza doğru gitmeye çalıştık fakat ara ara gülme krizine tekrar giriyor, ağrıyan karnımızla öne doğru kasılıp, yere çöküyorduk. Nihayet odalarımıza ulaşmayı başarmış, elbisemi değiştirmek için odaya girebilmiştim. Üzerimi değiştirdikten sonra Tuğba'nın isteği sonucu uzun bir doğa yürüyüşü yapmaya çıktık. Hava harikaydı ve doğanın yeşili ile mavisinin birleşiminden dolayı ortaya çıkan bu tablo büyük bir şükür kapısını ardına kadar açıyordu. Keyifle geçirdiğim bir günü, hiç gözyaşı dökmeden bitirmiş, huzurla yatağa girmiştim. Gözlerimi kapattığımda Demir'in elinin üzerindeki yaraları ve gözlerinin altında uykusuzluktan oluşan morluklar aklıma geldi. İçim sızlamaya başlayınca hiç sevmediğim yanımın kesinlikle bu yanım olduğuna karar verdim ve dik durmak için düşünmemeye çabaladım. 💙⌛💙 "Siz ne işe yarıyorsunuz! 24 saat geçti ve ben hâlâ karımı bulamıyorsam, sizi yanımda tutmanın ne anlamı var?" "Efendim ulaşmamıza az kaldı." "2 saat içinde, tam yerini söylemezseniz hepinizi doğduğunuza pişman ederim." Adamların yanından ayrılırken, Beyza'nın beni çıldırtmak için arabada bıraktığı ize bakıp, üzerinde parmaklarımı gezdirdim. Beni nasıl sinirlendirmesi gerektiğini, çok iyi biliyordu. Tam her şey yoluna girmeye başladı, biraz da olsa beni kabul etti derken, yine başa dönmüştük. Israrla bana teslim olmuyor, kocası olsam da onun gözünde bir hiç olduğumu göstermekten kaçınmıyordu. Bunları düşündükçe ve onun tarafından asla sevilmeyeceğimi hissettikçe avuç içlerimi yumruk haline getirip, geriliyordum. Birde yeni hastaneden çıktığını düşündükçe, korkudan ölüyorum. Doktorun verdiği hiçbir ilacı da almamıştı. Onu biran önce bulup, bu yaptıklarının hesabını tek tek soracaktım. ⌛2 saat sonra... "Efendim bulduk, attığımız konuma dün giriş yapmış." "Tamam geliyorum hemen. Ben gelene kadar sadece izleyin, asla dokunmayın." Arabayı hızla atılan konuma sürdüm. Normalde 3 saatte gitmem gereken yolu, 1 buçuk saatte gitmeyi başarmıştım. Sadece ona ihtiyacım vardı. Onsuz nefes almak işkence gibiydi. Önce onu kollarıma hapsedip, sonra 30 saate yakın zamanı benden ayrı geçirdiği için ona hesap soracaktım. Arabadan inmeden, adamlar yanıma koşarak geldi. "Efendim odasında yok. Ücreti 3 gün peşin olarak ödemiş ama hiçbir yerde bulamadık." Sinirlenip direksiyona sertçe vurdum. " Kaldığı odanın anahtarını getirin hemen! " Onu tanıyordum, peşinde olduğumu bildiği için beni sinir edecek bir şeyler yazıp bırakmış olmalıydı. Odadan içeri girdiğimde kokusunun hâlâ odanın içinde olduğunu fark ettim. Yatağa oturdum ve yastığı alıp kokladım. Buradaymış işte her yer onun kokusuyla dolmuş. Yatağın kenarında ki komodinde duran kağıdı elime alıp, okumaya başladım. "Neden ısrar ettiğini anlamıyorum Demir. Asla sana boyun eğmeyeceğimi ve beni, kendine mahkum edemeyeceğini sana defalarca kez tekrar ettim. Neyse aynı şeyleri tekrar etmekten yoruldum, o yüzden konuyu değiştirip asıl soruya gelmekte fayda var. Senin için arabada bıraktığım imzamı gördün mü kocacığım? Benden istediğin gibi davranıyorum ve hiç sözünden çıkmayan akıllı bir eş oluyorum. En çok benim bu huyumu sevdiğini ise tabii ki biliyorum : ) Not: Mutlaka uyuyup dinlen ve kendine zarar verme. Unutma bedenlerimiz bize Allah'ın vermiş olduğu bir emanet. Emanetine güzel bak." Benimle ısrarla oyun oynarken, bir yandan yine merhametine yeniliyor, kendime dikkat etmemi istiyordu. Bu hareketleriyle beni fazla tahrik edip, sınırlarını zorluyordu. Onu bulduğum zaman dirense de kollarıma alıp, bunca günün uykusuzluğu çıkana kadar saatlerce uyuyacaktım. Bu da benim sözüm olsun karıcığım. ❤️⌛❤️ "Kuzum üç gün oldu, benim artık işe dönmem gerekiyor. Fatih Beyden, bu kadar izin alabildim." "Ama sensiz çok sıkılırım. O zaman ben de seni eve bırakmak için döneyim sonra başka bir yere geçerim. Hem böylece eve tek gitmemiş olursun." "Saçmalama Beyza, daha buraya bugün yerleştik. Sen eğlenmene bak, ben akşam otobüsüne biner, rahat rahat giderim merak etme." Tuğba ile üç gün çok eğlenceli geçmişti. Bu üç günde ben, eski neşeli halime dönmüştüm ve bulduğum her fırsatta kendime eğlenecek şeyler bulmayı başarıyordum. Şimdi o gittikten sonra ki süreç, benim için biraz sıkıcı olsa da bir şekilde halleder, kendimi oyalayacak bir şeyler bulurdum. Birlikte akşam yemeği yedikten sonra Tuğba'yı otogara bırakıp, şehir içinde biraz gezdim. Yatsı ezanını duyunca yol kenarında ki bir camiye girip, namazımı kıldım. Yine harika bir cami ile karşı karşıyaydım. Saatlerce izlesem güzelliğine doymayacağım şekilde süslenip püslenmişti. Tavanda ki kubbe Allah'ın 99 ismi ile süslenmiş, her yere huzur saçıyordu. Bir de buna pencerelerdeki renkli ve desenli camlar eklenince insanın kalbinde çiçekler açtırıyordu. Güzelce duamı yapıp çıkarken, Demir'in de bu camiyi görmesi gerektiğini düşündüm ve peşine kendime itiraf etmesi zor olsa da onu birazcık özlediğimi fark ettim. Şükür Beyza hanım, sonunda bi' kocanız olduğu aklınıza geldi. İç sesimi ve içimde hissetmeye başladığım özlem duygusunu kesinlikle büyütecek değildim. Hele onu eşim olarak görecek hiç hiç değildim. Omurgamı dikleyerek derin bir nefesle beraber girdiğim ruh halinden çıktım. Arabaya binip kaldığım yere vardığımda önce çantamı bırakmak için odama girdim. Odam mis gibi Demir kokuyordu. Gözlerimi kapatıp, kokuyu biraz içime çektim. Girdiğim ruh hali, sinirimi bozmaya yetmişti bile. "Kız yoksa sen, yandan yandan Stockholmsendromuna mı giriyorsun?" Kendi kendime sorduğum soruya "Tövbeler olsun!" diye cevap verdikten sonra elime telefonumu alıp internette biraz araştırma yaptım ama bendeki durumun bu sendromla alakası falan yoktu. Öyle olacak olsa ne diye onun yanından kaçıp, onu kocam olarak kabul etmeyecektim ki... Kesinlikle bende ki durumun Stockholm sendromuyla falan alakası yoktu ama odaya da bildiğin Demir'in kokusu yayılmıştı. Acaba beni bulmuş olabilir mi diye düşündükten sonra işimi garantiye almak adına danışmaya giderek ben yokken birinin beni sorup sormadığını öğrendim. Kimsenin sormadığını söylediklerinde şaşırmış bir şekilde sahile doğru indim. Tüm düşüncelerden sıyrılıp şezlongda kaptırmış bir şekilde kitap okurken, başıma bir top geldi. Elimi acıyan kafama götürerek topun geldiği tarafa baktım. Maç yapan çocuklara "Yavrum o top, öyle mi oynanır? Bilmiyorsanız geleyim öğreteyim" diye gelişi güzel salladım. Sonuçta gelip öğret diyecek, halleri yoktu ya. "Gel öğret abla, beraber oynayalım. " Yine çenemin başıma bela olduğu, bir durum daha yaşıyordum. Gençlik evresine geçmeden ağabeylerim ve kuzenlerimle beraber, çok maç yapmışlığım vardı ama uzun yıllar oynamıyordum. Gerçi bunlarda küçük çocuktu, sonuçta içlerinden Ronaldo çıkacak değildi ya. Yerimden kalkarken yine kendime yeni eğlenceler bulduğum için mutluydum. "Hadi bakalım, bunu siz istediniz." Ayağımdaki terlikleri çıkarıp, yalın ayak oynayan çocuklara katıldım. Bir sağa, bir sola deli gibi koşturuyor, yorularak söyleniyor olsam da aşırı derecede keyif alıyordum.. "Yavrum alt tarafı 10 - 12 yaşlarında çocuklarsınız, ne ara bu kadar iyi oynamayı öğrendiniz?" İçlerinden uzun boylu esmer olan çocuk gülümseyerek "Ee abla yaşa bakmayacaksın, bizde de var bir şeyler." dedi. Verdiği cevaba karşılık olarak kaşlarımı kaldırdım. "Bak sen" dediğimde parmaklarımı saçlarına geçirerek sağa sola doğru dağıttım. Galiba ben erkeklerin saçını dağıtmayı çok seviyordum çünkü zamanında bunu kuzenlerime de çok fazla yapıyordum. Çocuğun saçından elimi çekip "Sakın bozma böyle çok tatlı oldun" dedikten sonra kısa süre sırıttım ve oyuna tekrar başladık. Sonunda koşturmam işe yaramış, topu ayağıma alıp, sürmeye başlamıştım. "Evet ablanızı izleyin gençler, efsane geri dönüyor!" Topa okkalı bir şekilde vurdum. Yalın ayak vurduğum için top canımı okumuştu ama gol olunca buna fazlasıyla değmişti. Etraftan alkış sesleri geliyor ama biz, çocuklarla top peşinde koşturmaktan, sağa sola bakamıyorduk. Topa ayağım değdikten sonra bir şekilde topu sürebiliyordum ama her yerden saldırıyorlardı. Sonunda topa ulaşıp, kaleye doğru sürmeye başladım. Biri elimden, biri belimden tutan iki çocuk, buna engel oldu. "Haksızlık bu! Bile isteye faul yaptılar hem de ikisi aynı anda. " Çocuklar itiraz ediyor, ben ise hakkımı aramaya devam ediyordum. Başımı kaldırıp, seyircilere doğru "Hakem yok mu hakem? Aranızda faul yaptıklarını gören, kimse yok mu? " dedim. Biz oyuna dalmışken etrafta bizi izleyenlerin sayısının, epey artmış olduğunu gördüm. "Evet faul yaptılar karıcığım. Bizzat şahit oldum." Arkamdan gelen sese, yutkunarak döndüm. "Demir! " . . . Ama Beyza kuş, ben sana dikkatli ol demiştim. Hem Allah aşkına oyun oynarken yakalanmak ne ya? dsbhddch
|
0% |