Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2🍓 "Her Yerde O"

@hanifta_hanim

Kahvaltılık malzemeleri sepete koyarken, bir yandan da çayı demliyordum. Pazar kahvaltısının olmazsa olmazı çemeni, pişiyi çoktan hazırlamıştım bile. Giderken sıcacık simitimizi de alırsak, bizden keyiflisi olamazdı. Tabakları sepete yerleştirdiğim sırada, Tuğba yanıma geldi.


"Bugün erkenden kalkıp, bu enfes kahvaltıyı hazırlamanızı, neye borçluyuz Beyza Hanım? "


"Sizin güzelliğinize borçluyuz." Dün yaşadığım hezimet aklıma geldiğinde sıkkın bir nefesle beraber cümlemi devam ettirdim. "Birde canımı sıkan şu gıcık adama!"


Hezimete uğramadın Beyza, her şey daha yeni başlıyor. Sen sadece öfkeni diri tut ve kovulana kadar söylediklerinin tersini yapmaya odaklan.


Tuğba'daki bakışlarımı tekrar doğrama tahtasına çevirdim. Salatalıkları keserken kullandığım güç oranı arttığında doğrama tahtasından çıkan ses pekte hayra alamet değildi. Sertçe tahtaya vurduğum bıçak sesini önce Tuğba'nın kahkahası, daha sonra da cümleleri bastırdığında yönümü ona doğru çevirdim.


"Yalnız o tahtadaki Demir Bey değil, salatalık Beyza’cığım. Sinirini nimetten çıkarmak yerine sakin olmayı denemelisin."


Bunu söylerken yüzüne yayılan ifadenin keyif dolu olduğunu gördüm.


Bıçağı ona doğru çevirdiğim sırada "Sinirimi senden çıkarmamı istemiyorsan bence hemen susmalısın." dedim.


Ellerini yukarıya doğru kaldırdı. Tam bir şey söyleyecekti ama vazgeçip, kahkahalar eşliğinde odasına hazırlanmaya gitti.


Bende mutfaktaki hazırlıklarımı bitirdikten sonra üzerime siyah eşofman takımı giydim. Pazar günlerimiz çok eğlenceli geçtiği için hep rahat kıyafetler seçerdik. Tuğba'da bej eşofman takımını giyip, saçını at kuyruğu yapmış şekilde yanıma geldi. Esmer tenine bej rengi çok yakışmış, gözümde onu çok daha tatlı göstermişti. Kahve rengi gözlerini kısarak bana baktığında "Bari renkli bir şal taksaydın, bu ne böyle? Cenaze evine mi gidiyoruz, eğlenmeye mi belli değil." dedi.


Sanırım biz birbirimizi çok sevsekte illa birbirimize takılacak şeyler bulmakta çok iyiydik.


Yüzümü sevimli bir hale getirip "Söz senin için beyaz spor ayakkabılarımı giyecek ve böylece renkleneceğim." dedim. Devrilen gözleriyle "He yaa." diye karşılık verdiğinde bu kızı sinir etmenin bana aşırı derecede keyif verdiğini bir kez daha anladım.


           


⌛                              


Denize karşı, kahvaltımızı yaptıktan sonra Tuğba çayını içmeye devam ederken elime kaykayı aldım ve kaymaya başladım. Arkamdan söylenme seslerini ezbere bildiğim için kulaklığımı takıp bir şarkı açarak rüzgarın tenimde bıraktığı güzel hissiyata odaklandım. Sanırım ben en çok rüzgarın vücudumda bıraktığı hissi seviyor ve bunu kaykay yaptığım sürece daha iyi anlıyordum. Tabii yanımda Yavuz Selim olmadığı için eksik hissetsem de artık Mavi Gökyüzüm olmadan kaymaya alışmıştım. Gözlerimi kısa süreli kapatıp yanımda o varmış gibi hissettiğimde dudaklarım istemsiz şekilde yukarıya doğru kıvrılıyor, onunla beraber yaptığım hareketi yapmaktan keyif alıyordum. Tahtanın üzerinde dengemi koruyup kendi etrafımda bir tur attığım zaman Tuğba'nın sesini duymamı kulağımdaki kulaklık bile engellemiyordu.


"Yeter artık kaymayı bırak yoksa düşeceksin!"


Sağ kulağımdaki kulaklığı geriye doğru çektim. Yönümü ona doğru döndürdüğümde endişeli yüz ifadesi ile karşılaştım.


"Tamam bırakıyorum."


Tuğba'nın yanında kaydığım sürece hareketlerime çok daha fazla önem veriyor, neredeyse kaykayın üzerinde sabit durmaya özen gösteriyordum. Kaykay konusunda ne kadar iyi olduğumu bilse de o, bu konudaki düşüncelerini asla değiştirmiyordu.


Onun yanına gittiğim zaman "Sana kaykay üzerinde rahat durman gerektiğini defalarca kez söylüyorum Beyza. Normal insanlar gibi sadece kaysan ve tahtanın üzerinde sabit dursan olmuyor mu?" diye sordu.


"Zaten sabit duruyordum."


Mavi Gökyüzümü düşündüğümde yaptığım hareket aklıma gelince alt dudağımı mahcup bir şekilde dişlerimin arasına aldım ve konuyu değiştirmek ister gibi "Tenis oynamaya var mısın?" diye sordum.


Tuğba konuyu değiştirdiğimi anlayıp kafasını iki yana salladı.


"Kesinlikle kurtlu olduğunu düşünüyorum. Sen niye bulunduğun yerde rahat durmuyorsun?"


"Günümün çoğunluğu çizim yapmak için masa başında geçtiği halde bana kurtlu dediğine inanamıyorum."


Kafasını hafif yana çevirip düşünür gibi yandan baktıktan sonra bir şeyler hatırlamış gibi gülümsemeye başladı.


"Yalnız sen çizim yaparken bile rahat durmuyorsun ki ya ayaklarınla ritim tutuyor, ya da kullanmadığın elinle beni deli ediyorsun. Hiç olmadı çizimi eline alıp sandalyeni döndürüyorsun."


Yüzündeki ifade kahkahalı bir hal aldığında neyi hatırladığını bildiğim için bende gülümsemesine karşılık verdim.


" Hatta bir keresinde sandalyeni bana hızla ittirip kayarak çizim yapmayı denemiştin. Düşünüyorum da sen, asla normal insanlar gibi değilsin, hele yaşının olgunluğunda asla değilsin."


İnsanlar şu 24 yaş işini gözlerinde fazla büyütüyorlardı. Yani ne olmuş hâlâ eğlenmeyi sevip, çocukça neşemi korumak için çabalamaya devam ediyorsam?


Eğlenceli yanını kaybetme Beyza, yoksa 6 yıl önce yaşadığın o güne yine hapsolursun.


Kafamı iki yana sallayıp artık iyileştim derken bunu doğrulamak için avuç içlerime bakıyordum.


Temiz, tertemizlerdi ve hiçbir kan lekesi yoktu.


Avuç içime tutuşturulan raketi kavrayıp bakışlarımı Tuğba'nın yüzüne doğru çıkardım. Gülümsüyordu ama neden avuç içlerimi kontrol ettiğimi biliyor gibi konuyu değiştirmek için çabalıyordu.


"Seni yenmek için sabırsızlanıyorum çocuk!"


Düşüncelerden sıyrılıp yüzüme en büyük gülümsememi hakim kılarken "Bunu hep beraber göriicizz." dedim ve hemen peşine tenis kortuna geçtik.


Oyun oynayınca ikimizde tüm stresimizi atıyorduk. Tam oyuna dalmış oynuyorduk ki Tuğba'nın telefonu çaldı. Liseden arkadaşları kısa süreliğine İzmir'e geldiği için bugün müsaitse buluşmak istediklerini söylediklerinde Tuğba şöyle bir bana baktı. Beni yalnız bırakmak istemiyordu ama gitmek istediği de her halinden belli oluyordu. Sorun değil git diye işaret edince yarım saat içinde gelip, Tuğba'yı aldılar.


Bir ağacın altına oturdum. Çantadan kitabımı çıkarırken, avuç içlerimdeki tırnak izlerini gördüm ve böylece aklıma dünkü mağlubiyetim ve bu mağlubiyet sonucu sinirle arabanın içinde dakikalarca akıttığım gözyaşım geldi. Yine aynı duyguya yenilmek istemez tarzda kafamdaki tüm düşünceleri bertaraf edip, kitap okumaya başladım. Hem kitabın duygusallığı, hem de dünün stresi sonucu gözyaşlarım kısa süre sonra, akmaya başladı. Bir iki sildikten sonra yanımda tatlı iki gölge belirdi.


Çocuklardan biri "Abla neden ağlıyorsun?" diye sordu.


"Okuduğum kitap da duygusal bir bölüm var canım, aslında biraz da sinirim bozuk olduğu için ağlıyor olabilirim. "


Çocuk yanağımdaki yaşı silerken, "Ağlama abla, bak ne güzel kaykayın var." dedi. Gözleri ağaca yasladığım kaykaya kısa süre kaydıktan sonra tekrar bana baktı.


"Seni kayarken gördüm abla. Çok güzel kayıyor, üzerinde değişik hareketler ediyordun. Ben de senin gibi kaymayı çok isterdim."


Aah çocuklar, ne kadar da masum olabiliyorlar. Gözyaşlarımı silip, yerimden kalkarken kaykayı elime aldım. Şu an bulunduğum ruh halinden beni, bu iki tatlı çocuk kurtaracak ve hayatımda güzel bir anı bırakacaklardı .


"Peki bugün kaykay sürmeye var mısınız gençler!"


Neşeli sesimle kurduğum cümleye karşı, çocukların yüzünü kaplayan heyecan tüm üzüntümü almaya yetmişti bile. Dengede nasıl durmaları gerektiğini anlattım ve kaykayın üzerinde gösterdim. Birinin elinden tutup, gösterdiğim gibi yapmasını istedim. Denge kurana kadar ki kısım, en zor olan kısımdı. Çocuklar düşmesin diye onları tutarken, kaç kere beraber yere düştük sayamadım ama her düşmemizde gülümseyerek yerden kalkmayı başardık. Aradan 2 saate yakın bir süre geçtiğinde artık yorgunluktan ölmek üzereydim.


"Çocuklar bir dahaki karşılaşmamızda devam edelim mi? Beni çok yordunuz. "


İkisi aynı anda, boynuma sarıldılar ve çok mutlu olduklarını neşeli sesleriyle söylediler. Biraz öpüp koklaştıktan sonra vedalaşarak ayrıldık. Kaykayı elime almış gidiyordum ki, kendini bilmez bir ses duydum.


"Bana da öğretsen ya güzellik."


Bu tarz durumlarda en iyi hareketin, sessizce oradan uzaklaşmak olduğunu öğreneli çok olmuştu. Kafamı çevirmeden hızlı adımlarla uzaklaşırken, arkamda büyük bir gürültü koptu. Bulunduğum yerde öylece kalakaldım.


Öfkeli yumruk seslerine eklenen "Demek güzellik öyle mi? Hadi bir kere daha söyle de seni burada gözümü bile kırpmadan öldüreyim!" cümlesi hızla arkama dönüp bakmama neden oluyordu.


Gördüğüm manzara korkuyla "Demir Bey!" diye bağırmama neden olurken o, beni asla duymuyordu.


"Demir Bey, ne olur yapmayın."


Hâlâ adamı yumruklamaya devam ediyordu ve adam gerçekten hiç iyi görünmüyordu. Sesimi duyuramayacağımı anladığım an, elimle yumruk attığı kolunu tuttum. Eli hareketsiz şekilde bulunduğu yerde kaldı. Öfkeli bakışları kolundaki elime doğru kaydıktan sonra değişen yüz ifadesiyle bana baktı. Yaptığım hareketin yanlışlığını anlayıp, hemen elimi kolundan çekerek yere doğru indirdim. Tekrar bakışları adamı bulunca öyle ağır küfürler etmeye başladı ki onun yerine ben utandım.


"Demir Bey, yeter artık durun. Bu iğrenç küfürlerinizi, duymak zorunda mıyım ben? Kendinize gelin artık!"


Gergin çıkan sesim tekrar odak noktası olmamı sağladı. Kasılan çenesiyle konuşmaya başladığında cümlesini, yarıda keserek yutkundu.


"Duymadın mı sana ne dedi? Ben bile sana-"


Adama dönerek cümlesini devam ettirirken öfkesi daha fazla büyümüş görünüyordu.


"Nasıl böyle konuşur? Onu öldüreceğim! "


Tekrar adama doğru dönüp yumruk atmaya başladığında adamın yüzü kan içinde kalmıştı ve bu görüntüler bana babamın kanlar içinde kalan yüzünü hatırlatıyordu.


Bu adam, babam değil Beyza. Lütfen geçmişe takılıp kalma.


İçime hapsettiğim derin nefesle "Yeter artık! Dur!" diye bağırdım. Bu manzaraya daha fazla dayanamayacağım için öfkeli bir şekilde kolundan çektim.


Demir Bey'in bırakması ile adam yere yığılınca dizlerimin üzerine çöktüm.


"Hemen ambulans çağıracağım, iyi olacaksınız. "


Adamın ağzının içi kan dolmuştu ve elime kan bulaşması isteyeceğim son şeydi. Elimi yüzünde kan olmayan bir yere götürüp adamın kafasını yana doğru çevirdiğimde kanın adamın ağzının içinden boşaldığını gördüm.


Kalbim çok hızlı çarpıyor, adamın sureti ara ara babamın suretine dönüşüyordu. Gözlerimi sıkıca kapatıp tekrar açtığımda kendime aynı cümleleri tekrar ediyordum.


Bu adam, baban değil Beyza!


İçimden tekrarladığım cümleler bileğimden kavranan el tarafından bertaraf olurken, Demir Bey öfkeli bir şekilde beni adamın yanından çekiştirerek uzaklaştırıyordu.


"O pisliğe nasıl dokunursun? Ona nasıl merhamet edersin? Sana söylediğini duymadın mı?"


Bileğimde hissettiğim sıcaklıkla elinden bileğimi kurtardım. Üzerime doğru bir adım atıp gelen adamdan korkup, sinecek değildim.


"Ben üstesinden gelebilirdim! Hem siz neden karıştınız ki? Bu gibi durumlarla, ilk defa karşılaştığımı mı sanıyorsunuz? Siz, adamı dövmeseydiniz çoktan konuyu kapatıp, evime varmış olacaktım."


Çantamdan telefonu çıkarıp ambulansı arayacağım sırada öfkeyle ensesinde dolaşan elini önüme doğru getirdi. İşaret parmağıyla sert bir şekilde sakın ihtarında bulunurken, dişlerinin arasından konuşmaya başladı.


"Adamlarım, ilgilenir! Biraz daha o ite merhamet edip ilgilenecek olursan, gözünün önünde hiç acımadan onu öldürürüm! "


Öfkeli gözlerinde gördüğüm karanlık taraf söylediklerini hayata geçirebilecek ciddiyette görünüyordu. Elimdeki telefonu sıkarak çantama attığım zaman derin bir sakinlik diledim çünkü bu adam kurduğu her cümlede bir tehdit barındırıyor ve beni bir şekilde durdurmayı başarıyordu.



Tuğba'yla işyerine gittiğimizde gözlerimize inanamadık. Boş alana kocaman bir oda yapılmıştı. Çift kanatlı, geniş bir kapısı vardı. Kapı gibi kapının yan taraflarıda ahşap kaplı, kalan kısım ise yere kadar camdı. Odanın tasarımını anlamaya çalışırken "Hemen benimle geliyorsunuz Beyza Hanım." diye bir ses duydum.


Demir Bey hızlı adımlarla ahşap kapıdan içeriye girdikten birkaç saniye sonra görünen cam tarafa geçti. Bir Tuğba'ya, bir de cam odaya baka kaldım. Ne yapacağımı şaşırmış bir haldeyken, Demir Bey'in cam odadaki masaya oturmuş şekilde bana baktığını gördüm. Sertçe yutkunduğumda olanları yavaş yavaş anlamaya başlıyordum.


Kısık bir sesle gözlerimi Demir Bey'den ayırmadan konuşmaya başladım.


"Beni sizden ayırıp bu hapse koymaz değil mi?"


Sesim yalvarır bir tona döndüğünde kafamı Tuğba'ya çevirip "Yapmaz de ne olur. Bunu duymaya çok ihtiyacım var." dedim ama o da şaşırmış bir şekilde cam odada bulunan Demir Bey'e bakıyordu. Bende bakışlarımı onun gibi cam odaya döndürdüğümde Demir Bey'in sağ elinin dört parmağıyla, gel işareti yaptığını gördüm. Tekrar gözlerimi Tuğba'ya çevirdiğimde belki bir teselli verir diye bekledim ama o konuşacağa benzemiyordu. Çaresiz bir halde, tekrar cam odaya baktığımda yerinden kalkıp, cama doğru yaklaştığını ve ciddi bir yüzle gel işaretini yenilediğini gördüm. Nedense şu an çok korkuyordum.


 

Çift kanatlı ahşap kapıdan içeriye girince orada bir oda olduğunu gördüm. Tek görüş alanında Demir Beyin odası, dışarıya bakan pencere, arkadaşlarımın bulunduğu alanla aramda ise kocaman bir ahşap yığını vardı.


"Nasıl yeni odanı beğendin mi? Senin için özenle hazırlattım."


Kafamı yanımdaki sese çevirdim. Yüzünün ifadesi ciddi görünse de ses tonu dalga geçiyor gibiydi. O halde aynı dalga geçen ifadeyi yüzüme takınıp ona cevap verebilirdim.


"Beğenmez olur muyum? Ama yinede bir şeyler eksik sanki..."


Pencerenin yanına gidip ellerimi açtım. "Mesela burayı demir parmaklıklarla kapatarak üzerine tahta çaktırtsaydınız." Ses tonumu daha alaylı bir ifadeye getirerek odasıyla benim odamı ayıran camı gösterdim. "Burayı da ahşapla kapatsaydınız. O zaman yapmak istediğiniz odaya... Ay pardon yapmak istediğiniz hapishaneye daha uygun olurdu!"

Cümleme alaylı sesimle başlamış olsam da son kısımlarda sesim hırçın bir hal almıştı.


Hırçın çıkan sesim onu neşelendirmiş gibi görünüyordu çünkü yüzünü kaplayan ciddi ifadeyi rafa kaldırarak, dudağının kenarındaki gülümsemeyi büyüttü ve pencerenin önüne geçti.


"Aslında bu kısmı, dediğiniz gibi yaptırmak çok iyi olur. Şuan bunu düşünemediğim için kendime çok kızıyorum."


Bana doğru yaklaştı. Dalga geçerek söylediği sözler karşısında çatılan kaşlarıma dikkatlice baktı. Bu hareketi dudaklarımı sıkmama neden olurken, gözlerini kısa süreli yüzümde dolaştırdı ve kendi odasıyla benim odamı ayıran camı göstererek "Buradaki camın kalmasında fayda var. Böylece hem gözümün önünden ayrılmamış olursunuz, hem de içeriye biraz ışık girmiş olur." dedi.


Bunu söylerken kullandığı ses tonu sinirden iki kere ayağımı yere vurmama neden oluyordu.


Ellerini birbirine bağlayıp, hemen arkasında duran masaya oturdu. Yüzünde alaycı ifadesiyle "Beyza Hanım, siz 20'li yaşlara daha girmemiştiniz değil mi?" diye sordu.


Şimdide bana olgun olmadığımı ima eden tavrıyla sinirlerimi bozuyordu. Şu an soğuk bi savaşta olduğumuzu kendime hatırlatarak yönümü biraz daha Demir Bey'e çevirdim.


"24 yaşındayım Demir Bey."


Ellerimi aynı onun bağladığı gibi bağladıktan sonra yüzüme yaydığım gıcık bir gülümseme ile "40'lı yaşlarda olmak nasıl bir duygu hep merak etmişimdir. İnsan yaşlandığını hissediyor mu mesela?" diye sordum.


Yaşlı olduğunu ima ettiğimde yüzünü alan ifade daha fazla hoşuma gitti. Yüzüme taktığım gıcık gülümseme yerini gerçek bir gülümsemeye çevirirken, keyfim yavaş yavaş yerine gelmeye başlıyordu.


"10 yıl sonra bu soruyu bir daha sorarsınız, o zaman tüm içtenliğimle cevap veririm. "


Ayağa kalkıp yanıma doğru yürüdü ve önümde durup, yüzüme doğru hafifçe eğildi.


"Aramızdaki yaş farkı, tam da olması gerektiği gibi değil mi?"


Bir adım geriye giderek "Aynen öyle Demir Bey. Sizin için sorun olmayacaksa, Demir ağabey diye hitap edebilirim." dedim.


Bunu söylerken aldığım keyif inanılmaz derecede güzeldi. Hele ki yüzündeki sinirli ifadeyi görmek daha fazla keyif vericiydi.


Ellerini ceplerine koyarak, dikleşen bir sesle "Çabuk eşyalarını al ve masana yerleştir. Bir daha bu kadar çok konuşmaya asla zamanın olmayacak." dedi.


Arkasını dönüp odasına giderken de "Ağabeymiş!" diye söylendi. Demek ki doğru yolda ilerliyordum ve onu sinir ederek kendimi kovdurmak sandığım kadar zor olmayacaktı.


                           


Odama yerleşirken aklımda, sadece yaptıklarından dolayı onu pişman etmek vardı. Sonuçta benim işim kişisel asistanlık değil, ayakkabı tasarlamaktı. Bu işten anlamadığımı tahmin etmesi gerekiyordu. Onun teklifini sırf beni arkadaşlarımla tehdit ettiği için kabul etmiştim. Ya peki dün yaptıkları neydi öyle? O kadar saçmalayıp hayatıma burnunu sokuyordu ki sanki benden intikam almak istiyor veya sözü geçenin o olacağını anlatmaya çalışıyordu. Tüm düşüncelerimi kafamdan bertaraf edip, kendimi motive ettim.


Hazır ol Beyza, asıl savaş şimdi başlıyor.


Çizim yaparken telefon birkaç kere çaldı ama açma görevini hiç üzerime alınmadım.


Demir Bey'in "Yeter artık, aç şu telefonu! " diye kükreyen sesine karşılık olarak "Pardon, alışma aşamasındayım." dedim.


Telefondaki kişi Demir Beyle görüşmek istediğini söyledi. Bakışlarımı çizim kağıdından kaldırıp karşı tarafa baktığımda bana baktığını gördüm. Yüzümde hiçbir mimik kıpırdamadan yanlış numarayı aradıklarını söyleyerek telefonu kapattım. İşte o an aldığım haz harikaydı. 2 dakika sonra aynı kişi bir kere daha aradı ama ben, aynı cevabı tekrarladım. Telefonu tekrar kapatınca, Demir Bey'in bakışlarını üzerimde gördüm.


Gözlerimi açıp, şaşkın bir ifadeyle "Yanlış numarayı arıyorlar." diye cevapladım.


Aradan biraz zaman geçmişti ki telefon yine çaldı. Bu sefer Demir Bey'in dışarıda olduğunu söyledim. Bir başka çalışında bugün işe gelmeyeceğini, bir başka çalışında ise yemeğe çıktığını söyledim. Aslında bu asistanlık işi çok eğlenceliydi ve ona duyduğum öfkeyi silip atmama yetecek gibi görünüyordu.


Demir Bey kapıya doğru yaklaşıp "Önemli bir telefon bekliyorum. Bu saate kadar çoktan aramaları gerekiyordu. Kimdi daha demin ki arayanlar?" diye sordu.


"Ayakkabı tasarımcısı iken, terfi alıp kişisel asistanlığa yükseldiğim için arkadaşlarım arayarak tebriklerini iletiyor Demir Bey. "


Düz sesimle söylediğim cümle kaşlarını hafif yukarıya doğru kaldırmasına neden oluyordu.


"Çok konuştuğunu daha önce de söylemiştim. O yüzden daha az konuşmalısın."


Bir kere daha çok konuşulmasını sevmediğinin üstünden geçen hali dudaklarımın yukarıya doğru kıvrılmasını sağlamıştı çünkü ben genel itibariyle çok konuşan biriydim. Yani bu ancak bana kısa süre katlanacağını gösteriyordu.


"Merak etmeyin Demir Bey, ben hiçbir zaman çok konuşan birisi olmadım. O yüzden kişisel asistan olarak beni seçmeniz çok yerinde bir karar olmuş. Bu arada maaş kısmını hiç konuşmadık. Tasarımcı olarak aldığım maaşın yanında asistanlık maaşını da alacağım değil mi?"


Ondan alacağım paraya zerre ihtiyacım yoktu ama konuşmam için güzel bir konuydu. Sorduğum soruya cevap vermesini beklemeden konuşmaya devam ettim.


"Yani bence kesinlikle almam gerekiyor. Aaa bir dakika!"


Aklıma gelen şeyle yüzümdeki tebessüm büyüdü çünkü tatil günlerimde artış bile olabilirdi.


"Fatih Bey cumartesi günü işe gelmediği için asistanı Seda Hanım da işe gelmiyor, bende aynı tatilden yararlanabileceğim değil mi? Evet, evet kesinlikle yararlanacağım ve böylece haftanın 2 günü tatil yapabileceğim. Düşünsenize cuma günü iş çıkışı Trabzon'a büyük ailemin yanına gidip , pazar akşamı dönebilirim."


Onu sinir etmek için kurduğum cümleler hayale dönüştüğünde dirseğimi masaya koydum. Yanağımı elimin üzerine mutlu bir şekilde koyup tebessüm ederken, biraz daha konuşup sinirini bozmam gerektiği aklıma geldi.


"Aslında siz büyük patron olduğunuz için cuma günü bile işe gelmeseniz olur. Zaten şirket yönetmek zor ve sıkıcı bir iş, neden insan böyle bir işi tercih eder anlamıyorum. Hele sürekli dosyaların arasında kaybolmak, insanı boğuyor olmalı. Gerçi sadece beni boğuyor da olabilir. Sırf bu yüzden ailemin yolundan ilerlemedim ve ayakkabı tasarımcısı olmayı seçtim. Tabii ağabeylerim başta çok karşı çıktılar. Onlar beni ne gözlerinin önünden ayırmak istiyorlardı, ne de başka bir sektöre kaptırmak. Onların benim üzerimde kurdukları hayallerin başında çenemin işe yarayacağı pazarlama bölümü vardı. Aslında haklılardı, çok rahat bir şekilde onlara yeni ticaret kapıları açabilir, gemideki konteyner doluluğunu arttırabilirdim ama-"


Beyza bu adamın seni susturacağı yok hâlâ konuşmaya devam mı edeceksin?


Kendi iç sesimin sorduğu soruya kafamı evet anlamında sallayıp cevap verirken, iyiden iyiye akıl sağlığımı kaybettiğimi düşünüyordum.


" Ama…"


Cümlelerim onun tarafından susturulur diye umut ediyordum lakin telefon çalmaya başladı. Masamdaki bakışlarım önce telefona sonra Demir Bey'e kaydı. Sağ omzunu kapıya yaslayıp dikkatle beni incelediğini gördüğümde vücudumu dikledim.


"Demir Bey ayakta kalıp, yorulmayın. Eğer sizi arıyorlarsa telefonu sizin odanıza yönlendiririm."


Sanki telefon bağlantısı odaya nasıl yönlendirilir biliyormuşum gibi konuşmam takdire şayandı. Neyse kafaya takılacak önemli bir detay değildi çünkü bunu yapmak zaten benim görevim değildi.


"Siz açın Beyza Hanım."


"Siz odadayken açsam daha güzel olmaz mı?"


Soruma cevap bile vermeden gözleriyle telefonu işaret etti. Gitmeyeceğini anladığım an sıkkın bir nefes vererek telefonu açtım.


"M.T Grup. "


Telefondaki ses bu iş yerinde hiç sevmediğim birisine aitti ve ona tahammül etmek benim için çok zordu. Allahtan o üst katta çalışıyordu da birbirimizi çok nadir görüyorduk.


"Asistan kız, patronu bağla."


Sesimi gıcık bir tona getirip "Niiçııınn?" dediğimde "Asistan olduğun için." dedi.


"Külliyen yalan. Kim çıkarıyor bu dedikoduları?"


"Beyzacığım inan bana yalan olmasını en az senin kadar bende istiyorum. Neden seni asistanı olarak seçtiğini anlamıyorum."


Hale'nin cümlesine sıkkın bir nefes verip karşımda duran adama baktım.


"Bende anlamadım, istiyorsanız sizinle yer değiştirebilirim."


Teslim olmuş cümlem bünyeme ağır gelince omurgamı dikleyip "Beyza'cığım değil, Beyza hanım demeniz konusunda sizi defalarca kez uyardım Hale hanım. Bir daha tekrar etmek istemiyorum." dedim.


"İş yerinde herkes sana isminle hitap ettiğinde sorun olmuyor ama bana gelince bunu sorun haline getiriyorsun."


Çünkü hareketlerin ve sen, baştan aşağı bana yapay geliyorsun demek istesem de kalbini kırmamam gerektiğinin bilincindeydim.


"Öyle olması gerekiyor Hale Hanım, bu konuyu daha öncede konuşmuştuk."


"Tamam uzatma Beyza. Bana hemen Demir Bey'i bağla!"


Bu kadın beni sinir etmekten vaz geçmeyecek gibi görünüyordu. Sesimi olabildiği kadar sakin bir tona getirip "Siz yeter ki isteyin." dedim ve telefonu kapattım.


Hale'nin yüzünü alan ifadeyi düşününce yüzüme keyifli bir gülümseme yayıldı.


"Arayan kimdi?"


Demir Bey'in sesini duyunca onun karşımda olduğunu hatırladım. Bakışlarımı telefondan çekip ona doğru baktım.


"Hale Hanım sizinle görüşmek istediğini söyledi."


"Peki niye bağlamadın?"


Omuzlarımı yukarıya kaldırıp tekrar aynı konumuna indirdikten sonra "Sizinle konuşacağı konu gerçekten önemli olsaydı konuşmasına dikkat ederek konuşurdu. Hem kendisi üst katta neden arıyor ki? Yani kimse kusura bakmasın ama bu telefonda su yakmıyor. Kimsenin Fatih Beyi düşündüğü yok. Yazık değil mi?" diye sordum.


Tamam çok konuşup saçmalayarak Demir Bey'in canını sıkmak istiyordum ama benim canım daha fazla sıkılıyordu. Ne olursa olsun pes etmemem gerektiğini fısıldayan iç sesimle tam ağzımı açacakken Demir Bey'in "Susmayı düşünmüyor musun?" sorusunu duydum.


"Hiç konuşmadım ki."


Verdiğim cevaptan sonra derin bir nefes aldı. Kafasını iki yana sallayıp bu kız akıllanmaz der gibi baktıktan kısa bir süre sonra odasına doğru ilerledi.


İşte bu Beyza! Nasıl sinirli nefes aldığını duydun değil mi?


Keyifli bir şekilde önümde duran çizimime odaklandım, ara ara telefon çalıyor olsa da her telefonu bir şekilde geçiştirmeyi başardım. Tam kaptırmış çizim yapıyordum ki tekrar telefon çaldı.


Telefondaki ses "Demir Beyle görüşmek istiyorum." dedi.


"Öğle yemeği için dışarı çıktı. "


"Peki ne zaman gelir? " diye sordu. Ses biraz tanıdık geldi ama çıkaramadım.


"Bugün geleceğini sanmıyorum beyefendi ama istiyorsanız size cep telefonunu verebilirim."


Söylediğim sözden sonra çizdiğim ayakkabının topuk kısmına alıcı gözle baktım. İçime sinmeyen kalın kısmını düzelttiğim sırada Demir Bey'in telefon numarasını bilmediğimi hatırladım ve konuşmaya devam ettim.


"Pardon. Onu da şu an için vermem mümkün değil çünkü telefon numarasını bilmiyorum." dedim. Allah affetsin hem yalan söylüyor hem de bundan lezzet alıyordum.


"Demek Demir Bey dışarda öyle mi küçük hanım? Keyifli olmandan bir işler çevirdiğin belliydi." dedi hem telefondaki hem yanımdaki ses. Yerimden korkuyla sıçradığımda, kalbime ineceğini sandım.


"Demir Bey, öyle sessiz sessiz gelip bir anda bağırılır mı hiç? Az kalsın yüreğime pat diye indirecektiniz. Gerçekten aşk olsun."


"Olsun… Olsun."

Bu aşk olsun sözü dilime dolanmıştı ve bunu dilimden silmem gerektiğini ilk kez hissediyordum. Beni sinirlendirmek için o şekilde cevap verdiğini bilsemde bu konuda böyle cevap vermesini beklemiyordum. Mahçup bir halde başımı öne eğip, çantamı aldım. "Öğle molası." diyerek yanından uzaklaştım.

Tuğba'nın yanına koşturarak gittiğimde Ayazla beraber çizimleri inceleyip, birbirlerine fikir veriyorlardı.

"Aşk olsun! Ben orda ecel terleri dökeyim, sizi çok çok özleyeyim, siz beni hemen unutun hain köfteler. "

Tuğba bana dönüp gülümseyerek "Aaa biz seni unutur muyuz hiç? Ayazla şimdi ne yapıyordur diye konuştuk ama birazcık alış diye gelmek istemedik." dedi. Bakışlarını arkamdaki cam odaya sabitledikten sonra konuşmasına devam etti.


"Bir de patronun yakın kadrajında olduğun için gelemedik."


Kafamı iki yana salladıktan sonra Ayaz'a doğru döndüm.


"Ayaz, hadi bu korkağın teki, sen gelseydin bari. "


Cümlemle beraber Tuğba'nın yüzünü buruşturup baktığını görünce beni sinir etmek için yaptığı harekete kimsenin dikkatini çekmeden dil çıkararak karşılık verdim.


Ayaz "Öğle yemeğinden sonra söz yanına uğrarım. Hatta gelirken kahve de alırım." dedi. Yüzümü tekrar Ayaz'a doğru çevirdiğim zaman yüzünde hiç eksik olmayan sıcak bir gülümseme ile karşılaştım. Kafamı tamam anlamında sallayıp tekrar bakışlarımı Tuğba'ya çevirdim.


"Ben çok acıktım, artık gidelim mi?"


Tuğba, evet anlamında kafasını hareket ettirerek Ayaz'a doğru döndü.


"Hadi öğle yemeğine beraber gidelim."


"Olur."


Ayaz'ın cevabından sonra hep beraber toplanıp dışarı çıkarken, cam odada Demir Bey'in bir şeye kızmış halde bana baktığını gördüm. Gerçi kızması için çokça neden vardı. Peki bu benim umurumda mıydı? Hayır, asla değildi. Bu soğuk savaşı o başlatmıştı ve bana pes etmeden savaşmak yakışırdı.


Bende Beyza isem aldığı bu karardan dolayı onu pişman edecek, beni arkadaşlarımla tehdit edip, hayatıma burnunu sokmak neymiş ona gösterecektim.


Sinirine sinir katmak için sinsi sinsi gülüp, arkadaşlarımın peşinden gittim ve onlara yetiştim.


Tuğba asansöre binerken "Ayaz Allah aşkına bundan bıktım. Her sabah uyandırmak için canım çıkıyor." dedi. Bunu dediği sırada tam kapı kapanıyordu ki kapıyı bir el durdurdu ve içeriye biri girdi. Çok önemsemediğim için o tarafa bakmadım; çünkü Tuğba'nın söyledikleri beni daha çok ilgilendiriyordu. Bu kız söz konusu ben olduğum zaman çok konuşuyor, benimle dalga geçerek aşırı derecede keyifleniyordu.


Onun yüzünü kaplayan sevimli ifadeye bayılsa da kaşlarımı yukarıya kaldırarak "Eee canım başka şikayetin var mı? Anlat da bileyim." diye sordum.


"Ha haa olmaz mı? Bunun 24 yaşında olduğuna bakma, çocuktan farksız. Gerçi sende bol bol şahit olmuşsundur. Kitap okurken kendinden geçer. Eğer kitapta önemli bir yerde kaldıysa yürürken, yemek yerken vesaire okur. Hadi yemek yerken bir şey olmuyor da yürürken sürekli duvara, direğe, birilerine çarpıyor. Bunun bünyesi sağlam, düşe kalka alışkanlık yaptı tabi. Ben artık direğe, duvara, insanlara üzülüyorum."


Tuğba, benim yüz ifademi kontrol ettikten sonra ortaya çıkarmış olduğu şaşkın yüzümden memnun olmuş olacak ki konuşmasına devam etti.


"Birde ani sesler çıkarıyor. Mesela bir an da kahkaha atmaya başlarken, bir an da kendini yere atıp ağlamaya başlıyor. Neymiş, ölmesi değil kavuşmaları gerekiyormuş... "


Tuğba'nın susmayacağını anladığım an, sesime yalancı bir kızgınlık katarak "Seni şuracıkta döversem görürsün; duvara, direğe, insanlara acımayı. Hayır sözünü bölmesem Allah bilir kaç saat daha konuşmaya devam edeceksin." dedim. Yüzündeki gülümsemenin büyüdüğünü görünce sanki korkutmak ister gibi ona söylendim.


"Akşam eve gittiğimiz zaman çocuktan farksız olan tarafımı büyük bir zevkle sana göstereceğim."


Tuğba söylediğim sözlerden dolayı keyiflenmiş gibi görünüyordu. Yüzünü tatlı bir hale getirip cümlelerini sıralarken, yüzümü alan ifadeleri keyifle izliyordu.


"Ama şu an ben çok korktum. Yine beni kedi gibi tırmalayacak mısın? Haaa Ayaz unutuyordum, birde gönlümü almak istediği zaman, kedi gibi miyavlıyor. Bende onun pisicik haline dayanamıyor, hemen kahkahayı patlatıyorum. "


"Hay senin kafanı patlatsaydım da bunları anlatmasaydın uyuz!"


Öfkeyle söylendiğim zaman Ayaz sakin ve sıcak sesiyle araya girdi.


"Eminim o haliyle çok tatlı görünüyordur. Çok şanslısın Tuğba, ne güzel Beyza hayatına renk katıyor. "


Ayaz'ın cümlesi daha bitmeden öksürük sesi gelince kafamızı yana çevirdik. Asansöre sonradan binen kişinin Demir Bey olduğunu gördüğümde bu konuşmalara şahit olduğu için canım sıkıldı. Ayaz'ın görüş açısında olduğu halde önemsememiş olacak ki bize bir şey söylemedi.


Tuğba, "Merhaba Demir Bey, muhabbete çok daldığımız için sizi görmemişiz. İlk iş gününüz nasıl geçti? " diye sordu .


Tuğba soru sorduğu sırada asansörün kapısı açıldı. Asansörden çıkarken Demir Bey, gözlerini bana sabitlenmiş şekilde konuşmaya başladı.


"Biraz zorlayıcı oldu. Gözünün önünde olduğum halde yeni asistanımı, beni arayan kişilere işte olmadığımı, öğle yemeğine çıktığımı hatta bugün ofise gelmeyeceğimi söylerken yakaladım."


Sanki asistanı olmayı ben seçmişimde seçtiğim halde işimi yapmıyormuşum gibi konuşuyordu ve gerçekten ukala görünüyordu. Veya onun nasıl göründüğü ile hiç ilgilenmediğim için onu kolaylıkla etiketleye biliyordum.


"Hımm o zaman siz bu asistanı işten çıkarın Demir Bey. İşi layıkıyla yapan bir asistana devredin. "


Meydan okumama sağ elini cebine sokup üzerime doğru attığı bir adımla karşılık verdi. Bu da yetersiz gelmiş olmalı ki boylarımızı eşitlemek ister gibi hafifçe eğildi.


"Ben bir işi yarıda bırakmam Beyza Hanım. O çok bilmiş asistan hanıma işin inceliklerini öğreteceğim ve onu eğitene kadar bir dakika bile olsun yanımdan ayırmayacağım."


Tam ellerimi birbirine dolayıp "Ya demek eğiteceksiniz. Dikkat edin de asistanınız sizi-" cümlemi tamamlayamadan aramızda oluşan gerilim hattını Tuğba'nın sesi böldü.


"Şimdi Beyza çok acıkmıştır. Acıktığı zaman ne dediğini bilmez. O yüzden biz, hemen yemeğe gidelim. İstiyorsanız sizde yemeğe katılabilirsiniz."


Tuğba'ya öldürücü bakışlar attım. Demir Bey cevap vermeden "Eminim Demir Bey'in önemli işleri vardır. Şimdi engel olmayalım... " diye araya girdim ama cümlemi bitiremeden Demir Bey "Tabii ki katılırım." dedi.


Sinirle Tuğba'ya öyle bir dirsek attım ki sesli bir şekilde çığlık attı. Sonra yüzümü onun için endişelenmiş şekle getirip "Ah canım, kolunu mu çarptın kıyamam? Çok sakarsın ama bence önüne bakmalısın. Böyle dikkatsiz davranmaya devam edecek olursan, kafanı da bir yerlere vuracaksın diye korkuyorum." dedim ve ikisinin yanında olmaktansa Ayaz'ın yanına doğru ilerledim. Onlarda arkamızdan geldi.


Ev yemekleri yapan, sevdiğimiz ve sık sık gittiğimiz yere vardığımızda "Esma Sultan kolay gelsin, bana koca tabak dolusu sarma lütfen. " dedim.


Diğerleri masaya oturup kendi siparişini verdi. Ben Esma Sultan'ın bolca doldurduğu tabakla beraber, yarım limonu kaptığım gibi masaya oturdum.


Sarmaların üzerine limonu sıkarken "Sizi beklemek çok isterdim ama bekleyip, kendimi bu sarmalardan uzak tutamayacağım." dedim.


Ayaz hafif tebessüm ederek "Zaten kahvaltı ettiğin söylenemez. Bu saate kadar aç kaldığın için üzülüyorum, birde bizi bekleyip daha fazla aç kalma." dedi.


Tuğba, gözlerini devirerek söze girdi.


"Açsan ve sarma varsa, ne zaman bizi bekledin ki şimdi kibarlık edip soruyorsun."


Doğru söylüyordu. Yaprak sarması benim yumuşak karnımdı ve bu uğurda kimseyi beklediğim söylenemezdi. Bir, iki tane sarma yedikten sonra Ayaz'a sarma tabağını uzattım.


"Bir tanecik tadına baksana, annenin sarmalarına çok benziyor. Tabii Meryem teyzemin sarmalarının yeri bende çok başka. "


Ayaz bir tane sarma alınca gözüm Demir Bey'e takıldı. Parmaklarını gergin bir şekilde masaya vuruyordu.


"Canınız çektiyse 1 tanecik de size verebilirim." derken çatalına uzandım. Tabaktan gözüme kestirdiğim sarmayı seçip, ona doğru uzattım. En küçük sarmayı seçtiğimi anlayacak olmalı ki yüzünde bir gülümseme oluştu. Temkinli olup çatalı ucundan tutarak tabağına koydum.


Tuğba'ya dönüp "Kesin senin canın sarma çekmiyordur. Zaten asansördeki konuşmalarından bu çok belli oluyordu." dedim.


"Pis sarma canavarı, sanki canım çekse vereceksin de. Hadi verdin diyelim, Demir Bey'e verdiğin sarmayı da gördük."


Bu esnada onlarında yemeği geldi. Üçü de musakka, pilav istemişti. Tuğba canımı çektirmek için, ballandıra ballandıra yerken, gözüm musakkaya takıldı. Bir porsiyon sipariş etsem hem bitiremez, hem de tatlı yiyemezdim ama canımı da fena çektirmişti.


"Çok lezzetli değil mi?"


Tuğba, sorumu en gıcık sesiyle "Hem de nasıl, seninle paylaşmak isterdim ama sadece bana yetecek kadar var. " diyerek cevapladı.


Koluna bir tane dirsek atıp "Yanlışlıkla oldu kuzum, bilirsin bile isteye asla canını yakmam." dediğimde yüzünü getirdiği yav he he ifadesine ciddiyetimi korumaya çalışsam da tebessüm ettim. Tebessümüm aynı dirsek darbesini koluma yediğim sırada şaşkın bir ifadeye dönüştü.


" Sende mi Brütüs! "


" Evet, bende Sezar! "


Ayaz aramızdaki diyaloğa gülerken "Benim tabağımdan, istediğin kadar yiyebilirsin." dedi.


Tam çatalımı uzatırken, masanın altından ayağıma yediğim tekmeyle beraber Demir Bey'in sesini duydum.


"Ben daha yakınındayım. Benim tabağımdan al ki üzerine dökülmesin " dedi tehditkar, bir o kadarda sinirli haliyle. Ne yapacağımı şaşırmış halde zoraki bir çatal alıp, tabağımı kaldırmak için Esma Sultanın yanına kaçtım.


Onlar yemeğini yerken hesabı ödeyip, bir bardak çayla beraber aldığım profiterolle, kapının önündeki masaya oturdum. İştahla tatlımı yarılamıştım ki Demir Bey karşıma oturdu. Yüzü çok gergin ve sinirli görünüyordu.


Dişlerinin arasından tehditkar sesiyle konuşmaya başladı.


"Bir daha başka bir erkeğin tabağından yemek yediğini görürsem, yapacaklarımı düşünmek istemezsin…" Cümlesinden sonra masadan bir tane kürdan alıp, gözlerimin içine baktı ve konuşmasına devam etti. "Veya dün olanları düşünmende fayda var! Daha beterini yaparım."


Duyduklarımdan sonra şaşkın bakışlarımı yüz ifadesinde gezdirdim. Çok ciddi görünüyor, söylediklerini hayata geçirecek kararlılıkta olduğunu gösteriyordu.


Gözlerimdeki bakışları dudağıma kaydıktan sonra masadan bir tane peçete alıp, bana doğru uzattı.


"Çocuk gibisin, daha dikkatli ol."


Üzerimden atamadığım şaşkınlıkla beraber bir anda hıçkırdım ve uzattığı peçeteyi alıp hemen dudağımı sildim.


İnanmıyorum Beyza! Sen kim oluyorsun da bana karışıyorsun diye meydan okumayacak mısın?


İç sesim bana kim olduğumu hatırlatsa da ben kaçar bir halde "Öğle aram bitmeden namaza gitmeliyim." dedim.


Ayaz kapıdan çıkarken "Bekle bende namaz kılmaya geleceğim." dedi. O sırada gözüm Demir Bey'e takıldı. Dişlerinin arasına aldığı kürdanla beraber bana bakıyor ve gözlerinden ateş saçıyordu.


Sertçe yutkunup yanlarından uzaklaşırken "Ben gideyim, sen de arkamdan gelirsin." diye yanıtladım.


Onunla aramdaki mesafe açıldıkça neden karşısında sus pus olduğumla ilgili kendime çok kızsam da bunun geçici bir tutulma olduğuna karar verdim. Ben Beyza Akman'dım ve hiçbir sözün altında kalmazdım.

.

.

.

Devamı yarın...


Loading...
0%