@hanifta_hanim
|
"Beyza!" "Beyza sakın kaçayım deme!" Kükremişti, gerçekten bildiğin kükremişti ve bu sesi arkama bile bakmadan kaçmama neden oluyordu. Bir şekilde yine ortadan kaybolmam ve ondan kesinlikle uzak durmam gerekiyordu çünkü şu an ki öfkesinden gerçekten çok korkuyordum. Korkunun yanında, kalbimi hüzün sarmaya başlasa da bu duyguya asla teslim olmayacak, ne olursa olsun buradan kaçacaktım. Hemen arabama doğru koşmaya başladım. Şu an ayağımda hiç olmaması gereken topuklu ayakkabılarım olduğu için çok kızgın olsam da bir anda gelişen planıma sadık kaldım. Sonunda arabaya binmeme bir kaç metre kalmıştı. Bir anda tanımadığım siyah giyimli, koca cüsseli bir adam önümü kesti. Başta ne olduğunu anlamadığım için etrafından geçmeyi denedim ama tekrar önüme doğru geldi. Sinirli bir ses tonunda öfkemi soludum. "Beyefendi önümden çekilir misiniz! " "Çekilemem hanımefendi. Gitmenize izin veremem, benimle geliyorsunuz." İki adım geri atarak, olanları anlamaya çalıştım. Demir buraya yalnız gelmişti. Bu adam o zaman kimdi? "Siz kim oluyorsunuz da benim gideceğim yere karışıyorsunuz? Çekilin önümden hemen!" Sinirli sesim adamın pekte umurunda görünmüyordu. Üzerime doğru yürümeye başladığında geri geri bir iki adım attım ve hemen arkamı dönüp, uzaklaşmaya çalıştım. Hayır bu şaka olmalıydı. Arkamda bıraktığım adamın, ikizi gibi görünen adam karşımda duruyordu. Aynı cüsseye sahip, o da baştan aşağı siyah giyimliydi. "Beyza hanım, zorluk çıkarmayın bizimle geliyorsunuz. Demir Bey'in talimatı var. " Gerçekten zorluk çıkarmayın dedikleri için zorluk çıkarmayacağımı mı sanıyordu bunlar. Sağ tarafıma doğru gitmeye çalışınca tekrar önümü kestiler. Kaşlarımı çatıp, öfkemi yüzlerine haykırırken, sinirime yenik düştüğümü hissediyordum. "Hadi bakalım, bana dokunmayı bir deneyin! Size yemin ederim, bunun acısını sizden çıkarırım. Şimdi önümden çabuk çekilin!" Adamlar birbirlerine bakıp, ne yapmaları gerektiğini kararlaştırmaya çalışıyordu. Kararlıydım eğer herhangi bir temasta bulunurlarsa, bunun acısını başta Demir'den, sonra da bunlardan çıkaracaktım. Demir, Kenan'ın bile bana dokunmasına izin vermediyse, bu adamların dokunmasına asla izin vermezdi. Adamların etrafından dolanıp, arabanın kilidini açtım ve çantamı yerleştirdim. Şimdi daha kararlı görünüp, şoför koltuğunun kapısındaki adamı, oradan uzaklaştırmam gerekiyordu. "Çekil önümden!" Elini bana doğru uzatırken "Gitmenize asla izin veremeyiz" dedi. Bir adım geriye giderek "Sizin bana dokunmaya çalıştığınızı Demir Bey bilse, benden önce elinizi o kırar! Bunu biliyorsunuz değil mi?" diye bağırdım ama adam yine üzerime doğru kararlı bir şekilde geliyordu. Ta ki yerimden sıçramamı sağlayan, o öfkeli sesi duyana kadar. "Eğer karıma dokunursan, senin tüm parmaklarını teker teker kırarım!" "Ama efendim..." Demir yanıma doğru gelirken alev saçan gözlerle adama bakıyor, adımları ise yeri deliyordu. Yumruk yaparak sıktığı elinin üzerindeki dövme bile gerilmişti. Dişlerini sıkarak "Size asla dokunmamanız gerektiğini söylemiştim. Benim olana kimse dokunamaz. Şimdi defolun!" diye sert sesiyle bağırdı. Adamlar özürlerini tekrar tekrar yineleyip gittiler. Öfkeli ama bir o kadar da endişeli sesiyle, gözlerimin içine bakarak konuştu. "Sana dokunmadılar değil mi?" Kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Tüm doğru bildiklerim alt üst olmuş, kendimle verdiğim savaşta yenilmiş hissediyordum. Sadece ona sarılıp, bu duygulardan uzaklaşsam olmuyor muydu? Ona alışıyordum galiba varlığına, bakışına, sahiplenmesine, aklımı bulandıran her sözüne... Elimden anahtarı alıp, arabadan çantamı aldı ve arabayı kilitledi. Bana doğru yakınlaşarak elimi bileğimden kavradı. Hızlı adımlarla yürümeye başladıktan bir kaç saniye sonra bir anda durup, beni baştan aşağı süzdü ve sinirle konuşmaya başladı. "Bir daha bu elbiseyi, sakın giyme!" Elbisemin onun hoşuna gitmeyecek hiçbir yanı yoktu. Krem kumaş üzerine yapılan harika el nakışları elbisemi süslüyordu. Belden aşağısı uçuş uçuş olan elbisenin bel kısmı bedenimi kararında sarıyor, balon kesim kolları ise elbiseye şıklık katıyordu. Nesini beğenmemiş olduğunu anlamıyordum. Gerçi çokta umursadığım söylenemezdi. Susarak gözlerinin içine baktım. "Hayret susuyor olman şaşırtıcı. Eve gittiğimizde bu yaptıklarının hepsinin hesabını soracağım Beyza." Resmen açık açık tehdit ediyordu. Ağzımı açmayacak, birazcık öfkesinin dinmesini bekleyecektim. Cevap vermediğimi görünce önünü dönüp, hızlı adımlarla yürümeye başladı. Arabasının yanına geldiğimizde attığım imzayı görünce istemsizce gülmeye başladım. Demir bana bakıp güldüğümü gördüğü sırada kaşlarını kaldırdı ve dudaklarını sıktı. "Beni gerçekten deli ediyorsun! Bir de gülüyorsun öyle mi?" Dudaklarımı ısırıp, gülmeme engel olmaya çalışıyordum ama çok da başarılı olamıyordum. Demir'in elindeki çantamdan, telefonumu aldım ve bir dakika iznini aldım. Arabanın önüne geçip; zafer işareti yaparak, şaşkın şekilde kaşlarımı kaldırıp elimle ağzımı kapatarak ve işaret parmağımla arabanın çiziğini göstererek 3 farklı pozla resim çekildim. Demir sadece beni izliyor, ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. WhatsApp'ta "GENÇ AKMANLAR" grubuna resimleri atarken altına "Beni sinirlendirdiğiniz de artık bir kere daha düşünmeniz gerekiyor. Şimdiden uyarıyorum!" yazarak paylaştım. Uygulamadan çıkıp, tuş kilidi yaptığımda telefona bildirim sesleri yağıyordu. "Tamam Demir, söz veriyorum gülüp te sinirini bozmayacağım" diyordum ama gevşeyen dudaklarımı engelleyemiyor, sürekli ısırarak gülme duygumu bastırmaya çalışıyordum. Gözlerimi kapatıp, durumdan uzaklaşmak için farklı şeyler düşünmeye gayret ettim. Başarısızlıkla sonuçlanan durumu, elimi alnıma götürerek kapatmaya çalıştım. Demir beni elimden tutarak, arabaya bindirdi ve ya sabır eşliğinde kapımı kapattı. Arabanın önünden dolanırken, gözlerini benden ayırmıyor, kızgınlığını sunuyordu. Kapıyı açıp, şoför koltuğuna oturduğunda bana doğru baktı. Tam bir şey söylemek için ağzını açarken, telefonu çaldı. "Efendim Kenan." Kenan ne diyorsa, bir anda gülmeye başladı. "Haklıymışsın dediklerinde, beni gerçekten çok zorluyor" dedi. Sonra bana doğru dönüp bakarken, "Gerekirse hepsine imzasını atsın, hatıra diye saklarım" deyip bana göz kırptı. O sırada arabayı çalıştırıp, sürmeye başladı. Kenan'ın ne dediğini duyamıyordum ama benim için güzel sözler söylemediğine emindim. Bende o sırada WhatsApp grubuna girip, okumaya başladım. Kenan: Zamanında enişteye söylemiştim 'bu kız adamı verem eder' diye. Çok erken başlamışsın kuzen.
Mehmet: Geldiğinde her ihtimale karşı, arabamı eve asla getirmeyeceğim. Gözbebeğim o benim, sana imzalatmam.
Hüseyin Ağabey: Küçüğüm eline sağlık, böyle olmaya devam et ama benim arabamdan uzak dur.
Meryem Yengem : Uşağa çok acıyorum, yazık etti gençliğine. Hüseyin sende kıza gaz verip durma.
Ali Asaf Ağabey: Anamın en güzel yadigarı bu benim arabamın aynısı, etme abim yazık günah. Gidip sinirini Demir'den çıkarsaydın. Arabanın ne suçu var?
Zehra: Yapmışsa, haketmiştir. Az bile yapmışsın kuzencanım. Ellerin dert görmesin. Ali ağabeyine sinirlenince gidip ondan çıkarırsın sinirini, arabası ondan kıymetli demekki.
Ali Asaf Ağabey: Zehra sus.
Yavuz Selim : Asi yanına da, sana da hayranım beyaz çikolatam. En yakın zamanda gelip, seni göreceğim çok özledim.
(Fotoğrafları okuyunuz... Whatsapp yazışma ekranı) Mesajları okurken kahkaha atıyor, kendimden geçiyordum. O sırada Demir telefonu elimden çekip aldı, ekranı kilitleyip cebine koydu. "Bırak şu telefonu!" Yine sesi öfkeli çıkıyordu. Birazcık mutlu olmamdan rahatsızlık duyuyordu işte. Yine kabuğuma hayal kırıklığıyla çekiliyordum. Ona doğru sırtımı dönerken, yüzümü cama doğru çevirdim. Ellerimi birbirine bağladım ve öylece etrafı izlemeye başladım. O güzel caminin önünden geçerken, gözlerimi ondan alamadım ve orayı Demir'in de görmesini ne çok istediğimi hatırladım. Hiçbir şey demeden sadece camiye bakıyordum. Arkamızda kaldığında kafamı arkaya doğru çevirip kurduğum hayali yolcu ediyor, onunla vedalaşıyordum. Demir arabayı kenara çekti ve geri geri gelmeye başladı. Ne yapmaya çalıştığını başta anlayamamış, sadece olanları izliyordum. "Camiye girmek için mi kedi gibi bakıyordun sen?" Heyecanla ona doğru döndüm. Bunu nasıl anladığını bilmesemde, içimde kelebekler uçuşmaya başlamıştı bile. "Demir içini görmelisin çok güzel. Güzelliği karşısında hayran kaldığım zaman senin de burada olman gerektiğini düşündüm." Sessizce indi ve kapımı açıp elimden tutarak, beni dışarı çıkardı. Elimi tutmasından hiç rahatsızlık duymuyor, olması gerekeni yapıyor gibi hissediyordum. Açık olan parmaklarımı kapatıp, elini kavrayınca yürürken bir anda durdu ve ellerimize baktı. Gülümseyen gözlerinin içi ile beni kendine doğru çekip, alnımdan öptü. Alnım onun hakimiyeti altına girmiş olmalı ki bu öpücüğünü huzurla karşıladı. Alnımdan yüreğime doğru akan sıcaklık kendine ait bir yer oluşturmaya başlamış, gözlerimi kapatıp o yerin oluşmasına izin vermiştim. Dudaklarını alnımdan çektiğinde kapanan gözlerim, usulca gerçek dünyaya açılıp onun derin kahvelerine çoktan çekilmişti. Ellerini yüzüme getirip, avuçlarının arasına aldı ve derin nefesler eşliğinde gözlerime baktı. Gözleri dipsiz bir kuyu gibiydi. Oraya düşersem çıkamamaktan deli gibi korkuyordum. Kulağıma insanların sesi çalındığında sokağın ortasında öylece kala kaldığımızı fark ettim. Gözlerimi ondan kaçırdım ve sessizce fısıldadım. "Demir, insanlar bize bakıyor." Her ne kadar ona bakmıyor olsam da bakışlarını üzerimde hissediyor, derin nefesler eşliğinde ciğerine hapsettiği havayı duyabiliyordum. "Bakmalarında bir sakınca görmüyorum. Nikahlı karımın gözlerine bakarken, kimseden izin alacak değilim!" Başımı biraz daha öne eğip, yüzümü onun görüş alanından çıkarmak istedim. Utandığımı anlamış olacak ki camiye doğru yürümeye devam etti. Bahçesinden içeriye girdiğimizde abdest almak için çeşmelerin yanına gitti. Bir ağacın gövdesine yaslanmış, ona öğrettiğim gibi abdest almasını izliyordum. O bu şekilde harika görünüyordu. Çantamdan bolca peçete çıkarıp, onun yanına doğru gittim. Sessizce peçeteyi uzatınca tebessümle elimden aldı. Kurulandıktan sonra caminin içine girdik. Caminin içinde oradan, oraya koştururken heyecanla ona beğendiğim ve onun görmesini istediğim her yeri gösteriyordum. "Demir asıl görmen gereken güzelliği sona sakladım. Baaakkk..." diyerek ona caminin içinde kubbede yazılı olan Allah'ın 99 ismini gösterdim. Büyülenmiş görünüyordu. Kubbeye bakarken, beni omuzlarımdan kendine doğru çekti ve kollarına sardı. Uzun bir süre onu izlediğimde etkilenmiş görünüyor, bir şeylere açlık duyuyormuş gibi hissediyordum. "İyi ki ..." dedi ve sustu. Cümlesini yarıda kestiği için merak etsem de onun büyülenmiş halini bozmayacaktım. Kollarından ayrıldım ve namazı kılmak için üst kata çıktım. Namazımı huzurla kıldıktan sonra uzun bir süre secdede dua ettim. Kalbimde kelebekler uçuşurken, merdivenleri mutluluktan birer ikişer atlayarak indim. Demir orada Rabbinin karşısındaydı... Secde de tamda olması gerektiği yerde. 'Allah'ım Demir'in hayırlı olan, tüm dualarını kabul eyle. Onu sevdiğin kullarından eyle. Bizim ikimiz için hayırlı olanı sen biliyorsun, ikimizi de hayra teşvik et.' Duama en içten aminlerimi gönderirken, Demir' in yanına gittim. Sanki onun yanında olduğumu bilmesi gerekiyormuş gibi hissettiğim için elimi omzuna yavaşça koydum. Secdeden kalkmadan, elini elimin üzerine doğru getirip, biraz daha devam etti. Secdeden kalktığında buğulanmış gözlerinde ki hüzün girdabı beni ona doğru savurmuş, düşünmeden hareket etmeye başlamıştım. Gözünün kenarında duran yaş, sanki ona ait değilmiş gibiydi. O Demir'di işte ağlamaz, ağlatırdı. Elimi yüzüne doğru uzatıp, yanağına koydum. Kocaman yüzünde, küçük kalan baş parmağımla, göz yaşını sildim. "Allah'ın merhameti sonsuzdur Demir, bunu hiçbir zaman unutma ve kapısına gitmekten asla bıkma." Demir kafasını evet anlamında sallarken, elimi yanağından çektim. Karnımın açlığına artık dayanamıyordum. "Ben acıktım Demir. Hadi birlikte yemek yiyelim" dedim. Camiden çıkıp yemeğimizi yedik ve evin yolunu tuttuk. ⌛⏳ Sonunda eve gelmiştik. Çantamı alıp, arabadan indim. Demir arabaya yaslanmış tekrar tekrar beni süzüyordu. "Bu elbiseyi bir daha asla giymiyorsun. Hatta elinden çıkar." Gözlerimi kapatıp, sakinlik diledim çünkü eve gelene kadar, durduğumuz her noktada aynı şeyleri tekrar edip, kafamı şişirmişti. Cevap vermediğim için kendini tekrar hatırlattı. "Nedenmiş o? Gayet güzel bir elbise ve güzel olmayan hiçbir yanı yok." Elini ensesine getirip ovmaya başladığına göre hoş geldin Demir & Beyza kavgası. "Sana giymeyeceksin dedim! " Yine emrivaki konuşmalarına başlamıştı beyefendi. O taraflı olup cevap bile vermeden, eve doğru gidip zile basacaktım ki elimden tuttu. Öfkesi onu yine esir almıştı. "Duydun mu beni? Sabahtan beri susup duruyorsun. Sana bu elbiseyi giymeyeceksin dedim. Hele dışarı çıktığında üzerinde bir daha asla görmeyeceğim." Kaşlarımı yukarı kaldırıp, öyle mi der gibi baktığımda öfkem beni de selamlamaya başlamıştı. "Yine Demir Bey'imiz emirler yağdırmaya başladı. Bu emirler karşısında tabii ki dediğini sessizce kabul edecek, bu elbiseyi her yerde giyeceğim. Oldu mu paşam?" diye sinirle soluyorken zile öfkeyle bastım. Elimi bileğimden kavrayıp, beni kendine çekti ve alnının kenarında beliren damarlarıyla öfkesini kustu. " Ben senin kocanım. Sana giymeyeceksin diyorsam, giymeyeceksin! " O sırada kapı açıldı. Hiç kimseyi görecek halim yoktu. Sinirle bileğimi kavradığı elini savururken, içeri doğru yürümeye başladım. Benimle konuştuğu aynı tonda cevapladım. "Bana emirler yağdırıp durma! Hele o sesini yükseltip hiç konuşma. Senin karşında çocuk yok! Benimle emrivaki konuştuğun sürece istediğim her elbiseyi giyerim. Sen de sadece izlersin." Ona dönüp baktığımda yakasının açık düğmelerini görünce, iyice sinir katsayım arttı. Beyefendi, bağrına kadar açtığı düğmelerle mi benim ne giyip, giyemeyeceğime karışacaktı. Demir öfkesini kontrol altına almaya çalışıyor. Benim yola gelmeyeceğimi anlıyordu. Sabahtan beri bana güzelce nedenini sunup, neden giyinmemi istemediğini belirtse, saygı duyup görüşünü önemseyebilirdim ama sert bir şekilde emir kipiyle konuşuyordu. "Karıcığım tamam sakin sakin söylüyorum. Bu elbiseyi giymeni istemiyorum çünkü sana çok yakışıyor ve seni çok kıskanıyorum. Şimdi oldu mu?" Yüzümü aptal bir gülümsemenin sarmaması için direniyordum. O öfkeli sesini yumuşatıp, elbisenin çok yakıştığı için beni kıskandığını mı söylemişti? Evet evet öyle söylemişti. O zaman bende son bir kez şansımı deneyip, onu özüre davet edecek ve bu elbiseyle vedalaşacaktım. İki kolumu birbirine bağlayıp, ses tonumu düşürdüm ve konuşmaya başladım. "Emrivaki konuşup, bağırdığın için özür dilersen, bu elbiseyi çok sevdiğim halde onunla vedalaşabilirim." Kaşlarını kaldırıp, dudaklarını sıkarken yanıma geldi. Kendiyle bildiğin savaşıyordu. Az çok arabada bıraktığım imza ile birlikte beni tanımaya başlamıştı. Bu elbiseye elbette zarar verebilir, benim giyinmemi engelleyebilirdi ama bunun kurtuluş olmayacağını o da biliyordu. Gerekirse gider 10 tane daha bu elbiseden alır, ona boyun eğmezdim. Elini yanağıma doğru uzatıp, işaret parmağının arkasını yüzümde hafif hareketlerle gezdiriyordu. "Özür dilerim Hanifta Hanım. Şimdi oldu mu?" Yüzümü tebessüm kaplarken ellerimi gömleğinin düğmesine götürdüm. Öylece merakla beni izliyordu. İki tanesini iliklemeye başladığım sırada konuşmaya başladım. "İşte şimdi oldu kocam bey." Demir ona söylediğim hitabı duyunca gözlerini bana sabitleyerek yüzünü sıcak gülümsemesine teslim etmişti. Sert yüzüne baktığım zaman, nasıl üşüdüğümü hissediyorsam, gülen yüzüne baktığım zaman da artık ısındığımı hissetmeye başlıyordum. Etrafımızı alkış sesleri sarınca, Demir'in gözlerindeki gözlerimi çektim ve alkış sesinin geldiği yere doğru çevirdim. Gördüğüm şeyle içimde büyüyen sese teslim oldum. Ne olur, bu şaka olsun! Alkış sesinin geldiği yöne doğru baktığımda bunun rüya olmasını istedim. Nasıl birbirimizden başka kimseyi göremeyip onları bu ana şahit etmiştik anlamıyordum. İkimizde birbirimizin çekim alanına girip bulunduğumuz gerçeklikten uzaklaşmış, sadece biz varmışçasına kavga ederek kimseyi görememiştik. Her şey iyi hoşta kocam bey demeseydim iyiydi. Hem sana ne oluyor Beyza? Ağzından çıkana dikkat etmiyor, gidip adamın gömleğinin düğmesini kapatıyorsun. Yetmiyor seni tuttuğu elden, alnına kondurduğu öpücükten artık rahatsızlık bile duymuyor, sıcaklığına teslim oluyorsun. Bu yaptıklarının anlamını bilmeyecek kadar da aptal olamazsın. Resmen 'ben artık seni kabul etmeye başlıyorum' diye avazın çıktığı kadar bağırıp, bunu Demir'in yüzüne yüzüne haykırıyorsun. Hayır, hayır bunu yapmaman gerekiyor. Sadece birazcık aklın karışmış, senin için üzülen ve solgun düşen haline kanmış olabilirsin. Seni nasıl tehdit edip, bu oyuna soktuğunu unutma ne olur. Kendi ellerinle teslim olma şu adama. Sen kendinle verdiğin savaşı kaybedersen, bu adamın bencilce kurduğu hayatında ancak yardımcı oyuncu olarak kalacak, her şeyde onun egemenliği altına gireceksin. "Yenge, sen harikasın! O buz dağına özür mü dilettin sen? Gel vallahi seni öpeceğim!" Yağız ERDEM Demir' i hafif andıran ve 22 - 23 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim genç, yanıma doğru geliyordu. Yakınlaştıkça gözlerinin ela, saçlarının ise açık kahverengi olduğunu görüyordum. Aramızda iki adım mesafe kala Demir aramıza girip, önünü kesti. Ellerini arkaya götürerek bağladı ve ona doğru üstten bir bakış attı. Kafamı arkasından çıkarıp, ne yapmak istediğini anlamaya çalıştığım sırada dik ve sert sesiyle gence konuştu. "Demek buzdağı Yağız bey! Bunun hesabını hafta sonu ödediğim harçlıklarından keseceğim. Hem karımı ben bile öpemezken, sana öptüreceğimi mi sanıyorsun?" Bu adam gerçekten arsızdı. Kardeşiyle bu şekilde konuşma şekli başlı başına yanlışken bir de babaannesi ve annesinin yanında bunları söylemesi sıkkın bir nefes vermeme neden oluyordu. Hemen Demir'in arkasından çıkıp, Yağız'ın yanına gittim. " Merhaba Yağız, ben Beyza. Ağabeyin bugüne kadar hiç espri yapmadığı için şu an yaptığı espri ağzında emanet gibi duruyor. Aldırış etme, zamanla düzelir diyor doktorlar. Sen yine yalandan gül ki yapabildiğini sansın ve bunun için üzülmesin..." Yağız kahkaha atıp öne doğru eğildi. Biraz kendini toplayınca yine dik haline döndü. Abisine doğru bakıp, onun sinirli halini görünce tekrar bana doğru döndü. "İşte bu evde aradığım taze kan sensin Beyza. Bu buzdağının yanında neler çektiğimi bilemezsin." Sesimi üzgün bir şekle sokup, iç çekerek konuştum ama aslında içimi döküyordum. "En iyi ben bilirim Yağız, uzun süredir sert ve soğuk bakışları altında donuyorum. Çekilecek dert değil aslında ama ne yapacaksın kader diyorum, kabullenmeye çalışıyorum. " Oysa dediğim her şey doğruydu ama Yağız buna kahkaha atarak karşılık veriyordu. Ağlanacak halime espri olarak bakılması içimi yakıp, bana yaptıklarını tek tek hatırlamamı sağlıyordu. Sahi ben ayakta durmak için ne çok çaba veriyor, tüm sıkıntılarımı başkaları için arkama atıyordum. Bu eve ilk geldiğimde korkudan ölüyordum. Bu öyle büyük bir korkuydu ki zihnimi kapatıp, beni 3 koca gün karanlığa hapsetmişti. O karanlıktan uyanmamak için çok direnmiş ama bana bunları yaşatan adamın gözyaşlarına kıyamadığım için uyumaktan vazgeçmiştim. Buradan kaçtığımda yıkık dökük iken, Tuğba üzülüp yaşadıklarımı anlamasın diye hemen gülmeye başlamış, yine hüznümü arkalara saklamıştım. Özgürlüğümü tadarken yine ara ara Demir için üzülmüştüm. Ben neden bencilce kendimi düşünemiyordum? Neden herkes için bu kadar üzülürken, kendi yaşadıklarımı zihnimin en gerilerine atıyordum? Yaşadıklarım tokat gibi çarparken yüzüme, solup giden tebessümümle katilime doğru baktım. Şimdi bu adamdı benim kocam öyle mi? Beni karanlığa hapseden, tehditleriyle kendine eş eden. Demir gözlerimdeki hüznü görünce bana doğru baktı. Elini bana doğru uzatırken, arkamı döndüm ve babaannesine doğru gittim. Şimdi de onlar için yüzüme sahte gülüşlerimi konduracak, yine kendi hissettiğim gibi değil de bir başkasını mutlu etmek için çabalayacaktım. Sebahat ERDEM Eline uzanıp öperken, yaşadıklarımı bertaraf etmeye çalışarak "Hoş geldiniz babaanne" dedim. "Teşekkür ederim güzel torunum. Sen de evine hoş geldin. Sen bu haytayı dinleme, elbise sana çok yakışmış. Ona kalsa seni kimseler görmesin diye, bu evden dışarı çıkarmaz." Yanağını öpüp, sırtını sıvazlarken "Senin sözün benim için çok önemli babaanne, sen öyle diyorsan bana sözünü dinlemek düşer." dedim. Deren ERDEM Annesinin yanına doğru giderken nasıl hitap edeceğim konusunda hâlâ çok kararsızdım ve bu beni geriyordu. "Efendim siz de hoş geldiniz." diyerek elini öptüm. Çok emanet duruyordu ama ona anne dersem, anneme ihanet edeceğimden korkuyordum. Düşüncelerimden beni, öpüp sarılırken kurduğu cümle çıkarıyordu. "Kendini kasma kızım, içinden ne zaman anne demek geliyorsa, o zaman söyle." Gözlerine bakıp, beni anlayan haline binlerce kez teşekkürümü sundum. Yanağına bir öpücük kondurup, tekrar sarıldım ve kulağına titreyen sesimle "Saygısızlık olarak algılamayın ne olur. 6 buçuk yıldır bıkmadan mezar taşına sesleniyorum ve hâlâ umutla cevap vermesini bekliyorum" dedim. Elini sırtımda gezdirirken "Beklemekten yorulduğun zaman, bana seslen kızım, hayatta olduğum sürece cevap veririm" dedi. İşim çok zordu. Şimdi de bu güzel yürekli aile üzülmesin diye çabalayacak, onlar için elimden gelenin fazlasını yapacaktım. Tekrar yüzleştiğim bu gerçekle omuzlarımda hissettiğim yükün artığını hissettim ama bu yükü kaldıracak gücü kendimde bir türlü bulamıyordum. "Masa hazır efendim. " Düşüncelerim Esra teyzenin sesiyle bölünüyordu. Onlar masaya doğru geçerken, ben ellerimi yıkamaya gittim. Döndüğümde Demir baş köşedeki sandalyenin yanında ayakta bekliyordu. Karşı baş köşede babaannesi, ortada annesi ve kardeşi duruyordu. Annesinin yanına doğru giderken, Demir'in sert ve tavizsiz sesini duydum. "Beyza annemin yanına değil, babaannemin yerine geç otur. " Şaşkınlıkla bir Demir'e, bir babaannesine baktım. Kadıncağız üzülmüş olsa da yüzüne zoraki bir gülümseme kondurmuş, kenara doğru çekilmişti. "Ne münasebet, oraya babaannen yakışır. Biz gelin kaynana yan yana oturup yiyeceğiz." dedim ve annesinin yanına oturdum. Sofradaki herkesin, neden gerilmiş olduğunu anlamıyordum. Yağız'ın bile gülen yüzü solmuştu. Suya doğru uzanıp bardağıma su doldururken, Demir öyle bir bağırmıştı ki korkuyla yerimden irkildiğim için üzerime su dökülmüş, ben ise öylece kalakalmıştım. "Sana geç otur dedim!" Kendimi toparlamayı başardıktan sonra herkese sırasıyla baktım. Ailesi gerçekten Demir'den korkuyordu. Bana onca acıyı yaşatmış olduğu halde göstermemiş olduğunu iddia ettiği karanlık yanını onlara göstermiş olduğunu düşündüm. Onlardan bakışlarımı çekerek tekrar Demir'e baktığımda her zamanki gibi öfkeli ve sinirli şekilde bakıyordu. Alnının ortasındaki damar kabarmaya yüz tutmuş, gözlerinin içinde yaktığı alevle herkesi ve her şeyi yakmak istiyor gibiydi. "Yoldan geldiğimiz için ben çok acıktım, izninizle başlıyorum. " Ondan korksam da bu korkunun içimde büyümesine asla izin vermeyecektim; çünkü buna izin verirsem ben, ben olmaktan çıkacak, onun kuklası haline dönüşecektim. Ben, bendim ve onun kuklası olmaya niyetli değildim. Çorbamı içtiğim sırada sakin davranıp, onu yok saymaya çalışıyordum ama bu mümkün olmuyordu. Alev saçan bakışlarını üzerimde hissederken, birde ailesinin korku dolu bakışlarını göğüslüyordum. Kaşığı ağzıma doğru götürürken "Sana geç otur diyorum!" diye tekrar ani şekilde bağırınca korktuğum için kaşık elimden kaydı ve üzerime düştü. Gözlerime yaşlar hücum ederken, bertaraf etmek için kendimi teselli ediyordum. Hayır şu an ağlamayacaksın Beyza. Sakin olup, sofradan kalkacak ve asi yanına sıkı sıkı tutunup gözünü karartacaksın! "Ellerinize sağlık Esra teyze, çorba harika olmuştu. Bugün beceriksizliğim üzerimde lütfen kusura bakmayın. En iyisi odama çıkıp biraz dinlenmek sanırım. Size afiyet olsun." Masadan sakince kalkıp, herkesi başımla selamladım. Demir'in yanından geçerken, ondan titreyen ellerimi saklamak için elbisenin etek kısmını, avuçlarımın arasına hapsettim. Yanından geçerken kolumdan tutup, beni kendine çevirdi. Sinirden tek çizgi olmuş dudaklarının yanında alnında kabaran damarı, öfkesini anlatmaya yetiyordu. "Sabrımı taşırıyorsun. Sana geç otur diyorum yoksa! " Sözünü bitirmesini beklemeden, omuzumdaki elini silkerek indirdim ve öfkeyle gözlerinin içine bakarak nefretimi tazeledim. Artık alnımda öpücüğüyle oluşan hakimiyetini sıfırlayıp silmiş, ellerini yabancılaştırmış, ilk günkü nefretime dönmeyi başarmıştım. Onun duyabileceği şekilde sessizce öfkemi kusuyordum ama biliyordum ki sessiz çıkan cümlelerim, onda çığ etkisi bırakacak gürültüde kulaklarında çınlıyordu. "Yoksa ne Demir Bey? Tehdit etmediğiniz bir tek canım kaldı. Onu da aldığınız gün, ancak benim bayramım olur. Şimdi rahat bırak beni! " Duydukları karşısında sandalyeye çökerken, ben çoktan merdivenleri çıkmaya başlamıştım bile. Son dönüş kısmına geldiğimde, öfkeyle masanın üzerindeki örtüyü, bağırarak çekti ve her şeyi tuz buz edip dağıttı. Ben odama doğru yürümeye devam ettiğim sırada "Hepiniz odanıza defolun!" diye bağırdı. Bağırmasının ardından masadakiler bir şey söylemeden kalktıklarında onun sözünden çıktığım sürece neden öyle tahammülsüz ve öfkeli olduğunu artık anlıyordum. O etrafında olan herkesin bir sözüyle hareket etmesine alışmıştı ama ben, ne olursa olsun emrivaki konuştuğu sürece asla onun sözünü dinlemeyecektim. Odama gireceğim sırada dış kapının gürültülü bir şekilde kapatıldığını duyunca onun gittiğini anladım. Odamın kapısını kapatıp sırtımı kapıya yasladığımda karanlık oda ruhumu emiyor, çevirdiğim her kilitle kendimi biraz daha yalnız, biraz daha karanlığa mahkum olmuş hissediyordum. Sonunda kapıyı kilitlemeyi başardıktan sonra gerilen bedenimi kapının arkasına bıraktım. Sessizce ağlayıp, içimdeki korkunun biran önce bitmesini ve eski korkusuzluğuma dönmeyi bekledim ama bunu bir türlü olduramadım. Bu ev benim sonum olacak, ben ışığa hasret kalarak bu evde solup gidecektim. En kötüsüde ben solup giderken, herkes beni çok mutlu zannecekti. ⏳⌛ Gece odamın kapısından gelen sesle uyandım. Kapıyı açmaya çalışıyor ama kilitli olduğu için açamıyordu. "Beyza kapıyı aç, ben geldim." Kırıp döktükten sonra benim aynı yerde kalmamı bekliyordu. O kapının kilidini aslında o çevirip kilitlemişti. Şimdi ben geldim deyince istesem de kilit açılmıyordu. Hiçbir şey demeden, örtüyü kulaklarıma kadar çekip kapattım ve gözlerimi sıkı sıkıya yumup tekrar uyumayı diledim; çünkü uzun süredir uykularım, benim kurtuluşum oluyor, sadece orada eski halime dönebiliyordum. "Beyza ne olur aç şu kapıyı, yanında olmak istiyorum." Sesi kırık dökük geliyordu ama bu sefer merhametime yenilip te o kapıyı açmayacaktım. "Beyza açana kadar kapının önünden ayrılmayacağım. Burada hasta olmamı mı istiyorsun? Kaç gündür uykusuz olduğumu biliyorsun." Beni merhametimden vurmaya çalışıyordu. Kendime göstermediğim merhametimi başkalarına sunmaktan artık yorulmuştum ve bu merhameti ona gösterdikçe yok olmaya yüz tutmuştum. "Ben de üşüyen yalnızlığımı, soğuk duvarlara sarılarak ısıtmaya çalışıyordum Demir. Şimdi sen dene bakalım ısıtabilecek misin?" Kapıya sert bir şekilde attığı yumrukla irkildiğim için üzerimdeki örtüye daha sıkı sarıldım, sanki korkularımı da mutsuzluğumu da dindirecekmiş gibi. ⏳⌛ Sabah namazının alarm sesine zoraki uyandığımda yine alarmı çokça ertelediğimi, vaktin çıkmasına az kaldığını gördüm. Yataktan kendimi atıp, nasıl hızlı abdest aldığımı anlamaz halde, odanın kilidini açtım ve namaz odasına koştum. Şükür namazımı vakit çıkmadan yetiştirmeyi başarabilmiştim. Beni huzuruna layık gören Rabbime binlerce kez şükrümü sunup, secdeden kalktım. Göz kapaklarım ağırlaşmış şekilde yatağın yolunu tuttum. Odanın kapısından girdiğimde tekrar kapıyı kilitledim. Aralamakta zorluk çektiğim gözlerimi kapatıp, yatağın yolunu tuttuğumda kafam sertçe duvara çarptı. Yönümü değiştirip, yatağa doğru yürürken tekrar duvara çarptım ama bu sefer canım çok daha fazla yandı. Yer duygumu kaybetmiş olabilir miydim? Odanın ortasında duvarın işi olmayacağına göre, kesin kaybetmiş olmalıydım. Bir müddet duvara acıyan alnımı dayarken, söylenmeye başladım. "Alt tarafı bir duvarsın, senin derdin ne?" Burnuma Demir'in kokusu dolunca gözlerimi açıp geriye adım attım. Asla ama asla geç uyumayacak, yürürken önüme bakacaktım. Kendimi milyon kere azarladıktan sonra, kapıya doğru ilerleyip odanın kapısını açtım. Hiçbir şey demeden işaret parmağımla odadan çıkmasını söyledim. Artık merhametli olmayacak, içimden ne geliyorsa onu yapacaktım. "Çık odadan." "Hadi çıkarsana!" Sinirle gözlerine baktım. Onu görmezden gelip yok saymak için arkamı dönüp banyoya gittim. Banyonun sıcak suyunu ısınması için açtım. Sıcak bir duş alacak, gerilen bedenimin sakinleşmesi için ondan uzak duracaktım. Arkamı döndüğüm sırada Demir'in yanımda olduğunu fark edince gerildim. "Demir, çıkar mısın? Sıcak duş alıp, rahatlamam gerekiyor." Yanıma gelip, ani bir şekilde sarılırken söylediği cümleyle şaşırmış bir şekilde kala kaldım. "Benim de sana sarılıp, rahatlamam gerekiyor." Kendimi toparlar toparlamaz onu uzaklaştırmak için direndim ama gücümü ona bir türlü yettiremiyordum. "Demir, yeter artık lütfen dışarı çık, kapıyı kilitleyeceğim." "Kapıyı kilitlemeye gerek yok" deyip, iyice beni kendine hapsetti. Böyle yoğun baktığı zaman ondan korkuyor, ne yapacağını bilmediğim için geriliyordum. "Saçmalama Demir, böyle yaparak beni korkutuyorsun." "Korkma karıcığım. O kapıyı açmak için delirsem de asla o kapıyı açmayacak, senin olmak istiyorum dediğin güne kadar seni sabırla bekleyeceğim." Bu adam bunca şeyi söyleyip, bir damla utanmıyorken ben renkten renge giriyor, önünde kıvranıyordum. Şu an kızaran yanaklarımı ondan saklayıp, utançtan ölmemem gerekiyordu. Gözlerimi hemen yüzünden indirdim ve kafamı göğsüne gömdüm. Yine düğmeleri oldukça açık olduğu için yüzüm tenine değiyordu. Burası saklanmak için uygun bir yer olsa da onun tenine dokunmak beni yakıyordu. Kalp atışları çok hızlı ve derin atıyordu. Sanki kalbi göğsünden çıkacak gibi görünüyordu. "Demir, öyle bir cümleyi hiçbir zaman söylemeyeceğim. Boş yere gençliğine yazık ediyorsun." Beni geriye doğru çekti. Gözlerine bakmaktan korkuyordum ama söylediklerimde ciddi olduğumu görmesi gerekiyordu. Kararlılıkla gözlerine baktım. "Neden bana teslim olmamak için direniyorsun Beyza?" "Sana teslim olmam için önce seni sevmem, sonra sana aşık olmam gerekiyor Demir. Bunların olabilmesi içinde, senin benim hayallerimi süsleyen bir adam olman gerekiyor. Yani zorunlu girdiğim bu evlilikte, bunların olması imkansız. Senin de bu evliliği, bana aşık olarak yapmadığını ikimizde biliyoruz. Seninki sadece sahip olma arzusu Demir, bunu bir şekilde bana sürekli hissettiriyorsun. Bana dokunup sahip olduğun gün , bu evlilik senin gözünde anlamını yitirip bitmiş olacak ve bende tıpkı hayatındaki diğer kadınlar gibi kirli geçmişinde kalacağım. Sırf senin egon tatmin olsun diye ben, senin arkandan kendimi çöp gibi değersizleştiremem. Bu evlilikten olabildiğince temiz çıkıp, hayallerimdeki eşin gelmesini bekleyeceğim ve o geldiğinde ise arkama bile bakmadan hayatıma devam edeceğim." Akan su sesi banyoda yankılanıyor, sıcaklığından dolayı buharla kaplanıyorduk. Ellerimi tek eliyle tutup, beni duvara doğru yaslarken, diğer elini çeneme koyup, başımı yukarıya doğru kaldırdı. Bu sırada odaklandığım tek şey derin şekilde aldığı nefes alışverişleriydi. "Aslında şu an sana istediğim her şeyi kolaylıkla yapabilirim Beyza. Bunun olmaması için ne kadar direndiğimi bilseydin, benimle bu şekilde konuşmaya cesaret edemezdin." Bakışlarını kısa süreli gözlerimden çekip yüzümde dolaştırdıktan sonra konuşmasına devam etti. "Güzelliğinin farkında olduğunu biliyorum ama kaç güzel kadının, benim yatağıma girmek için birbiriyle yarıştığını bilseydin, şu an benimle evli olduğun için seni ödüllendirdiğim gerçeğini bilirdin." Sesini kontrol ederek çıkarmaya çalışıyordu ama söylediklerinin bende oluşturduğu mide bulantısından haberi yoktu. Benimle evlendiği için gerçekten beni ödüllendirdiğini sanıyordu. Bu nasıl bir ego, nasıl bir özgüvendi? Ellerimi ellerinden kurtarmaya çalışıyordum. Zarar görmemi istemediği için ellerini gevşetmişti ama zararı ona ben verecektim. Onu arkaya doğru itip, okkalı bir tokat attım. Banyoda ki yankısı, içimdeki öfkeyi biraz dindirmeye yardımcı olsa da ona içimdeki nefreti tam olarak kusmadan, bu öfkeyi dindiremeyecektim. "Senin ödül diye övündüğün şey, benim için cezaların en büyüğü! Ne oldu birbiriyle yarışan güzel kadınlara Demir? Şimdi de senin için yarışsalar ve senin yatağını süsleseler ya! Ne o, çekiciliğini mi kaybettin de senin yanında kimseyi göremiyorum? Hadi şimdi gidip onlardan bir tanesini buraya getir ve gözümün önüne ser, nasıl arzulanan bir adam olduğu. Seni sevdiğimi mi sanıyorsun? Senden yalnızca nefret ediyorum ve bu evliliği bitirmek için akdi bozmanı bekliyorum!" Öfkem gözümü kör etmiş gibiydi. Onu kolundan tutup, odaya doğru götürdüğümde " Şimdi o güzel kadınların yanına git! " diye bağırdım. "Saçmalama! Ben sadece senin yanında olmak istiyorum." Artık onun ne istediği, ne kadar üzüldüğü, ne kadar uykusuz kaldığı umurumda değildi. Sadece benim istediklerim önemliydi ve onun yüzüne hepsini hiç utanmadan haykıracaktım. Bu saçma takıntısından elbette vazgeçecek, benden uzağa savrulacaktı. İşte ben de o gün özgürlüğüme kavuştuğumda, onu hatırlamamak üzere silecektim. Öfkeli halim devam ederken kolundan tutup, odanın kapısına doğru çektim. Sadece izliyordu. "Ama ben senin yanında olmak istemiyorum. Hatta kimin yanında olmak istiyorum biliyor musun? Bugüne kadar onu görmemi sabırla bekleyen, beni hiç incitmeyen, onun yanında sadece mutluluktan ağlayacağımı bildiğim adamın yanında. Yani..." Gözleri şu an sadece karanlıktı. Kasırgaya dönüşen öfkesiyle, her şeyi söküp atana kadar durmayacak, bu uğurda bahçemdeki bütün çiçekleri yok edecekti. "Sus, o cümleni sakın tamamlama! Seni öyle bir hale getiririm ki ölmek için bana yalvarırsın!" Üzerime doğru yürüyüp, kocaman elleriyle ağzımı kapatarak arkama geçti ve sesim çıkmasın diye başımı göğsüne sertçe yasladı. Diğer eliyle kapıyı kapattı ve sonuna kadar kilidi çevirdi. Çevirdiği her kilit sesi, kalbime sıkılan bir kurşuna döndü. Beni yatağa sürükleye sürükleye getirdiği sırada korkudan aklımı kaybetmek üzereydim. Hiç düşünmeden beni yatağa doğru itti. Yapmazdı değil mi? Bana söz vermişti... Korkudan kekelemeye başladığımda, zihnim karanlığa doğru kayıyordu ama ben direniyordum. "Hh ha - ha-yır!" Ağzımı tekrar eliyle kapatırken, bir taraftanda gömleğinin düğmelerini çözüyordu. Ben gerçekten ölmek için yalvarmak istiyordum ama ağzımı ellerinden bir türlü kurtaramıyordum. "Şimdi tam anlamıyla, benim olacaksın!" . . . Bazı sonlar hüzün doludur. İnsan en çok ölümü yakıştırır kendine; doğru bildikleri şaşar, hiç yapmam dediği ne varsa, o an kaybettiği düşünme yetisiyle yapmaya başlar. |
0% |