Yeni Üyelik
21.
Bölüm

21🍓 "AŞK SORUNSALI"

@hanifta_hanim

Ağzımı tekrar eliyle kapatırken bir yandan gömleğinin düğmelerini çözüyordu. Ben gerçekten ölmek için yalvarmak istiyordum ama ağzımı ellerinden bir türlü kurtaramıyordum.

 

"Şimdi tam anlamıyla benim olacaksın!"

 

Dişlerinin arasından zehrini akıtıyordu. Kurtulamayacak, bu yatakta ölmekten bin kat daha beter olacaktım. O halde ölüm gerçekten benim için bir kurtuluş olabilirdi. Gözlerimden yaşlar oluk oluk akarken ben, doğruyla yanlışı ayırt edebilecek bir durumda değildim. Ellerimi burnuma götürerek, aldığım nefesi kestim. Fazlalık hissettiğim bu dünyada daha fazla durmayacak, ben hayattayken bu adamın bana sahip olmasına engel olacaktım.

 

Ciğerlerim yanmaya başladığı sırada soluk almak için yalvarsamda ellerim komutumu dinlemeyecek kadar kendisini davasına adamıştı.

 

Savrulurken gökyüzüne doğru, bin bir emekle büyüttüğüm çiçeklerimi görüyordum. Her birini büyütmek için emekler vermiş, zaman zaman da kendimden fedakarlıkta bulunarak onları beslemiştim. Şimdi ise onları, kibritini kendi çaktığım aleve teslim edecek, hepsinin yok oluşunu gözyaşlarımla izleyecektim.

 

Annem ve babamı gözlerindeki yaşlarla yaktığım kibriti söndürmeye çalışırken yanımda görüyordum. Onlar söndürdükçe kibrit kendiliğinden alev alıyor, bu döngüde kayboluyordum. 'Artık istesem de söndürecek nefesim kalmadı.' diye kırgınlıkla konuşurken yanlarından ayrılıp, bin bir emekle büyüttüğüm bahçemi, yakıp kül etmeye gidiyordum. Elimdeki kibriti tüm vaz geçmişliğimle bahçeme doğru atacağım sırada Demir'in nefesiyle çıkan rüzgarda kendimi kaybediyor, sönen kibriti izliyordum.

 

"Nefes al, nefes al!"

 

Mekan, zaman, gerçeklik tüm kavramlarım yok olmuştu. Yakmaya çalıştığım bahçemle yattığım yatak arasında gidip geliyordum. Gözlerimi kapattığımda yakmaya çalıştığım bahçemdeyken gözlerimi araladığımda Demir'in burnumun üzerine kapattığım elleri, oradan uzaklaştırmaya çalıştığı yatağımda oluyordum.

 

⏳ 15 gün sonra...

 

Hayatta kalacak kadar yiyor, tüm gün yatıyordum. Odamdan asla dışarı çıkmıyor, çok sevdiğim kitaplarımı bile elime almıyordum. İşin en üzücü yanı ise artık sadece namaz kılıyor, secdede dua ve şükür etmek yerine, için için ağlıyordum.

 

Ailemin ve Tuğba'nın telefonlarını asla açmıyor. Onlara sürekli yoğun olduğumla ilgili mesajlar gönderip, geçiştiriyordum.

 

Kapı açıldığında yine o gelmişti. Arkamı dönüp gözlerimi kapattım. O benim için o günden sonra yok olmuştu. Önüme doğru oturup, titreyen sesiyle her gün tekrar tekrar duyduğum cümlelerine yine başlamıştı.

 

"Tek bir kelime konuş, nefretini kus, yine eskisi gibi bağırıp çağır, dik dik konuş benimle ne olursun. Senin bu halini görünce canımdan can gidiyor. Her gün acı çekip, yok oluyorum görmüyor musun? Ben bunların hepsini hak ettim ama sen hak etmiyorsun. İyice zayıflayıp küçüldün, artık gücün kuvvetin bile kalmadı. Ayağa kalkıp, namaz kılmakta zorluk çekiyorsun. Ne olur toparlan artık. Hadi kalk, bugün seni dışarıya çıkarayım. Biraz hava al, koca 15 gün oldu Beyza. Bu yataktan dışarı çıkmayalı, koca bi' 15 gün... "

 

Asır değildi, sadece 15 gündü! Bu durumda olmam ona uzun gelirken, bana çok kısa geliyordu. Benim gibi konuşmazsa öleceğini sanan biri, 15 gündür konuşmuyor, sesimin nasıl olduğunu bile hatırlamıyordum.

 

Demir, şirkete zorunlu olmadıkça gitmiyor, her şeyi evden sürdürmeye çalışıyordu. Her gece yastığını alıp soğuk yerde, beni uzun uzun izlerken acı çekerek uykuya dalıyordu.

 

Okunan ezanla yerimden doğruldum ve abdest almak için banyoya doğru gittim. Adım atacak bile gücüm olmadığı için duvardan destek alıyordum ve aynı döngü içinde kaybolup duruyordum.

 

⏳ 11 gün sonra...

 

Elindeki tepsiyle içeriye girdiğinde gözlerimi kapatıp onu yok saydım. Belli bir süre odada hakim olan sessizlik, sandalye sesinden sonra yok olmaya yüz tutmuş sesiyle son buluyordu.

 

"Ne olur tek bir kelime söyle..."

 

"Beyza sana yalvarıyorum, tek bir kelime söyle."

 

Ölüler konuşamazdı ki şu an benden tek bir kelime söyleyip konuşmamı istiyordu. Ellerimi kulaklarıma götürüp, onun sesini duymaya devam eden kulaklarımdaki ses akışını kestim. Birkaç saniye sonra elimde hissettiğim sıcaklığıyla yataktan doğruldum ve bana dokunmasını istemediğim için kafamı korkuyla iki yana salladım.

 

"Benden korkma ne olur..."

 

Titreyen ellerini önünde birleştirip başını yere eğdi. Ellerinin üstü sürekli kendini yineleyen yaralarla doluydu ama artık o yaralara merhametle uzanan ellerim yoktu.

 

Boğazında düğümlenmiş sesiyle ve günden güne eriyen bedeniyle konuşmaya çalışıyordu ama cümleleri boğazında kayboluyordu. Ondan çektiğim gözlerimi kısa süre bedenimde gezdirdiğim zaman bu yatakta çürümeye başladığımı fark ettim. O da ben de bu evlilikte çürüyorduk.

 

"Sana yalvarıyorum bir şey söyle..."

 

Bakışlarını yerden kaldırdığında çaresiz bakan gözlerinde boğuluyordum.

 

"Nefretini bile söylesen yeter."

 

Islanmaya başlayan gözleriyle beraber "Korkuyorum, seni kaybedip üzerini toprakla örteceğim diye korkuyorum Beyza. " dedi ve ellerini çaresizce başına götürerek yere eğdi.

 

"Doktorun seni görmesine bile izin vermiyorsun."

 

Sarsılan omuzlarıyla beraber kalbimde onun için acımaya başlayan yerin kapısını kat kat kilitledim ve gözlerimi hemen kapatarak ona acımamam gerektiğini kendime tekrar ettim.

 

O öldü Beyza...

 

⏳2 gün sonra...

 

Yine onunla konuşmuyor ama ayağa kalkmak için çabalıyordum; çünkü yeğenim Zeynep'in benimle görüntülü konuşmadığı için durmadan beni sayıkladığı ile ilgili ses kaydı almıştım. Unuttuğum sesimi biran önce bulmam gerektiğinin farkındaydım.

 

 

3 saat sonra...

 

Telefonun ses kayıt yerine basıp Meryem yengeme ses kaydı gönderiyordum.

 

"Halacığım ben de seni çok çok özledim ama halan çok yoğun çalıştığı için şirketten ancak sen uyuduğunda dönüyor. Müsait olur olmaz seni görüntülü arayacağım. Şimdi toplantıya girdiğim için ses kaydını sonlandırmak zorundayım. Seni çookk seviyorum Zeynep'im, bunu sakın unutma."

 

2 gün sonra...

 

Bugün hava çok güzeldi ve pencereden içeriye vuran ışık ruhumu aydınlığa çekiyordu. Yataktan kalkıp kendimi ilk defa balkona doğru adımlarken buldum. Büyük sürgülü kapıyı açıp balkona çıktığım zaman gökyüzüne doğru baktım. Bulutlar öyle güzel ve kusursuz görünüyorlardı ki bedenime sirayet etmiş kasvet ruhumdan çekilmeye başlıyordu. Uzun süre izlediğim gökyüzüyle derin bir nefesi ciğerlerime hapsediyordum.

 

"Olmuyor işte, olmuyor!"

 

Demir'in çaresiz sesine, kırılma sesi de eklenince adımlarımı sesin geldiği yöne doğru attım ve balkonun kenarına yanaşıp alt tarafa baktım. Demir kırık bir saksının başında çaresizce yere çökmüş, kırılan saksıda solan çiçeğe bakıyordu.

 

Bir kaç saniye sonra Demir'in yanına gelen annesi elini omzuna koydu. Demir bakışlarını annesine çevirip "Solup gidiyor ve ben buna engel olamıyorum." dediğinde Deren Hanım'ın bakışları yerde kırık saksıdan saçılan bitkiye gitti. Yerden kaldırdığı bitkinin köklerini eliyle silkeleyip Demir'e doğru uzattı.

 

"Çok su vermişsin oğlum kökleri çürümeye başladığı için bu hale gelmiş."

 

Demir eline aldığı bitkiye bakarken çaresiz bir ifadeyle bakıyordu. Bir bitkiye bu kadar anlam vermesi bana tuhaf gelse de onları izlemeye devam ediyordum.

 

Deren anne diğer saksılardaki çiçekleri eliyle işaret ettiği sırada bakışlarım, diğer saksılarda bulunan çiçeklere dönüyordu. Rengarenk ortancaların kimisi güzellikte birbiriyle yarışıyor, kimisi de solup giden çiçeğin yolundan gidecekmiş gibi görünüyordu.

 

"Bak Demir, buradaki çiçekler hâlâ sağlıklı görünüyor."

 

Demir tozlanmış üstüyle yerden kalkıp annesinin yanına gitti ama bakışlarını kısa süre sonra solmaya yüz tutmuş ortancalara çevirdi.

 

"Benim yanımdayken solmasını istemiyorum ama o kadar iğrenç bir adamım ki sürekli solmasına neden oluyorum."

 

"Her şeyi kararında yapman gerekiyor Demir. Eğer bir çiçeğin güzelliğini korumak istiyorsan onun toprağını ne kuru bırakacaksın, ne de çok su vererek çürümesine neden olacaksın. Çiçeklerde aynı insanlar gibidir oğlum, onları severken boğmaman, öfkelendiğinde de dallarını kırıp soldurmaman gerekiyor."

 

Aralarındaki diyalog çok tuhaftı; çünkü Demir, çiçek bakacak ve onun solmasıyla üzülecek bir adam asla değildi.

 

Demir annesinin cümlesinden sonra ellerini cebine koyup histerik bir kahkaha attı ve hemen peşine annesine doğru döndü.

 

"Babası yatılı okul köşelerine attığında ve onu sürekli cezalandırdığında ne yapıyoruz Deren Hanım? Yok sayıp hiç doğurmamış gibi mi yapıyoruz!"

 

Annesi Demir'e doğru bir adım attığı sırada Demir elini havaya kaldırdı.

 

"Sakın! Sakın geç kalmış sevgini şimdi vermeye kalkışma, ben bodrum katında sizi çok özlediği için gözyaşı döken o çocuk değilim! Öldürdüm onu! Sizden gelmesini beklediğim sevgi gelmediği her gün, onu öldürdüm ve ondan geriye sadece karanlık bir öfke bıraktım."

 

Deren Hanım eliyle yanağını silip "Oğlum." dedi ama Demir, ona arkasını dönüp solan çiçeğe baktı.

 

"Neye üzülüyorum biliyor musun? Sizden göremediklerimle bu çiçeği beslemeye çalışıyorum ve her defasında sizden göremediklerimle en çok onu yok ediyorum."

 

Sona doğru öfkeyle çıkan sesi, annesine dönüp baktığında bir buz yanığına dönüyordu.

 

"Eğer bu tecrübesizliğimle onu kaybedersem yemin ederim bu hayatı senin burnundan getiririm. Şimdi defol!"

 

Deren Hanım hızlı adımlarla oğlunun yanından uzaklaştığında Demir çaresiz bakışlarını solmaya yüz tutmuş saksılardaki ortancalara çeviriyordu.

 

O öyle çaresiz görünüyordu ki ona karşı duyduğum merhamet tüm kilitlerini kırıp gün yüzüne çıkıyordu. Balkon demirini sıkı sıkıya kavradığım ellerim titrerken "O öldü Beyza, ölü birine merhamet edilmez" diyen iç sesime tutunmaya çalışıyordum ama titreyen dizlerimle öylece yere çöküyordum.

 

O öldü diyorum sana neden anlamıyorsun? O yatakta gömleğinin düğmelerini açmaya başladığı gün o öldü ve sen, onunla beraber kendini de öldürdün!

 

2 gün sonra...

 

"Kuzum uyansana, hadi kalk işte sana ihtiyacımız var. İlkbahar/Yaz sezonu için ortada hiçbir şey yok. "

 

Tuğba'nın sesi çok uzaktan geliyor, aynı şeyleri tekrar ediyordu.

 

"Aaa hadi ama bu nasıl bir uyku ve boş vermişlik. Kızım patron eşi oldun diye evlendiğin günden beri işe gelmiyorsun. İnsanlar durmadan seni soruyor, bizi unuttu diyorlar. "

 

Gözümü açtığımda Tuğba yanımda hiç susmadan konuşuyordu. Yerimden doğrularak, yatağın başlığına dayandım. Tebessüm etmeyi unuttuğumu fark ettiğimde hatırlamak için çabalamadım.

 

"Geç kaldık, hadi hemen kalkıyorsun. Özellikle Fatih Bey'in sana çok ihtiyacı var. Beyza kızım böyle yapmaz, ne olursa olsun beni yarı yolda bırakmazdı diyor."

 

Zorla yerimden kaldırdı ve benim için seçtiği kıyafetleri banyoya taşıyıp, giyinmem için beni oraya götürdü. Üzerimi giyindikten sonra, ilk defa aynaya bakıyordum. Yüzüm kaşık kadar kalmış, üzerime tam olan elbiselerin içinde kaybolmuştum.

 

İşyerine gittiğimizde herkes bana sarılarak sevgisini sunarken, ben sadece olan biteni izlemiştim. Onların yanından ayrıldığımda gözüm Ayaz'ın masasına kaydı. Varlığıyla ısıttığı masa buzdan bir dağa dönüşmüş, öylece ruhumu donduruyordu.

 

İliklerime kadar üşürken, orada ne kadar süre kaldığımı bilmiyorum ama sürekli içimde yükselen acabalar arasında boğulduğumu hissediyordum. Bileğimden tutan yok saymaya çalıştığım el, beni sakince yerime doğru çekip oturttu. Önüme çizimle ilgili her şeyi sırasıyla koydu ve elime kalemi tutuşturup kağıdın üzerine koydu.

 

Gözlerimi kapatıp, bulunduğum durumdan kurtulmayı denemek için uğraştığımda kalemi hafif hareketlerle oynatmaya başlamıştım. Hayalimdeki tüm tasarımları kağıt üzerine döküyor, bulunduğum ortamdan uzaklaşıyordum. Parmaklarımın çizmekten yorgun düştüğünü hissettiğim zaman çaresiz bir nefes aldım ve sakinleşmeyi diledim.

 

Uzun süre masada olan boş vermiş bakışlarıma tekrar Zeynep'in benimle yapmak istediği görüntülü aramayı hatırlattım. Bu akşam ne olursa olsun onunla görüntülü konuşmam gerektiğiyle ilgili kendime sözler verdim.

 

Yaptığım çizimleri tek tek incelediğimde hepsinin mükemmel derecede güzel olduğunu fakat tam da üşümüş ruhum için çizildiğini fark ettim. Yazlık koleksiyon için hazırlanıyordum ama ben, kışlık ürünler çiziyordum. Üşümekten titreyen elime kalemi alıp, çizdiklerimi yok etmek istercesine karalıyordum.

 

Aslında bu karalamak değildi, yok olmuş ruhumun toprağını eşmeye çalışıyor, oradan kurtulmayı diliyordum. Kalemin ucu kırılıp, tahta kısma geldiği zaman çıkan ses, ruhuma eziyet gibiydi ama bana anlamsızca zevk veriyordu.

 

Yine yok saymaya çalıştığım o el, beni sakince durdurup elimdeki kalemi büyük bir özenle alıyordu. Akan gözyaşlarımı elleriyle siliyor, benim için çabalıyordu ama ona merhamet etmemek için sürekli bakışlarımı ondan kaçırıyordum.

 

Masamda ne kadar süre boşluğa baktığımı bilmiyorum. Doğrulup çekmecemi açtım. Orada en son Ayaz'a verdiğim kitabı görünce hemen elime aldım ve sayfalarını çevirdim. Ben Trabzon'dayken buraya koymuş olabileceğini düşündüm. Kitaba yapıştırılan 3 tane post-it vardı. Onları gördüğümde şaşkınlıkla okumaya başladım.

 

"Beyza Hanım, sizin için bıraktığım şifreleri göreceğiniz yok. Size yol göstermeye karar verdim."

 

"Şimdi bu şifreleri nasıl çözeceğinizi size öğreteceğim. Kitaplarına çok önem verdiğin için her sayfada sadece bir harfin altı kurşun kalemle çizili. Sırasıyla sayfaları çevir ve altı çizili harfleri yazmaya başla. Senin için bugün bunu ben yapıyorum. "

 

"İki yıl boyunca sana aşkla bakan gözlerimi, görmeyen masumluğuna adadım. Sen bu kadar temizken ben, hep yanında imkansız kaldım. Şimdi senden ufak bir şans istiyorum. Sana duyduğum aşkı iznin olursa önce sana haykırmak, sonra da ailenin rızasını alıp, seninle bir ömür mutlu bir yuva kurmak istiyorum. Eğer gönlünde arkadaşlık dışında bir yerim yoksa bıraktığım post-it leri çıkarıp kitabı bana vermen yeterli. Asla seni rahatsız etmeyeceğimi bilmeni istiyorum. Aşkla Ayaz... "

 

Gözümün önündeki hiçbir şeyi göremeyecek kadar aptal olduğum açıkça ortadaydı. Elime aldığım kitapla koşarak oradan uzaklaşıp, eve gittim. Evin kapısını açarken, kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Bir zamanlar bana yuva olan bu evin, kapısını açmayalı neredeyse 2 ay oluyordu.

 

Yabancılaştığım evin, bir zamanlar benim olan odasındaki kitaplığın önünde öylece kalakaldım. Ayaz'a verdiğim tüm kitapları toplayıp, önüme döktüm ve hepsini tek tek taradım. Aldığım tüm notları duvara yapıştırırken, çalan kapıyı umursamayarak ellerimin arasından kayıp giden mutluluğa ağladım.

 

Duvarın önüne geçip tüm notları okurken yorgun olan bedenim, dizlerimin üzerinde yere çöktü. Ellerimle halıdan güç alıyor, okumaya devam ediyordum.

 

"Güzel gözlü, bendeki adı aşk olan kadın. Artık beni görür müsün?"

 

"Çokça aşığım, bir gün bu aşkın beni yutmasından korkuyorum."

 

"Bugün gözlerinde ki hüzün, oraya hiç yakışmamıştı. Sen sadece gülsen, ben seni ömür boyu izlesem olmaz mı?"

 

"Düşünsene bir gün seninle biz olmuşuz. Düşüncesi bile harika. "

 

"Bazen sabırsızlanıyorum. Karşına çıkıp aşkımı haykırmak istiyorum ama seni kaybetmekten korkuyor, bize yakışan başlangıç olmasını diliyorum."

 

"Beyza'm beklemek bazen ağırlaşıyor. Yine de beklenen sensen, bu bana yetiyor."

 

"Seni çok seviyorum. İlk aşkım olmanı istiyorum."

 

Onun hisleri karşısında yorgun düşen bedenimde güç bulamıyordum. Odanın kapısı açılıp, Demir içeriye girdiğinde öylece duvara bakıp, kaçırdıklarım için hayıflanıyordum. Gözleriyle hasar tespiti yaptıktan kısa süre sonra yanıma oturup gözyaşlarımı sildi. İyi olup olmadığımdan emin olmak adına sürekli beni kontrol ediyordu. Üzerimde dolaşan korkulu bakışları duvardaki kağıtlara doğru kaydığında onun da gücü kalmamış olacak ki yanağımdaki elleri yere düştü. Titreyen işaret parmağımla duvardaki notları gösterirken, bana yabancı olan sesimle konuşuyordum.

 

"Demir, mutlu bir hayatım olabilirdi."

 

Sesi yıkık dökük geliyordu.

"Hâlâ olabilir Beyza ama buna asla izin vermiyorsun."

 

Ona doğru dönüp baktığımda benimle beraber yok olduğunu görebiliyordum. Sırtını yatağa yaslayıp, ellerini dizlerinin üzerine koymuştu. Omuzları dünyayı taşıyor gibi düşmüş, önceki güçlü hali kalmamıştı.

 

"Demir sen tecrübelisin, ne olur bana yardım et. Ben, ona ne hissettiğimi bilemeyecek kadar aptalım. Onu kaybettiğim için bir daha böyle sevilip, mutlu olamayacakmış gibi hissediyorum."

 

Buğulanmış gözlerini kapatıp, derin bir nefes aldı. Boynundaki kravattan kurtulup nefes almaya çok ihtiyacı varmışçasına gömleğinin üst düğmelerini açtı. Sanki onun yok olmasını sağlayacak olan son gücünü de bana harcıyor gibiydi.

 

"Aşk kendini bir şekilde hissettirir Beyza. Mesela yan yana geldiğinizde burnun onun kokusunu soluyor muydu?"

 

Kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Ayaz'ın kokusunun, nasıl olduğunu bile bilmiyordum.

 

"Gözlerini kapattığın zaman onu düşünüp, onunla bir gelecek kuruyor muydun?"

 

Yıkılmış sesiyle sormaya devam ederken bana, ellerinin arasından kayıp gidecekmişim gibi umutsuzca bakıyordu.

 

"Hayır aklıma hiç gelmiyor, onu düşünmüyordum."

 

"Sana yakınlaştığında kalbin yerinden çıkacak şekilde atıyor muydu?"

 

Kafamı hayır anlamında iki yana sallarken, gözyaşlarımın dindiğini ve sakinleşmeye başladığımı fark ettim.

 

Demir yaslandığı yerden doğrulurken, buğulanmış gözlerine hakim olan umutsuz ifade silinmiş, yerini umuda bırakmıştı. Bana doğru dönüp, ellerimi tutarak sorularına devam etti.

 

"Peki o yanındayken hiç mi heyecanlanmadın?"

 

"Hayır, hiç heyecanlanmadım. Kampta Hale 'birbirinize sizin kadar yakışan çift görmedim' dediğinde bile heyecanlanmamış sadece utanmıştım. Aşık olmak için illa heyecanlanmak mı gerekir?"

 

Baş parmağını tuttuğu elimin üzerinde gezdirirken gülümseyerek "Evet, hem de çok heyecanlanıp, kalp sesinin kulaklarında yankılanması gerekiyor. " dedi.

 

Gözlerinin içine bakarken sessizce sordum.

 

"Onun yanında çok mutlu olmam, kendimi güvende hissetmem, gözlerimin içinin gülmesi de mi yeterli olmuyor?"

 

Okuduğum tüm kitaplarda ve annemle babam arasındaki durum, tam olarak böyleydi. Aşık olan kadınlar sevdiğinin yanında hep mutlu, hep güvende hissediyordu.

 

O halde bu hislerin aşka gebe olması gerekmiyor muydu?

 

Ellerimin üzerindeki ellerini yanaklarıma koydu. Sıcaklığını çok özlediğimi fark edip, gözlerimi kısa süre kapadım ve boynumu hafif eğdim. Burnunu, burnuma değdirdiğinde kapalı olan gözlerimi açtım.

 

"Safım benim, insan ailesindeki erkeklerin yanında da mutlu ve güvende hissediyor. Bu duyguyu hissettiğimiz herkese aşık olabilir miyiz?"

 

Burnumu burnundan uzaklaştırarak, şaşkınlıktan açılan gözlerimle ona baktım.

 

"Ama çok iyi anlaştığımız birine, daha kolay aşık olmamız gerekmiyor mu? Ona şans verseydim, belki şu an çok mutlu olabilirdik. Hem o da böyle, çaresiz şekilde beni beklememiş olurdu."

 

Hem konuşuyor, hem de ayaklanıyordu.

 

"Öyle olsaydı, herkes anlaştığı arkadaşıyla evlenirdi. Bu dediklerin çok farklı durumlar. Aşkta çekim vardır. Onun çekimine girdiğinde gözün hiçbir şeyi görmez, sadece ona akarsın. Ona şans verseydin, yine yakın arkadaş olmaya devam ederdin ama bunca yıl atmayan kalbin, bir anda atmaya başlamazdı.

 

Bazen senden, yaşantından, her şeyinden çok uzak olur ama bir bakışına, bir gülüşüne aşık olup kendini daha önce hiç tatmadığın duygunun içinde bulursun. Sonra da onun, sadece senin olması için elinden geleni yaparsın."

 

Beni yerden kaldırırken, eski gücüne kavuşuyor gibiydi. Yatağımın örtüsünü kaldırıp içine girdi ve benimde girmem için örtüyü açık bırakırken, yavaşça yatağa doğru çekti. Kafamı korkuyla iki yana salladım. Titreyen elimi ondan çekerken, o gün olduğu gibi nefessiz kaldığımı hissedip, elimi boynumdaki şala getirdim ve geriye doğru çektim. Derin nefes almaya çalışıyor ama nefesimi bir türlü ciğerlerime yettiremiyordum.

 

O günden sonra 1 hafta boyunca sabah namazına kalkmadan aynı kabusu tekrar tekrar görüp "Demir yapma!" diye çığlıklar eşliğinde dudaklarımda olmayan elini iterek uyanıyordum. Sonrası benim için koca bir sessizlik iken, Demir için bitmek bilmeyen özürler ve pişmanlıklar zinciri oluyordu.

 

Yatağın içinden hemen kalkarak, yanıma geldi. Ellerini yüzüme koyarken, gözlerine bakmam konusunda uyarılarda bulundu.

 

"Ölürüm de bir daha öyle bir şey yapmaya kalkışmam. Sakin ol, derin nefes al ve yavaşça bırak... Benimle birlikte nefes al, benimle birlikte sakince ver."

 

Gözlerine bakıyordum ama sadece o günü yaşadığım için bir türlü şu ana odaklanamıyordum. Onunla birlikte nefes alıp vermeye başladığım zaman, gözlerinin derinliklerini görmeye başladım. Gözünün kenarından sessizce süzülen yaşları görünce yaşadığı pişmanlığı tekrar gözlerinin içinde gördüm.

 

Nefes alış verişlerim düzene girmişti. Ellerim yine merhametime yenilmiş halde "O öldü" dediğim adamın yüzünde akan yaşlarını siliyor, onu bu halde görmek hiç istemiyordum.

 

"Özür dilerim, ne olur affet. Sana yalvarıyorum, yine susup beni sesine hasret bırakma."

 

Ona güvenmek istiyordum ama bir daha aynı şeyleri yaşamaktan ölesiye korkuyordum. Nankörlük edip, benim için çabalayan yanını görmezden gelmek istemiyordum. Bu evlilik ne şekilde başlamış olursa olsun, ben onun karısıydım. Biraz önce karısı olarak, ondan Ayaz'a aşık olup olmadığımı öğrenmek için yardım almış, bana sabırla aşık olup olmadığımı anlamam için sorular sormuştu.

 

Kim yapardı Beyza bunu? Hep kendi tarafından bakıyor, onun yaşadıklarını görmek istemiyorsun.

 

Yüzümdeki ellerini indirdiğimde kolları iki yana düştü. Yüzünü yine büyük bir acı kaplayıp, gözlerimdeki gözleri derin nefes eşliğinde kapandı.

 

O da eriyip bitiyor Beyza. Neden görmemek için direniyorsun?

 

Başımı göğsüne doğru yaslarken artık tüm duygularım birbirine düğümlenmişti ve ben, şu an neyin doğru, neyin yanlış olduğunu ayırt edebilecek güçte değildim. Sadece biraz düşüncelerden uzaklaşıp beynimde durmadan dönen ihtimalleri susturmaya ihtiyacım vardı. Bunun kısa süreli olacağını bilsem de buna çok ihtiyacım vardı.

 

Ellerimle ona sıkı sıkıya sarıldım. Kokusu beni rahatlatmaya başladığı sırada bir türlü ısınmayan bedenimi sıcaklığı hakimiyeti altına almıştı ve ben, hakimiyetine girdiğim bu sıcaklıkla içimden geçenleri ona döküyordum.

 

"Sana güvenmek istiyorum Demir ama aynı zamanda senden ölesiye korkuyorum."

 

Dudaklarını başıma indirirken kokumu içine çekerek öpüyordu. Sırtımdaki ellerini öyle bir bastırıyordu ki sanki beni içine hapsetmek istiyor gibiydi. Göğsündeki yüzüm, artan kalp sesine şahit oluyor, sanki göğsü patlayacak gibi hızlı hızlı atıyordu. Kafamı göğsünden çekerken, yüzüne doğru baktım. Bugüne kadar bana davranışlarını tekrar tekrar düşündüm. İnsanın kalbi sırf takıntı yaptığı biri için böyle atar mıydı?

 

"Demir ben nasıl kokuyorum?"

 

Kokumu burnuna çekerken, hiç tereddütsüz yanıt verdi.

 

"Öyle bağımlılık yapan bir kokun var ki bazen seni düşündüğüm zaman, gözlerimi kapatıp kokunu burnumda hissediyorum.

 

Kimi zaman yatıştırıcım gibi oluyor, öfkemi bir tek kokun dindiriyor. Kimi zamansa kokuna hasret kaldığım için öfkelenme sebebine dönüşüyor. Özellikle benden kaçtığın o 3 gün, öfkeme öfke katmıştı."

 

Bugün bana neler hissettiğini öğreneceğim Demir hem de aşkı, senin ağzından çıkan sorularla öğrenmişken...

 

.

 

.

 

.

Loading...
0%