Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22🍓 "TOKA"

@hanifta_hanim

 

Bugün bana neler hissettiğini öğrenecektim Demir. Hem de aşkı, senin ağzından çıkan sorularla öğrenmişken...

 

"Peki ben yokken hiç beni düşündün mü?"

 

Gözlerini kapatıp, dudaklarını alnıma götürdü ve uzunca bir süre öptü. Silip yok ettiğim sıcaklığı, bu sefer çok daha hızlı kalbime akmış, bundan öncekinden daha fazla yer oluşturmuştu.

 

"Yanlış soru Haniftam. Ben yokken beni düşünmediğin bir saniye oldu mu olacaktı? Seni düşünmekten uyku haram oldu. Ancak seni bulup, kollarıma aldığımda uykuya dalıp uyuyabilmiştim."

 

Kulağım göğsüne dayalı olmasa bile, kalp atışlarının sesini duyabiliyordum.

 

"Peki benim yanımda, hiç heyecanlanıyor musun? "

 

Sorduğum soruyla önce dudaklarını ısırıp gülümsemesini bertaraf etmeye çalıştı ama başaramamış olacak ki gülümsedi. Ona gülmek gerçekten çok yakışıyor olmasına rağmen nadir gülüyordu.

 

"Hanifta Hanım acaba siz, cin olmadan adam mı çarpmaya çalışıyorsunuz?"

 

Bir adım geriye doğru giderek, ona baktım. Ne yapmaya çalıştığımı anlamış görünüyordu. Son sorumu da yanıtlayıp bu düşüncelerden sıyrılmamı sağlasaydı ne olurdu sanki? İki elimi birbirine bağlayıp, sorumu sordum.

 

"Neden ki?"

 

Yanıma gelip, eliyle burnumu sıkarak konuşmaya başladı.

 

"Sana aşık olup olmadığımı, öğrenmeye çalışmıyor muydun?"

 

Evet onu öğrenmeye çalışıyordum demek yerine birkaç saniye durup ona baktım. Kafamda netleyemediğim kısımlar vardı ve ben bir türlü emin olamıyordum.

 

"Şüpheli hareketlerin var Demir. Elbette cin olup adam çarpmayı öğrendiğim zaman bunun cevabını bir şekilde öğreneceğim."

 

Tebessüm ederek bir elini sırtıma koyarken, bir elini de dizlerimin arkasından geçirdi ve beni kucağına alıp, koltuğa doğru yatırdı. Gıdıklamaya başladığı sırada "Demek sen, hareketlerimi şüpheli bulacak kadar aşkı öğrendin, öyle mi Hanifta Hanım?" diye sordu. Gülmemek için direniyordum ama kahkahalarıma engel olamıyor, karın ağrısından kıvranıyordum. Kendimi biraz toparlayabilsem konuşmaya çalışacaktım ama mümkün olmuyordu.

 

"Acaba siz manyak mısınız? Biriniz 30, biriniz 24 yaşındasınız. Sesiniz tüm apartmanı inletiyor!"

 

Kahkaha sesimden Tuğba'nın kapıyı açtığını bile fark etmeden, attığı fırçayla ona doğru döndük. Demir birazcık dursa da tam benim cevap vereceğim sırada ara ara gıdıklıyor, ben yine kendimi tutamıyordum. Benim konuşmama izin vermiyordu fakat Tuğba'ya tavizsiz bir sesle konuşuyordu.

 

"Ne olmuş, karımla gülerken apartmandakilerden izin mi almamız gerekiyor?"

 

Tuğba sesine yalandan öfke katmaya çalışsa da şu an bu halimden dolayı mutlu olduğu çok belliydi. Odamdan çıkarken bana göz kırpıp, söylenerek kapıyı kapattı.

 

"Bende Demir'i akıllı sanırdım, o daha manyak çıktı!"

 

Demir duydukları karşısında şok olup arkasını dönerken, kapalı kapıya öylece baka kaldı.

 

"O, bana manyak mı dedi?"

 

Yerimden kalkarken, başımı evet anlamında salladım.

 

"Şu an patronu değil, en yakın arkadaşının eşi oluyorsun. Yani sana her şeyi deme hakkı var."

 

Yanıma gelip, elini yanağıma koyarken "Yeter ki arkadaşının ömür boyu kocası olayım, söyleyeceği her şeye razıyım" dedi. Bakışlarımı ondan kaçırıp, yere indirdim çünkü öyle konuşup, derin baktığı zaman ne yapacağımı kesinlikle bilmiyordum.

 

"Hadi Tuğba ile seni, Ferit'in restoranına götüreyim. Akşam yemeğini, beraber yemiş oluruz."

 

"Bu akşam sizinkilerle yesek daha iyi olur, şimdi onlar çok üzgündür. Başka akşam da hep beraber Ferit'in orada yeriz. "

 

Susup öylece daldı. Gözlerini yine hüzün ele geçirmiş, kendini affedemiyor gibiydi.

 

"Demir ne oldu? Yanlış bir şey mi söyledim?"

 

"Sen yanlış hiçbir şey söylemedin. Sadece ben çok öfkeliydim ve bu öfkemi kontrol altında tutmakta zorlanıyordum."

 

Ah Demir, hem bu hale bizi senin düşüncesizce yaptığın hareketler getiriyor, hem de bunun acısını hiçbir suçu olmayan insanlardan çıkarıyorsun.

 

"Demir ailene hak ettiği sevgiyi, saygıyı vermek zorundasın. O gün-" yutkundum ve benim o günkü konuşmalarına şahit olduğumu bilmediğini hatırladım. Derin bir nefes alarak başka bir örnek verdim.

 

"O gün sofrada da beni babaannenin yerine oturtmaya çalıştın. O sofrada başköşe babaanneden sonra annene geçer. Ancak ondan sonra ben orada oturabilirim. Hem bunların ne önemi var ki hepimiz mutlu olduktan sonra, ha baş köşede annen ve babaannen olmuş, ha senle ben oturmuşuz. Kocaman masa, başköşedekilerbirbirlerini bile göremiyor ki. Ben senin yerinde olsam, bir tarafa annemi, bir tarafa babaannemi oturturdum. Böylece onlarda çok mutlu olurdu, bizde... "

 

Herkesin mutlu olmasını istiyordum özellikle anlamsız nedenler yüzünden kalplerin daha fazla kırılmasını istemiyordum. Demir duyduklarından sonra derin bir nefes alarak gözlerini kısa süreli üzerimde dolaştırdı. Beni sertçe kendine hapsedip, kollarıyla göğsüne yasladı. Öyle bir sıkıyordu ki sanki göğsünü açıp beni oraya sokacakmış gibi davranıyordu. Dişlerini sıkarak konuşmaya başladı.

 

"Seni göğsümün içine soksam, yine de yetmez kadın. Sen neden bu kadar düşünceli ve tatlısın. Hadi kalk eve gidelim yoksa ben, dayanamayıp seni bitireceğim."

 

Beni kaldırıp elimden tuttu. Tam odadan çıkarken gözü duvardaki kağıtlara takılınca hepsini bir anda toplayıp çöpe attı.

 

"Bence fazla bile dayandım. Normalde gidip, benim kadınıma bunları yazan elini kırardım ama ben öylece durup, karımın beyefendiye aşık olup olmadığıyla ilgili, ona yardımcı oldum."

 

Beni duvara doğru çekip yaslarken, gözlerime bakıyordu. Söylediklerinde çok haklıydı. Resmen karısı, 'Ben başka bir erkeğe aşık olup olmadığımı bilmiyorum, bana tecrübelerini anlat ve yardımcı ol' demişti. Ah düşündükçe şu an daha fazla utanıyordum.

 

Gözlerimi ondan kaçırıp sakladım ama hâlâ yüzüme bakmaya devam ediyordu. Yüzümü göğsüne doğru saklarken, açık bıraktığı düğmesinden tenine değen burnumu oraya hafifçe sürtüyordum.

 

"Demir çok özür dilerim, gerçekten senin ne hissedeceğini düşünemedim. Aşkla ilgili hiçbir tecrübem olmadığı için sürekli acabalarım olacaktı."

 

Uzun bir süre Demir cevap vermeyip, sadece derin nefesler aldı. Kafamı kaldırdığımda gözleri kapalı, çaresizlikten kıvranıyor gibiydi. Zor yutkunuyor, kalbinin sesi kulaklarımda yankılanıyordu.

 

"Çok mu kızdın, tekrar özür dilerim" deyip yine göğsüne sarıldım.

 

"Beni gerçekten çıldırtıyorsun kadın!"

 

Yüzüne baktığımda yine gözleri kapalı, tahammül edemiyor gibiydi. Bu sefer çok haklıydı. Onunla evli olduğum sürece gelip bana, ben acaba şu kadına aşık mıyım diye sorsa çok kızar, arsız olduğunu söylerdim. Şimdi ben nasıl söylediklerimi unutturacaktım.

 

Elimi yüzüne götürüp, bana bakması için yanağında gezdirdim ama hâlâ yukarıya doğru kafasını kaldırıyor ve gözlerini açmıyordu. Yanağındaki elimi boynuna götürüp, bana bakması için kendime doğru eğdim. Bana doğru kafasını indirmişti ama hâlâ gözlerini açmıyordu.

 

"Demir. "

 

"Demir ne olur. "

 

Gözlerini zoraki açtığında sonunda bana bakmıştı.

 

"Düşünemedim, özür dilerim."

 

Gözlerini ara ara kapatıp, bulunduğu durumdan çıkmak istermişçesine, başını iki yana sallıyordu. Zor çıkardığı sesiyle konuşmaya başlarken, aynı anda odanın kapısını açıp, beni dışarı çıkarıyordu.

 

"Bunları sonra konuşuruz, şimdi hemen yanımdan gitmen gerekiyor."

 

Kapıyı yüzüme kapatıp, dişlerinin arasından kendi kendine konuşmaya başladı.

 

"Aaaa bana ne yaptığından haberi bile yok. Resmen beni çıldırtıyor! Tamam tamam, şimdi geçecek sakin ol oğlum. Sana yaptıklarını düşünme, düşünme... Düşünme diyorum lan, düşünme!.. "

 

Yine sessizce bir şeyler söylüyor ama anlaşılmıyordu. Bu sefer çıldırmakta çok haklıydı. Kapıda onu bekleyip tekrar özür dilemekle, onun yanından uzaklaşıp Tuğba'nın yanına gitmek arasında kararsız kaldım. En iyisi öfkeliyken ondan uzaklaşmak olacaktı. Sessizce Tuğba'nın yanına doğru ilerledim.

 

⏳⌛

 

Kapıya doğru yaklaşırken Demir arabada söylediği her şeyi bir kez daha tekrar etti.

 

"Tabağına koyduğum, tüm yemekleri bitirmek zorundasın Beyza. Canım yemek istemiyor, doydum, midem bulanıyor diye bahaneler uydurmayacaksın. Yanımda küçük çocuk gibi kaldın, eskiden de zayıftın ama şu an rüzgar çıksa, yaprak gibi savrulacaksın. Bundan sonra yediğin her şeye dikkat edeceksin."

 

Sanırım cümleleri tekrar tekrar duymak, bende baş ağrısına ve mide bulantısına yol açıyordu. Gelene kadar kaç kere sabırlı şekilde tamam dediğimi hatırlamıyordum. Elimden geleni yapıyor, işi kavgaya dökmemek için çırpınıyordum; çünkü ikimizinde gücü gerçek anlamda artık kalmamıştı.

 

Yapabilirsin Beyza, sadece derin bir nefes al ve bundan önce tekrarladığın gibi sabırla tamam de.

 

"Demir bir kere daha aynı şeyleri tekrar edersen, avazım çıktığı kadar bağıracağım."

 

Kendi iç sesini bile dinlemiyorsun. Gerçekten çocuk gibisin Beyza, şu asi yanını törpülemeyi öğren. Büyüdün artık ona göre davran.

 

Zile basarken Demir kafasını, bu kız akıllanmaz der gibi iki yana sallıyordu.

 

Esra teyze bizi karşılarken, gözlerinin içi gülüyordu. Önce Demir'e doğru bakıp, "Hoş geldiniz efendim" dedi. Bana doğru baktığında kaşlarımı yukarı kaldırarak, bana nasıl hitap edeceğini merakla bekliyordum.

 

"Hoş geldingüzel kızım."

 

"Hoş buldukEsra teyzem, bir an efendim diyeceksin diye çok korktum ama şükürler olsun söylemedin." diyerek yanağına öpücük kondururken, ona sarıldım. Üzerimdeki trençkotu almak için yeltendiği sırada ona engel oldum.

 

"Ben çıkarır asarım, sen zahmet etme." derken Demir' e doğru baktım. Hem şaşkın hem mutlu bir ifadeyle beni izliyordu. Esra teyze Demir'in ceketini çıkarmak için uzandığında kafamı iki yana sallayıp, izin verdirmedim.

 

"Ben, Demir'in ceketini de alırım Esra teyze."

 

Kadıncağız Demir'den onay almak için ona bakıyordu.

 

"Sen git Esra, biz çok açız. Yemek servisine başla. "

 

Kafasıyla tamam deyip, içeriye doğru giderken, Demir'in yanına gittim. Öylece ceketini çıkarmam için bekliyordu. Gülümseyerek ceketini çıkarırken, ona doğru baktım.

 

"Ne o Demir bey, çok mutlu görünüyorsunuz?"

 

Ellerini omuzlarıma doğru getirirken, beni ısıtan gülüşünü yüzüne konduruyordu.

 

"Şimdi her eve geldiğimde, benim karım mı ceketimi çıkaracak?"

 

Başımı evet anlamında sallarken, kendimi evcilik oyununda gibi hissediyordum. Omuzumdaki elini indirip, ikimizin ceketini koluna sıkıştırdığım sırada "Evet, her eve geldiğinde ceketini ben çıkaracağım ama bunları askıya sen asacaksın. Evlilik paylaştıkça güzelleşir değil mi?" diye sordum.

 

Kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp önce bir baktı. Sonra elini burnuma götürüp sıkarken, gülerek konuşmaya başladı.

 

"Sen var ya fenasın, hem de çok fenasın Hanifta Hanım. Her eve gelişimde sen ceketimi çıkarıp beni karşıla, bende söylenmeden asayım. Evliliğimizin kurallarından biri de bu olsun."

 

Burnumu elinden kurtarıp parmaklarımla okşarken, söylenmeyi de ihmal etmiyordum.

 

"Kopardın burnumu Demir... Tamam ama arada bir sende benim ceketimi çıkarırsın, anlaştık mı? "

 

Demir kıyafetleri astıktan sonra yanıma geldi. Elimi tutarak içeriye doğru giderken "Anlaştık." deyip göz kırptı. Keşke hep böyle güler yüzlü olup, şu an olduğu gibi yanında mutlu olduğumu hissetsem.

 

Bugün ilk defa benim için hiç yapmayacağı şekilde sakin kalıp, bir başka adama hissettiğim duyguyu adlandırmada bana yardımcı olmuştu. Normalde gözünün dönmesi, beni ve Ayaz'ı tehdit etmesi gerekiyordu. Onun tarafından böyle sakin karşılanmak çok tuhaf bir duyguydu.

 

İçeriye girdiğimizde herkesin yüzü asıktı. Onların bu halde olması beni üzüyordu. Aklıma Demir'in bugün söylediği söz gelince iyice üzüldüm. "Sen konuşmuyorsun diye herkesi susturuyordum." Belki şu anki halleri de ondandı. Öyleyse ben bu ortamı neşelendirip, onların yüzünü güldürmek için elimden geleni yapacaktım.

 

"En sevilesi, en öpülesi bir tanecik gelininiz geldi!" diye bağırırken, Demir'in elini bırakıp kollarımı iki yana açtım. Hepsi benim tarafıma baktıktan sonra asık olan yüzlerini tebessüme bırakıp, ayağa kalktılar. Onların yanına koşup sıkıca sarıldım. Babaannesi ve annesi beni ortalarına alarak hem öpüp sarılıyor, hem de ara ara kızıyorlardı.

 

"Yüzün kaşık kadar kalmış, ne bu hal?"

 

"Tamam babaanne, artık tıka basa yemek yiyeceğim. Söz yediklerime dikkat edeceğim."

 

Bu sefer Deren Hanım, beni kendine doğru çekip, başımı göğsüne yasladı. Bir yandan yüzümü okşuyor, bir yandan da kızıyordu.

 

"Kızım senin için ne kadar çok endişelendik. Koca 32 gün, nasıl bizi merakta bırakırsın."

 

Başımı yukarıya doğru kaldırıp, boynunu koklayarak öptüm.

 

"Haklısın Deren anne, bazı şeyleri düşünemeyecek durumdaydım. Bir daha sizi üzmemeye çalışacağım."

 

Ellerimden tutup, beni kendinden ayırdıktan sonra gözlerime baktı. "Deren anne mi dedin sen?" derken çok mutlu görünüyordu. Kafamı evet anlamında sallayınca bir kere daha sarıldı.

 

"Yeter artık kıskanacağım. Senin kocan benim, onlara sarıldığın gibi gelip, bana da sarıl. "

 

Demir yine arsızca konuşurken, herkes gülümsemeye başladı. Deren anne beni kaldırıp, Demir' e doğru gönderdiği sırada "Git ona da sarıl kızım, gerçekten senle arası kötü olunca çekilecek gibi değil" dedi.

 

Öylece oturmuş, benim ona sarılmamı bekliyordu. Gözüm Yağız'a doğru kaydı. Çocukla tanıştığım gün evde kıyamet kopmuş, onunla iki kelime dışında bir şey konuşamamıştık bile. Onun tarafına dönüp önünde durunca kafasını kaldırıp bana baktı. Elimi özenle şekillendirilmiş saçlarına götürüp, parmaklarımla dağıttım.

 

"Yengeye merhaba yok mu bıdık?"

 

Kahkaha atarak ayağa kalktı. Benden çok uzundu. Kafamı yukarı kaldırıp, ona baktığımda o da eğlenerek aşağı doğru bakıyordu. Elini kafamdaki şalın üzerine koyarken, ona yaptığım gibi elini sağa sola oynatıyordu.

 

"Olmaz mı? Merhaba minik yengem."

 

"Minik mi? Abisi kılıklı terbiyesiz insan" diye söylenirken ikisine arkamı dönüp, Deren anneye baktım.

 

"Deren anne, sen bunlara ne yedirip, ne içirdin de fasulye sırığı gibi uzun bunlar?"

 

Cevap alamadan Demir beni elimden tutup, kendine doğru çekti ve kolunun altına aldı. Şaşkınlıkla ona doğru bakarken, gözlerini bana sabitlemiş, öylece bakıyordu. Tebessüm ederek dudaklarımın arasından "Annenler bize bakıyor" deyip, kaşlarımı kaldırdım ve yapmaması gerektiğini söyledim. Ben sessizce fısıldarken, o sesli bir şekilde konuşuyordu.

 

"Nikahlı karımsın. Seni istediğim yerde, istediğim kişinin yanında öperim de sarılırım da. Kimseden utanacak değilim."

 

Arsızdı işte, hem de çok arsızdı. Benim yanaklarım utançtan kızarırken, Demir'de utanma namına bir eser yoktu. Ailesi söylediklerine güldükçe ben daha çok utanıyordum. Ellerimi kızaran yanaklarıma götürürken, Demir'in kollarından ayrılmaya çalışıyordum.

 

"Seni şakacı adam, seni..."

 

O esnada Esra teyze sofranın hazır olduğunu söyleyip, herkesi çağırdı. Onlar benim o halime kahkaha atıp ayaklanırken, bende yerimden kalktım. Tam gittiğim sırada Demir, beni yine kendine çekerek kolunun altına aldı. Alnıma öpücüğünü kondururken "Şaka yapmadığımı buradaki herkes biliyor karıcığım. Sana dokunmama izin versen dudaklarımı senden hiç ayırmayacağım ama alnını öpmeme bile yeni yeni izin veriyorsun" dedi.

 

Yanından utanarak kalkarken, soğuk ellerimi sıcak yanağıma koyup soğutmaya çalışıyor, ara ara sallayıp hava gelmesini sağlıyordum.

 

"Gerçekten çok arsızsın Demir. Beni utandırmak neden hoşuna gidiyor? Hem sendeki bu rahatlık ne? Ona aşık olmadığımı anlamam, sana teslim olacağım anlamına gelmiyor. Ben bu söylediğin her şeyi, aşık olarak evlendiğim kocamla yaşamak istiyorum, yani seninle değil."

 

Yine içimden geçenleri susturmayı başaramadığım için kavganın fitilini ateşlemiştim. Onunla kavga etmeden ancak kısa bir süre, yan yana durabiliyorduk. Yerinden kalkarken, şaşırmış olsam da yüzünde öfkeye dair hiçbir iz yoktu. Gayet rahat bir şekilde yanıma gelip, beni kendine çekti ve kulağıma eğilip fısıldamaya başladı.

 

"Zaman alacak olsa da bunların hepsini benimle yaşayacaksın karıcığım; çünkü bana aşık olman an meselesi..."

 

Kendimi arkaya doğru atıp, yüzüne baktım. Demek beyefendi oyun oynamak istiyordu. O zaman ben de seve seve bu oyuna eşlik edecektim. Yüzüme kondurabildiğim, en büyük gülücüğü kondurdum. Elimi göğsüne koyarken, ayaklarımın parmak ucuna kalkarak, dudaklarımı kulağına doğru götürdüm. Birkaç saniye hiçbir şey demeden öylece bekledim. İşte şimdi elimin altında hissettiğim kalp atışıyla, bu oyunu rahatlıkla başlatabilecektim.

 

"Demir, kalbinin neden bu kadar hızlı attığını artık biliyorum."

 

Göğsündeki elimi indirirken, bir adım geriye gidip bana baktı. Kafasıyla neden diye sorduğu sırada merakla cevabımı bekliyordu. Arkamı dönüp, masaya doğru giderken durdum ve ona doğru döndüm. "Demir kalp çarpıntın, buraya kadar geliyor" diyerek gülmeye başladım. Kaşlarını çatıp, bana doğru gelmeye başladığında arkamı dönüp, masaya doğru koştum.

 

Masaya gittiğimde babaanne baş köşeden kalkmış, Yağız'ın yanında oturuyordu. Demir yanıma gelince "Sadece mutlu olsak olmaz mı?" diye sordum. Ciddi yüz ifadesini korusa da kafasını tamam anlamında salladıktan sonra göz kırparak onayladı.

 

"Yalnız ben söyleyemem, o iş sende."

 

Ah Demir, sen söylesen sanki incilerin dökülecekti. Alt tarafı gönüllerini almış olacaksın, bunda bile katı davranıp, arana mesafe koyuyorsun. Gerçi senin gibi bir adam için bu bile büyük başarı bunu da görmek lazım.

 

Bakışlarımı Demir'den çektikten sonra tüm düşüncelerimi bertaraf ettim.

 

"Babaanne, senin o sandalyede ne işin var?"

 

Tebessümle babaannenin yanına gittim ve onu kaldırdım. Başköşeye oturtup, yanağına öpücük kondurduktan sonra "Sana burası yakışır." dedim. Şaşırmış halde bir bana, bir Demir'e bakıyordu. Demir gözlerini kapatıp onay verince kadıncağız tebessüm ederek mutluluğunu sundu.

 

Deren annenin yanına gidip, onu yerinden kaldırdığım zaman, asıl o çok şaşkındı; çünkü Demir sert bir adamdı ve tam anlamamış olsam da ailesiyle arasında mesafe olduğu için masadaki baş köşeyi, annesine vermesi imkansızdı. Annesini baş köşeye oturtup onu da öperek "Buraya da sen yakışırsın Deren anne" dedim.

 

Herkes birbirine bakarken, Yağız gülerek ayağa kalktı.

 

"Ben nereye yakışırım minik yengem?"

 

Tokadımı gösterirken, gülerek konuşmaya başladım.

 

"Bana biraz daha minik yengem dersen, buraya yakışacaksın ama yok, ben sadece yenge derim diyorsan, annenin yanına, abinin karşısına yakışırsın. "

 

Yağız gülerek annesinin yanına giderken "Duyduğuma göre Karadenizkızlarının eli ağır oluyormuş, yenge demek varken minik yenge de neymiş? Ben sana yenge, hatta canım yengem derim. O iş artık bende, merak etme" diyerek sandalyeye oturdu.

 

Demir olanları öylece karşıdan izliyordu. O gerçek anlamda sert bir mizaca sahipti. Kimse onun sözünden çıkamaz, etrafına sürekli emirler yağdırır, sözünün ikiletilmesine katlanamazdı. Bir de gerçekten bakıldığı zaman korkulacak bir havası vardı. Mükemmel dış görünüşe sahip olsa da sert bakışları, elinin üzerindeki dövme ile birleşince beni korkutuyordu. Hele bir anda bağırmaya başlıyorsa, korkudan ölüyordum ama asi yanım teslim olmamı engelliyor, sürekli onunla savaşmak için bana güç veriyordu.

 

Şimdi onun gönlünü almam gerekiyordu. Yanına giderek önünde durdum ve bir süre gözlerinin içine baktım.

 

"Kocamda kardeşinin karşısında, Haniftasının da yanında oturacak. Ona en çok yakışan yerde... "

 

Elimi göğsünün üzerine koyup, onun duyacağı şekilde cümlemi tamamladım "Yani aşık olduğu kadının yanında" dedim.

 

Demir'in yüz ifadesi değişip, kalp atışları hızlandı. Şu an bildiğin elimi titretiyordu. Gülmemek için dudağımı ısırsam da başarılı olamamış, kıkırdamaya başlamıştım.

 

"Demir çok mu aşıksın?"

 

"Sen beni sınıyor musun?"

 

"Hayır, sadece şüpheli hareketlerini senden öğrendiğim şekilde analiz ediyorum. Çok çabuk öğrendiğim için her zaman iyi bir öğrenci olmuşumdur."

 

Masaya doğru gittiğimiz sırada kulağıma eğilip "Evet sen bildiğin beni sınıyorsun ama ben aşık olmam, genelde karşı tarafı aşık ederim" dedi.

 

Masaya otururken, elini bıraktım hâlâ bana bakıyor, kalp sesleri kulağımda yankılanıyordu. Hafif ona doğru eğilerek "Desene bir ilki yaşatıyorum sana, öyleyse tadını çıkar" dedim.

 

Kafamı sofradakilere döndürüp "Afiyet olsun" derken, Demir'in bakışlarını hâlâ üzerimde hissediyordum. Ona bakmadan sesli bir şekilde "Demir sende tadını çıkarmaya bak" dedim. Sinirle soluyor, hâlâ bana bakıyordu ama ben, ona bakmadan çorbamı içiyor, başlattığı bu oyuna sadık kalıyordum.

 

Adamdaki özgüven patlamasına bak. Neymiş? Benim ona aşık olmam an meselesiymiş, o aşık olmaz genelde ona aşık olurlarmış. Ben kendimden eminim Demir Bey, bakalım atışlarını saklayamadığın kalbinle, daha ne kadar kaça bileceksin.

 

Yalnız kalp başka neden bu kadar hızlı atar, araştırıp öğrenmem gerekiyor. Birde rezil olmak var. Ya Beyza bir kerecik rahat dursan, olmuyor mu? Daha bugün aşkı Demir'in tecrübelerinden öğrenecek kadar konudan uzakken, ne diye adama kafa tutuyorsun. Neyse hatanın neresinden dönersen kardır. Bu konuda onunla tartışmaya bile girme, bu onun profesyonel olduğu alan senin değil.

 

Kendi kendime konuşurken, çorbanın bittiğinden bi' haber, kaşığımı boş kaseye götürdüğümü fark ettim. Göz ucuyla Demir'e baktığımda, hâlâ yemeğini yediğini gördüm. Biran önce sofradan kalkıp, odama gitmem gerekiyordu. Yoksa Demir, dediklerimin hesabını bana kesinlikle soracaktı.

 

"Size afiyet olsun, izninizle ben odama çıkıyorum" deyip ayağa kalktım. Herkes bir anda kalkmama şaşırsa da hemen odama girip kapıyı kilitlemem gerekiyordu.

 

"Nereye gittiğini sanıyorsun sen? Sadece çorba içtin. Yemek yemeden, hiçbir yere gidemezsin."

 

Demir kolumdan tuttuğu gibi, beni sandalyeye tekrar oturttu. Uzun süredir az yemek yediğim için bir kase çorba doymama yetmişti bile.

 

"Uzun süredir az yemek yediğim için çorba fazla bile geldi. Bugün bu kadar yesem benim için yeterli."

 

Demir sinirle önümdeki tabağı alıp, içine bitiremeyeceğim kadar yemek doldurdu. Önüme koyarken, ciddi bir sesle konuşmaya başladı.

 

"Bu tabak bitmeden, bu sofradan kalkamazsın. Bitirene kadar başında bekleyeceğim."

 

"Demir bunu bitirmem imkansız."

 

Beni ciddiye alıp, cevap bile vermeden yemeğini yemeye devam etti. Çatalı elime alıp, yemeye başladım ama dördüncü çataldan sonrası gitmiyordu. Kara kara yemeği nasıl bitireceğimi düşünürken, tek bir kişi dışında herkes "O tabak bitecek çok zayıfladın" deyip sofradan kalktı.

 

"Demir, ben bu tabağı üst kata çıkarsam, birazcık acıktığımda yesem olur mu?"

 

Sandalyesini bana doğru çevirip, sadece beni izlemeye başladı. Yüzümü döküp, çatalı tekrar elime aldım ve iki lokma daha yedim.

 

"Demir midem bulanmaya başladı. Kusarsam acısını senden çıkarırım bak, beni zorlama. "

 

Kolumdan tutup, beni ayağa kaldırdı. Sonunda insafa gelmiş, bana acımıştı diye düşünürken kalkıp, sandalyeme oturdu ve beni kendine çekerek bacağına oturttu.

 

"Demir saçmalama, nasıl böyle bir şey yaparsın? "

 

Kalkmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. Gerçekten son bir ayda iyice güçten düşmüş, ayakta duracak gücü zor buluyordum. Beni kendine doğru çevirirken, ellerimi arkaya götürüp, tek eliyle kavradı.

 

"Demir, ben insanım hatırlıyorsun değil mi? Oyuncak bebek gibi bana istediğin şeyleri yapamazsın. Gücüm sana yetmiyor diye bu hakkı kendinde göremezsin!"

 

Hiçbir şey demeden, yemeğimden bir çatal aldı ve dudağımın kenarına getirdi.

 

"Sence ben, o yemeği yer miyim Demir?"

 

Çapkın gülüşünü takınıp, derin bir iç çekerek cevapladı.

 

"Normalde yemezsin ama şu an bulunduğun yeri düşünürsek, buradan kalkmak için afiyetle yiyeceksin."

 

"Aaa baş belası adamın tekisin Demir." diyerek yerimde tepindim ama haklıydı, bu arsız adam, bu tabağı bitirmeden beni bırakmayacaktı. Çaresizce ağzımı açınca yedirmeye başladı.

 

"Demir eğer kusacak olursam, bile isteye gelip üzerine kusacağım. Bak ona göre yedir. "

 

Demir kaşlarını yukarı kaldırıp bakarken, sessizce kulağıma doğru "Beraber yıkanıp temizleneceksek, neden olmasın? " dedi. Bulunduğum konum, arsızca sözleriyle birleştiğinde utancımdan ölüyordum.

 

"Demir çabuk yedir şu yemeği, biran önce gitmek istiyorum."

 

İnadına çatalı yavaşça getiriyor, süreyi iyice uzatıyordu. Sonunda tek çatal yemek kaldığında elinde uzun süre bekletip, gözlerimin içine baktı.

 

"Bunu yemek için biraz beklemelisin Beyza. "

 

"Nedenmiş o?"

 

"Bulunduğun yere ait olduğun için. "

 

Kesinlikle beni utandırmaktan zevk alıyordu. Kızaran yüzümü gördükçe yüzünü daha yakınıma getirip, çapkın gülüşler eşliğinde izliyordu.

 

Beyza şuradan kurtulmak için bir şeyler düşün.

 

"Demir yine ne oldu da kalbin delice atıyor. Bana söylemek istediğin bir şey varsa çekinme lütfen."

 

Yüzündeki çapkın gülüş yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. Bir iki boğazını temizledikten sonra çatalı ağzıma doğru getirdi.

 

"Biraz daha bekleyebilir, önce soruma cevap ver."

 

Sadece susuyor, çatalı dudağımın kenarında bekletiyordu.

 

"En kötüsü de karşılıksız aşk oluyor değil mi?"

 

Ellerimi tutan ellerini gevşetince ayağa kalktım. Çatal elinde öylece kalmış, bana bakıyordu ama hiçte iyi bakmıyordu. Hızlı adımlarla odama doğru koşarken, midem patlayacak gibiydi ve deli gibi bulanıyordu.

 

"Sen bi' gel bakayım buraya. "

 

Koşmaya devam ederken, arkama baktım, Demir koca ayaklarıyla merdiveni ikişer, üçer çıkıyordu. Onun o halini görünce içten içe kendimi azarladım ve biran önce odaya gidip kapımı kilitlemem gerektiğini daha iyi anladım. Kendimi odaya atıp, kapıyı kapatmayı başarmıştım. Tam kilidi çevirirken Demir kapıyı öyle bir açtı ki duvara yapıştım.

 

Odanın kapısına sırtını yaslarken, beni izliyordu. Ellerini arkasına götürüp, kapının kilidini çevirmeye başladı. O kilit sesi kulağımda yankılanırken, yine o güne gitmiş ve korkuya kapılmıştım. Boğuk sesimle yalvardım.

 

"Ha-yır hayır, sakın kilitleme! "

 

Korkudan ellerim titriyor, ayaklarımda güç bulamıyordum. Demir hemen kilidi açıp, kapıyı hafif araladı.

 

"Korkma, korkma bak kapıyı da araladım. Ölürümde sana, bir daha öyle bir şey yaşatmam."

 

Yanıma gelip göz teması kurdu. Titreyen ellerimin üzerine ellerini getirerek "Bana güvenmene çok ihtiyacım var Beyza." dedi ve devam etti.

 

"Sana yalvarıyorum bari bu konuda bana güven."

 

Ellerimi kavrayan ellerini beline koyup beni göğsüne doğru yasladı. Bir yandan baş parmağıyla yanağımı okşarken bir yandan da durmadan özür diliyordu. Hem ondan korkuyor, hem de saçma olsa da onunla sakinleşiyordum ve bitmeyen bir döngüde kaybolurken ben, yine onun sıcaklığına sığınıp, yerimi orası belliyordum.

 

Bir anda midemin kasılmaya başlaması ile öne doğru katlandım. Hayatta en nefret ettiğim şeyi yaşamamak için direniyordum ama midemin kasılmasına engel olamıyordum. Korkudan çıldıracak gibi ellerini saçlarına getirip dağıtırken korkuyla soruyordu.

 

"Ne oldu?"

 

"Midem bulanıyor kusacağım!"

 

Koşarak banyoya gittim ve ağlaya ağlaya midemde hiçbir şey kalmayana kadar, yediğim her şeyi çıkardım. Demir' e ne kadar git desemde yanımdan ayrılmıyor, omuzlarımı tutup bana güç veriyordu. Kendimi arkaya doğru atıp, başımı duvara yaslarken ağlaya ağlaya söylendim.

 

"Senin söz dinlemeyen halini hiç sevmiyorum Demir."

 

Ellerini yüzüme getirip gözyaşlarımı siliyor, beni teselli etmeye çalışıyordu.

 

"Git işte, daha fazla bu halimi görmeni istemiyorum" diye ağlayarak konuştum. Beni ayağa kaldırıp, yüzümü yıkadı. İstemiyorum desemde avucuna su koyup ağzıma götürdü. Benimle ilgilenirken hiç tiksinmiyor, sürekli geçeceği ile ilgili teskin ediyordu. Banyodan çıkıp, hemen yanıma kıyafet aldım ancak yıkandığım zaman biraz rahatlayabiliyordum.

 

Banyodan çıktığımda, süt dökmüş kedi gibi yatağın üstünde oturmuş, öylece bana bakıyordu.

 

"Hiç öyle üzgün bakma Demir. Şu an kustuğumu düşündükçe çıldırıyorum ve yemek borum deli gibi yanıyor. Git yanımdan uyuyacağım."

 

Yanıma doğru gelip, elini yüzüme koydu.

 

"Seni görmeden uyuyamıyorum Beyza. Ne olur yerde uyumama izin ver. "

 

Bir ayı aşkın süredir, pantolon ve gömleğini bile değiştirmeden, kuru yerde öylece yatıyordu. Onun o haline üzülüyordum ama aynı yatağa girmekten de hâlâ çok korkuyordum.

 

"Demir çok uzun süredir yastığını alıp, parkenin üzerinde yatıyorsun. Lütfen gidip, yan odada rahat bir şekilde yat."

 

Yüzümdeki elini indirdi, bana sarılırken yıkık sesiyle konuşmaya başlıyordu.

 

"Sadece seni görüp, iyi olduğunu bilmem gerekiyor. O günden sonra benim de ne halde olduğumu gerçekten görmüyor musun?"

 

Görmemek için kör olmak gerekiyordu. Uzun süre mahkum olduğum sessizlikte ağzımdan çıkan tek kelime 1 hafta boyunca korkuyla 'Yapma Demir' diye bağırmak olmuştu. Sonrası onun sürekli kendini suçlaması, pişmanlıkları, yıkılmış bedeni, tükenmişliği, çaresizliği ile bitiyordu.

 

"Demir bu evliliğin, ikimize de zarar verdiğini görmüyor musun? Neden beni bırakmamak için direniyorsun? Neden ikimizi bu karanlığa mahkum ediyorsun? Yanında yüzüm birazcık gülse, sonrası senden deli gibi korkuyorum. Bakma asi yanımın sana boyun eğmediğine; ben, seninle sana baş kaldıran yanım arasında korkudan ölüyorum. "

 

Ellerini omuzlarıma koyarak, bir adım geriye gitti ve beni kendinden uzaklaştırdı. Öyle zor ayakta duruyordu ki bir iki adım geriye sendeleyerek gitti. Yatağın yanında yere çöküp, sırtını yatağa yasladı. Konuşmaya bile hali yoktu. Başını yatağa yaslayıp, yüzünü yukarıya doğru kaldırdıktan sonra ellerini dizlerinin üzerine güçsüz şekilde bıraktı. Tükendiği çok açık görünüyordu.

 

"Asıl sen yanımda olmadığın zaman ben, zifiri karanlıkta kayboluyorum Beyza. Neden bana teslim olmak, senin için bu kadar zor? Neden beni kocan olarak görmemek için direniyorsun?"

 

Yanına gidip bende yatağın ucuna sırtımı dayayıp, oturdum. Kafamı ona doğru çevirdiğimde, bulunduğu duruma çok üzülüyordum.

 

Onu kocam olarak kabullenmek, kendi savaşımı kaybetmem demekti. Ben, ona teslim olmamak için direniyordum; çünkü ona teslim olursam, onda kaybolup yok olma korkusu yaşıyordum. Hayatıma nasıl zorla girdiyse, benden sıkıldığında da zorla çıkmasından korkuyordum. O benden sıkılana kadar kendimi ondan korumam, en az hasarla yanından ayrılmam gerekiyordu.

 

"Demir bir gün bu evliliği bitirdiğinde en az hasarla benden gidişini izlemek istiyorum. Gözlerim ilk kez senin gözlerinin derinliklerini görürken, senin kaç kadının gözlerinde kaybolduğunu bilmiyorum."

 

Demir kafasını bana doğru döndürüp baktığı zaman "Beyza" diye fısıldadı. Onu elimle susturup konuşmaya devam ettim; çünkü biliyordum, eğer içimden geçenleri şu an ona söylemezsem, bir daha korkularımdan bahsedecek cesareti kendimde bulamayacaktım. Onun bu haline üzülürken ancak yüreğimdekileri ona açık bir şekilde dökebilirdim. Yoksa gururum buna izin vermez, ona içimden geçenleri asla söyleyemezdim.

 

"Zorla tuttuğun ellerim, senden başka hiç bir adamın dokunuşunu, sıcaklığını bilmezken, senin kaç kadınının teninde ısındığını bilmiyorum."

 

"Alnıma, yanaklarıma kondurduğun dudaklarının izini ömür boyu taşıyacakken, senin o izleri kaç kadının bedeninde bıraktığını bilmiyorum. "

 

"Sen söyle Demir, şimdi ben sana nasıl teslim olup, seni kocam olarak kabul edeyim? Bu konularda daha tecrübelisin, sen doğru yolu göster, nasıl davranmam gerektiğini bileyim. "

 

Demir beni kendine doğru çevirdi. Gözlerimin içine o kadar uzun süre baktı ki hiç konuşmayacak sandım. Derin bir nefes alıp başını yere eğdi. Ellerini alnına getirip, saçlarına doğru sertçe sürttü. Kendi iç dünyasında savruluyor, tutunacak bir cümle arıyor gibiydi. Kafasını kaldırıp tekrar bana baktığında sanki ondan çok uzaklara gidiyormuşçasına beni kendine doğru çekerken, başımı göğsüne yasladı ve sıkı sıkı sarıldı.

 

"Bir gün senden gideceğimi nereden çıkarıyorsun Beyza? Sensiz yan odada bile uyuyamaz, nefes aldığımı bile hissetmezken, nasıl seni bırakıp gidebileceğimi düşünüyorsun? Diyorsun ya kaç kadının gözlerine baktın, elini tuttun diye ben senden sonra her şeyi unuttum. Sadece zihnimde, harelerini bile ezberlediğim kahvelerin varken, senden başka kimin gözlerini hatırlamamı bekliyorsun?

 

Bu söylediklerinin hepsi hayatıma sen girmeden önceydi. Senden sonra ben hep temiz kaldım. Seni tanımadan önceki Demir, seninle karşılacağını bilseydi, hep seni beklerdi. Senin varlığından bile haberim yokken, beni suçlayamazsın Beyza. Gerçeği kabul et artık, ben sadece senin kocanım, sende benim karımsın. Sen kabul etmiyorsun diye bu gerçek, hiçbir zaman değişmeyecek."

 

Doğru söylüyordu. Her ne kadar kabul etmiyor olsam da Allah katında bile o benim kocamdı. Yapmam gereken çok açık bir şekilde belli iken, ona teslim olmak benim dik tarafıma tersti. Tam anlamıyla araftaydım. Ya ona doğru bir adım atacak, kocam olduğu gerçeğini kabul edecektim, ya da asi ruhum zoraki girdiğim bu evliliği bitirene kadar, ona teslim olmayacaktı.

 

Demir göğsünden beni kaldırıp, gözlerimin içine bakarken, elini yanağıma koydu. Her ne kadar inkar etmeye çalışsam da artık ona alışıyordum. Gözlerimi kapatıp, başımı yana doğru eğdim ve yüzümdeki sıcaklığının kalbimde yer etmesine izin vermek istedim.

 

"Ne olur kabul et artık."

 

Düşünceler arasında kaybolmaktan boğulduğumu hissediyor, doğru olanı bir türlü bulamadığım için öfkeleniyordum.

 

Gözlerimi açıp, yanağımdaki elini indirdim ve ayağa kalktım.

 

"Neyi kabul edeyim Demir, katilime aşık olup onunla bir hayat sürdürmeyi mi? Peki ben ona aşık olurken, onda hangi duygu hakim olacak? İstediğimi elde ettim mi diyeceksin? Yoksa kimi istediysem bugüne kadar aldım, Beyza da onlardan birisiydi mi?"

 

Ağzından çıkan her söz bende daha büyük korkuya neden olmuştu ve ben, ona asla güvenemiyordum. Güvensiz sesimle konuşmaya devam ederken dik durmam gerektiğinin farkındaydım.

 

"Ben onlardan birisi asla olmayacağım, sana yenilmeyeceğim, sana aşık olmayacağım, seni sevmeyeceğim, senin olmayacağım. Benimle evlendiğine pişman olana kadar, asla rahat durmayacağım. "

 

Ayağa kalkıp bana bakarken gözlerinden alev saçıyordu. O gözlere biraz daha baksam beni küle çevirip, kendine doğru savuracaktı. Bakışlarımı hızla yere indirdim.

 

"Bana bak!"

 

"Bakmam için hiçbir neden yok. "

 

Ellerini yanağıma koyup, başımı yukarı kaldırdı. Gözlerimi hâlâ ondan kaçırıyor, ona bakmıyordum.

 

"İnatçı keçi!"

 

Kaşlarımı kaldırıp, gözlerine baktım ama öfkeli ifadesi silinmişti. Hatta yüzüne yerleştirdiği sıcak bir gülümseme ile gözlerime bakıp sonra da burnumun ucundan öptü.

 

"Beni sevecek, bana aşık olacak, bensiz nefes alamayacaksın. Artık senin asi, kabul etmeyen hallerin bile bir başka güzel geliyor. Direnebildiğin kadar diren karıcığım, her gün bıkmadan sana kimin olduğunu hatırlatacağım ve sana asla sinirlenmeyeceğim. Hâlâ büyümeyen bir çocuksun ama ben, evli bir kadının kocasına nasıl davranması gerektiğini, sana sabırla öğreteceğim. "

 

Kesinlikle üstten üstten konuşan haliyle kaşınıyordu... O zaman ben de onu seve seve kaşıyacaktım.

 

"Demir sana aşık olmamı, neden bu kadar istiyorsun?"

 

"Çünkü yanımdayken başka şansın yok. Elbette benden etkilenip, aşık olacaksın."

 

Megalomanda olabilir. O potansiyel fazlasıyla bu adamda var. Birazcık oyun oynamakta fayda var. Bakalım bu duruma ne kadar dayanabilecek? Yemek yedirirken ellerimi bırakıp, gitmeme izin verdiğine göre, şu an bu odadan hemen uzaklaşması gerekiyordu.

 

Elimi göğsünün üzerine koyarak, gözlerinin içine baktım.

 

"Demir, peki sana aşık olunca kalbim nasıl çarpacak, şu an senin kalbinin çarptığı gibi mi?"

 

Gözlerini kapatıp, dişlerini sıktığına göre doğru yoldaydım. Onu istediğim kadar sinir edip, biran önce yanımdan uzaklaşmasını sağlayabilirdim.

 

"Beyza sen ne öğrenmek istiyorsun, açık açık sorsana? Alt katta da imada bulunuyordun?"

 

"Daha ne kadar açık sorabilirim Demir?"

 

Elini ensesine götürüp, sertçe ovuyordu. Bileğinde hâlâ o gün taktığı tokam mı duruyordu, yoksa ben mi yanlış görüyordum. Kolunu ensesinden çekip gömleğini yukarıya doğru çektim.

 

"Bu benim tokam, hâlâ bileğinde mi? Peki ama neden?"

 

"Beyza, sana bunların cevabını verdikten sonra bu yatağa bensiz giremezsin. Buna asla izin vermem, yine de öğrenmek istiyor musun?"

 

O cevapları öğrenmeyi merak etsemde sunduğu şartla öğrenmem imkansızdı. Sinirle bileğini savurdum ve yorganı alıp yere serdim, üzerine de Demir'in yastığını öfkeyle atıp, yatağa girdim.

 

"Bu yatağa zor girersin Demir! Git üzerini değiştir. Bir daha seni gömlek ve pantolonla uyurken görmeyeceğim. Oda siyah, örtü siyah, senin üstün başın siyah bu ne ya, içimi afakanlar bastı. Bak sakın koyu renk giyip gelme, kolundan tuttuğum gibi seni odadan atarım. Yeter artık! Senin yüzünden kustuğumu hatırladıkça sana acıyıp, o yorganı yere serdiğim için kendime bile kızıyorum. Hâlâ midem bulanıyor, yemek borum deli gibi yanıyor. "

 

Öylece durmuş, beni izliyordu ve benim tepemin tası ciddi anlamda atmıştı. Ne vardı sanki şart sunmayıp beni bu merak duygusundan artık kurtarsaydı.

 

"Orda öyle dikilme, git üzerini değiştir diyorum sana!"

 

Kıyafetlerini alıp, banyoya gitti. Bende ışıkları kapatıp, midemin bulantısının geçmesini umut ederek uyumaya çalıştım.

 

⏳⌛

 

Gözlerimi mide bulantısıyla açıp, yatakta iki büklüm oldum. Kusmaktan nefret ediyor, bunun olmaması için direniyordum. En iyis

Bugün bana neler hissettiğini öğrenecektim Demir. Hem de aşkı, senin ağzından çıkan sorularla öğrenmişken...

 

"Peki ben yokken hiç beni düşündün mü?"

 

Gözlerini kapatıp, dudaklarını alnıma götürdü ve uzunca bir süre öptü. Silip yok ettiğim sıcaklığı, bu sefer çok daha hızlı kalbime akmış, bundan öncekinden daha fazla yer oluşturmuştu.

 

"Yanlış soru Haniftam. Ben yokken beni düşünmediğin bir saniye oldu mu olacaktı? Seni düşünmekten uyku haram oldu. Ancak seni bulup, kollarıma aldığımda uykuya dalıp uyuyabilmiştim."

 

Kulağım göğsüne dayalı olmasa bile, kalp atışlarının sesini duyabiliyordum.

 

"Peki benim yanımda, hiç heyecanlanıyor musun? "

 

Sorduğum soruyla önce dudaklarını ısırıp gülümsemesini bertaraf etmeye çalıştı ama başaramamış olacak ki gülümsedi. Ona gülmek gerçekten çok yakışıyor olmasına rağmen nadir gülüyordu.

 

"Hanifta Hanım acaba siz, cin olmadan adam mı çarpmaya çalışıyorsunuz?"

 

Bir adım geriye doğru giderek, ona baktım. Ne yapmaya çalıştığımı anlamış görünüyordu. Son sorumu da yanıtlayıp bu düşüncelerden sıyrılmamı sağlasaydı ne olurdu sanki? İki elimi birbirine bağlayıp, sorumu sordum.

 

"Neden ki?"

 

Yanıma gelip, eliyle burnumu sıkarak konuşmaya başladı.

 

"Sana aşık olup olmadığımı, öğrenmeye çalışmıyor muydun?"

 

Evet onu öğrenmeye çalışıyordum demek yerine birkaç saniye durup ona baktım. Kafamda netleyemediğim kısımlar vardı ve ben bir türlü emin olamıyordum.

 

"Şüpheli hareketlerin var Demir. Elbette cin olup adam çarpmayı öğrendiğim zaman bunun cevabını bir şekilde öğreneceğim."

 

Tebessüm ederek bir elini sırtıma koyarken, bir elini de dizlerimin arkasından geçirdi ve beni kucağına alıp, koltuğa doğru yatırdı. Gıdıklamaya başladığı sırada "Demek sen, hareketlerimi şüpheli bulacak kadar aşkı öğrendin, öyle mi Hanifta Hanım?" diye sordu. Gülmemek için direniyordum ama kahkahalarıma engel olamıyor, karın ağrısından kıvranıyordum. Kendimi biraz toparlayabilsem konuşmaya çalışacaktım ama mümkün olmuyordu.

 

"Acaba siz manyak mısınız? Biriniz 30, biriniz 24 yaşındasınız. Sesiniz tüm apartmanı inletiyor!"

 

Kahkaha sesimden Tuğba'nın kapıyı açtığını bile fark etmeden, attığı fırçayla ona doğru döndük. Demir birazcık dursa da tam benim cevap vereceğim sırada ara ara gıdıklıyor, ben yine kendimi tutamıyordum. Benim konuşmama izin vermiyordu fakat Tuğba'ya tavizsiz bir sesle konuşuyordu.

 

"Ne olmuş, karımla gülerken apartmandakilerden izin mi almamız gerekiyor?"

 

Tuğba sesine yalandan öfke katmaya çalışsa da şu an bu halimden dolayı mutlu olduğu çok belliydi. Odamdan çıkarken bana göz kırpıp, söylenerek kapıyı kapattı.

 

"Bende Demir'i akıllı sanırdım, o daha manyak çıktı!"

 

Demir duydukları karşısında şok olup arkasını dönerken, kapalı kapıya öylece baka kaldı.

 

"O, bana manyak mı dedi?"

 

Yerimden kalkarken, başımı evet anlamında salladım.

 

"Şu an patronu değil, en yakın arkadaşının eşi oluyorsun. Yani sana her şeyi deme hakkı var."

 

Yanıma gelip, elini yanağıma koyarken "Yeter ki arkadaşının ömür boyu kocası olayım, söyleyeceği her şeye razıyım" dedi. Bakışlarımı ondan kaçırıp, yere indirdim çünkü öyle konuşup, derin baktığı zaman ne yapacağımı kesinlikle bilmiyordum.

 

"Hadi Tuğba ile seni, Ferit'in restoranına götüreyim. Akşam yemeğini, beraber yemiş oluruz."

 

"Bu akşam sizinkilerle yesek daha iyi olur, şimdi onlar çok üzgündür. Başka akşam da hep beraber Ferit'in orada yeriz. "

 

Susup öylece daldı. Gözlerini yine hüzün ele geçirmiş, kendini affedemiyor gibiydi.

 

"Demir ne oldu? Yanlış bir şey mi söyledim?"

 

"Sen yanlış hiçbir şey söylemedin. Sadece ben çok öfkeliydim ve bu öfkemi kontrol altında tutmakta zorlanıyordum."

 

Ah Demir, hem bu hale bizi senin düşüncesizce yaptığın hareketler getiriyor, hem de bunun acısını hiçbir suçu olmayan insanlardan çıkarıyorsun.

 

"Demir ailene hak ettiği sevgiyi, saygıyı vermek zorundasın. O gün-" yutkundum ve benim o günkü konuşmalarına şahit olduğumu bilmediğini hatırladım. Derin bir nefes alarak başka bir örnek verdim.

 

"O gün sofrada da beni babaannenin yerine oturtmaya çalıştın. O sofrada başköşe babaanneden sonra annene geçer. Ancak ondan sonra ben orada oturabilirim. Hem bunların ne önemi var ki hepimiz mutlu olduktan sonra, ha baş köşede annen ve babaannen olmuş, ha senle ben oturmuşuz. Kocaman masa, başköşedekilerbirbirlerini bile göremiyor ki. Ben senin yerinde olsam, bir tarafa annemi, bir tarafa babaannemi oturturdum. Böylece onlarda çok mutlu olurdu, bizde... "

 

Herkesin mutlu olmasını istiyordum özellikle anlamsız nedenler yüzünden kalplerin daha fazla kırılmasını istemiyordum. Demir duyduklarından sonra derin bir nefes alarak gözlerini kısa süreli üzerimde dolaştırdı. Beni sertçe kendine hapsedip, kollarıyla göğsüne yasladı. Öyle bir sıkıyordu ki sanki göğsünü açıp beni oraya sokacakmış gibi davranıyordu. Dişlerini sıkarak konuşmaya başladı.

 

"Seni göğsümün içine soksam, yine de yetmez kadın. Sen neden bu kadar düşünceli ve tatlısın. Hadi kalk eve gidelim yoksa ben, dayanamayıp seni bitireceğim."

 

Beni kaldırıp elimden tuttu. Tam odadan çıkarken gözü duvardaki kağıtlara takılınca hepsini bir anda toplayıp çöpe attı.

 

"Bence fazla bile dayandım. Normalde gidip, benim kadınıma bunları yazan elini kırardım ama ben öylece durup, karımın beyefendiye aşık olup olmadığıyla ilgili, ona yardımcı oldum."

 

Beni duvara doğru çekip yaslarken, gözlerime bakıyordu. Söylediklerinde çok haklıydı. Resmen karısı, 'Ben başka bir erkeğe aşık olup olmadığımı bilmiyorum, bana tecrübelerini anlat ve yardımcı ol' demişti. Ah düşündükçe şu an daha fazla utanıyordum.

 

Gözlerimi ondan kaçırıp sakladım ama hâlâ yüzüme bakmaya devam ediyordu. Yüzümü göğsüne doğru saklarken, açık bıraktığı düğmesinden tenine değen burnumu oraya hafifçe sürtüyordum.

 

"Demir çok özür dilerim, gerçekten senin ne hissedeceğini düşünemedim. Aşkla ilgili hiçbir tecrübem olmadığı için sürekli acabalarım olacaktı."

 

Uzun bir süre Demir cevap vermeyip, sadece derin nefesler aldı. Kafamı kaldırdığımda gözleri kapalı, çaresizlikten kıvranıyor gibiydi. Zor yutkunuyor, kalbinin sesi kulaklarımda yankılanıyordu.

 

"Çok mu kızdın, tekrar özür dilerim" deyip yine göğsüne sarıldım.

 

"Beni gerçekten çıldırtıyorsun kadın!"

 

Yüzüne baktığımda yine gözleri kapalı, tahammül edemiyor gibiydi. Bu sefer çok haklıydı. Onunla evli olduğum sürece gelip bana, ben acaba şu kadına aşık mıyım diye sorsa çok kızar, arsız olduğunu söylerdim. Şimdi ben nasıl söylediklerimi unutturacaktım.

 

Elimi yüzüne götürüp, bana bakması için yanağında gezdirdim ama hâlâ yukarıya doğru kafasını kaldırıyor ve gözlerini açmıyordu. Yanağındaki elimi boynuna götürüp, bana bakması için kendime doğru eğdim. Bana doğru kafasını indirmişti ama hâlâ gözlerini açmıyordu.

 

"Demir. "

 

"Demir ne olur. "

 

Gözlerini zoraki açtığında sonunda bana bakmıştı.

 

"Düşünemedim, özür dilerim."

 

Gözlerini ara ara kapatıp, bulunduğu durumdan çıkmak istermişçesine, başını iki yana sallıyordu. Zor çıkardığı sesiyle konuşmaya başlarken, aynı anda odanın kapısını açıp, beni dışarı çıkarıyordu.

 

"Bunları sonra konuşuruz, şimdi hemen yanımdan gitmen gerekiyor."

 

Kapıyı yüzüme kapatıp, dişlerinin arasından kendi kendine konuşmaya başladı.

 

"Aaaa bana ne yaptığından haberi bile yok. Resmen beni çıldırtıyor! Tamam tamam, şimdi geçecek sakin ol oğlum. Sana yaptıklarını düşünme, düşünme... Düşünme diyorum lan, düşünme!.. "

 

Yine sessizce bir şeyler söylüyor ama anlaşılmıyordu. Bu sefer çıldırmakta çok haklıydı. Kapıda onu bekleyip tekrar özür dilemekle, onun yanından uzaklaşıp Tuğba'nın yanına gitmek arasında kararsız kaldım. En iyisi öfkeliyken ondan uzaklaşmak olacaktı. Sessizce Tuğba'nın yanına doğru ilerledim.

 

⏳⌛

 

Kapıya doğru yaklaşırken Demir arabada söylediği her şeyi bir kez daha tekrar etti.

 

"Tabağına koyduğum, tüm yemekleri bitirmek zorundasın Beyza. Canım yemek istemiyor, doydum, midem bulanıyor diye bahaneler uydurmayacaksın. Yanımda küçük çocuk gibi kaldın, eskiden de zayıftın ama şu an rüzgar çıksa, yaprak gibi savrulacaksın. Bundan sonra yediğin her şeye dikkat edeceksin."

 

Sanırım cümleleri tekrar tekrar duymak, bende baş ağrısına ve mide bulantısına yol açıyordu. Gelene kadar kaç kere sabırlı şekilde tamam dediğimi hatırlamıyordum. Elimden geleni yapıyor, işi kavgaya dökmemek için çırpınıyordum; çünkü ikimizinde gücü gerçek anlamda artık kalmamıştı.

 

Yapabilirsin Beyza, sadece derin bir nefes al ve bundan önce tekrarladığın gibi sabırla tamam de.

 

"Demir bir kere daha aynı şeyleri tekrar edersen, avazım çıktığı kadar bağıracağım."

 

Kendi iç sesini bile dinlemiyorsun. Gerçekten çocuk gibisin Beyza, şu asi yanını törpülemeyi öğren. Büyüdün artık ona göre davran.

 

Zile basarken Demir kafasını, bu kız akıllanmaz der gibi iki yana sallıyordu.

 

Esra teyze bizi karşılarken, gözlerinin içi gülüyordu. Önce Demir'e doğru bakıp, "Hoş geldiniz efendim" dedi. Bana doğru baktığında kaşlarımı yukarı kaldırarak, bana nasıl hitap edeceğini merakla bekliyordum.

 

"Hoş geldingüzel kızım."

 

"Hoş buldukEsra teyzem, bir an efendim diyeceksin diye çok korktum ama şükürler olsun söylemedin." diyerek yanağına öpücük kondururken, ona sarıldım. Üzerimdeki trençkotu almak için yeltendiği sırada ona engel oldum.

 

"Ben çıkarır asarım, sen zahmet etme." derken Demir' e doğru baktım. Hem şaşkın hem mutlu bir ifadeyle beni izliyordu. Esra teyze Demir'in ceketini çıkarmak için uzandığında kafamı iki yana sallayıp, izin verdirmedim.

 

"Ben, Demir'in ceketini de alırım Esra teyze."

 

Kadıncağız Demir'den onay almak için ona bakıyordu.

 

"Sen git Esra, biz çok açız. Yemek servisine başla. "

 

Kafasıyla tamam deyip, içeriye doğru giderken, Demir'in yanına gittim. Öylece ceketini çıkarmam için bekliyordu. Gülümseyerek ceketini çıkarırken, ona doğru baktım.

 

"Ne o Demir bey, çok mutlu görünüyorsunuz?"

 

Ellerini omuzlarıma doğru getirirken, beni ısıtan gülüşünü yüzüne konduruyordu.

 

"Şimdi her eve geldiğimde, benim karım mı ceketimi çıkaracak?"

 

Başımı evet anlamında sallarken, kendimi evcilik oyununda gibi hissediyordum. Omuzumdaki elini indirip, ikimizin ceketini koluna sıkıştırdığım sırada "Evet, her eve geldiğinde ceketini ben çıkaracağım ama bunları askıya sen asacaksın. Evlilik paylaştıkça güzelleşir değil mi?" diye sordum.

 

Kaşlarını yukarıya doğru kaldırıp önce bir baktı. Sonra elini burnuma götürüp sıkarken, gülerek konuşmaya başladı.

 

"Sen var ya fenasın, hem de çok fenasın Hanifta Hanım. Her eve gelişimde sen ceketimi çıkarıp beni karşıla, bende söylenmeden asayım. Evliliğimizin kurallarından biri de bu olsun."

 

Burnumu elinden kurtarıp parmaklarımla okşarken, söylenmeyi de ihmal etmiyordum.

 

"Kopardın burnumu Demir... Tamam ama arada bir sende benim ceketimi çıkarırsın, anlaştık mı? "

 

Demir kıyafetleri astıktan sonra yanıma geldi. Elimi tutarak içeriye doğru giderken "Anlaştık." deyip göz kırptı. Keşke hep böyle güler yüzlü olup, şu an olduğu gibi yanında mutlu olduğumu hissetsem.

 

Bugün ilk defa benim için hiç yapmayacağı şekilde sakin kalıp, bir başka adama hissettiğim duyguyu adlandırmada bana yardımcı olmuştu. Normalde gözünün dönmesi, beni ve Ayaz'ı tehdit etmesi gerekiyordu. Onun tarafından böyle sakin karşılanmak çok tuhaf bir duyguydu.

 

İçeriye girdiğimizde herkesin yüzü asıktı. Onların bu halde olması beni üzüyordu. Aklıma Demir'in bugün söylediği söz gelince iyice üzüldüm. "Sen konuşmuyorsun diye herkesi susturuyordum." Belki şu anki halleri de ondandı. Öyleyse ben bu ortamı neşelendirip, onların yüzünü güldürmek için elimden geleni yapacaktım.

 

"En sevilesi, en öpülesi bir tanecik gelininiz geldi!" diye bağırırken, Demir'in elini bırakıp kollarımı iki yana açtım. Hepsi benim tarafıma baktıktan sonra asık olan yüzlerini tebessüme bırakıp, ayağa kalktılar. Onların yanına koşup sıkıca sarıldım. Babaannesi ve annesi beni ortalarına alarak hem öpüp sarılıyor, hem de ara ara kızıyorlardı.

 

"Yüzün kaşık kadar kalmış, ne bu hal?"

 

"Tamam babaanne, artık tıka basa yemek yiyeceğim. Söz yediklerime dikkat edeceğim."

 

Bu sefer Deren Hanım, beni kendine doğru çekip, başımı göğsüne yasladı. Bir yandan yüzümü okşuyor, bir yandan da kızıyordu.

 

"Kızım senin için ne kadar çok endişelendik. Koca 32 gün, nasıl bizi merakta bırakırsın."

 

Başımı yukarıya doğru kaldırıp, boynunu koklayarak öptüm.

 

"Haklısın Deren anne, bazı şeyleri düşünemeyecek durumdaydım. Bir daha sizi üzmemeye çalışacağım."

 

Ellerimden tutup, beni kendinden ayırdıktan sonra gözlerime baktı. "Deren anne mi dedin sen?" derken çok mutlu görünüyordu. Kafamı evet anlamında sallayınca bir kere daha sarıldı.

 

"Yeter artık kıskanacağım. Senin kocan benim, onlara sarıldığın gibi gelip, bana da sarıl. "

 

Demir yine arsızca konuşurken, herkes gülümsemeye başladı. Deren anne beni kaldırıp, Demir' e doğru gönderdiği sırada "Git ona da sarıl kızım, gerçekten senle arası kötü olunca çekilecek gibi değil" dedi.

 

Öylece oturmuş, benim ona sarılmamı bekliyordu. Gözüm Yağız'a doğru kaydı. Çocukla tanıştığım gün evde kıyamet kopmuş, onunla iki kelime dışında bir şey konuşamamıştık bile. Onun tarafına dönüp önünde durunca kafasını kaldırıp bana baktı. Elimi özenle şekillendirilmiş saçlarına götürüp, parmaklarımla dağıttım.

 

"Yengeye merhaba yok mu bıdık?"

 

Kahkaha atarak ayağa kalktı. Benden çok uzundu. Kafamı yukarı kaldırıp, ona baktığımda o da eğlenerek aşağı doğru bakıyordu. Elini kafamdaki şalın üzerine koyarken, ona yaptığım gibi elini sağa sola oynatıyordu.

 

"Olmaz mı? Merhaba minik yengem."

 

"Minik mi? Abisi kılıklı terbiyesiz insan" diye söylenirken ikisine arkamı dönüp, Deren anneye baktım.

 

"Deren anne, sen bunlara ne yedirip, ne içirdin de fasulye sırığı gibi uzun bunlar?"

 

Cevap alamadan Demir beni elimden tutup, kendine doğru çekti ve kolunun altına aldı. Şaşkınlıkla ona doğru bakarken, gözlerini bana sabitlemiş, öylece bakıyordu. Tebessüm ederek dudaklarımın arasından "Annenler bize bakıyor" deyip, kaşlarımı kaldırdım ve yapmaması gerektiğini söyledim. Ben sessizce fısıldarken, o sesli bir şekilde konuşuyordu.

 

"Nikahlı karımsın. Seni istediğim yerde, istediğim kişinin yanında öperim de sarılırım da. Kimseden utanacak değilim."

 

Arsızdı işte, hem de çok arsızdı. Benim yanaklarım utançtan kızarırken, Demir'de utanma namına bir eser yoktu. Ailesi söylediklerine güldükçe ben daha çok utanıyordum. Ellerimi kızaran yanaklarıma götürürken, Demir'in kollarından ayrılmaya çalışıyordum.

 

"Seni şakacı adam, seni..."

 

O esnada Esra teyze sofranın hazır olduğunu söyleyip, herkesi çağırdı. Onlar benim o halime kahkaha atıp ayaklanırken, bende yerimden kalktım. Tam gittiğim sırada Demir, beni yine kendine çekerek kolunun altına aldı. Alnıma öpücüğünü kondururken "Şaka yapmadığımı buradaki herkes biliyor karıcığım. Sana dokunmama izin versen dudaklarımı senden hiç ayırmayacağım ama alnını öpmeme bile yeni yeni izin veriyorsun" dedi.

 

Yanından utanarak kalkarken, soğuk ellerimi sıcak yanağıma koyup soğutmaya çalışıyor, ara ara sallayıp hava gelmesini sağlıyordum.

 

"Gerçekten çok arsızsın Demir. Beni utandırmak neden hoşuna gidiyor? Hem sendeki bu rahatlık ne? Ona aşık olmadığımı anlamam, sana teslim olacağım anlamına gelmiyor. Ben bu söylediğin her şeyi, aşık olarak evlendiğim kocamla yaşamak istiyorum, yani seninle değil."

 

Yine içimden geçenleri susturmayı başaramadığım için kavganın fitilini ateşlemiştim. Onunla kavga etmeden ancak kısa bir süre, yan yana durabiliyorduk. Yerinden kalkarken, şaşırmış olsam da yüzünde öfkeye dair hiçbir iz yoktu. Gayet rahat bir şekilde yanıma gelip, beni kendine çekti ve kulağıma eğilip fısıldamaya başladı.

 

"Zaman alacak olsa da bunların hepsini benimle yaşayacaksın karıcığım; çünkü bana aşık olman an meselesi..."

 

Kendimi arkaya doğru atıp, yüzüne baktım. Demek beyefendi oyun oynamak istiyordu. O zaman ben de seve seve bu oyuna eşlik edecektim. Yüzüme kondurabildiğim, en büyük gülücüğü kondurdum. Elimi göğsüne koyarken, ayaklarımın parmak ucuna kalkarak, dudaklarımı kulağına doğru götürdüm. Birkaç saniye hiçbir şey demeden öylece bekledim. İşte şimdi elimin altında hissettiğim kalp atışıyla, bu oyunu rahatlıkla başlatabilecektim.

 

"Demir, kalbinin neden bu kadar hızlı attığını artık biliyorum."

 

Göğsündeki elimi indirirken, bir adım geriye gidip bana baktı. Kafasıyla neden diye sorduğu sırada merakla cevabımı bekliyordu. Arkamı dönüp, masaya doğru giderken durdum ve ona doğru döndüm. "Demir kalp çarpıntın, buraya kadar geliyor" diyerek gülmeye başladım. Kaşlarını çatıp, bana doğru gelmeye başladığında arkamı dönüp, masaya doğru koştum.

 

Masaya gittiğimde babaanne baş köşeden kalkmış, Yağız'ın yanında oturuyordu. Demir yanıma gelince "Sadece mutlu olsak olmaz mı?" diye sordum. Ciddi yüz ifadesini korusa da kafasını tamam anlamında salladıktan sonra göz kırparak onayladı.

 

"Yalnız ben söyleyemem, o iş sende."

 

Ah Demir, sen söylesen sanki incilerin dökülecekti. Alt tarafı gönüllerini almış olacaksın, bunda bile katı davranıp, arana mesafe koyuyorsun. Gerçi senin gibi bir adam için bu bile büyük başarı bunu da görmek lazım.

 

Bakışlarımı Demir'den çektikten sonra tüm düşüncelerimi bertaraf ettim.

 

"Babaanne, senin o sandalyede ne işin var?"

 

Tebessümle babaannenin yanına gittim ve onu kaldırdım. Başköşeye oturtup, yanağına öpücük kondurduktan sonra "Sana burası yakışır." dedim. Şaşırmış halde bir bana, bir Demir'e bakıyordu. Demir gözlerini kapatıp onay verince kadıncağız tebessüm ederek mutluluğunu sundu.

 

Deren annenin yanına gidip, onu yerinden kaldırdığım zaman, asıl o çok şaşkındı; çünkü Demir sert bir adamdı ve tam anlamamış olsam da ailesiyle arasında mesafe olduğu için masadaki baş köşeyi, annesine vermesi imkansızdı. Annesini baş köşeye oturtup onu da öperek "Buraya da sen yakışırsın Deren anne" dedim.

 

Herkes birbirine bakarken, Yağız gülerek ayağa kalktı.

 

"Ben nereye yakışırım minik yengem?"

 

Tokadımı gösterirken, gülerek konuşmaya başladım.

 

"Bana biraz daha minik yengem dersen, buraya yakışacaksın ama yok, ben sadece yenge derim diyorsan, annenin yanına, abinin karşısına yakışırsın. "

 

Yağız gülerek annesinin yanına giderken "Duyduğuma göre Karadenizkızlarının eli ağır oluyormuş, yenge demek varken minik yenge de neymiş? Ben sana yenge, hatta canım yengem derim. O iş artık bende, merak etme" diyerek sandalyeye oturdu.

 

Demir olanları öylece karşıdan izliyordu. O gerçek anlamda sert bir mizaca sahipti. Kimse onun sözünden çıkamaz, etrafına sürekli emirler yağdırır, sözünün ikiletilmesine katlanamazdı. Bir de gerçekten bakıldığı zaman korkulacak bir havası vardı. Mükemmel dış görünüşe sahip olsa da sert bakışları, elinin üzerindeki dövme ile birleşince beni korkutuyordu. Hele bir anda bağırmaya başlıyorsa, korkudan ölüyordum ama asi yanım teslim olmamı engelliyor, sürekli onunla savaşmak için bana güç veriyordu.

 

Şimdi onun gönlünü almam gerekiyordu. Yanına giderek önünde durdum ve bir süre gözlerinin içine baktım.

 

"Kocamda kardeşinin karşısında, Haniftasının da yanında oturacak. Ona en çok yakışan yerde... "

 

Elimi göğsünün üzerine koyup, onun duyacağı şekilde cümlemi tamamladım "Yani aşık olduğu kadının yanında" dedim.

 

Demir'in yüz ifadesi değişip, kalp atışları hızlandı. Şu an bildiğin elimi titretiyordu. Gülmemek için dudağımı ısırsam da başarılı olamamış, kıkırdamaya başlamıştım.

 

"Demir çok mu aşıksın?"

 

"Sen beni sınıyor musun?"

 

"Hayır, sadece şüpheli hareketlerini senden öğrendiğim şekilde analiz ediyorum. Çok çabuk öğrendiğim için her zaman iyi bir öğrenci olmuşumdur."

 

Masaya doğru gittiğimiz sırada kulağıma eğilip "Evet sen bildiğin beni sınıyorsun ama ben aşık olmam, genelde karşı tarafı aşık ederim" dedi.

 

Masaya otururken, elini bıraktım hâlâ bana bakıyor, kalp sesleri kulağımda yankılanıyordu. Hafif ona doğru eğilerek "Desene bir ilki yaşatıyorum sana, öyleyse tadını çıkar" dedim.

 

Kafamı sofradakilere döndürüp "Afiyet olsun" derken, Demir'in bakışlarını hâlâ üzerimde hissediyordum. Ona bakmadan sesli bir şekilde "Demir sende tadını çıkarmaya bak" dedim. Sinirle soluyor, hâlâ bana bakıyordu ama ben, ona bakmadan çorbamı içiyor, başlattığı bu oyuna sadık kalıyordum.

 

Adamdaki özgüven patlamasına bak. Neymiş? Benim ona aşık olmam an meselesiymiş, o aşık olmaz genelde ona aşık olurlarmış. Ben kendimden eminim Demir Bey, bakalım atışlarını saklayamadığın kalbinle, daha ne kadar kaça bileceksin.

 

Yalnız kalp başka neden bu kadar hızlı atar, araştırıp öğrenmem gerekiyor. Birde rezil olmak var. Ya Beyza bir kerecik rahat dursan, olmuyor mu? Daha bugün aşkı Demir'in tecrübelerinden öğrenecek kadar konudan uzakken, ne diye adama kafa tutuyorsun. Neyse hatanın neresinden dönersen kardır. Bu konuda onunla tartışmaya bile girme, bu onun profesyonel olduğu alan senin değil.

 

Kendi kendime konuşurken, çorbanın bittiğinden bi' haber, kaşığımı boş kaseye götürdüğümü fark ettim. Göz ucuyla Demir'e baktığımda, hâlâ yemeğini yediğini gördüm. Biran önce sofradan kalkıp, odama gitmem gerekiyordu. Yoksa Demir, dediklerimin hesabını bana kesinlikle soracaktı.

 

"Size afiyet olsun, izninizle ben odama çıkıyorum" deyip ayağa kalktım. Herkes bir anda kalkmama şaşırsa da hemen odama girip kapıyı kilitlemem gerekiyordu.

 

"Nereye gittiğini sanıyorsun sen? Sadece çorba içtin. Yemek yemeden, hiçbir yere gidemezsin."

 

Demir kolumdan tuttuğu gibi, beni sandalyeye tekrar oturttu. Uzun süredir az yemek yediğim için bir kase çorba doymama yetmişti bile.

 

"Uzun süredir az yemek yediğim için çorba fazla bile geldi. Bugün bu kadar yesem benim için yeterli."

 

Demir sinirle önümdeki tabağı alıp, içine bitiremeyeceğim kadar yemek doldurdu. Önüme koyarken, ciddi bir sesle konuşmaya başladı.

 

"Bu tabak bitmeden, bu sofradan kalkamazsın. Bitirene kadar başında bekleyeceğim."

 

"Demir bunu bitirmem imkansız."

 

Beni ciddiye alıp, cevap bile vermeden yemeğini yemeye devam etti. Çatalı elime alıp, yemeye başladım ama dördüncü çataldan sonrası gitmiyordu. Kara kara yemeği nasıl bitireceğimi düşünürken, tek bir kişi dışında herkes "O tabak bitecek çok zayıfladın" deyip sofradan kalktı.

 

"Demir, ben bu tabağı üst kata çıkarsam, birazcık acıktığımda yesem olur mu?"

 

Sandalyesini bana doğru çevirip, sadece beni izlemeye başladı. Yüzümü döküp, çatalı tekrar elime aldım ve iki lokma daha yedim.

 

"Demir midem bulanmaya başladı. Kusarsam acısını senden çıkarırım bak, beni zorlama. "

 

Kolumdan tutup, beni ayağa kaldırdı. Sonunda insafa gelmiş, bana acımıştı diye düşünürken kalkıp, sandalyeme oturdu ve beni kendine çekerek bacağına oturttu.

 

"Demir saçmalama, nasıl böyle bir şey yaparsın? "

 

Kalkmaya çalışıyordum ama başaramıyordum. Gerçekten son bir ayda iyice güçten düşmüş, ayakta duracak gücü zor buluyordum. Beni kendine doğru çevirirken, ellerimi arkaya götürüp, tek eliyle kavradı.

 

"Demir, ben insanım hatırlıyorsun değil mi? Oyuncak bebek gibi bana istediğin şeyleri yapamazsın. Gücüm sana yetmiyor diye bu hakkı kendinde göremezsin!"

 

Hiçbir şey demeden, yemeğimden bir çatal aldı ve dudağımın kenarına getirdi.

 

"Sence ben, o yemeği yer miyim Demir?"

 

Çapkın gülüşünü takınıp, derin bir iç çekerek cevapladı.

 

"Normalde yemezsin ama şu an bulunduğun yeri düşünürsek, buradan kalkmak için afiyetle yiyeceksin."

 

"Aaa baş belası adamın tekisin Demir." diyerek yerimde tepindim ama haklıydı, bu arsız adam, bu tabağı bitirmeden beni bırakmayacaktı. Çaresizce ağzımı açınca yedirmeye başladı.

 

"Demir eğer kusacak olursam, bile isteye gelip üzerine kusacağım. Bak ona göre yedir. "

 

Demir kaşlarını yukarı kaldırıp bakarken, sessizce kulağıma doğru "Beraber yıkanıp temizleneceksek, neden olmasın? " dedi. Bulunduğum konum, arsızca sözleriyle birleştiğinde utancımdan ölüyordum.

 

"Demir çabuk yedir şu yemeği, biran önce gitmek istiyorum."

 

İnadına çatalı yavaşça getiriyor, süreyi iyice uzatıyordu. Sonunda tek çatal yemek kaldığında elinde uzun süre bekletip, gözlerimin içine baktı.

 

"Bunu yemek için biraz beklemelisin Beyza. "

 

"Nedenmiş o?"

 

"Bulunduğun yere ait olduğun için. "

 

Kesinlikle beni utandırmaktan zevk alıyordu. Kızaran yüzümü gördükçe yüzünü daha yakınıma getirip, çapkın gülüşler eşliğinde izliyordu.

 

Beyza şuradan kurtulmak için bir şeyler düşün.

 

"Demir yine ne oldu da kalbin delice atıyor. Bana söylemek istediğin bir şey varsa çekinme lütfen."

 

Yüzündeki çapkın gülüş yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. Bir iki boğazını temizledikten sonra çatalı ağzıma doğru getirdi.

 

"Biraz daha bekleyebilir, önce soruma cevap ver."

 

Sadece susuyor, çatalı dudağımın kenarında bekletiyordu.

 

"En kötüsü de karşılıksız aşk oluyor değil mi?"

 

Ellerimi tutan ellerini gevşetince ayağa kalktım. Çatal elinde öylece kalmış, bana bakıyordu ama hiçte iyi bakmıyordu. Hızlı adımlarla odama doğru koşarken, midem patlayacak gibiydi ve deli gibi bulanıyordu.

 

"Sen bi' gel bakayım buraya. "

 

Koşmaya devam ederken, arkama baktım, Demir koca ayaklarıyla merdiveni ikişer, üçer çıkıyordu. Onun o halini görünce içten içe kendimi azarladım ve biran önce odaya gidip kapımı kilitlemem gerektiğini daha iyi anladım. Kendimi odaya atıp, kapıyı kapatmayı başarmıştım. Tam kilidi çevirirken Demir kapıyı öyle bir açtı ki duvara yapıştım.

 

Odanın kapısına sırtını yaslarken, beni izliyordu. Ellerini arkasına götürüp, kapının kilidini çevirmeye başladı. O kilit sesi kulağımda yankılanırken, yine o güne gitmiş ve korkuya kapılmıştım. Boğuk sesimle yalvardım.

 

"Ha-yır hayır, sakın kilitleme! "

 

Korkudan ellerim titriyor, ayaklarımda güç bulamıyordum. Demir hemen kilidi açıp, kapıyı hafif araladı.

 

"Korkma, korkma bak kapıyı da araladım. Ölürümde sana, bir daha öyle bir şey yaşatmam."

 

Yanıma gelip göz teması kurdu. Titreyen ellerimin üzerine ellerini getirerek "Bana güvenmene çok ihtiyacım var Beyza." dedi ve devam etti.

 

"Sana yalvarıyorum bari bu konuda bana güven."

 

Ellerimi kavrayan ellerini beline koyup beni göğsüne doğru yasladı. Bir yandan baş parmağıyla yanağımı okşarken bir yandan da durmadan özür diliyordu. Hem ondan korkuyor, hem de saçma olsa da onunla sakinleşiyordum ve bitmeyen bir döngüde kaybolurken ben, yine onun sıcaklığına sığınıp, yerimi orası belliyordum.

 

Bir anda midemin kasılmaya başlaması ile öne doğru katlandım. Hayatta en nefret ettiğim şeyi yaşamamak için direniyordum ama midemin kasılmasına engel olamıyordum. Korkudan çıldıracak gibi ellerini saçlarına getirip dağıtırken korkuyla soruyordu.

 

"Ne oldu?"

 

"Midem bulanıyor kusacağım!"

 

Koşarak banyoya gittim ve ağlaya ağlaya midemde hiçbir şey kalmayana kadar, yediğim her şeyi çıkardım. Demir' e ne kadar git desemde yanımdan ayrılmıyor, omuzlarımı tutup bana güç veriyordu. Kendimi arkaya doğru atıp, başımı duvara yaslarken ağlaya ağlaya söylendim.

 

"Senin söz dinlemeyen halini hiç sevmiyorum Demir."

 

Ellerini yüzüme getirip gözyaşlarımı siliyor, beni teselli etmeye çalışıyordu.

 

"Git işte, daha fazla bu halimi görmeni istemiyorum" diye ağlayarak konuştum. Beni ayağa kaldırıp, yüzümü yıkadı. İstemiyorum desemde avucuna su koyup ağzıma götürdü. Benimle ilgilenirken hiç tiksinmiyor, sürekli geçeceği ile ilgili teskin ediyordu. Banyodan çıkıp, hemen yanıma kıyafet aldım ancak yıkandığım zaman biraz rahatlayabiliyordum.

 

Banyodan çıktığımda, süt dökmüş kedi gibi yatağın üstünde oturmuş, öylece bana bakıyordu.

 

"Hiç öyle üzgün bakma Demir. Şu an kustuğumu düşündükçe çıldırıyorum ve yemek borum deli gibi yanıyor. Git yanımdan uyuyacağım."

 

Yanıma doğru gelip, elini yüzüme koydu.

 

"Seni görmeden uyuyamıyorum Beyza. Ne olur yerde uyumama izin ver. "

 

Bir ayı aşkın süredir, pantolon ve gömleğini bile değiştirmeden, kuru yerde öylece yatıyordu. Onun o haline üzülüyordum ama aynı yatağa girmekten de hâlâ çok korkuyordum.

 

"Demir çok uzun süredir yastığını alıp, parkenin üzerinde yatıyorsun. Lütfen gidip, yan odada rahat bir şekilde yat."

 

Yüzümdeki elini indirdi, bana sarılırken yıkık sesiyle konuşmaya başlıyordu.

 

"Sadece seni görüp, iyi olduğunu bilmem gerekiyor. O günden sonra benim de ne halde olduğumu gerçekten görmüyor musun?"

 

Görmemek için kör olmak gerekiyordu. Uzun süre mahkum olduğum sessizlikte ağzımdan çıkan tek kelime 1 hafta boyunca korkuyla 'Yapma Demir' diye bağırmak olmuştu. Sonrası onun sürekli kendini suçlaması, pişmanlıkları, yıkılmış bedeni, tükenmişliği, çaresizliği ile bitiyordu.

 

"Demir bu evliliğin, ikimize de zarar verdiğini görmüyor musun? Neden beni bırakmamak için direniyorsun? Neden ikimizi bu karanlığa mahkum ediyorsun? Yanında yüzüm birazcık gülse, sonrası senden deli gibi korkuyorum. Bakma asi yanımın sana boyun eğmediğine; ben, seninle sana baş kaldıran yanım arasında korkudan ölüyorum. "

 

Ellerini omuzlarıma koyarak, bir adım geriye gitti ve beni kendinden uzaklaştırdı. Öyle zor ayakta duruyordu ki bir iki adım geriye sendeleyerek gitti. Yatağın yanında yere çöküp, sırtını yatağa yasladı. Konuşmaya bile hali yoktu. Başını yatağa yaslayıp, yüzünü yukarıya doğru kaldırdıktan sonra ellerini dizlerinin üzerine güçsüz şekilde bıraktı. Tükendiği çok açık görünüyordu.

 

"Asıl sen yanımda olmadığın zaman ben, zifiri karanlıkta kayboluyorum Beyza. Neden bana teslim olmak, senin için bu kadar zor? Neden beni kocan olarak görmemek için direniyorsun?"

 

Yanına gidip bende yatağın ucuna sırtımı dayayıp, oturdum. Kafamı ona doğru çevirdiğimde, bulunduğu duruma çok üzülüyordum.

 

Onu kocam olarak kabullenmek, kendi savaşımı kaybetmem demekti. Ben, ona teslim olmamak için direniyordum; çünkü ona teslim olursam, onda kaybolup yok olma korkusu yaşıyordum. Hayatıma nasıl zorla girdiyse, benden sıkıldığında da zorla çıkmasından korkuyordum. O benden sıkılana kadar kendimi ondan korumam, en az hasarla yanından ayrılmam gerekiyordu.

 

"Demir bir gün bu evliliği bitirdiğinde en az hasarla benden gidişini izlemek istiyorum. Gözlerim ilk kez senin gözlerinin derinliklerini görürken, senin kaç kadının gözlerinde kaybolduğunu bilmiyorum."

 

Demir kafasını bana doğru döndürüp baktığı zaman "Beyza" diye fısıldadı. Onu elimle susturup konuşmaya devam ettim; çünkü biliyordum, eğer içimden geçenleri şu an ona söylemezsem, bir daha korkularımdan bahsedecek cesareti kendimde bulamayacaktım. Onun bu haline üzülürken ancak yüreğimdekileri ona açık bir şekilde dökebilirdim. Yoksa gururum buna izin vermez, ona içimden geçenleri asla söyleyemezdim.

 

"Zorla tuttuğun ellerim, senden başka hiç bir adamın dokunuşunu, sıcaklığını bilmezken, senin kaç kadınının teninde ısındığını bilmiyorum."

 

"Alnıma, yanaklarıma kondurduğun dudaklarının izini ömür boyu taşıyacakken, senin o izleri kaç kadının bedeninde bıraktığını bilmiyorum. "

 

"Sen söyle Demir, şimdi ben sana nasıl teslim olup, seni kocam olarak kabul edeyim? Bu konularda daha tecrübelisin, sen doğru yolu göster, nasıl davranmam gerektiğini bileyim. "

 

Demir beni kendine doğru çevirdi. Gözlerimin içine o kadar uzun süre baktı ki hiç konuşmayacak sandım. Derin bir nefes alıp başını yere eğdi. Ellerini alnına getirip, saçlarına doğru sertçe sürttü. Kendi iç dünyasında savruluyor, tutunacak bir cümle arıyor gibiydi. Kafasını kaldırıp tekrar bana baktığında sanki ondan çok uzaklara gidiyormuşçasına beni kendine doğru çekerken, başımı göğsüne yasladı ve sıkı sıkı sarıldı.

 

"Bir gün senden gideceğimi nereden çıkarıyorsun Beyza? Sensiz yan odada bile uyuyamaz, nefes aldığımı bile hissetmezken, nasıl seni bırakıp gidebileceğimi düşünüyorsun? Diyorsun ya kaç kadının gözlerine baktın, elini tuttun diye ben senden sonra her şeyi unuttum. Sadece zihnimde, harelerini bile ezberlediğim kahvelerin varken, senden başka kimin gözlerini hatırlamamı bekliyorsun?

 

Bu söylediklerinin hepsi hayatıma sen girmeden önceydi. Senden sonra ben hep temiz kaldım. Seni tanımadan önceki Demir, seninle karşılacağını bilseydi, hep seni beklerdi. Senin varlığından bile haberim yokken, beni suçlayamazsın Beyza. Gerçeği kabul et artık, ben sadece senin kocanım, sende benim karımsın. Sen kabul etmiyorsun diye bu gerçek, hiçbir zaman değişmeyecek."

 

Doğru söylüyordu. Her ne kadar kabul etmiyor olsam da Allah katında bile o benim kocamdı. Yapmam gereken çok açık bir şekilde belli iken, ona teslim olmak benim dik tarafıma tersti. Tam anlamıyla araftaydım. Ya ona doğru bir adım atacak, kocam olduğu gerçeğini kabul edecektim, ya da asi ruhum zoraki girdiğim bu evliliği bitirene kadar, ona teslim olmayacaktı.

 

Demir göğsünden beni kaldırıp, gözlerimin içine bakarken, elini yanağıma koydu. Her ne kadar inkar etmeye çalışsam da artık ona alışıyordum. Gözlerimi kapatıp, başımı yana doğru eğdim ve yüzümdeki sıcaklığının kalbimde yer etmesine izin vermek istedim.

 

"Ne olur kabul et artık."

 

Düşünceler arasında kaybolmaktan boğulduğumu hissediyor, doğru olanı bir türlü bulamadığım için öfkeleniyordum.

 

Gözlerimi açıp, yanağımdaki elini indirdim ve ayağa kalktım.

 

"Neyi kabul edeyim Demir, katilime aşık olup onunla bir hayat sürdürmeyi mi? Peki ben ona aşık olurken, onda hangi duygu hakim olacak? İstediğimi elde ettim mi diyeceksin? Yoksa kimi istediysem bugüne kadar aldım, Beyza da onlardan birisiydi mi?"

 

Ağzından çıkan her söz bende daha büyük korkuya neden olmuştu ve ben, ona asla güvenemiyordum. Güvensiz sesimle konuşmaya devam ederken dik durmam gerektiğinin farkındaydım.

 

"Ben onlardan birisi asla olmayacağım, sana yenilmeyeceğim, sana aşık olmayacağım, seni sevmeyeceğim, senin olmayacağım. Benimle evlendiğine pişman olana kadar, asla rahat durmayacağım. "

 

Ayağa kalkıp bana bakarken gözlerinden alev saçıyordu. O gözlere biraz daha baksam beni küle çevirip, kendine doğru savuracaktı. Bakışlarımı hızla yere indirdim.

 

"Bana bak!"

 

"Bakmam için hiçbir neden yok. "

 

Ellerini yanağıma koyup, başımı yukarı kaldırdı. Gözlerimi hâlâ ondan kaçırıyor, ona bakmıyordum.

 

"İnatçı keçi!"

 

Kaşlarımı kaldırıp, gözlerine baktım ama öfkeli ifadesi silinmişti. Hatta yüzüne yerleştirdiği sıcak bir gülümseme ile gözlerime bakıp sonra da burnumun ucundan öptü.

 

"Beni sevecek, bana aşık olacak, bensiz nefes alamayacaksın. Artık senin asi, kabul etmeyen hallerin bile bir başka güzel geliyor. Direnebildiğin kadar diren karıcığım, her gün bıkmadan sana kimin olduğunu hatırlatacağım ve sana asla sinirlenmeyeceğim. Hâlâ büyümeyen bir çocuksun ama ben, evli bir kadının kocasına nasıl davranması gerektiğini, sana sabırla öğreteceğim. "

 

Kesinlikle üstten üstten konuşan haliyle kaşınıyordu... O zaman ben de onu seve seve kaşıyacaktım.

 

"Demir sana aşık olmamı, neden bu kadar istiyorsun?"

 

"Çünkü yanımdayken başka şansın yok. Elbette benden etkilenip, aşık olacaksın."

 

Megalomanda olabilir. O potansiyel fazlasıyla bu adamda var. Birazcık oyun oynamakta fayda var. Bakalım bu duruma ne kadar dayanabilecek? Yemek yedirirken ellerimi bırakıp, gitmeme izin verdiğine göre, şu an bu odadan hemen uzaklaşması gerekiyordu.

 

Elimi göğsünün üzerine koyarak, gözlerinin içine baktım.

 

"Demir, peki sana aşık olunca kalbim nasıl çarpacak, şu an senin kalbinin çarptığı gibi mi?"

 

Gözlerini kapatıp, dişlerini sıktığına göre doğru yoldaydım. Onu istediğim kadar sinir edip, biran önce yanımdan uzaklaşmasını sağlayabilirdim.

 

"Beyza sen ne öğrenmek istiyorsun, açık açık sorsana? Alt katta da imada bulunuyordun?"

 

"Daha ne kadar açık sorabilirim Demir?"

 

Elini ensesine götürüp, sertçe ovuyordu. Bileğinde hâlâ o gün taktığı tokam mı duruyordu, yoksa ben mi yanlış görüyordum. Kolunu ensesinden çekip gömleğini yukarıya doğru çektim.

 

"Bu benim tokam, hâlâ bileğinde mi? Peki ama neden?"

 

"Beyza, sana bunların cevabını verdikten sonra bu yatağa bensiz giremezsin. Buna asla izin vermem, yine de öğrenmek istiyor musun?"

 

O cevapları öğrenmeyi merak etsemde sunduğu şartla öğrenmem imkansızdı. Sinirle bileğini savurdum ve yorganı alıp yere serdim, üzerine de Demir'in yastığını öfkeyle atıp, yatağa girdim.

 

"Bu yatağa zor girersin Demir! Git üzerini değiştir. Bir daha seni gömlek ve pantolonla uyurken görmeyeceğim. Oda siyah, örtü siyah, senin üstün başın siyah bu ne ya, içimi afakanlar bastı. Bak sakın koyu renk giyip gelme, kolundan tuttuğum gibi seni odadan atarım. Yeter artık! Senin yüzünden kustuğumu hatırladıkça sana acıyıp, o yorganı yere serdiğim için kendime bile kızıyorum. Hâlâ midem bulanıyor, yemek borum deli gibi yanıyor. "

 

Öylece durmuş, beni izliyordu ve benim tepemin tası ciddi anlamda atmıştı. Ne vardı sanki şart sunmayıp beni bu merak duygusundan artık kurtarsaydı.

 

"Orda öyle dikilme, git üzerini değiştir diyorum sana!"

 

Kıyafetlerini alıp, banyoya gitti. Bende ışıkları kapatıp, midemin bulantısının geçmesini umut ederek uyumaya çalıştım.

 

⏳⌛

 

Gözlerimi mide bulantısıyla açıp, yatakta iki büklüm oldum. Kusmaktan nefret ediyor, bunun olmaması için direniyordum. En iyisi kendimi yataktan atıp, bitki çayı yapmaktı. Yolu düşündükçe gitmekten vaz geçiyordum. En zoru sıcacık yatağımdan çıkmaktı. Sürüne sürüne kendimi yataktan yuvarlayıp, aşağıya doğru attım.

 

Bedenimi sert zemin yerine sıcaklık, dudaklarımı ise alev alev yakan bir yangın kaplamıştı. Gözlerimi korkuyla açarken, ellerimden destek alıp kafamı geriye doğru kaldırmaya çalıştım. Dudaklarımı yangının kaynağından çekerken, beni alev alev yakanın onun dudakları olduğunu anladım.

 

"Demir!"

Loading...
0%