Yeni Üyelik
25.
Bölüm

25🍓 "YANGIN YERİ"

@hanifta_hanim

⏳Birkaç gün sonra...

 

Tuğba çizimle ilgili bir şey danıştığı için beni masasına çağırmıştı. Uzunca bir süre hayalindeki modeli döktüğü ekrana baktık ve nerenin içine sinmediğini konuştuk. Topuk kalınlığını incelttiğimizde çok daha fazla içimize sinince çıktısını alıp, dosyaya yerleştirdi.

 

Demir beni oturduğum koltuktan kaldırıp "Hadi saat epey geç oldu artık çıkalım" dedi. Kolumdaki saate baktığımda "Oo saat 8 olmuş, bende neden bu kadar çok acıktım diyorum, meğer vaktin geçtiğini anlamamışız" deyip karşılık verdim.

 

"Hadi bugün, baş başa yemek yiyelim."

 

Demir'e dönüp, kaş göz işaretiyle Tuğba'yı gösterdiğimde, kaşlarını yukarıya kaldırıp, kabul etmediğini söylese de ben ısrar edince Tuğba'ya döndü.

 

"Tuğba sende gelsene, Beyza için de değişiklik olur."

 

Tuğba çantasını alıp "Başka zaman beraber çıkarız, bugün evde işlerim var." dedi.

 

Israr etsek te kabul etmeyince Demir ile beraber sevdiği bir restorana giriş yaptık. Demir burada yiyip çok beğendiği bir yemek olduğunu söyleyince, ben menüyü elime alma gereği duymadım.

 

"Tamam Demir, o halde siparişi sana bırakıyorum. Sen siparişi verirken bende ellerimi yıkamaya gideyim."

 

Masadan kalkmadan önce, bir kız grubunun bizim masaya çok dikkatli bir şekilde baktığını gördüm. Önemsemediğim için üzerinde durmadım ve ellerimi yıkamaya gittim.

 

Ellerimi yıkadıktan sonra aynaya uzun süre bakıp, kendimi incelemeye başladım. Rüyayı gördüğümden beri, Demir'in kocam olduğunu kabul etmek için elimden geleni yapıyor, iç dünyamda zorlu savaşlar veriyordum. Sürekli asi ve gururlu yanım 'Seni nasıl yola getirdi ama bir de ona boyun eğmeyeceğini söylüyordun. Şimdi resmen kocan olduğunu kabul ediyorsun. Aptalsın kızım sen! Onun tehdidiyle girdiğin bu evlilikte, ona şans verecek kadar saf ve geri zekâlısın' diyor, beni soluksuz bırakıyordu. Elimi kalbime götürdüm. Sancıyan yanını bastırmaya çalıştığımda gözümden akan iki damla yaşı, elimin tersiyle silip geçiştirdim. Derin bir nefes alıp, gördüğüm rüyada babamın söylediklerini tekrar tekrar düşündüm.

 

Sessizce "Nefsinin tuzağına düşme, gördüğün rüyanın anlamı çok açıktı. Şimdi asi ve gururlu yanını görmezden gel" diye fısıldadım.

 

Masaya gittiğimde Demir, meraklı gözlerle bana bakıyordu.

 

"Nerede kaldın karıcığım?"

 

"Ellerimi yıkarken, öylece dalmışım."

 

Elime uzanıp özenle tuttuğunda, baş parmağını narince elimin üzerinde sağa sola doğru hareket ettiriyordu.

 

"Sanki yüzün düşmüş gibi görünüyor, söylemek istediğin bir şey var mı?"

 

Sürekli geri sarıp, başa dönmek yeteri kadar zordu. Bu zorluğu onunda yaşamasına gerek yoktu. Yüzüme yalandan da olsa ufak bir gülümseme yerleştirmeyi başaramamış olmam, cümlelerimle onun soru işaretini silmeye engel değildi.

 

Yorulduğumu yeni yeni fark ediyorum Demir. Bir de gerçekten çok acıktım. Ondandır, merak etme."

 

O sırada yemekler önümüze geldiğinde servislerimizi yapıp gittiler. Çatal ve bıçağı elime alıp "Bakalım dediğin kadar lezzetli mi Demir Bey? Bu arada bunun ismi neydi?" diye sordum.

 

"Filetto Di Manzo Al Vino Rosso."

 

Bıçakla eti keserken "İsmi de amma uzunmuş" deyip kıkırdadım, Demir'de bana bakıp göz kırptı. Sonra bir anda içime şüphe girdi.

 

"Demir, Ali Asaf abimden dolayı biraz İtalyancayı biliyorum ama hakim değilim. Vino rosso kırmızı şarap değil miydi?"

 

Demir, ağzına lokmayı atacağı sırada bana baktı.

 

"Benimde hakim olduğum bir dil değil hayatım."

 

Çantamdan telefonu çıkarırken "Benim içim rahat etmeyecek Demir, aklımda öyle kalmış. Tedbirsiz davranamam, şarabı ette çok kullanıyorlar. Geldiğimiz restoranın lüks olduğunu düşünürsek, bu olasılık daha fazla artıyor" dedim ve çeviri programından baktım.

 

Dudaklarım aşağıya doğru bükülürken "Evet kırmızı şarapmış" dedim.

 

O kadar çok acıkmıştım ve yemek o kadar güzel görünüyordu ki hayal kırıklığına uğradım. Elimi yanağıma götürüp, masaya öylece baka kaldım.

 

"Hayatım bilmiyordum, önceden alkol kullandığım için böyle şeylere dikkat etmiyordum."

 

Kalbim öyle çok acıyordu ki bir insan hayalindeki eşin, yanından bile geçmeyen bir adamla nasıl evlenebilir, aklım almıyordu.

 

Başka birini bulamadın mı be adam da benim hayallerimi benden aldın?

 

Direniyor, çokça savaşıyordum ama olmuyordu işte. Canım çok yanıyordu. Ben bu evliliğe girerken, gitme planlarım vardı. Kabul edip, onu kocam olarak görmek istemiyordum ki... Evet ona alışıyor ama alışmak istemiyordum. Ne kadar kabul etmek için bahanelerin ardına sığınsam da bir evlilikte zorla tutulmak, benim asi ve hırçın yanıma tersti.

 

Düşünme bunları ne olursun, rüyana odaklan. O işte senin kocan, Allah katında nikahlanmayı oyun mu sanıyorsun?

 

Yine kendimle verdiğim savaşta yorgun düşüyor, sürekli yenildiğimi hissediyordum. Kafamdaki düşünceleri dağıtıp, konuşmaya başladım.

 

"Şimdi kullanmıyor musun? Gerçi evlendiğimizden beri hiç görmedim ama yine de sormak istedim."

 

"O günden sonra ağzıma sürmedim."

 

Meraklı sesimle sorduğum "Hangi gün?" sorusuna, sesini düz bir tonda çıkarmaya çalışsa da üzgün bir sesle cevap veriyordu.

 

"Sinir krizi geçirmene neden olduğum gün."

 

O günden sonra içki içmediğini bilmek mutlu olmamı sağlamıştı. Mutlulukla dudaklarımın yukarıya kıvrılmasına izin verdiğimde, Demir gözlerimin derinliklerine bakıyordu. Bir anda bakışını kesip, elini yukarıya kaldırdı. Gelen garsona "Bunları alın ve tekrar menüyü getirin" dedi.

 

"Demir Bey bir hatamız mı oldu? Lütfen kusurumuza bakmayın, hemen hatamızı düzeltelim."

 

"Uzatma, menüyü getir!"

 

Garson tabakları önümüzden alırken, Demir'e bakıp göz devirdim.

 

"Neden böyle sertsin Demir?"

 

"Sen buna sertlik mi diyorsun?"

 

Dirseğimi masaya koyup, elime yüzümü yerleştirerek, dudaklarımı büktüm ve kafamı evet anlamında salladım. O sırada garson geldiğinde Demir menüyü hızla elinden aldı. Hemen bir şey seçip "Hızlı olun! " diye emir verdi.

 

"O dudaklarını düzelt, dışardayız."

 

Şaşırarak "Neden ki?" diye sorarken, onu rahatsız eden hareketimi merak ettiğim için telefonu elime aldım.

 

"Sana düzelt dedim, bana soru sor demedim."

 

Daha telefona bakmadan pozisyonumu değiştirdim ve sandalyeye yaslandım. Farkında değildi ama kullandığı ses tonu hiç hoş değildi. Onunla daha fazla gerilmemek için telefonun kilidini açıp, gelen mesajları okumaya başladım.

 

"Bırak şu telefonu."

 

"Bırakmam için bir neden yok Demir. Senin çatık kaşlarını, görmek zorunda değilim."

 

Yerinden sakince kalkıp, arkama geçti. Başımın üstünü öpüp, "Sende kaşlarımı çatmam için bana neden sunma karıcığım" deyip, telefonu elimden aldı. Ona doğru döndüğümde, telefonu ceketinin iç cebine koyup, yerine ilerlediğini gördüm.

 

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

 

"Karımın gözlerine akmamı, ne engelliyorsa onu ortadan kaldırıyorum."

 

Sessiz ama dik sesimle "O zaman kendini ortadan kaldır Demir; çünkü benimle sert konuştukça, sana bakmamak için sürekli başka yerlere bakacağım" dedim.

 

"Çok kırılgansın karıcığım."

 

Sesimi alaylı bir tona getirip "Sende çok odunsun kocacığım." diye karşılık verdim.

 

Dudakları hafif yukarıya kıvrılırken "Sürekli bana kocacığım desene, neden laf sokmak ve dalga geçmek dışında kullanmıyorsun? " diye sordu.

 

Sorun zaten tam olarak buydu. Evli olduğumu bir türlü kabullenemiyordum ki kocacığım kelimesini kabullenecektim. Onu üzmemek için cevap vermek yerine sustum.

 

Biraz zaman geçtikten sonra yemeklerimiz geldiğinde yüzüm gülümsedi ve çatalı, bıçağı elime aldım. Yemeye başladığımda yine gözüm Demir'in arkasındaki gruba takıldı. Hâlâ dikkatli bir şekilde bu tarafa bakıyorlardı.

 

"Bunların derdi ne acaba?"

 

"Kimlerin?"

 

"Arkanda 5 tane kız, oturduğumuzdan beri buraya bakıp duruyorlar."

 

Demir hiç o taraflı olmayıp, gözlerini bir an olsun benden ayırmadı. Bende çok acıktığım için tabağıma odaklandım.

 

"Çok yemek yedim Demir. Keşke daha az yeseydim. Şimdi tatlı yiyemeyeceğim için aklımda kalacak. "

 

Tebessüm edip, yemeğinden son lokmasını aldı ve "Çok yedim dediğin birkaç lokma karıcığım. Tabağının yarısından fazlası duruyor" dedi.

 

"Midem çok küçülmüş sanırım ama yedikçe eski haline çabucak döner diye düşünüyorum. "

 

"Seni biraz kilo aldırmamız gerekiyor karıcığım."

 

Masadan ellerimi yıkamak için kalktım ve ona doğru eğildim. Ses tonunu taklit edip "Seni de normal insanların boyuna indirip, geniş vücudunu da yok etmemiz gerekiyor kocacığım" dedim.

 

Bir elimi tutup, beni kendine doğru çekti. Diğer eliyle yanağımı kavrarken gözlerimin içine baktı.

 

"Kocanla dalga mı geçiyorsun sen? "

 

"Evet, hem de bunu yapmak çok eğlenceli oluyor."

 

Gülümseyerek verdiğim cevaba karşı "Demek öyle" deyip, ayağa kalktı ve yanağımdaki elini burnuma götürerek sıktı. Burnumu sıktığı için değişen sesimle "Demir bıraksana" dedim.

 

"Ama çok eğlenceli oluyor. "

 

Misilleme yapıyordu pislik. Dışarıda olmasak şimdi, onun burnu da benim elimde olurdu. Şu an burası yeri değildi ama intikamını illa ki alacaktım. Elini burnumdan çekip, gözlerimin içine baktıktan sonra burnumu öptü.

 

"Bu kadar insanın içinde öpmesene."

 

"Dua et şu an dudakların yerine burnunu öpüyorum."

 

Masadan çantamı aldım. "Arsızsın Demir." deyip ellerimi yıkamak için lavaboya gittim. Ellerimi yıkadıktan sonra hafif kızaran burnuma soğuk ellerimi değdirdim. O esnada kapı açıldı ve o masadaki kızların iki tanesi içeriye girdi. Gözlerimi yine aynaya döndürdüm. Elimi burnumun üzerinden çekerek kızarıklığının geçip geçmediğine baktım.

 

"Kocan yine çok ateşli mi?"

 

Duyduğum sorudan sonra midem bulandı ve kusma isteği geldi. Bu iğrenç muhabbet, kesinlikle bana göre değildi. Kapıya doğru yöneldiğimde "Onun yanında küçük kalıyorsun, ee onun ateşli hallerine nasıl dayanıyorsun?" diye sorusunu tazeledi. Yine o taraflı olmayıp kapıdan çıktım ama bu seferde arkamdan gelip, elimi tuttu.

 

"Böyle sessizliğinle mi kandırıp, onunla evlendin?"

 

Onun bana dokunmasının vermiş olduğu rahatsızlıkla sert bir sesle "Çek şu elini!" dedim.

 

"Aa yoksa hamile kalıp, onu kendine zorunlu mu bıraktın. Tabii ya sen hamilesin! Birde başını kapatmış, başörtülü o... "

 

İşte son kurduğu cümlelerden sonra film bende gerçek anlamda kopmuştu. Bileğimi tuttuğu elini kavrayıp, geriye doğru döndürdüğümde canı hafif yanarak "Bırak" dedi. Yanındaki arkadaşı yanıma geleceği sırada " Diğer elimle desenin bileğini kavrama mı istemiyorsan orada dur!" dedim.

 

Sonra kıza döndüm ve dişlerimin arasından "Yanlış kelime" deyip elindeki baskımı arttırdım. O sırada tiz sesi duyuldu.

 

"Bırak diyorum sana!"

 

O esnada Demir ve bir, iki kişi daha yanımıza gelmeye başladı. Demir'in konuşacağını anladığım an, işaret parmağımla susması için durdurdum.

 

"Yanlış kelime" dedikten sonra elini arkaya daha fazla çevirince, dizlerinin üzerine düştü ve acıdan kıvrandı.

 

"Tamam özür dilerim. Ne olur bırak."

 

"Adını ve soyadını söyle!"

 

Kızın elindeki baskımı çektim ama sarf ettiği sözlerin bedelini ona ağır şekilde ödetecektim.

 

"Ceren Karlı."

 

"Ceren Karlı, bana kullandığın iğrenç sözlerden dolayı sana öyle bir tazminat davası açacağım ki bizzat kapıma gelip, bana yalvaracaksın!"

 

Elimdeki elini bıraktım ve Demir'e döndüm.

 

"Kamera kayıtlarını al! "

 

Şu an Demir'e karşıda içimde saf öfke vardı. Onun birlikte olduğu kadın gelip, benim namusum hakkında ileri geri konuşmuştu. Demir yanıma doğru gelip "Tamam hayatım. Kamera kayıtlarını alıp, yarın avukatıma veririm" dedi.

 

"O kayıtlar Trabzon'a gidecek. Senin avukatını da seni de istemiyorum!"

 

Kız hâlâ yerdeyken "Lütfen özür diledim işte" dedi.

 

Ona doğru döndüğümde gözlerimden çıkan alevle konuşmaya başladım.

 

"Sen benim namusuma ve başörtüme iftira atıp, hakaret ettin. Bu söylediklerinin bedelini öyle ağır tazminatla ödeyeceksin ki bir daha kimseye iftira atmaya cesaret edemeyeceksin. Ama merak etme, senden alacağım yüklü miktar paranın, tek bir kuruşuna dokunmayacağım. Hepsini ayrı ayrı kurumlara bağışlayacağım." Ağzını açıp konuşmaya çalıştığını anladığım an sesimi daha sert bir tona getirdim. "O ağzından, tek bir kelime daha çıkarsa tazminattan vazgeçip, tutuklama kararının üzerinde duracağım."

 

Kıza arkamı dönüp, bir iki adım attıktan sonra tekrar arkamı döndüm ama öfkeme hakim olmakta ciddi anlamda zorlanıyordum.

 

"Avukatımın adı Zehra Akman. İnternette azıcık araştırma yaparsan neleri kaybedeceğini anlamana yardım edecektir! "

 

Öfkeli adımlarla ilerlerken, Demir elimi tutmaya çalıştı. Kontrol altına alamadığım öfkeyle "Bırak!" diye bağırıp, elini savuşturdum.

 

Arabaya bindiğimde hıçkırıklarla ağlamaya başladım. Ben tertemiz bir şekilde kendimi eşime saklarken, onun iğrenç geçmişi tarafından temizliğime leke sürülüyor, başımdaki örtüye laf ediliyordu.

 

"Karıcığım ne oldu? Ne dedi sana?"

 

Kadının söylediği her bir cümle, bu evliliğe şans vermemin ne kadar yersiz olduğunu bana ispatlamış, içimde kocaman bir yanardağ patlamasına neden olmuştu ama bu sefer patlayan yanardağın önünde bir set olarak durmak istemiyordum. Aksine kendimle beraber her şeyi, herkesi yakmak istiyordum. En çokta benimle beraber onun yanmasını istiyordum.

 

"Bana bir daha karıcığım deme! Senin karın olmak istemiyorum. Seninle evli olmak istemiyorum. Seni yanımda istemiyorum!"

 

"Şu an çok sinirlisin, biraz sakinleşmeye ihtiyacın var."

 

Demir arabayı çalıştırıp, eve sürmeye başladı. Eve varana kadar ne gözyaşım dindi, ne de ona eşlik eden hıçkırıklarım. İçimi kaplayan öfke de rüyalarımda ona şans vermemi isteyen babam dahil herkese kızıyordum.

 

Eve geldiğimizde üzerimi değiştirip, kendimi yatağa attım. Demir yatağa girdiğinde ona doğru döndüm. Yatakta dizlerimin üzerinde dururken "Seninle uyumak istemiyorum, yatağımdan çık!" dedim.

 

"Ne olduğunu anlat güzel karım, içine atma. "

 

Sakinliğini koruyor, sesi çok üzgün geliyordu ama kendimden başka herkese acımaktan, duygularımı yok saymaktan bıkmıştım.

 

"Ne mi oldu? Bugün bir kere daha senle benden hiçbir şey olmayacağını anladım..."

 

Tekrar farkına vardığım gerçekle sesim hüzünlü bir hal alıyordu ve bir türlü kabul edemediğim gerçekleri bu sefer ona soruyordum.

 

"Senin kirli geçmişinin, bedelini ödemek zorunda mıyım?"

 

Kafasını iki yana sallayıp, öylece sustu. Konuşmayarak içimi boşaltmama fırsat veriyordu ama şu an ki hissettiklerimi dilimden dökerken, hiç sakin kalabileceğimi düşünmüyordum.

 

"Karın olmayı hiç istemediğim halde, soyadınla beraber kirli geçmişin üzerime yapıştı. Ben o soyadını da senin karın olmayı da istemedim ki senin arkanda bıraktıklarınla muhatap olmak zorunda kalayım. Muhatap olduğum yetmezmiş gibi karına ne kadar ateşli bir adam olduğundan bahsettiler. O da yetmezmiş gibi ben seninle evlenebilmek için hamile kalmışım... Ben! Ben! Hani kendini haramlardan korumak için uğraşan ben! Sırf benimle evlen diye... Senin yüzünden bugün taktığım başörtümü de içine katarak bana başörtülü- "

 

Cümlemi tamamlayamadım. O küfür ömür boyu ağzımdan çıkmamıştı ki şimdi başörtümün yanına yakıştırıp ta koyacaktım. Akan gözyaşlarımı silip "Benim ağzıma almaya haya ettiğim küfrü, baş örtümün yanına yakıştırıp beni damgaladılar" dedim.

 

Yıkılmış bedeniyle yanıma geldi. Yanağımdan süzülen yaşları silmeye çalıştığında baş edemediğim duygular arasında boğulduğumu hissediyordum.

 

"Dokunma bana. Seni de geçmişini de istemiyorum."

 

Nefret ediyordum! Gözlerinde gördüğüm hüznü kendi duygularımın önüne koyan bu halimden nefret ediyordum! Kalbimde hissettiğim gibi yaşayamadığım için kendimden nefret ediyordum. Herkese merhametli davranıp kendi duygularımı hiç yaptığım için merhametimden de nefret ediyordum.

 

"Yine aynı şeyi yapıyorsun. Benim geçmişim için bugün ki beni cezalandırıyorsun. Hayatımda varlığını bile bilmediğim zamanlarda yaptığım hataları yüzüme vuruyorsun. Keşke seni çok önce tanısaydım Beyza. Keşke senin kadar temiz kalsaydım ama olmadı işte görüyorsun. Lütfen geçmişimle beni cezalandırıp, benden uzaklaşma. Senin kocan olduğum gerçeğini de unutma çünkü bu hep böyle olacak. Sen istemesen bile ömrünün sonuna kadar, benim karım olarak kalacaksın."

 

Titreyen sesimle "Ama bu haksızlık" diye fısıldadım.

 

Kararlı ve yüksek çıkan sesiyle "Değil!" diye cevapladı ve devam etti.

 

"Asıl haksızlık, seninle evlenmeseydim olurdu. Asıl haksızlık senin yanına kim yaklaşıyorsa, hepsini tek tek öldürdüğümde olurdu. Asıl haksızlık sen yanımda yokken, aldığım her nefeste bana olurdu. Şimdi sızlanmayı bırak ve benim karım olduğunu kabul et!"

 

Öfkeyle yataktan kalkarken "O yataktan sakın dışarıya çıkayım deme. Yoksa araya koyduğun tüm yastıkları yok eder, seni kendime hapsederim" diye tehdit etti. Öfkeyle yastıkları araya dizip, arkamı döndüm ve gözyaşlarımın ıslattığı yastıkla uyumaya çalıştım.

 

 

Camında tuğlaların örülü olduğu odada, dizlerimi kollarımla kavramış için için ağlıyordum. Beni bu odadan kurtarması için kimseden yardım istemiyor, sadece için için ağlıyordum. Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip, saf öfke vücudumu ele geçirdiğinde ayağa kalktım ve camın önünden kalkan iki tuğlayı yerine koyup, gelen ışığı kesmek için adım attım.

 

Tuğlayı elime aldığımda ışığın vurduğu yerde Demir, çaresiz bir şekilde bana yalvarıyordu.

 

"Lütfen sana yalvarıyorum, tek umudum sökülen iki tuğla, onları oraya koyma."

 

"Ben bu odaya hapsedildiğimde zaten burası karanlıktı. Buraya ışığın girmesini istemiyorum. İkimizde karanlıkta öleceğiz!"

 

Tuğlayı kararlı bir şekilde duvara koyacağım esnada babam "Beyza!" diye öfkeli sesiyle bağırdı. Korkudan ellerim titrese bile, arkamı dönmedim ve tuğlayı yerine koymak için tekrar harekete geçtim.

 

"Sana Beyza diyorum!"

 

"Bu odaya zorla mahkum edildim ben! Bu odayı güzelleştirmek için hiçbir nedenim yok. Sadece onu değil, kendimide bu karanlığa mahkum edip, öleceğim günü bekleyeceğim."

 

Kaldığım yerden devam ederken, babam beni sertçe kendine doğru çevirdi. Gözlerinin öfkesi karanlıkta bile kendini belli ediyordu.

 

"Senin gururun ve asiliğin yüzünden o duvardaki çoğu tuğla! O tuğlayı yerine koymaya kalkışma. Sana baban olarak onları sök diyorum. Sözümden çıkmayı bırak ve bu odanın senin olduğunu kabul et!"

 

Yine bana yükleniyordu. Yine benim ne istediğimi umursamıyor, beni suçlu buluyordu. Ağlayarak dizlerimin üzerine çökerken, kimsesizliğimi sarıldığım dizlerimle gidermeye çalışıyordum.

 

"Bu oda benim odam öyle mi? Bu oda! Senin için konuşmak çok kolay baba, bu odaya önceden giren kadınlardan biri bugün kızına başörtülü bir..." sertçe yutkundum, tekrar kendimi toplayıp "Başörtülü..." nefesim hıçkırığımla geriye kaçtı.

 

"Ya baba, senin kızının söylemeye telaffuz edemediği küfrü, senin kızına yakıştırdılar. Ama biliyor musun, şu an canımı daha çok neyin yaktığını? Babam yine karşıma geçmiş, bu odanın benim olduğunu söyleyip, tuğlaları sökmemi bekliyor."

 

Sözlerimden sonra babamın nefes alış verişleri sertleşti. Şu an ona bakmıyordum ama çok daha öfkeli olduğunu anlayabiliyordum.

 

"Seni bu odaya kocan zorla soktuysa bile o anahtarı sen çevirip kapıyı kilitledin. Ne diye Allah katında kabul ettim dedin o zaman? Sen bunu oyun mu sandın! Söylediğin iki kelimeyle bu oda artık senin oldu. Şimdi ağlamayı bırak ve biraz büyüyüp ağzından çıkan sözün sorumluluğunu al."

 

Duyduklarımdan sonra ağlamalarım daha da çoğaldı. Dizlerime daha sıkı sarılıp, öne arkaya doğru hareket etmeye başladım.

 

"Tehdit etti beni! Ağabeyime, dedeme, yengeme ve en önemlisi Zeynep'ime duyduğum sevgi ve merhametle beni sınadı. "

 

"O zaman yetiştirdiğim gibi davranıp, boyun eğmeseydin kızım! Bıraksaydın kim ölüyorsa ölseydi, kim arkada kalıyorsa kalsaydı. Bu seçimi sen yaptın Beyza, onun karısı olmayı sen seçtin. Senin anlamak istemediğin zorla veya değil, senin seçiminle bu adamı kocan olarak kabul ettiğini söyledin. Seni annenle ikimiz böyle yetiştirmedik. Evli çiftlerin bir bir üzerindeki haklarını çok iyi bildiğini biliyorum. Gururun senin sonun olacak! Ben baban olarak elimden geleni yaptım. Şimdi kalk ne yapıyorsan yap, benim senin gibi kızım yok! "

 

Son cümlesini bağırarak söylediğinde, kalbimin sancısı tüm vücuduma yayıldı. Ellerimi kulaklarıma doğru götürüp kapattım ve ağlamalarım beni nefessiz bıraktı.

 

Ellerimin üzerinde hissettiğim sıcaklık sakin sesiyle "Mehmet kızın üstüne çok gidiyorsun. Birazda onun tarafından bakmayı dene. Kendini her şeyden koruyup, hayalindeki eşin gelmesini bekliyordu. Ağır bir süreçten geçiyor, zorlanması çok normal. Hem sen kızımızı tanımıyor musun? O bugüne kadar senin sözünden hiç çıktı mı? Başımızı bir kere olsun yere eğdirip, kendine ve bize yakışmayan bir harekette bulundu mu? Şimdi benim kızım kalkacak ve nefsini hiçe sayıp, onun karısı olduğunu kabul ederek bu odayı hak ettiği güzelliğe döndürecek. O tuğlaları yavaşça sökecek ve odanın içindeki güzelliklere şükredecek " dedi.

 

Duyduklarım karşısında yıkılmıştım. Annem de bu odanın benim olduğunu söylüyordu.

 

Hıçkırıkla kasılan bedenimi öne doğru attım. Dizlerim ve ellerimin üzerinde durdum. Derin bir nefes alıp, tiz bir çığlık attım.

 

"İstemiyorum!"

 

💙⏳💙

 

Uykumdan Beyza'nın derin hıçkırıklı ağlamasıyla uyandığımda, kıvrandığını gördüm. Aradaki yastıkları atıp, yanına gittim ve hâlâ uyuduğunu anladım.

 

"Karıcığım uyan, kötü bir rüya görüyorsun."

 

Daha çok korkmaması için fısıltılı, konuşuyordum ama o, hiç iyi görünmüyordu. Ağlarken bir anda derin bir nefes aldı ve uykusundan "İstemiyorum! " diye çığlık atarak uyandı.

 

"Geçti. Geçti, korkma karıcığım, ben yanındayım."

 

Başını okşayıp, kafasını göğsüme dayadım ama o, hâlâ rüyanın etkisinde görünüyordu ve çok hırçındı.

 

Öfkeyle yataktan kalktı. Onu böyle hiç görmemiştim. Ne kadar zorlu zamandan geçtiyse de hep dik duran bir yanı olurdu. Sanki o dik tarafı yok olmuş, kimsesiz kalmış gibiydi.

 

"Hiçbir şey geçmiyor!" deyip yorganı yataktan yere doğru savurdu.

 

"Herkesin gücü bana yettiği için mi, ne istediğimin önemi yok! Veya çok merhametli olduğum için mi feda edilen taraf ben oluyorum!"

 

Öfkeli bir çığlık attı ve dizlerinin üzerine çöktü.

 

"Demek benim gibi bir kızın yok öyle mi baba!"

 

Bağırarak söylediği cümleyi sindiremeyen hali, kabul edemediği bir yenilgiye dönüştüğünde "Peki ne için? Kim için?" diye sordu.

 

Cümlesi öne doğru ellerinin üzerine kapaklanmasıyla son buldu ve ağlaması arttı. Yerimden kalkıp, yanına doğru gittim. Onu böylesi yıkılmış hiç görmemiştim. Sanki kimi kimsesi kalmamış gibi çaresizdi.

 

 

İçindeki öfkeyi atamıyor olacak ki bir daha öfkeyle bağırdı ve parmaklarının arasına aldığı yorganı kendine çekip, tekrar yere doğru vurdu. Bir şeyleri sindirmeye çalışıyor ama başaramıyordu ve böylece öfkesi daha da artıyordu.

 

"Beni kimsesiz bıraktın baba! Hiç hak etmediğim halde, beni kimsesiz bıraktın!"

 

Tekrar tiz bir çığlık attı ve yorganı savurup, ayağa kalktı. Hızla banyoya gitmeye başladığında peşinden gittim ama öfkesini daha fazla tetiklemesinden korktum. Kapıyı sertçe kapattıktan sonra kilidini çevirdi ve peşi sıra öfkeli çığlığa eşlik eden kırılma sesleri geldi.

 

"Beyza aç kapıyı!"

 

"Beyza sana kapıyı aç diyorum, yoksa kıracağım!"

 

Cevap vermiyor, kendi kendine konuşmasını sürdüyordu.

 

"Sen benden vazgeçtin ve senin gibi bir kızım yok dedin ya! İşte böylesi bir sonu sen reva gördün bana!"

 

Öfkeli haykırışı, açılan su sesiyle içli ağlamaya döndüğünde, içimdeki korku büyüdü.

 

"Beyza aç şu kapıyı! Aç!

 

Kapıya omuz atıp, vurmaya başladım. Açılmayınca biraz daha geriye gidip hızımı arttırdım. En sonunda açmayı başardığımda gözüm onu aradı. Yer kırık cam parçalarıyla doluydu. Kafamı biraz daha çevirdiğimde duşa kabinin içinde kıyafetleriyle ıslandığını gördüm. Bana çaresiz ve kararsız şekilde bakıyordu.

 

"Demir yardım et, yoksa ben, bu sınavı kaybedip ebedi ateşte yanacağım. Nefsim bana hiç iyi şeyler söylemiyor. Beni ebedi ateşte yakacak sözleri kulağıma fısıldıyor ve gururum ona ayak uyduruyor."

 

Yanına doğru giderken "Ben yanındayım, senin için her şeyi yaparım. Sakin ol ne olursun." diye sakince konuşuyordum ama o, iyi görünmüyordu. Sanki uçurumun kenarına kadar gelmiş, kendini atmayı tüm benliğiyle isterken, inancı ona engel oluyor gibiydi.

 

Ona doğru biraz daha yaklaştım. Elinde, bileğine dayalı olan cam parçasını görünce kalbimde tarifsiz bir acı hissettim.

 

"Demir... "

 

.

.

.

 

Loading...
0%