Yeni Üyelik
27.
Bölüm

27🍓"ISLAK KEDİ"

@hanifta_hanim

"Şşş korkma karıcığım benim"

Ellerini ağzımdan çektiğinde ona doğru dönüp boynuna sarıldım.

"Çok korktum Demir, başka birisi sandım."

Beni bahçenin duvarına yaslarken, işaret parmağının arkasını yanağımda gezdiriyordu.

"Sana hiç kimsenin dokunmasına izin vermem, merak etme karıcığım."

Demir'in kalbinin atışları kulaklarımda çınlıyor, ben ise bu kadar yakın temas kurduğu için utanıyordum.

"Demir bu kadar yeter artık. Şimdi hem birisi görüp yanlış anlayacak, hem de senin yüzünden ebeleneceğim."

Nefesim kulağına doğru vururken, beni duvara daha çok yasladı ve öpücüklerini yanağımda gezdirmeye başladı. Öpücükleri yavaş yavaş hedefine doğru yol alırken, yüzüm alev alev yanıyordu.

"Demir" diye fısıldadım.

"Bir kere izin ver, o günkü halin aklımdan gitmiyor. Senin için deliriyorum kadın!"

Yüzümü göğsüne indirdiğimde, kalbinin şiddetli atışlarını yüzümde hissettim. Kalbinin neden böyle attığıyla ilgili gerçeği artık onun ağzından duymak istiyordum.

"Kalbin yerinden çıkacak gibi atıyor Demir, bana söylemek istediğin başka bir şey var mı?"

Kafasını kaldırıp, gözlerime doğru bakarken, Tuğba'nın sesiyle korkudan yerimde sıçradım.

"Seni gördüm Beyza ebe! "

Sinirden yerimde tepinirken, sorduğum sorunun cevabıyla ilgilenemeyecek kadar Demir'e öfkemi sunuyordum.

"Senin yüzünden ebelendim işte Demir. Ne diye yanıma gelip, oyunumu bozuyorsun?"

Yerimden koşup, yanlarına gittim. Yağız sobelediği için benim ebe olduğumu öğrendiğimde Demir'e olan öfkem, daha fazla katlandı. Yanıma gelip, bana sarılmaya çalışsada izin vermedim.

"Gel buraya benim küçüğüm. Hadi sen saklan, senin yerine ebe olurum."

Demir gibi bir adamın benim için ebe olacağını ölsem düşünmezdim heralde. Benim için gerçekten çabalıyor, onu kocam olarak görmem için elinden geleni yapıyordu. Bende ara ara zorlanıp, gururuma yenilsem de yeniden toparlamaya çalışıyor, ona alışmak için elimden geleni yapıyordum.

Duyduklarımdan emin olmak için heyecanlı bir sesle "Sen benim için saklambaç mı oynayacaksın?" diye sordum.

"Sen üzülme diye düştüğüm hale bak ama sadece bir kere oynayacağım ve tekrarı olmayacak. "

Yanına gidip, göğsünün sıcaklığına sarıldıktan sonra yanağını öpüp teşekkürümü sundum.

Demir saymaya başladığında saklanmak için koşarken, içeriden o adam çıktı ve önümü kesti.

"Hanımefendi siz benimle çikolatanızı paylaşmadınız ama ben, severek yediğiniz için size çikolata aldım."

Hiçbir şey demeden, yönümü değiştirdim. Tekrar önüme doğru geldi. Galiba ben, bela paratoneri gibiydim. Tüm saçmalıkları üzerime çektiğime göre bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Lütfen ama bunları benim için alabilirsiniz. "

Yakamdan düşmeyeceğini anladığım için "Beyefendi evliyim, lütfen uzatmayın." dedim.

Gülmeye başlayıp "Beni beğenmediğinizi söyleseydiniz daha inandırıcı olurdu." dedi.

Demir'in "Hayırdır?" sesine döndüğümde olay çıkmasından korkuyordum. Adam Demir'in tanıdığı biri olacak ki Demir'e ismiyle hitap etti.

"Gel Demir, bende bu güzel kızı ikna etmeye çalışıyordum. Beni başından def etmek için evli olduğunu söylüyordu."

Demir'e doğru gittiğimde, yanakları sinirden içine çökmüş halde çenesini sıkıyordu.

"Niye, evli olmasa ne yapacaksın?"

"Evli olduğuna inanmıyorum zaten, onu tanımak istiyorum ama izin vermiyor."

Demir'e sarılıp, sinirden kızaran gözlerinin içine baktım. Ayaklarımı hafif kaldırıp kulağına doğru "Çok güzel bir günün kavgayla sonuçlanmasını istemiyorum... Lütfen kocacığım" diye fısıldadım. Ağzımdan çıkan kocacığım hitabı onun için sihirli bir hitap gibiydi. Gözlerindeki öfke oradan silinirken derin bir nefesle beraber iç çekti ama bakışları çok geçmeden tekrar adamı bulduğunda ses tonu tavizsiz sert bir hal aldı.

"Sen, benim olanı tanıyıp ne yapacaksın lan! Şimdi ağzını burnunu dağıtmadan defol git. Eğer yanlışlıkla bile olsa, karımın karşısına bir kere daha çıkarsan, bedeninde kırılmamış kemik bırakmam. Beni tanıyorsun, şu an bunları yapardım ama karıma şükret. Şimdi..."

Demir bir iki küfür savurduktan sonra adam özür dileyip gitti. Demir yanağımı tutup, gözlerimin içine baktı.

"Gerçekten sana kıyamadığım için onu bıraktım karıcığım; ama böyle bir şeyin tekrarı olursa bana şirin şirin kocacığım desen de kendimi tutabileceğimi sanmıyorum."

"Çok teşekkür ederim Demir ama ne olur benim yanımda bir daha küfür etme. Sevmiyorum, kocamın ağzına yakışmıyor."

Demir, beni kolunun altına sarıp, diğerlerinin yanına doğru giderken "Buna da tamam Haniftam, sen yeter ki yüzünü düşürme" dedi.

Diğerlerinin yanına gittiğimizde, Yağız korku filmi açmış, pür dikkat izliyorlardı.

"Başka açacak bir şey bulamadınız mı?"

Yağız gülerek "Yoksa korkuyor musun?" diye sordu. Ben cevap vermeden Tuğba konuşmaya başladı.

"Tabii ki korkuyor, korkak. Evde de gecenin sonunda benim yatağıma sığınırdı. Bakma sinirlenince gözünün döndüğüne o daha çocuk."

Ferit Tuğba'ya bakarken "Dalga geçiyor olmalısın" deyip kahkaha attı.

Hepsine teker teker baktığımda bana bakıp güldüklerini fark ettim.

"Ne korkacağım be! Evli barklı insanım, evde tek başına kalıp, uyuyanlar korksun" dediğimde Tuğba'nın yutkunduğunu gördüm.

Bize de yer açtıklarında ortalarına oturup, izlemeye başladık. Demir, ara ara kulağıma eğilip "Korkma ben yanındayım" diye beni cesaretlendirdi. Hem üşüdüğüm hem de korktuğum için Demir'e sığınıp, göğsünde saklanmıştım. Film bitince Demir de "Hadi artık saat geç oldu, evlere dağılalım" dedi.

Ferit, Tuğba'ya dönüp, "Sen, neyle geldin? İstersen seni bırakabilirim." dedi.

Tuğba yutkunarak cevap verecekken araya girdim.

"Sen bu akşam bizim misafirimiz ol, yarın eve gidersin."

Tuğba tebessüm ederek "Kuzum yanımda kıyafet yok, rahat edemem" dedi.

Demir'e dönüp, bakınca benim konuşmama bile fırsat vermedi.

"O zaman eve uğrar, eşyalarını alırsın. "

Tuğba olur anlamında başını salladığında hepimiz arabalara dağıldık. Yağız benim arabamı kullanırken, Demir'in isteği üzerine ben, onun arabasına bindim. Tuğba eşyaları aldıktan sonra, eve doğru döndük.

"Çikolata krizin geçti mi karıcığım, eve dönerken pasta almamı ister misin?"

"Şu an daha iyiyim, gece dayanamazsam bir iki parça çikolata yerim yine, almana gerek yok Demir."

Elimi tutup bana baktıktan kısa süre sonra elimi öptü ve yola devam etti. Eve vardığımızda Tuğba'yı yan odaya yerleştirip, birlikte kıkırdamaya başladık.

"Milletin yanında benimle dalga geçiyordunuz Tuğba Hanım ama sonlara doğru yutkunma sesiniz kulağımda çınlıyordu."

Tuğba koluma bir tane yapıştırdıktan sonra "Sus, sus. Bir an geceyi nasıl geçireceğim diye ödüm koptu. Allah'tan akıl ettin de çağırdın. Ben de nasıl sabahlayacağımı düşünüyordum." dedi.

Kapı bir iki kez tıklatıldı. "Gelebilirsin" diye seslenince Demir geldi. Yanıma gelip, beni yataktan kaldırırken "Hadi saat çok geç oldu. Şimdi uyuyalım, yarın iş yok zaten hep beraber kahvaltıya gideriz" dedi.

Sesimi tatlı bir tona götürerek "Ben bu akşam Tuğba ile yatsam olur mu?" diye sordum. Bana cevap verme gereği bile duymadan "İyi geceler Tuğba" deyip tuttuğu elimi bırakmadan kapıya doğru ilerledi.

"Ama Demir, ay pardon! Ama kocacığım lütfen izin ver."

Şimdi düzelttiğim hitaptan dolayı yine bana kıyamayacaktı. Yani kesinlikle öyle olması gerekiyordu. Cümlem adımlarını sonlandırıp bana doğru dönmesine neden oluyordu. Bakışları yüzümde dolaştıktan kısa süre sonra "Bilerek böyle konuştuğunu biliyorum." dedi.

Gözlerinin içi ışıldayan adama tebessümle baktım ve izin verir düşüncesiyle ona arkamı dönerek Tuğba'nın yanına doğru gittim.

"Tatlı olmak benim özel gücüm galiba, işte bu özel güç sayesinde sabaha kadar muhabbet edebileceğiz."

Tuğba söylediklerim karşısında ufak bir kahkaha attıktan sonra "Gerçekten çok safsın" dedi.

"Neden öyle dedin ki?"

Tuğba'nın kaşlarıyla işaret ettiği tarafa daha bakamadan Demir, belimden kavrayıp beni havaya kaldırdı. Böyle bir hareketi beklemediğim için ağzımdan ufak bir çığlık çıkmasına engel olamadım.

"Sensiz uyuyamadığımı biliyorsun. O yüzden hiç itiraz etme, odamıza gidiyoruz."

"Ama bu haksızlık Demir."

Hiçbir cevap alamadım. Tam kapıdan çıkarken "Tamam en azından izin ver, arkadaşıma sarılıp öyle geleyim." dedim. Cümlemden sonra belimdeki elini çekti ve beni vücudundan ayırdı. Tuğba'nın yanına gidip kulağına doğru "O uyuduktan sonra yanına gelmeye çalışacağım." dedim.

"Hiç gelmeye çalışma, yanında olmadığını anladığı an, bir şekilde seni bu odadan alır."

"Olsun yine de deneyeceğim."

Tuğba'ya sarıldıktan sonra odamıza gittik. Pijamalarımı aldım ve banyoya gidip üzerimi değiştirdim. Demir çoktan yatağa girmiş beni bekliyordu.

"Hayatım, yatağa şu sabahlığını ve tülbentini çıkar da gel artık. Ben, senin kocanım çekinmene gerek yok."

Yatağa kendimi atarken "Evet yavaş yavaş kabullenmeye çalışıyorum. Sen de elimden gelenin fazlasını yapmak için çabaladığımı görüyorsun Demir" dedim.

Yatağın kenarına yatıp, yine ortaya yastıkları dizdim.

"Evet görüyorum, seni zorlamıyorum ama bir yerlerden başlamamız gerekiyor. Hatta şu yastıkları kaldırsak mı? "

"Hayır" diye fısıldarken, kendimi yorganın sıcaklığıyla beraber, yatağa hapsettim.

⌛ 💙⌛

"Sonunda gözünü açabildin uykucu karım."

Gözlerimi kapatıp tekrar gülümseyerek açtıktan sonra enerjik bir sesle "Günaydınnnn" dedim.

Çok iyi bir uyku çektiğim için mutluydum ve gece boyu yatağım da ben de sıcacıktım.

"Sana da günaydın güzel karım."

Demir, cümlesinden sonra omzunda olan başımı yastığa bıraktı. Sağ kolundan destek alarak bana baktı. Kısa süre sonra iç çekip sol işaret parmağının arkasını yüzümde gezdirdi.

"Bu kadar güzel ve dikkat çekici olman benim için büyük bir sınav."

Yüzümde gezinen parmağı hafif hareketlerle gezdiği yeri okşuyordu ve o, sıcaklığı tarafından beni kuşatıyordu. Oysa şu an onun sıcaklığı yerine her sabah sarılarak uyandığım yastık tarafından kuşanmam gerekiyordu. Yolunda gitmeyen şeyler vardı. Hayır, hayır yolunda gitmeyen bir çok şey vardı, yani öyle olmalıydı. Yatakta hızla doğrulup sorgulayan tarzda sağa sola baktığımda aramıza koyduğum yastıkları yerde görmek derin bir nefes çekmeme, hemen peşine de yutkunarak Demir'e bakmama neden oluyordu.

"Demir, aramıza koyduğum yastıklar neden yerde?"

Bakışlarını benim tarafımda yerde olan yastıklara çevirdikten sonra tekrar bana baktı.

"Uyku arasında yere atmış olmalısın."

Şöyle bir düşündükten sonra "Hayır, ben uykuda kolay kolay hareket etmem, aynı pozisyonda uyur, aynı pozisyonda uyanırım" dedim.

"Dün gece korku filmi izlediğin için huzursuz bir şekilde uykuya daldığından dolayı olabilir mi?"

Yutkunarak "Olabilir mi?" diye sorduğum zaman beni kendine doğru çekip "Kesinlikle olabilir." diye yanıtladı ve konuşmasına devam etti.

"Her akşam korku filmi izleyelim güzel karım, böylece bana alışman çok daha kısa sürer."

Hızla başımı Demir'e doğru çevirip gözlerinin içine bakmak isterken burnum çenesine sürttü. Zavallı burnum bu adam yanımda olduğu sürece onun kirli sakalları tarafından eziyet görüyordu. Kendimi kollarından kurtarıp geriye doğru gittim ve gözlerinin içine baktım.

Tamam uyku benim zaafımdı ama bugüne kadar yapmadığım şeyi gidip yapacak kadar da zaafım falan değildi.

"Demir, o yerdeki yastıklar senin tarafından yere atılmış olabilir mi?"

Demir kaşlarıyla yastıkları işaret ettikten sonra kısa süreli yastıklara bakıp tekrar Demir'e baktım ama o, bu seferde uyandığım yeri işaret ediyordu.

"Eee yani bunlar ne demek oluyor Demir?"

"Yastıklar senin tarafına atılmış şekilde yerdeler Beyza ve ben değil sen, benim yattığım alandasın."

Evet söylediklerinde haklıydı. Uyandığım zaman ben onun alanındaydım ama yine de emin olamıyordum.

"Sanırım haklısın. Biraz daha dikkatli davranmam gerekiyor."

"Olması gereken tam tersi Beyza, zaten kollarımda uyuman gerekiyor."

Yataktan kalkıp banyoya doğru giderken söylediği cümle adımlarımı birkaç saniye durdurmuştu fakat ona cevap vermeden tekrar yürümeye devam ettim ve banyoya doğru ilerledim.

⏳20 GÜN SONRA...

Dirseğimi masaya koyarken sıkkın bir nefes verdim. Demir ve yanındaki 3 adam hararetli bir şekilde yeni enerji faaliyetleri hakkında konuşuyordu, ben ise neden bu toplantıda olduğumu bir kez daha sorguluyordum. Bu benim iş alanım veya hakim olduğum konu değildi. Öyleyse kocam olduğunu kabul ettiğim halde Demir, neden beni ısrarla tüm toplantılara sürüklüyordu?

Karşımda duran 13 yaşındaki Hakan'a baktım. Bu yaşında takım elbisesine taktığı kravatıyla çok ciddi görünüyor, toplantıyı can kulağıyla dinliyordu. Birkaç saniye sonra bize ayrılmış özel alana gelen güzel bir kadına eşlik eden 8, 9 yaşında olduğunu tahmin ettiğim çocuk "Baba ben artık çok sıkıldım." dedi. Demir'in karşısında bulunan Murat Bey kaşları çatık bir şekilde yönünü oğluna çevirdi.

"Bu şekilde toplantıyı bölemezsin!"

Cümlesini eşi olduğunu düşündüğüm kadına sert bir şekilde bakarak devam ettiriyordu.

"Şirketimiz için önemli bir toplantı olduğunu bildiğin halde nasıl oluyor da bu şekilde özensiz davranıyorsun Eda?"

İsminin Eda olduğunu öğrendiğim kadın ellerini oğlunun omzuna koyup kendine doğru çekerken "Özür dilerim. Toplantının kısa süreceğini söylemiştin. Bu kadar uzun süreceğini bilseydim kaldığımız otelden çıkmazdık." dedi ama bu cevap adamın pekte hoşuna gitmişe benzemiyordu. Adam biraz daha yönünü kadına doğru çevirirken kadının gerildiğini gördüm ve adamın konuşmasına fırsat vermeden ayağa kalktım.

"Eda Hanım keşke yanımıza daha önce gelseydiniz."

Herkesin bakışları bana döndüğünde elimle Demir'i göstererek "Eşim Demir Erdem girdiği her toplantıya veya iş görüşmesine yanında beni de sürüklüyor ve canım aşırı derecede sıkılıyor. Lütfen bize eşlik edin ve beni bu sıkıntılı durumdan kurtarın." dedim. Eda Hanım kısa süreli bana tebessüm ettikten sonra eşine döndü, eşi ise Demir'e. Ben de herkes gibi bakışlarımı yanımdaki adama çevirdim. Onun bana baktığını görünce gözlerinin içi gülen adam bakışlarını benden çekmeden "Lütfen bize eşlik edin Eda Hanım ve eşim Beyza Erdem'i bu sıkıntılı durumdan kurtarın" dedi.

Yüzümü sevimli bir hale getirerek sessizce "Beyza Akman Erdem dersen daha çok mutlu olurum." dediğimde Demir elimi tutup, beni tekrar sandalyeye oturttu.

"Soyadım en çok senin isminin yanına yakışıyorken bu söylediğin imkansız karıcığım."

"Ama Demir-" Yanıma gelen Eda Hanımla cümlemi sonlandırıp, yönümü ona çevirdim ve muhabbet etmeye başladık. Yanındaki küçük oğluyla da tanıştıktan kısa süre sonra can sıkıntım biraz hafiflemişti.

"Dondurma yemek istiyorum."

Arda'nın sözünden sonra annesi kış ayında olduğumuz için dondurma bulamayacağını söylemişti ama Arda menüde gördüğünü ve canının çok çektiğini söyledi.

Eda Hanım çağırdığı garsona dondurma siparişi verirken araya girip bir porsiyonda kendim için sipariş verdim lakin Demir, Murat Beyle konuştuğu halde garsona "Eşimin sipariş verdiği dondurma iptal, onun yerine çikolatalı tatlı getirin" dedi.

Garson kafasını tamam anlamında sallarken hızla bakışlarımı Demir'e çevirdim ama o kaldığı yerden konuşmasına çoktan başlamıştı bile.

"Alttan aldıkça sınırlarını aşmak gibi bir huyun olduğunu düşünüyorum."

Sessizce fısıldadığım cümlemden sonra sandalyemi ondan uzaklaştırarak Eda Hanım'a doğru çektim. Eda Hanım hangi sektörde çalıştığımı sordu.

"Ayakkabı tasarımcısıyım Eda Hanım."

Utangaç sesiyle "Sektöre ne kadar hakimsiniz Beyza Hanım?" diye sordu.

"Azımsanmayacak kadar hakim olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim."

"O halde size bir şey sormak istiyorum daha doğrusu birisini?" diye sordu. Başımla onaylarken "Lütfen çekinmeyin" dedim.

"Size saygısızlık olarak algılamayın ama Beyza Akman'ı tanıyor musunuz?" diye sordu ve hemen peşine cep telefonunu çıkararak ayakkabı fotoğrafı gösterdi.

"Asla kendisine ulaşamıyorum. Sosyal medya hesabında tasarımları dışında bir tane bile fotoğrafı yok. Ona yazdığım hiçbir mesaja geri dönmüyor."

Eda Hanım geçen sene ödül aldığım ayakkabı görseline aşkla bakarken, tebessüm ederek "Sosyal medyada aktif bir kullanıcı değilim, hatta çoğu fotoğrafı en yakın arkadaşım Tuğba paylaşır" dedim.

"Nasıl yani? Sosyal medyada aktif olmadığınız için Beyza Akman'ı tanımıyor musunuz?"

Sorusuna gülümseyerek "Beyza Akman benim Eda Hanım" diye yanıt verdiğimde Eda Hanımın sesi yerine Demir'in sesini duyuyordum.

"Sen sosyal medya hesaplarında soyadını Erdem diye düzeltmedin mi?"

"Sosyal medyada aktif değilim Demir."

"Ne demek aktif değilim. Seni araştırdığım zaman diliminde takipçi sayın 10 Milyondan fazlaydı."

"Bu aktif olduğum anlamına gelmiyor Demir."

Garson siparişleri dağıtırken Demir'in konuyu uzatacağını anladığım için "Lütfen bunu sonra konuşalım" dedim ve yönümü Eda hanıma çevirdim.

"İlgilendiğiniz ayakkabı geçen sezonun ayakkabısı Eda hanım ve sadece özel sayıda üretilmiş bir ayakkabıydı."

"Biliyorum Beyza hanım ama kardeşim birkaç ay sonra evleniyor ve bu ayakkabılarla gelin olmak istiyor."

Tebessüm ederek "Gerekli malzeme tedariği biraz zaman alabilir Eda Hanım ama kardeşiniz için elimden geleni yapmaya çalışacağım" dedim.

Karşımdaki kadının içten gülümseme ile birlikte sunduğu teşekkürleri biran bitmeyecek sandığımda bakışlarım Arda'ya kaydı. Dondurmasını çoktan afiyetle yemişti bile. Demir'in yanında bir çanta gibi beni taşıdığı yetmezmiş gibi her şeye karışması canımı sıkıyordu. Alttan aldıkça da taleplerinde artış görüyordum. Derin bir nefes alıp düşüncelerden sıyrılmaya çalıştığım sırada Arda canının sıkıldığını söyledi.

"Hadi seninle biraz dışarıya çıkıp, hava alalım."

"Ohh be bu sıkıcı yerden kurtuluyorum!"

Arda'nın bağırarak söylediği söz herkesin bakışlarını bize çevirmesine neden olurken babasının sert bakışları Arda'nın pekte umurunda değildi.

"Tamam tamam siz toplantınıza devam edin, biz sessizce dışarı çıkıyoruz."

Cümleme karşılık olarak Demir incelediği dosyadan bakışlarını kaldırıp, kısa süre bana baktı.

"Bugün hava çok sert Beyza, o yüzden hemen yanıma otur."

Bakışlarını tekrar dosyada gezdirdiği sırada Demir'e daha cevap veremeden Arda "Anne hani büyüyünce kendi kararlarımı kendim alabilecektim. Neden Beyza ablaya bu abi karışıyor?" diye sordu.

Arda'nın sorusuyla Demir haricinde herkes dosyadaki bakışlarını kısa süreli üzerimde dolaştırdıktan sonra bakışlarını tekrar dosyaya götürdüler ama masada büyük bir sessizlik oldu. O esnada Arda'ya annesi "Yeteri kadar büyüdüğün zaman tabii ki kendi kararlarını kendin alabileceksin" dedi.

"Ne yani Beyza abla hâlâ yeteri kadar büyüyemediği için mi, bu abi ona karışıyor?"

Arda'nın sorusunun peşine insanların dudaklarındaki yukarıya doğru olan kıvrılma bariz bir şekilde ortadaydı ama kimse dosyadan bakışlarını kaldırmıyordu. Düştüğüm bu durum ciddi anlamda canımı sıkmıştı.

"Bazen yeteri kadar büyümek yeterli olmaz Arda, çevrendeki kişilerin de büyümesi gerekir."

Söylediğim cümleyle Arda sırıtarak Demir'e baktı. Çocuk olduğu için Demir'den çekinmeyen tek kişi oydu. Diğerleri bir saniye bile dosyadan kafasını kaldırmadı, Eda Hanım ise telefonunu kurcalamaya başladı.

"10 dakika içinde dönmüş ol."

Demir, beni onun sözünden çıkmamak üzere üretilmiş bir robot sanıyor olacak ki bu konuşması emir kokuyordu.

"9 dakika 59 saniye sonra burada olacağımdan emin olabilirsin."

Söylediğime kim inanmıştı bilmiyorum ama masadan Arda ile ayrılırken, o şaşırmış bir sesle soruyordu.

"Gerçekten söylediği dakikada dönecek misin Beyza abla?"

"Sence?"

Sorusuna soruyla cevap verdiğim zaman yönünü bana çevirip gözlerimin içine baktı.

"Kesinlikle dönmeyeceksin."

"Evet. Bir de üstüne bana yedirmediği o dondurmayı yiyeceğim."

Arda elimi tutmak için uzatırken "Sevdim seni, zaten bu büyüklerin sözlerini dinletmek için sesleriyle oynamaları aşırı derecede canımı sıkıyor" dedi ve konuşmasına devam etti.

"Kocan çok mu önemli bir adam? Fransa'dan buraya gelirken babam hem çok gergin, hem de çok mutluydu. Onu o halde ilk defa görüyorum."

"Sanırım onun sayısını bile bilmediğim kadar şirketi var ama bu şirketler tek bir sektörle ilgili değil. Mesela ben ayakkabı sektöründeyim, çalıştığım şirketin %55 ortağı ama bugünkü toplantısı enerji alanıyla ilgiliydi, bundan önceki teknoloji. Yani anladığım kadarıyla o, sektörlerin nabzını kolaylıkla elinde tutuyor."

Dikkatle beni dinleyen Arda'ya tebessüm ettikten sonra sesimi enerjik bir tona getirdim.

"Ama beni, onun elinde tuttukları değil, kendi elimde tutacak olduğum dondurma ilgilendiriyor! Hem de en kocaman brownika ve kakaolu olanından."

"O zaman tutalım şu dondurmayı!"

Arda aynı ses tonuyla bana cevap verdiğinde ona gülümsedim ve dondurmamızı alıp dışarıya öyle çıktık. Hava cidden soğuktu ama dondurma da inanılmaz derecede lezzetliydi.

"İlk defa brownikalı dondurma yiyorum. Bunun içinde ne var?"

"Aslında frenküzümü var ama bu rengi ancak Makedonya'dan gelen frenküzümleriyle yakalaya biliyorlarmış. Sanırım tadına bayıldığım kadar, rengine de bayılıyorum."

"Gerçekten rengi de tadı da çok güzel. Hadi biraz denize doğru yürüyelim."

Arda'nın cümlesinden sonra denize doğru ilerledik. 9 yaşında olmasına rağmen çevresinde olup bitene hakim bir çocuktu. Babasının üzerlerinde kurmaya çalıştığı hakimiyetin farkındaydı fakat Hakan ağabeyinin gittiği yoldan gitmemeye kararlıydı.

"Çocukluğumun elimden alınmasına asla izin vermeyeceğim."

Kendinden emin sesiyle kurduğu cümleye aynı ses tonuyla karşılık veriyordum.

"Kesinlikle!"

Arda ile birbirimize bakıp kıkırdarken Demir'in "12 dakika oldu. Çabuk benimle beraber içeriye giriyorsun." sesini duydum. Sesi öyle tavizsiz ve sert çıkıyordu ki daha bitiremediğim dondurmayı arkama saklama ihtiyacı duyuyordum. Yönümü hızla sert sesin geldiği yöne çevirdim. Bana doğru geldiğini görünce geri geri gitmeye başladım. Bakışlarım dondurmasının keyfini süren Arda ile Demir arasında git gel yapıyordu. Şimdi Demir dondurmayı görecek olsa 9 yaşındaki çocuğun önünde daha beter rezil olacaktım.

"Tamam Demir. Sen insanları bekletme ben hemen geliyorum."

"Hayır şimdi geliyorsun."

Demir'in yüzümde dolaşan bakışları vücuduma doğru indi. Üzerime doğru gelmeye devam ederek "Senin ellerin niye arkada?" diye sordu. Kafamı hızla arkaya doğru çevirip denizle aramdaki mesafeye baktım. Demir yanıma gelmeden dondurmayı denize atmalı, benim yemeye fırsat bulamadığım külah kısmını balıklar afiyetle midesine indirmeliydi.

"Herhangi bir neden yok."

"Yoksa bu soğuk havada dondurma mı yedin! "

Kükreyen sesi yerimde sıçramama neden olurken, üzerime gelmeye devam eden adamın bakışları pekte hayra alamet değildi.

"Tabii ki yedin!"

Elimdeki dondurmayı kesinlikle görmemesi gerektiğini anlayan bedenim, denizle aramda kalan son adımı da düşünmeden hızla atmaya neden oluyordu ama attığım bu adımda ayağımın takılması kesinlikle beklediğim bir son değildi.

"Düşeceksin!"

Geriye doğru dengemi kaybettiğimde elimdeki dondurma denize düştü. Ben de denize doğru düşerken Demir'in bileğimi kavramaya çalıştığını gördüm fakat artık beni tutması için çok geçti. Her şey o kadar hızla oluyordu ki idrak etmekte zorlanıyordum veya deniz buz gibi olduğu için ben olanları idrak edemiyordum. Sonunda sırt üstü denizin suyuna gömüldüğümü anladığım an, kendimi toparlayıp yüzeye doğru çıktım.

"Deniz suyu yuttun mu?"

Belimden kavrayan el, beni kendine doğru çekerken Demir'in sorusunu aynı anda duyuyordum. Kafamı hızla hayır anlamında salladıktan sonra onun ıslanmış yüzüne baktım. Özenle şekillendirilmiş saçları denizin suyuyla bozulmuştu ve şu an ki görüntüsü mükemmellikten çok uzaktaydı ama benim için durum çok farklıydı. Denizin buz gibi suyuyla titreyen çenemden çıkanlar onun gülümsemesine neden oluyordu.

"Senin gibi sert adamın sırf saçları dağıldı diye gözüme sevimli görünmesi sence de çok saçma değil mi?"

Belimdeki elleri yanaklarımı kavradığında gülümsemesi daha fazla büyüdü ve bu gülümseme onu gözümde çok daha sevecen bir yere taşıdı ama gözleri yüzümde dolaştıkça yüzü sorgulayan bir hal aldı.

"Seninle nasıl baş edeceğim ben?"

Bu bana sorulan bir sorudan ziyade kendine sorduğu bir soruydu ve gerçekten benimle nasıl baş edeceğini bilmiyor gibiydi. Titreyen ellerimi omzuna doğru götürüp gözlerimi gözlerinden çektim. Birazdan bana çok kızacağını hatta sesinin burada yankılanacağından emindim. O halde şansımı denemekten başka çarem yoktu. Yüzümü sevecen bir şekle getirip "Bana hiç kızmasan olur mu Demir?" diye sordum. Ona bakmadığım için sorduğum soruya nasıl bir tepki verdiğini bilmiyordum ama yanaklarımdaki elleri tekrar belime doğru kayıp, yönümü kenarda bulunan merdivenlere doğru çeviriyordu.

"Hayatıma girdiğin günden beri ayarlarımla oynuyorsun Beyza ve bunu yaparken asla zorlanmıyorsun."

Merdivenleri çıkarken duyduğum cümle, o görmüyor olsa bile mahcup şekilde alt dudağımı dişlerimin arasına almayı sağlıyordu çünkü sesi ikilem içinde gibiydi. Bir yanı ayarlarıyla oynayan bana çokça kızıyorken, bir yanı da halinden memnun gibi hissettiriyordu ama bu Demir'di ve her an kızan tarafa geçebilirdi.

Gözüm sırıtarak bizi izlemeye devam eden Arda'ya kaydığında sessizce "Denize düştüğüm kısmı aramızda sır olarak kalır diye ümit ediyorum ama sırıtan suratına bakınca da bu ümidi kaybediyorum Arda" dedim. Hiç çekinmeden kahkaha atıp "Asla anlatmaktan bıkmayacağım bir gün olduğundan emin olabilirsin Beyza abla. Seni de ıslanmış kedi gibi görünen bu tatlı halini de unutmam mümkün değil." dedi.

Demir'in yanımdan hızla Arda'ya doğru adımladığını gördüğümde Demir öfkeyle söyleniyordu.

"Sen kimi unutamayacakmışsın velet!"

Arda üzerine gelen dev adamla arkasına bile bakmadan kaçarken, Demir kendi kendine söyleniyordu.

"Ulan karımı 9 yaşındaki veletten bile korumam gerekiyor. Neymiş ıslanmış kedi gibi görünen tatlı halini unutamazmış!"

Yönünü bana çevirdiğinde sessizce söylediği cümleyi anlamamıştım ama üzerime doğru geldiğinde söylediği cümleyi çok net duyuyordum.

"Sınav bana! Bu kızın bakışı, sesi, varlığı, güzelliği bana en büyük sınav!"

Cümlesiyle birleşen bakışları beni çiğ çiğ yiyecek gibi görünüyordu. Birisi kulağıma doğru ruhuma Fatiha mı okuyordu, yoksa bana mı öyle geliyordu bilmiyorum ama düşüncelerimi Demir'in elimi kavrayarak söylediği cümle bölüyordu.

"Eve gidelim bak ısındığından emin olana kadar sıcak suyun altında seni zorla tutacağım ve o suyun altında bizzat ben de olacağım!"

.

.

.

Loading...
0%