Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28🍓"SOYADI MESELESİ"

@hanifta_hanim

Evin kapısından içeriye girerken Esra Teyzenin "Hoş geldiniz. Demir Bey halanı-" sözü bize bakmasıyla yarıda kesiliyordu. Ne olduğunu anlamak istiyordu ama Demir'den çekindiği için bu soruyu soramayacağını biliyordum.

"Hemen sıcak bir çorba yap Esra ve şu kabanları al."

Demir önüme gelip ıslak kabanımı çıkarmak için hamle yaptıktan kısa süre sonra bakışlarını üzerimde dolaştırdı ve kafasını sola çevirip, ellerini hâlâ ıslak olan saçlarında dolaştırdı.

"Senin kabanını banyoda çıkarmakta fayda var."

Kafamı hızla tamam anlamında salladım çünkü o, her an patlamaya hazır bir bomba gibi gergin görünüyordu. Üzerindeki kabanı çıkarmak için ellerini yakasına doğru uzattığımda bakışları tekrar yüzümde dolaştı.

"Kocamın ıslak kabanını çıkaralım ki hasta olmasın."

Titreyen çenemi kontrol altında tutmayı başarmıştım ama cümlemin sonunda ağzımdan ufak bir hapşırık kaçmasına engel olamamıştım. Demir duyduğu bu hapşırık sesine nükleer bir bomba patlamış ve tüm insanlık yok olacakmış gibi büyük bir tepki verirken, bana düşen elimdeki kabanı Esra Teyze'ye verip kaçmaktı.

"Bence de kaç, seni yakaladığımda iyi şeyler olmayacak."

Girişteki 2 basamaklı merdiveni çıkıp üst kata çıkan merdivenlere ulaşmam gerektiğini bilen bedenim hızla ilerlerken, bir kadına çarpacağını anlayınca durdum ve başımla selam vererek "Kusura bakmayın" dedim.

"Sonunda teşrif edebildiniz gelin hanım."

Kadının iğneleyici ses tonu yerde olan bakışlarımı yüzüne çıkarmama neden oluyordu. 50 - 55 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim kızıl saçlı kadını daha önce görmediğime çok emindim. Daha kadına cevap veremeden içeriden Deren anne ve Yağız yanımıza doğru geldi.

"Neredesin kanka ya hani birkaç el Duo atıp, keyifle seni tekrar, tekrar ve tekrar yenecektim."

Yağız'ın cümlesi içten bir şekilde gülümsememe neden olduğunda ona cevap veremeden 2 kere hapşırmak canımı sıkmıştı çünkü ne olursa olsun hasta olmamam gerektiğini biliyordum. Eğer hasta olursam Demir burnumdan getirirdi.

"Çabuk odamıza çık Beyza."

Demir'in sesine doğru dönüp baktığımda Deren anneler üstümüzün ıslak olduğunu yeni anlamış ve bununla ilgili soru sormuştu. Demir sonra konuşuruz deyip konuyu kapatırken kızıl saçlı kadının sesini duydum.

"Hadi gelin hanım yol yordam bilmiyor Demir, bari sen halana hoş geldin deseydin."

Kadının cümlesinden sonra Deren anne "Abla yanlış konuşuyorsun" derken Yağız da aynı anda "Hala konuşmalarına dikkat et" diye söyleniyordu ama kadın, o taraflı değildi. İlk defa gördüğüm kadın sanki aramızda bir husumet varmış gibi bana haz almayan bakışlarla bakıyordu.

"Evime haber vermeden geldiğin yetmezmiş gibi birde karıma laf mı söylüyorsun sen?"

Demir'in sert sesiyle kurduğu cümle yanımıza doğru gelen babaannenin üzülmesine neden olmuştu. Kadının benimle ne derdi vardı bilmiyordum ama benim kimseyle hiçbir derdim yoktu ve babaanne üzülmek için çok yaşlı bir kadındı.

Demir kadını kolundan tutup her an dışarıya atacak gibi görünüyordu. Bunun olmasını istemediğim için Demir'in yanına gittim ve elimi gergin bir şekilde yumruk halini almış elinin üzerine götürdüm. Buz gibi ellerim sıcacık ellerine değdiği an, yumruk şeklinde olan parmakları, parmaklarımı kendine hapsetti. O ne olursa olsun sıcacıktı ve sıcaklığı benim için yaratılmış gibi hissettiriyordu.

"Hoş geldiniz hala, lütfen kusurumuza bakmayın. Üstümüz ıslak olduğu için biraz gerginiz. Biz hemen üzerimizi değiştirmeye gidelim."

Bakışlarım babaanneye doğru kaydığı zaman cümlem onu rahatlatmışa benziyordu. Tebessüm ederek sorun olmadığını göstermek isterken, bir yandan da Demir'i üst kata doğru çekiştiriyordum. Sonunda odamızdan içeriye girdiğimde rahat bir nefes almayı başarmıştım.

Demir elini kendine doğru çekerek beni bedenine yakınlaştırdıktan sonra kabanımı çıkarıp kenara attı.

"Yapma."

İkilem dolu sesiyle konuşmasını tekrarladı ama ben, ne yaptığımı bilmediğim için sadece yüzüne bakmakla yetindim.

"Yapma, benim ayarlarımla bu kadar kolay oynama."

"Beni bu kadar kolay yönetme, beni bu kadar kolay etkin altına alma."

Git gelli ses tonu hoşnut ve hoşnutsuzluk arasında gidip geliyordu ama o, daha çok bu söylediklerini yapmamı istemiyor gibi görünüyordu. Peki elini tutup onu odaya çıkardığım için mi böyle söylüyordu? Yoksa ikimiz adına konuştuğum için mi?

Başımı kabul ettiğimi gösterir tarzda sallıyordum ama neyi kabul ettiğimi de bilmiyordum. Bu ifadeyi gören Demir, hoşnutsuz bir nefesle beraber kafasını iki yana sallayıp memnuniyetsiz bir cümle kurdu.

"Yok! Yok, gerçekten artık çıldıracağım! Bu kızın her şeyi sınav bana!"

Yüzüme doğru eğildiğinde "Her şeyi!" kelimesini hecelerine ayırıp üstüne basa basa söyledi. Bu adama da sessiz sakin davrandıkça delirmek için nedenler arıyordu sanki ama neyse bugün susmaya devam etmek benim açımdan çok daha iyi olacaktı. Ne de olsa kış günü denizin suyu hiçte sıcak olmuyordu.

"Sanırım senden uzaklaşıp banyoya girsem daha iyi olacak."

Ondan bir cevap gelmeden hızlı adımlarla banyoya doğru ilerledim. Onun önünde titrememek için kasılan kemiklerimi artık dinlendireceğim için mutlu olacakken "Bekle" dedi. Tam kapıyı kapatacağım sırada söylediği sözü banyoya girip, suyu açtığında devam ettirdi.

"Ben, sana ne dedim?"

Kafamı ne dedin der gibi hareket ettirdiğimde ayağımdaki botu çıkarıp kenara doğru koydum. Eli gömleğinin yakasına doğru gitti. Yakasındaki kravatı çıkartarak yanıma doğru geldiğinde gömleğinin iki düğmesini açtı. Soruma cevap vermeden bana bakmaya devam ederken söylediği sözü hatırladım.

"Eve gidelim bak ısındığından emin olana kadar sıcak suyun altında seni zorla tutacağım ve o suyun altında bizzat ben de olacağım!"

Hatırladığım söz derin bir nefes alıp, kapıya doğru koşmamı sağladığında her şey için çok geçti. Demir çoktan sağ koluyla belimi kavrayıp, sırtımı sağ göğsüne doğru yaslamıştı bile.

"Sana söz veriyorum Demir, saatlerce sıcak suyun altından çıkmayacağım. Yeter ki söylediğini yapma."

Ona ne kadar karşı koymaya çalışsamda gücü karşısında gücüm çok yetersizdi veya ben, karşı koymaya çalışıyor olsam da soğuk su kemiklerime kadar sirayet ettiği için hareketlerim çok tutuktu.

"İstesende çıkamayacaksın zaten Beyza, o yüzden direnmeyi bırak."

Sıcak suyun vücudumda bıraktığı hisle Demir'in kararlı cümleleri birleştiğinde direnmenin yersiz bir davranış olduğunu anlamıştım. Öylece hareketlerimi sonlandırıp başımı Demir'in göğsüne, üşüyen bedenimi de suyun sıcaklığına teslim ettim. Aradan geçen birkaç dakika sonra Demir ona teslim olduğumdan emin olduğu için bedenimi saran ellerini gevşetti ve göğsüne yaslı olan sırtımı bedeninden ayırarak yönümü ona doğru döndürdü.

"Hasta olmandan çok korkuyorum Beyza."

Kaygılı sesi bakışlarımı yüzüne doğru çıkarmama neden olurken sesimi kaygılarını sonlandırmak ister gibi sevecen bir tona getirdim.

"Olmam ki..."

"Bünyen eskisi gibi güçlü değil Beyza. Hasta olma diye seni korumaya çalışıyorum ama o kadar dik kafalı ve inatçısın ki sürekli sözümden çıkıyorsun."

"Ben bu şekilde büyümedim Demir. Ne kışın yediğim dondurma hasta etti beni, ne de soğuk havada dışarıya çıkmak. Engel olmaya çalışsamda beni bir tek ruhumdaki incinmeler hasta ediyor. O yüzden lütfen benim bedenim için endişe etmeyi bırak, sadece ruhumu ve kalbimi incitme yeter."

Söylediğim cümle, elini gömleğinin yakasına getirip çekiştirmesine neden oluyordu. O nefes alamıyor gibi çaresiz hissettirirken sanki açtığı düğmeden nefes almak için medet umuyordu.

"Bu sandığın kadar kolay değil Beyza, aramızdaki uçurumları gördükçe-"

Yutkundu, sadece yutkundu ve cümlesini öylece yarıda bıraktı. Merak edip sormak istesemde gözleri hem çok öfkeli hem de hüzün dolu bakıyordu. Nasıl oluyor da ben, birbirinden uzak iki duyguyu gözlerinde aynı anda görebiliyordum ve nasıl oluyorda ben yine red yiyeceğimi bildiğim halde ona aynı cümleleri söylüyordum.

"Aramızdaki uçurumu kapatmak bizim elimizde Demir. Sen sadece bunu kapatmak iste. Ben bildiğim her şeyi sana öğretirim, bilmediğim ne varsa da seninle beraber öğrenirim."

"Neden sana yeterli gelmiyorum Beyza! Benden ne istiyorsun? Benden kime dönüşme mi bekliyorsun! İsim ver bana!"

Hem aramızdaki uçurumlardan bahsediyor, hem de uçurumları kapatmak istediğim her adımda deliye dönüyordu. Hayallerimdeki eşe dönüşebileceğine dair her umuda kapıldığımda da o umudu benden sert sesiyle geri alıyordu.

"Senden özüne dönmeni bekliyorum Demir ama sen, her defasında öyle sert tepkiler veriyorsun ki sürekli seni, özüne değilde başka birine dönüştürmeyi istiyormuşum gibi davranıyorsun. Lütfen aradaki uçurumları kapatmak gibi bir niyet içinde değilsen, o uçurumların varlığından da bahsetme."

"Tabii prensesimiz sevgi dolu ailesinin güvenli kollarında büyüdüğü için onun özü tertemiz ve benim özümü de kendi gibi temiz sanıyor. Herkes senin gibi büyümüyor Beyza Hanım, bazılarımız daha çocukluğunda zifiri karanlık tarafından yutuluyor. Şimdi sen karşıma geçip bana, "Hayatına girdiğim günden beri ışığa çekilen Demir'i sil at ve özündeki karanlığa geç" mi diyorsun?"

O bunları söylerken acı çekiyordu ve çektiği acı, kalbimdeki sayısız ormanın yanmasını sağlıyordu. En kötüsü de o, kendi özünü temiz görmek yerine zifiri karanlık görüyordu. Yüzümden aşağıya doğru süzülen sıcak su, gözlerimden akan yaşları gizlediği için şu an minnettardım; çünkü Demir'in ona acıdığımı düşünmesi isteyeceğim en son şeydi.

Bakışlarımı acı dolu yüzünden çekip, göğsüne doğru götürdüm. Aramızdaki mesafeyi kapatıp kalbini öptüm. Yüzündeki acı çeken ifade şaşkın bir ifadeye dönüşmüş olsa da kollarımı bedenine doğru sararak başımı göğsüne yasladım.

"Cenab-ı Allah kimsenin özünü karanlık yaratmaz Demir. Bazen insanın bakış açısı onu yanıltır ve ona olmayacak yalanlar sıralar tıpkı sana sıraladığı gibi. Lütfen özünün ışıl ışıl parladığını gör ve onu karanlıklar ardına saklama."

"Kendini kandırıyorsun Beyza aksini iddia etsen de bendeki durum tam tersi. Sadece sen yanımda olduğun zaman ruhum ışığa çekiliyor ve karanlık bana istese de yaklaşamıyor ama sen, benden uzaklaştıkça karanlık tarafından esir alınıyorum ve kendimle beraber seninde canını yakıyorum."

Yanağımı göğsünden çekip yüzüne baktım. Onun karanlık yanıyla bir çok kez karşılaşmıştım ve kesinlikle bir daha karşılaşmak istemiyordum ama bu, onu şu anki durumdan kurtarmak istemediğim anlamına gelmiyordu. Tüm düşüncelerimi bertaraf edip sırıtarak yüzüne baktım.

"Ama ben yanındayım Demir, bu demek oluyor ki karanlık sana bir daha yaklaşamayacak ve yine demek oluyor ki ikimizinde canı yanmayacak."

Demir sağ elini yukarıya kaldırırken içli bir nefesle beraber, yüzümü sağ elinin avuç içine aldı. Diğer elini ise başımın arkasına sabitleyip, hemen peşine de söylenmeye başladı.

"Böyle sevimli sevimli bakarak beni kendine çek, sonra da seni yanımdan ayırmıyorum diye bana söylen."

Arada bu kadar güç farkının olması cidden haksızlıktı çünkü o, beni sevdiğini düşünsede şu an canımı okuyordu.

"Demir, Demir yüzüm çok acıdı."

Hızla elini çektikten sonra iki elimi acıyan yüzüme doğru getirdim ama Demir, ellerimi kenara çekip yüzümü inceledi.

"Hayvan parmaklarım yüzünü kızartmış Beyza, hâlâ çok acıyor mu?"

"Aramızdaki güç farkı çok üst seviyede Demir. Bazen farkın bu kadar fazla olması beni korkutuyor."

"Azıcık canın yansa mutlaka söyle Beyza. Bazen ellerini tutarken bile zarar vermekten korkuyorum."

Ellerimi ellerinin arasına alıp öptükten sonra "Baksana çok narin ve küçük görünüyorlar" dedi. Bu cümlesi gülümsememe neden oluyordu çünkü ellerim aslında küçük değildi, sadece onun elleri büyüktü o kadar.

Demir ellerindeki ellerimi belinin arkasına doğru götürüp, ona sarılmamı sağladıktan sonra kendi ellerini de sırtıma doğru koydu. Artık ona alıştığım ve kabul ettiğim için mutluydum. O benim eşimdi. Evet bu gerçeği artık kabul etmiştim ama arada bu kadar uçurum varken bu evlilik nasıl şekil alacaktı işte bu kısmı bilmiyordum. Aslında bu kısımları düşünmemem gerektiğini durmadan söyleyip, kendime akışına bırakmam gerektiğini fısıldıyordum.

"Demir, ben ısındım. Sen de ısındıysan artık banyodan çıkalım mı?"

"Ne güzel birbirimize sarılıyorduk Beyza." Cümlesinden sonra hiç ara vermeden konuşmaya devam etti. "Bu arada aramıza koyduğun yastıkları artık kaldıralım mı? Hem böylece kollarımın sıcaklığında uyumuş olursun."

Her fırsatı değerlendiren adama şu an bakmıyor olsam da gülümsedim ama onun söylediğini kabul edecekte değildim çünkü uyku benim zayıf noktamdı ve uyuduktan sonraki halimden bihaberdim.

"Biraz daha zamana ihtiyacım var Demir ama bak, şu an senin kollarındayım."

Kollarını bedenime biraz daha sararken "Benim kollarımdasın" dedi. Tekrar konuşmaya başladığında sanki söylediğini tekrar tekrar kendine hatırlatmak istiyor gibiydi.

"Evet evet, şu an benim kollarımdasın!"

Merdivenlerden aşağıya doğru indiğimizde Demir "Çorbamızı içtikten sonra çok oyalanmayalım Beyza. Direk odamıza çıkıp uyuyalım." dedi.

"Tamam Demir çok oyalanmayız, zaten sıcak su beni mayıştırdı."

Salona girdiğimizde Deren anne ayağa kalkıp yanımıza doğru geldi.

"Güzel ısınabildiniz mi?"

Tebessüm ederek "Evet ısınabildik Deren anne" dedim ve ona sarılarak diğerlerinin yanına gittim. İçimden halanın elini öpmek hiç gelmiyordu ama yetiştirilme tarzımda yapmam gereken şey tam olarak buydu. Halanın önüne doğru gelip elimi uzatarak "Hoş geldiniz hala, tekrar kusura bakmayın" dedim. Elini uzatma zahmeti bile göstermeden yönünü Demir'e doğru çevirip, ağız ucuyla "Pek hoş bulmadım ama neyse " dedi.

Tamam yetiştirilme tarzımda büyüklere saygı duymak elbette vardı ama bana tokat atana diğer yanağımı çevirecek de değildim. Aynı onun konuştuğu gibi ağız ucuyla "Aslına bakılırsa benimde çok hoş bulduğum söylenemez ama neyse." dedim.

Hala benden duyduklarına şaşırmış olsa da bu savaşı o başlatmıştı ve bana sadece cephemi korumak kalmıştı.

Omurgamı dikleyip Demir'in yanına oturdum. Sol kısmımdaki Yağız "Çokta saygı göstermek için kendini kasma kanka." dedi. Koltuktaki mesafemi ayarlamış olsam da biraz daha Yağız'a doğru yaklaştım. Aramızda yine mesafe vardı ama şu an onu daha rahat şekilde duyabilecektim. Demir, Esra'ya çorba getirmesini söylerken ben de Yağız'a "Benimle derdi ne?" diye sordum. Yağız sorduğum soruya "Aslında seninle değil, ağabeyimle derdi var" dedi.

"Eee o zaman benden ne istiyor, gitsin ağabeyin ile derdi ne ise çözsün."

"Derdini çözmek için artık çok geç. Aman boş ver şimdi sen halamı, niye bu kadar geç indiniz? Bak sırf sen akşam oyun oynarız dedin diye dışarıya çıkmadım." İşaret ve baş parmağını çenesine doğru getirip sırıtarak konuşmasına devam etti.

"Şu yakışıklı surattan mahrum kalmalarının ne demek olduğunu bilmiyorsun."

Yağız'ın cümlesi sessizce gülümsememe neden olurken, halanın sesini de aynı anda duyuyordum.

"Yani nesini beğendin anlam veremiyorum. Bizim ailemiz için uygun olmadığını bildiğin halde gelin diye eve bu kızı getirmek başta ölmüş babana haksızlık."

Yağız'la ikimizin gülümsemesi aynı anda solarken, yine aynı anda ikimizde yönümüzü halaya çeviriyorduk.

Demir'in küfürlü cümlesini duyduktan sonra bu sefer bakışlarımı hızla Demir'e doğru çevirdim. Halanın laflarından ziyade beni Demir'in ağzından çıkan küfürler üzüyordu. O da bunu fark etmiş olacak ki çenesini sıkıp tekrar konuşmaya başladı.

"Başlatma beni aile uygunluğuna! Hem sen kim olduğunu sanıyorsun da benim karıma laf söylüyorsun. Hemen eşyalarını toplayıp, defol git ve bir daha bu eve adımını atma."

Tamam Demir'in beni bu şekilde koruması gururumu okşuyordu ama halasına kullandığı cümleler çok ağırdı.

"Gül gibi kızım dururken bununla evlendin! O seni yıllardır seviyordu. Bunu mu reva gördün ona?"

"Tek derdin kızınmış gibi konuşuyorsun Seher Hanım! Ben tek derdinin servetim olduğunu bilmiyor muyum? Yıllardır o kızın beynini sen ve ahmak kocan yıkadı! Şimdi kendi ellerinizle oluşturduğunuz enkazı eski haline siz getirin ama benden de karımdan da uzak durun. Bu cümlemi tekrar edecek olursam elinde avucunda ne kadar paran varsa hepsini yok eder, seni en sevdiğinden ederim."

Demir'in cümlesi halanın ellerinin titremesine neden olurken, küfür ederek evden kovması ayağa kalkmasını sağlıyordu. Halayla beraber Deren anne ve babaannede ayağa kalkınca Demir, sağ işaret parmağıyla onlara hükmediyordu.

"Sakın!"

İkisi aynı anda kalktıkları koltuğa geri oturduklarında babaanne hiç iyi görünmüyordu. Elini kalbine doğru götürdüğü zaman yüzünün rengi morarmaya başladı. Hızla yerimden kalkıp babaanneye doğru ilerleyecek iken Demir elimden tutup, tekrar koltuğa oturmamı sağladı.

"Demir elimi bırak, kadın hiç iyi görünmüyor."

"Bırak gerçeklerle yüzleşsin ve yetiştirdiği çocukların 5 para etmediğine şahit olsun!"

Bu evde daha önce ne yaşanmıştı da bu aile bu haldeydi kesinlikle anlamam mümkün değildi ama yaşlı bir kadını çaresiz bir şekilde ortada bırakacak değildim. Demir'in elimin üzerindeki elini silkeleyip babaanneye doğru koştuğumda "İlacın, ilacın nerede?" diye bağırıyordum ama o, cevap veremiyordu.

"Yağız ne olur yardım et!"

Yağız ayağa kalkıp birkaç saniye sonra ilaçla beraber yanımıza geldi, zor olsa da babaanneye ilacını içirmeyi başarmıştım. Aradan ne kadar süre geçmişti bilmiyordum ama zaman şu an hızlı akıyor, her şey birbir ardına oluyordu. Demir yanıma gelip kollarını iki yana açtığında önce babaannesine sonra da annesine baktı.

"Eserinizden memnun musunuz? Haaa! Ortaya çıkardığınız bu eserden memnun musunuz?"

Deren annenin gözünden akan yaşlar eteğine doğru damlarken sessizce "Oğlum" diye fısıldadı. Bu fısıltı Demir de buzdan bir yanığa döndüğünde bileğimden kavrayıp beni üst kata doğru çekiştirdi.

"Bırak beni Demir, bana ihtiyaçları var."

Demir hızlı adımlarını durdurup gözlerimin içine öyle bir baktı ki ben, bu bakış karşısında yalnızca acıyla yutkundum.

"Ya peki ben! Benim ihtiyaçlarım ne olacak?"

Gözlerindeki karanlık herkesi ve her şeyi yutmak istediğinin kanıtı gibi görünüyordu. Gözlerimdeki bakışlarını sonlandırıp tekrar yürümeye başladı. Artık ona direnmiyor, elimi elinden çekmeden yürümeye devam ediyordum. Odamızdan içeriye girdiği zaman sindiremediği tüm duyguları öfkeli bir bağırma ile sonlandırmaya çalıştı ama başaramamış olacak ki yumruğunu sıkarak duvara doğru adımladı. Kalbinde hissettiği acının yer değiştirmesini istediğini artık biliyordum. Hızlı adımlarla önüne doğru geçip gözlerinin içine baktım.

"Çık önümden Beyza, hatta öfkem dinene kadar benden uzaklaş!"

"Tamam Demir, zaten biraz sonra namaz kılmak için yanından gideceğim."

Aramızdaki mesafeyi kapatıp gözlerinin içine bakarken konuşmama devam ettim.

"Ama gitmeden önce birazcık kocama sarılmak istiyorum."

Zaman kaybetmeden göğsüne sarılıp ellerimi sırtına doğru götürdüm ve hiç konuşmadan öfkeli nefeslerinin sakinleşmesini bekledim. Sandığımdan kolay sakinleşen nefes alışverişlerinde kulağıma dolan kalp atışları güçlü bir şekilde kendini hissettiriyordu.

"Demir biliyor musun, bazen sıcaklığının benim için yaratıldığını düşünüyorum. O kadar kararında bir sıcaklık ki asla terletmiyor ama aynı zamanda da sıcacık hissettiriyor."

Demir sözlerime hiçbir cevap vermezken, değişen kalp atışları bana cevap veriyor gibiydi. Biraz daha ona sarıldıktan sonra artık tamamen sakinleştiğinden emin olduğum için göğsündeki yanağımı geriye çekip ona doğru baktım. Gözleri kapalı şekilde duruyordu lakin yüzündeki öfkeli ifade yerini sakinliğe bırakmıştı. Yüzüne biraz daha detaylı bakmak için bedenimi göğsünden geriye doğru çektim. Tamam onun yakışıklı bir adam olduğunu zaten biliyordum ama bu yakışıklılığın beni etkisi altına almadığını da çok iyi biliyordum. Peki şu an onu gözümde daha sevilesi gösteren şey neydi? Veya sıcaklığının benim için yaratıldığını düşünmeme sebep olan farklılık tam olarak neydi?

Yoksa ona aşık olmaya mı başlıyordum!

Yok artık daha neler diyen iç sesim rahatlamama neden olsa da sağ elimi kalbimin üzerine koyup atışlarını dinledim. Aynı atıyordu ve heyecanlanmaya dair en ufak bir farklılık yoktu. Yine de emin olmak için bu sefer sol elimi Demir'in kalbinin üzerine koydum ve aradaki farka baktım. Onun kalp atışları benimkinin aksine hızlı ve çok güçlü atıyordu.

"Neye bakıyorsun?"

Demir'in sorusuyla ne zaman kapadığımı bile fark etmediğim gözlerimi açıp gülümsedim.

"Senin için endişeleniyorum Demir, acaba diyorum bir ara kalp doktoruna mı gitsen?"

Demir'in yüzünü alan ifade sırıtmama neden olduğunda gözlerini sakinlik dilemek ister gibi kapattı ve çok geçmeden bir daha açtı. Yüzümde dolaşan gözleri çok geçmeden, önce kalbinin üzerinde unuttuğum sol elime, daha sonra da kendi kalbimin üzerindeki sağ elime kaydı. "Yoksa!" dedi ve heyecanla elini kalbimin üzerindeki parmakların üzerine koydu. İstediği sonucu alamamış olacak ki kalbimin üzerindeki elimi kenara çekip tekrar kemikli parmaklarını kalbimin üzerine koydu.

O umutla kalp atışlarımı kontrol etmeye devam ettiği sırada gözlerini yumdu ve kalp atışlarıma daha fazla odaklandı. Onun bu çabası boş ve yersizdi çünkü kalbim, Demir için atmıyordu. O da bunun farkına varmış olmalı ki kafasını olumsuz anlamda sağa sola salladı ama sonrasında dudakları sessiz bir şekilde hareket etmeye başlayıp bir şeyler tekrarladı. Tekrarladığı şeylerin ne olduğunu merak etsem de onu rahatsız etmedim ve sol elimin altındaki kalbinin varlığına odaklanıp, gözlerimi kapadım.

"Allah'ım Demir'in karanlıkta olduğunu iddia ettiği özünü aydınlığa çıkar ve onun yara almış kalbine şifa ver. "

Duama sayısız aminlerimi gönderirken yüreğime akan sıcaklık huzurlu olmamı sağlıyordu ama bir anda içimde yükselen Enfal Suresinin 63. ayeti tuhaf hissetmeme neden oluyordu.

Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin fakat Allah, onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir.

İki adım atıp Demir'den uzaklaştığımda gözlerimi açarak ona baktım. Yolunda gitmeyen şeyler vardı. Hayır hayır, şu an yolunda gitmeyen bir çok şey vardı! Hissettiğim tuhaf his bedenimin ürpermesine neden olurken derin bir nefes alıp, tekrar gözlerimi kapadım ve bu hissin geçmesini bekledim ama durmadan kulağımda Enfal Suresinin 63. ayeti dönüyordu ve ben, kulağımdaki o sesi susturamıyordum.

Gözlerimi açtıktan kısa süre sonra bakışları yüzümde dolaşan Demir'e "Benim... Benim namaz odasına gidip Kur'an-ı Kerim okumam gerekiyor Demir" dedim ve hızla yanından ayrıldım. Bir an önce Kur'an-ı Kerim okuyacak ve kulağımda yankılanmaya devam eden o ayetin yerini, başka ayetlerle dolduracaktım.

 

 

⏳10 gün sonra...

Kapının zilini çalarken Demir'e bir kere daha hatırlatıyordum.

"Hayır Demir, seni orada görürsem gerçekten olay çıkarırım. Zaten Ferit'in restoranını ayarlamışlar. Sadece üniversite arkadaşlarımız oluyor, yanlarında kimse sevgilisini, eşini vesaire getirmiyor."

Son birkaç gündür onunla güzel bir dille konuştuğum halde bu olay sürekli ikimiz arasında sürtüşmeye neden oluyordu. Artık onun bu laf dinlemez halleri sınırlarımı aşırı derecede zorluyordu. Ne ricalı konuşmamın ne de durumumu sakin bir şekilde anlatmamın hiçbirisi fayda vermiyordu ve Demir sürekli bana emirler yağdırarak konuşmaya devam ediyordu.

Kapı açılıp içeriye doğru girerken, Demir söylediklerimi duymamış gibi söyleniyordu.

"Benim karım kıymetli arkadaş! Seni tek başına hayatta göndermem. İti var, kopuğu var, sarkanı ve bakanı var. Hayır, hayır asla diyorum sana! "

Esra teyze bizi şaşkınlıkla izliyor, ne yapacağını bilmez halde bekliyordu.

"Tek başıma gideceğim Demir, yanımda Tuğba da olacak diyorum sana."

Dış kapıyı kapatıp, Demir'in yanına doğru geldim. Ne kadar ciddi olduğumu görmesi için gözlerinin içine sertçe baktım ama o, bundan etkilenmemiş şekilde ceketini çıkarmam için bana arkasını döndü. Onunla sürtüşüyor olsak da hâlâ ceketini çıkarıyor olmak evliliğimizin ilk kuralına ne kadar sadık kaldığımın kanıtı gibiydi.

"Sana bensiz gidemezsin diyorum. Sözümü dinle be kadın!"

Yüksek çıkan ses tonu ayağımı sinirle yere vurmama neden oluyordu. O güzel konuşmaktan anlamıyorsa o halde bende onun hak ettiği ses tonuyla rahatlıkla konuşabilirdim. Ne de olsa söz konusu onsuz bir yere gitmemse sakin ve açıklayıcı konuşmamın Demir üzerinde hiçbir etkisi olmuyordu.

"Bana emir veremezsin Demir. Ben senin karınım, ona göre benimle konuşurken ayağını denk al."

Aynı onun bana yaptığı gibi trençkotumu çıkarması için ona arkamı döndüm. Trençkotumu çıkardıktan sonra beni kendine doğru çevirip, gözlerimin içine beni sindirebileceğini düşündüğünü belli eden bir ifadeyle baktı. Beni sindirmek istiyorsa suyuma gelmesi gerektiğini, böyle yaptığı sürece onunla savaşacağımı bu adam nasıl oluyor da bir türlü anlamıyordu.

Deren anneler sofrada bizi beklediği için elimdekileri Demir'in koluna tutuşturdum. Ellerimi yıkayıp sofraya doğru ilerlediğimde Demir'in de hemen arkamdan geldiğini gördüm. Aynı anda sandalyeye oturmaya çalışırken kollarımız birbirine değdi ama şu an kedi, köpek modumuz aktifti ve bana sinmem için bakmaya devam ediyordu. İşte bu bakış karşısında kontrol altında tutamadığım asi yanım, birbirine değen kollarımızı omuz atarak ayırmaya ve yerime oturmama neden oluyordu.

"Ooo yengem Karadeniz kızlarının hepsi mi böyle asi, yoksa sana mı özel? Ağabeyim gibi bir adama bile omuz atıyorsan, yürek yemişsin demektir."

Yağız yine işin eğlence kısmındaydı ve ağabeyi ile sürtüştüğümüz bu dakikalar, ona inanılmaz derecede keyif veriyordu.

"Yağız sen dalga geçiyorsun ama ağabeyin beni çıldırtıyor."

Sofrada herkes bize bakıp, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yönümü biraz daha onlara doğru çevirdim ve sanki düştüğüm bu durumdan beni kurtarabilirlermiş gibi yardım dilendim.

"Deren anne, babaanne ne olur ona siz söyleyin. Ben birkaç gündür ona tatlı dille anlattığım halde kesinlikle beni dinlemiyor. Üniversite arkadaşlarımla katılacağım yemeğe eşler gelmediği halde ben de geleceğim diye tutturdu."

Deren anne Demir'e bakıp kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Oğlum, Beyza çocuk mu? Veliye ihtiyacı mı var da yanında gideceksin? "

Demir'in ailesi iyi kilerimden olmaya kararlı görünüyordu. Deren annenin cümlesiyle beraber gülümseyen ifademle Demir'e doğru baktım ama o, bana sinirle bakıyordu. Yüzümdeki gülümseyen ifadeyi silip sırıtmaya başladığımda onu daha gıcık etmeye endeksli bir şekilde elimi göğsüme doğru koydum ve sessizce "Oh" diyerek aşağı, yukarı oynattım.

"Bensiz gidemez diyorsam konu kapanmıştır. Sizde uzatmayın!"

Demir tek bir cümlesiyle ailesini sindirip, susmalarına neden oluyordu ve benden de aynı bu şekilde sinmemi bekliyordu ama o, aşırı derece de yanılıyordu.

"Yok ya... Sen konu kapandı dedin diye konu kapanmıyor Demir Bey. Bana emirler yağdırıp durma, katlanamıyorum artık!"

Demir'in yüzümde dolaşan bakışları gardımı daha sağlam tutmama neden oluyordu ve biz bakışlarımızla birbirimizle savaşıyor, sınır hatlarımızı korumaya çalışıyorduk. Demir derin bir nefes alıp, önüne döndü ve hiçbir şey demeden, yemeğini yemeye başladı. Böyle davrandığı için asla onun gelmesine izin vermeyecek, onsuz gidecektim. Bende sinirle tabağıma gömülüp, yemeye başladım.

Demir "Tuz!" diye bağırınca boşluğuma geldiği için irkildim. Bu adamın cümlelerinde neden ufak bir rica kırıntısı bile bulunmuyor, sürekli emirler yağdırıp duruyordu. Ona sürekli bu şekilde davranmasının yanlış olduğunu söylememe rağmen hatalarını diretiyor olması tuhaftı. Ben bunları anlamaya çalışırken Yağız, tuzu ağabeyine doğru uzattı.

"Yağız'cığım tuzu bana uzatır mısın?"

Tebessümle sorduğum soru, Yağız'ın ağabeyine doğru bakmasını sağlıyordu ama Demir, tuzu bana değil de ona uzatması için Yağız'a sert bir şekilde bakıyordu. Yağız, ağabeyinin sert bakışları karşısında yutkunmuş olsa da "Kusura bakma ağabey, yengem bu kadar kibar istiyorken tabii ki önceliğim yengem olacak" deyip tuzu bana uzattı. Tuzu alırken göz kırparak Yağız'a teşekkürlerimi sundum ve tuzla işim bitince yanıma koydum.

Demir öfkeyle "Tuz!" diye bağırarak bana baktı. Kafamı çevirip gözlerimi ona sabitledim. Kaşlarımı yukarıya kaldırıp "Tuz değil! Tuzu verir misin diye kibar bir şekilde istemen gerekiyor." dedim ama o, sandalyeden bana doğru döndü ve dişlerini sıkarak "Tuz" dedi.

Tebessüm ederek "Hay hay Demir Beyimizin emri başımın üstüne" diyerek tuzu çok daha uzağa koydum. Demir gözlerini kapatıp, derin derin nefesler almaya başladı.

"Yenge gün geçtikçe gözümdeki yerin yükseliyor. Sizin Akmanlarda yaşıma uygun bekar kız var mı? Senin gibi güzelse gözüm kapalı evlenirim."

Yağız'ın sözleri Demir'i iyice öfkelendirdi. Ona doğru delici bakışlar atarken, parmaklarını sertçe masanın üzerine teker teker vuruyordu.

"Akman olarak kalmadığıma o kadar pişmanım ki keşke bir Erdem olmasaydım da mutlu mesut yaşasaydım."

Cümlemden sonra Demir'in sertçe masanın üzerine vurduğu parmakları yavaşladı. Hepsini aynı anda masaya vurup hafif ses çıkardı. Bana doğru döndüğünde demek öyle der gibi kaşlarını kaldırarak bana baktı.

"Öyle bir şansın olduğunu mu sanıyordun? Seni gördüğüm ilk gün benim için sen, Beyza Erdem'din ve ben, benim olanı alana kadar vazgeçmedim. Sence ben, seni Akman olarak bırakır mıydım?"

Sinirimle oynayacağını bile bile gözlerimin içine biraz daha baktı ve beni deli edeceğini çok iyi bildiği cümleyi yüksek sesle söyledi

"Ömür boyu Beyza ERDEM olarak kalacaksın!"

Bu cümle başka birisi için normal bir cümle olarak algılansa da ben, Demir'in neden böyle söylediğini biliyordum. O sadece onun soyadını taşımamı ve sadece onunmuşum gibi bir hayat sürmemi istiyordu. Sürdürdüğüm bu hayatta ailem de soyadım da sanki beni, ondan alacakmış gibi davranıyordu. Hatta evlendiğimden beri ailemin yanına gitmemi sürekli engelliyor, onların gelmesine engel olmak için her konuşmada yoğun olduğumuzu söylüyordu. Tekrar farkına vardığım gerçekle elime yemek bıçağını alıp, öfkeyle gözlerimi kapattım ve derin bir nefesle beraber sakinlik diledim ama bu adam böyle davrandığı sürece sakin kalmam imkansızdı. Ona doğru dönüp, bıçakla onu işaret ederken, sinirimi yüzüne karşı soludum.

"Beyza Erdem değil Demir, Beyza Akman Erdem! Bir daha soyadımı sakın kısaltmaya kalkışma. Zaten sen böyle dik konuşmaya devam edersen çok yaşamazsın! O yüzden bana, soyadımdaki asıl fazlalığı şimdi attırma! "

Nasıl oluyor da yoldan çıkmamı kolaylıkla sağlıyordu bir türlü aklım almıyordu. Demir'le aramdaki bu diyalog Yağız'ı eğlendirmişe benziyordu. Elindeki telefonu biraz daha bize yaklaştırıp keyifle konuşmaya başladı.

"Bu kıza ne yedirip içirmişseniz, gözü kara kızın. Ağabeyimi şu an ciddi ciddi tehdit ediyor. Sizce o bıçağı saplama ihtimali yüzde kaç? Bence her an saplayabilir. "

Deren anne, Yağız'a kızarak "Allah korusun öyle bir şey yapmaz benim kızım, sadece sınır tanımaz oğluma haddini bildiriyor" dedi.

Onların o hali öfkeli ifademin silinmesine ve gülümsememe neden oluyordu. Deren anneye öpücüklerimi gönderdikten sonra Yağız'a doğru dönüp şakalaşarak konuştum.

"Yağız telefonu kapatsana yengem, bu şekilde arkamda kanıt bırakırsan nasıl saplayacağım bu bıçağı?" Biraz daha gülümsedikten sonra sessizce "Sizler iş birlikçilerim sayılırsınız ama video kaydı sakat iş, ömrüm hapislerde geçer" dedim.

Söylediğim cümleye tek kişi hariç herkes gülüyordu. O da gözlerimin içine bakıp, beni sinir etmekten zevk aldığını gösteren cümlelerini kuruyordu.

"Peki soyadını kısaltmıyorum Beyza Akman Erdem Hanım. Çocuklarımızın soyadı, yalnızca ERDEM olduğunda nasıl bir tepki vereceksiniz acaba? O zamanki halinizi sabırsızlıkla bekliyorum."

Arsızdı işte, milletin içinde konuyu getirdiği yerden belliydi. Sanki gerçek anlamda karısı olmuştum da çocuğunun soyadı eksik kalmıştı

Demir'in babaannesi içli sesiyle "Ah ikinizin bebeği ne kadar güzel olur? Hüseyin Bey de güzel haberlerinizi sabırsızlıkla bekliyor." dedi.

Babaannede öyle söyleyince iyice utanmış, Demir'e olan öfkem ise artmıştı. Bıçağı masaya sertçe bırakırken, dişlerimin arasından konuşmama engel olamıyordum.

"Bu gidişle o çocukların annesi, ben olmayacağım Demir! Sen bu kafayla gitmeye devam et."

"Öyle mi Beyza ERDEM?" deyip sandalyesini geriye doğru itti. Ayağa kalkarak yine beni sindirmeye çalışan o bakışıyla bana sert sert bakmaya başladı.

Sinirle bende yerimden kalkarken sesimi onun sesiyle aynı tona getirdim. "Beyza AKMAN!" dedikten kısa süre sonra onun üzerimde kurmaya çalıştığı baskısından haberdar olduğumu yüzüne soludum.

"Sen ayağa kalkıp, üstten üstten sert bakarak beni sindirmeye çalışamazsın! "

Ciddi cümlem karşısında bakışları kısa süre üzerimde dolaştı ve orada ne gördüyse gülmemek için dudağının kenarını ısırdı ama pekte etkili olamamış olacak ki gülmeye başladı. Ne güzel ciddi ciddi konuşuyorduk şimdi neden gülümseyip benim dikkatimi dağıtıyordu ki?

"Oturduğumda da pek bir şey fark etmiyor ufaklık, yine üstten bakmış oluyorum; çünkü boyun tam olması gerektiği yerde yani göğsümde."

Cümlesini ayaklarını büküp, beni sırtına alarak sonlandırıyordu. Beklemediğim hareketi karşısında ufak bir çığlık attıktan sonra elimle ağzımı kapattım. Neden bu adam, işine gelmediği zaman beni kolaylıkla sırtına atabiliyordu ve ben, neden ona güç yettiremiyordum? Acaba onun kadar uzun ve kalıplı olsam da beni yine böyle rahatlıkla sırtına atabilir miydi? Peki bu güce erkek olduğu için mi sahipti, yoksa boylu ve kaslı olduğu için mi?

Beyza sen manyak mısın acaba? Adam seni sırtına atıp merdivene doğru ilerliyor, sen omuzunda durmuş neyi sorguluyorsun. Sırtına bir iki tane geçirip, bağırarak sinirini çıkarsana!

İç sesim kendime gelmemi sağlarken "Bırak beni Demir!" diye bağırdım ama bu bağırma hiçbir sonuç vermedi. Demirle konuşarak hiçbir yere varılmayacağını anladığımda bu seferde kendi kendime konuşmaya başlıyordum.

Vurup bağırınca bir şey oluyor sanki. Adam sırtına masaj yapılıyormuş gibi keyifle yürümeye devam ediyor ve hiç o taraflı olmuyordu. Dirseklerimi sırtına koyup, ellerimle başıma destek verdim ve düşünmeye başladım.

En iyisi çokça kilo almak. O zaman ister istemez zorlanır.

Nasıl kilo alacağım acaba, insanda iştah mı bırakıyor gıcık? Sofradaki sarmaların tadına bile bakamamıştım daha, oysa üzerine limon sıkıp yesem ne güzel olurdu. Neyse yere indirdiğinde mutfağa kaçar, bir tabak dolusu yerim.

Allah'ım şu düştüğüm hale bak, şu halde bile neler düşünüyorum.

Derin bir nefes alıp düştüğüm hali sorguladım. O sırada Demir, omzunda ben yokmuşum gibi merdivenleri ikişer, üçer çıkarken babaannesine doğru sesleniyordu.

"Merak etme babaanne, istediğin bebeği yakın zamanda kucağına vereceğim!"

 

Loading...
0%