@hanifta_hanim
|
Odaya girdiğinde kapıyı kapatıp, beni yere indirdi. Hâlâ söyledikleri kulaklarımda yankılanıyordu. Böyle bir şeyi düşünmesi bile imkansızken, nasıl bu şekilde konuşup, onlara ümit verebilirdi. Hele birde pamuğum duyacak olsa çok heyecanlanır, her gün mutlu haber almak adına beni arardı.
"Sen babaannenin kucağına nasıl bebek vereceksin Demir, lütfen bana sakince açıklar mısın? Bu bebeğin annesi ben olmayacağıma göre, herhalde bir önerin vardır. "
Demir yatağa doğru giderken son cümlemi duyunca arkasını döndü. Kaşlarını çatarak bana baktı. Kravatını çıkarıp yatağa öfkeyle fırlattıktan sonra gömleğinin üst düğmelerini açtı. Kollarını yukarıya doğru çekerken çok tahammülsüz görünüyordu.
"Saçma sapan konuşma Beyza! Bir bebeğim olacaksa bu senden olacak." Derin bir nefesle beraber tahammülsüz cümlesine devam ediyordu. "Daha ne kadar sana dokunmamı engelleyeceksin?"
Duyduklarım karşısında ne düşüneceğimi bilemeden Demir'in yüzüne anlamsız bir ifadeyle baktım. Biz bu adamla ayrı evlilikler yaşıyor gibi konuşuyordu. Bir bebek ancak mutlu evliliğin tacı olabilirdi. Bizim evliliğimizde eksik puzzle parçası, o kadar fazlaydı ki ortaya ne çıkacağı belli bile değildi. Böyle bir durumda tek eksik, gerçekten dokunmak mıydı? Dokunmak puzzle'ın son eksik parçasıyken, Demir sadece çerçevesi olan bir puzzle'a en son konulması gereken parçayı, en önce koymak istiyordu.
Kollarımı birbirine bağlayıp, ona doğru ilerledim ama konunun isteklerine geleceğini bildiğim için gergindim.
"Sen ne demeye çalışıyorsun Demir? Açık açık söylesene."
Elini ensesine götürürken gözlerimin içine bakıyordu ve gözleri aramızda büyük bir kavga olacağının haberini veriyordu
"Genç ve evli bir adam olduğumun farkındasın değil mi? Seninle evleneli 3 ay oldu. Bırak dokunmayı, seninle öpüşemedik bile! Daha ne kadar beklemem gerekiyor. Zaman ver! Şu kadar süre de bekleyeyim ama sen, umursamıyorsun bile."
Bunu söylerken ne kadar normal bir istekmiş gibi söylüyordu öyle. Bu dediklerinin olabilmesi için ikimizin, birbirine aşık olması gerekiyordu. Daha onun ne hissettiğini bile bilmiyordum. Şüpheleniyor, emin oluyor, sürekli gidip soruyordum ama bana verdiği cevaplar sorularımla ilgili olmuyordu.
Beyefendi aşık olmaz, ona aşık olunurmuş!
Onun duygusundan bile emin değilken ben, daha ne kadar çabalayıp, bu evliliği umursayacaktım? Daha ne kadar fedakarlık etmeye devam edecek, kendimi ifade etmek için çırpınmaya devam edecektim.
"Genç bir adam olduğun şimdi mi aklına geldi Demir? Sana açık açık bana dokunmana müsaade etmem diye söylemiştim. Senin gibi genç, nefsine düşkün bir adam, elbet yanlış yollara, haram kadınlara gidecek, işte o gün ortadan kaybolup, bu evliliği bitireceğim demedim mi sana?"
Öfkeyle iki elini saçlarına geçirip dağıtırken, bağırarak yatağa tekme attı. Hışımla arkasını dönüp, yanıma geldiği sırada işaret parmağıyla omzuma dokunarak bağırdı.
"Ben helalim olan seni istiyorum. Seni!.."
"Yani ben şimdi tamam desem, benimle birlikte olacaksın, doğru mu anlıyorum Demir? Arada hiçbir duygu yokken, sırf gençsin ihtiyaç duyuyorsun diye, gelip benimle birlikte olacaksın. Ben de bana aşık bile olmayan adamın dokunmasından, mutluluk duyacağım öyle mi?.."
İçim acıyor, sorduğum sorunun cevabını duymaktan çok korkuyordum. Tamam bu evliliğe zorla girmiş, sonra da ona şans vermiştim ama bu istediğini hayata geçirirsem ben, yaşayan bir ölüye dönecektim.
Yalvaran bir ses tonuyla cümlemi devam ettirdiğimde olumsuz bir cevap vermesi için dua ediyordum.
"Gerçekten bunu mu istiyorsun Demir?"
Beni omuzlarımdan tutup, duvara yasladı. Eliyle çenemi yukarıya doğru kaldırırken, boynunu eğdi ve dudaklarını dudaklarımın yanına getirdi. Beklemediği anda duvardan destek alarak, onu hızla ittiğimde dişlerini sıktı. Alnında hortuma dönüşüp, her şeyi birbirine katacak olan damarıyla, iki elimi sertçe arkaya götürerek, tek eliyle kavradı. Sol parmaklarını tekrar çeneme koyup yüzümü kavradığında öpmek için dudaklarını dudaklarımın yanına doğru getirdi. Gözleri içinde binlerce yangın barındırıyordu ve bu yangınla kendi ile beraber beni de yakmak istiyor gibiydi. Dudağıma değmek üzere olan dudaklarını bulunduğu yerde sabit bıraktığında kasılan çenesiyle beraber gözlerini kapatıp, uzun süre öyle bekledi ve sonra zorlanıyor olsa da kendini geriye çekip gözlerini açtı. Tahammülsüz bir nefes ciğerlerine bahşedip yüzüme karşı öfkesini soludu.
"Sen hiçbir şey göremeyecek kadar körsün!"
Görmediğimi iddia ettiği duyguyu bağırarak söylerken, yatağın üzerindeki her şeyi yerle bir etti.
"İstiyorum ulan; seni öpmeyi, sana dokunmayı, senin her zerreni yaşamayı!"
Sandalyeyi eline alıp "Kocanım ulan, senin kocanım!" diye duvara savurduğunda bunu öyle bir tonda söylüyordu ki sadece onun olduğumu hissettiriyordu.
"Köpek gibi aşığım sana! Nesini görmüyorsun, nesini anlamıyorsun? Sana bakarken içim gidiyor, sana dokunmak için çıldırıyorum. Hâlâ arada hiç bir duygu yokken, bana nasıl dokunacaksın diyorsun!"
Defalarca ona çeşitli yollardan, duygularıyla ilgili sorular sorduğumda hepsini geçiştirip, bana hissettiklerini anlatmamıştı.
Gözlerimi kapatıp, Demir'in alt üst ettiği odadan uzaklaşmak istedim. Bu kadar olumsuzluğun içinde kalbimde oluşan hareketlenme de neyin nesiydi? Elimi kalbimin üstüne koydum. Hayır Demir'in ki gibi atmıyordu ama yine de hissedebiliyordum. Sanki toprağıma ekilmiş tohum filizlenmiş ben buradayım, artık beni gör diye baş kaldırıyordu. Topraktaki küçük cılız kökü daha güçsüz olsa da ilerde devasa boyuta dönüşebilecek çam filizi gibiydi ve kalbimde fazlaca yer edinmek istediği çok belliydi. Bu his bütün olumsuzluklara rağmen içimi sıcacık yapmış, evliliğimize dair beni çok daha fazla umutlandırmıştı.
İçimi saran sıcaklıkla beraber gözlerimi açtım. Demir yanıma doğru gelirken, eliyle göğsüne vuruyordu.
"Sana aşık olmasam, bu kadar çabalayıp seninle evlenir miydim? Her gün ayrı bir kadının dudaklarında sabahlar, ihtiyaçlarımı benim için pervane olan kadınlarla giderirdim. Şu an bile çıkıp bir mekana gitsem, evli olduğumu bildikleri halde etrafımı çevirecek, benimle yatmak için sıraya girecek onca kadın var!.. "
Tam dağın zirvesine çıktım; burada soluklanabilir, sonrası için burayı sahiplenebilirim dediğim an, o zirveden yere çakılışımı izliyordum. Yaralanmış ellerim, dizlerim değil de en çok kalbimde yeni hissettiğim cılız köküyle filizlenen tohumun canı acıyordu. Küçücüktü ve ben beslemezsem ölmeye mahkumdu. Bu adamın sözlerinden sonra küçük canı böylesi yanmışken, hiç görmemiş sayar, şu sözlerden sonra onu gururumla ezip geçerdim.
Öfkenin kızıla çalan rengine tutunuyordum şu an. Ahh birde gururun siyahında boğuluyordum. İkisi bir araya gelip birleştiğinde bedenimde; ben her şeyi yok sayıyor, herkesi hiç yapabiliyordum. Siyaha çalan kızılımla; besmele ile kaldırdığım tuğlayı, yerine iki sıra daha fazla örüyordum.
İşaret parmağımla kapıyı gösterirken, gözlerimin rengi kızıldı.
"Hadi gitsene Demir! Ne duruyorsun burada? Git onların dudaklarında sabahla! Git onların yataklarında ihtiyacını karşıla! Sonra yanıma gel adam gibi de ki 'Evliliğimizin bitiş akdi gerçekleşti'. O dakikadan sonra beni, bu eve zincirle bağlasan bir dakika yanında durduramazsın. Senden öyle bir giderim ki gerekirse ailemi bile görmeden bir hayat sürer, yine de senin esaretin altına girmem."
Kolundan tutup, kapıdan dışarı çıkarırken gözlerimin rengi siyahtı.
"Sana köpek gibi aşığım yalanlarını, şimdi git onların kulağına fısılda..."
Duyduklarımdan sonra kalbimdeki his öyle çok canımı yakıyordu ki kulağımda yankılanan sözlerini susturamıyor, bunu Demir'in yüzüne karşı söylerken öfkemi kontrol altında tutamıyordum.
"Bana aşkını haykıran adamın üç dört cümlesinden sonra konu, onunla yatmak için sıraya girecek kadınlara geliyorsa ben o aşkı da adamı da kocayı da hayatımda istemiyorum. Şimdi defol!"
Bu sözler karşısında Demir'in ne yüzündeki ifadeyi, ne de bakışını hatırlıyordum. Şu an hatırladığım tek şey, hızla yüzüne çarptığım kapının kulaklarımda bıraktığı yankılanmaydı.
Yankı son bulurken kulaklarımda, dağılan odaya doğru yürüdüm. Sandalyeyi kaldırıp yerine koydum. Kalbimin sancıyan yanını göremez, onu var sayamazdım. Yatağın çarşafını serip, yorganı yerden kaldırırken kalbimdeki cılız köklü filiz, başındaki tohumu attı ve ince çam yapraklarını ortaya çıkardı.
"Hayır, seni kalbimde istemiyorum! Oraya ait değilsin!" diye bağırırken, elimdeki yorganı yatağa doğru savurdum. Kesinlikle bu duyguya teslim olamazdım. Başımdaki iğneleri öfkeyle çıkardığım sırada şalım ve bonemi aynı anda başımdan çıkarıp, yatağa savurdum.
Çaresiz bir şekilde yatağın üzerine çökerken, başımı ellerimin arasına alıp, bu duygudan çıkmak için kendime telkinler veriyordum.
Yapma ne olursun, orada sakın büyüme!
Güçlü çıkan sesim içli bir hıçkırığa dönüştüğünde sanki konuşursam beni anlarmış ve böylece içimdeki toprakları terk edermiş gibi hissediyordum.
Bu kadar süre, o toprakları temiz tutmak için ne kadar çaba verdiğimi bilmiyorsun. İlk ekilmeye çalışılan tohum olduğunu mu sanıyorsun? Bunca yıl inatla kalbime tohumunu ekmeye çalışan onca kişi varken, neden onu kabul ediyorsun?
Gözümden akan yaşları sessizce sildikten sonra Demir'in söylediği sözleri beynimde susturmak ister gibi konuşmaya devam ediyordum.
Ne sanıyorsun sen, cılız kökünü besleyip büyüttüğünde gölgesi altında soluklanıp, güzel bir hayatının olacağını mı? Olmayacak işte, sana aşkını haykırdıktan sonra kurduğu cümleleri duymadın mı? Şimdi nereye gittiğini sanıyorsun? O, böylesi yanlışken sen, temiz toprağına onun serptiği tohumu mu kabul ediyorsun?
Toprağımda varlığını sürdürmeye devam eden filiz, orayı sahiplenmiş gibiydi ve ben, ne kadar konuşuyor olsam da büyümek için can atıyordu; lakin bu benim kalbimdi ve bana ihanet etmemesi gerekirdi ama o, inatla toprağındaki filizi beslemeye devam ediyordu!
Sen kabul ediyorsan bile ben, siyaha çalan kızıl rengimle seni yok edene kadar besleyeceğim. Senin büyümene asla izin vermeyeceğim!
Yerimden kalkıp, hiçbir şey yokmuşçasına Demir'in talan ettiği odayı topladım. Abdestimi alıp vaktin namazını eda ettim. Sözde hiçbir şey yokmuşçasına davranmak için çabalıyordum ama bu mümkün olmuyordu. Gözyaşlarımla beraber secdeye gittiğimde sadece "Rabbim, benim merhameti sonsuz Allah'ım!" diyebildim ve uzun süre sakinleşmek için bekledim. Tekrar derin bir nefes çektiğimde bu sefer kırgın kalbimle konuşuyordum.
Rabbim, benim güzel Allah'ım!
Kendimi sana şikayet etmeye geldim! Tam her şey düzeldi eski şükür dolu Beyza'ya kavuştum derken yine güçsüz ve çok yorgun hissediyorum. Her defasında bu ben değilim diyorum ama yara alan yüreğimi bir türlü sarmayı başaramıyorum ve bana ağır gelen imtihanıma ağlıyorum. Sana yalvarıyorum imtihanımı kolaylaştır Allah'ım.
Peygamberlerin imtihan ve acı dolu hayatları aklıma geldiği zaman utançla yutkunuyordum ama yorgun yüreğimdekileri susturamıyordum.
Ben Yunus (A.s.) değilim; bu uçsuz bucaksız karanlık beni yutar...Ben Yakup (A.s) değilim; bu keder beni bitirir...Ben İbrahim (A.s.) değilim; bu ateş beni yakıp kül eder...
Ben... Ben sadece çok güçsüzüm Allah'ım, eski Beyza'ya göre çok güçsüzüm ve yüreğimdeki hissi söküp atamıyorum. Senden yeni hissetmeye başladığım bu hisle baş edebilmek için yardım istiyorum. Bana güç ver... Ne olur düştüğüm dipsiz kuyu gözlerinden çıkmak için bana güç ver...
İlk defa yaptığım bir duada dilim ile gönlüm irtibatını koparmıştı ve ben, kırgın dilimden çıkanlardan güç almaya çalışıyordum ama kalbimdeki yük anlamsız şekilde daha fazla ağırlaşıyordu. Derin bir nefesle beraber secdeden kalktım. Uzun bir süre sessizce kaldığım odadan kafamın dağılması için yemediğim sarmaları bahane ederek mutfağa doğru ilerledim. Bahanem öyle acınasıydı ki ama yine de sığınabileceğim bir bahanem vardı. Esra Teyze ve Kader, mutfakta akşam yemeği sonrası bulaşıkları toparlıyordu. Kapıyı bir iki kez tıklayıp, "Yardıma ihtiyacınız var mı? Bir tabak sarma karşılığı bulaşıkları makineye dizmeye yardımcı olabilirim" dedim.
İkisi de gülümseyerek bana baktılar. Esra teyze ellerini yıkayıp, yanıma geldiğinde elimden tutarak beni sandalyeye oturttu.
"Sen yeter ki sarma yemek iste, biz severek servis yaparız kızım."
Ayağa kalkıp Kader'in yanına gittiğimde düşüncelerden kurtulmak ister gibi bulaşıkları makineye koymaya başladım.
"Esra teyze ne olursun bırak, kafamı dağıtmaya ihtiyacım var."
Eliyle sırtımı sıvazlayıp gözlerini tamam anlamında kapattı. Bulaşıkları makineye yerleştirirken telefonuma grup araması geldiğini gördüm. Sakince ellerimi yıkayıp telefonu beni görecekleri şekilde tezgaha yerleştirirken, yüzüme en büyük gülümsememi kondurdum.
"Selamünaleyküm, büyük ailem nasılsınız?"
Herkes iyi olduğunu söyleyince sözü Meryem Yengem aldı.
"Bulaşıklara mı yardım ediyorsun?" Yengemin sorusuyla daha fazla gülümseyerek kafamı evet anlamında salladım. "Aferin sana akıllı görümcem. Biraz kameraya yaklaş bakayım, sen neden bu kadar zayıfladın?"
Kameraya doğru yaklaşırken, yanaklarımı şişirdim ve kafamı sağa sola doğru çevirip gösterdim.
"Ne zayıflaması güzel yengem, yanaklarımı görmüyor musun?"
Zoraki de olsa güldü ama yememe, içmeme dikkat etmemi tembihledi. Yengemin sözünü Kenan böldü.
"Bırakın şimdi bunları, asıl konumuza gelelim. Ben enişteyi verem edersin diyordum ama bugün bıçağı saplayacaksın sandım. Kocasına acımayan, bize neler yapar Mehmet? Gelince ya iyi geçinelim bununla, ya da evden uzaklaşalım."
Mehmet sözü alırken, bende arada bulaşıkları makineye yerleştirmeye devam ediyordum.
"Kenan, kız soyadına nasıl sahip çıkıyordu, görmedin mi oğlum? Gözümdeki yeri katlanarak büyüdü. Bizim soyadımız uğruna, resmen damada bıçak salladı. Zehra ilerde senden de aynı performansı bekliyorum. Yüzümüzü kara çıkarma kuzen."
Bu esnada bulaşık makinasının kapağını kapatıp, ellerimi yıkadım ve telefona doğru yaklaştım. Zehra daha cevap vermeden, konuşmaya başladım.
"Bence Zehra ömrünün sonuna kadar, Akman olarak kalmalı. Bir Akman olarak insan, isminin yanına hiç bir soyadını yakıştıramıyor" derken özellikle Ali Asaf ağabeyim ve Zehra'nın yüzüne bakıyordum.
Mehmet eline aldığı çayını yudumlarken, bana cevap veriyordu.
"Ben maviş sevmiyorum biliyon mu kuzen? Evde bir tek senin gözlerin kahveydi, sende o gözlerle sürekli beni gıcık etmeye uğraştığın için onlara da o gözle bakmadım. Ama bir gün göz rengi önemsizleşirse benim için, Zehra'yı düşünebilirim. O zaman evlenirsin değil mi kız benle? "
Mehmet'in şakayla sorduğu soru karşısında, Ali Asaf ağabeyimin dudakları tek çizgi halini aldı. Elini kirli sakallarında gezdirip, çatık kaşlarıyla Zehra'nın cevap vermesini bile beklemedi.
"Nasıl konuşuyorsun oğlum sen? Ağzından çıkan lafa dikkat et! "
Kerim ağabeyim "Bu işler belli olmaz Ali Asaf, ne diye çocuğa kızıyorsun? Yeter ki adamın niyeti ciddi olsun, bir Akman'dan daha iyisini mi bulup, kız kardeşimi emanet edeceğim" dedi.
 Salih amcasının büyük oğlu Kerim AKMAN
Ağabeyinin lafından sonra Kerem ağabey, dişlerinin arasından konuştu. "Kız kardeşime yan gözle bakmak, yürek ister ağabey, ben o yüreği söker Mehmet'e yediririm."
 Salih amcasının oğlu Kerem AKMAN
Mehmet çayını inadına kameraya sokup, höpürdeterek içti ve konuşmaya başladı.
"Bende o yürek var da maviş sevmiyorum. Maviş sevsem gözlerinin içine baka baka, gider amcamdan Zehra'yı ister, sonrada sana nişan kurdelemizi kestirirdim Kerem ağabeyciğim. "
Zehra, sislenmiş mavi gözleriyle sessizce konuşmaya başladığında yüreğindeki duyguların çok daha yoğun olduğunu anlayabiliyorum.
"Ben buradayım hatırlıyorsunuz değil mi? Biriniz maviş sevmiyorum diyor, biriniz Akman'dan daha iyisini mi bulacak diyor, biriniz de yan gözle bakanın yüreğini sökerim diyor. Kimse de çıkıp sormuyor ki sen ne istiyorsun? Evlenip bu evden çıktıktan sonra, asla ikinci bir soyadı istemiyorum. Herkes soyadına sizin gibi aşık olacak değil ya. Belki soyadında, isminin yanına yakıştıramadığı nedenleri vardır? Belki de sadece evlendiği adamın olduğu gerçeğini kendine hatırlatıp, onun soyadını almak istiyordur insanlar. Olamaz mı? Neden Akman olmaktan vazgeçmeyeceğim?.."
Ali Asaf ağabeyimin tahammül sınırları çoktan aşılmıştı. Dişlerinin arasından konuşurken, Zehra'nın ekranını büyütüp, konuştuğu çok belliydi çünkü gözleri alevler saçarken tek bir noktaya sabit şekilde bakıyordu.
"Zehra sus artık! Hadi soyadından vazgeçmeyi bir dene bakalım. Senin gözlerinin içine soka soka, Akman olduğun ve bunun hiç değişmeyeceği gerçeğini göstereyim sana!"
Herkesin ekranını dikkatle izliyordum. Yengem ve Hüseyin ağabeyim Zeynep'le oynuyor, Mehmet çayını höpürdetirken yanındakilere el kol işareti yapıyor, Kenan birinden etkilenmiş olmalı ki kafasıyla vay be dermişçesine gözleriyle onu takip ediyor, Kerim ağabeyim de Rana Betül'ün getirdiği soruya bakıyordu. Bir tek Sinan ve Kerem ağabeyim ekrana bakıyordu. Kerem ağabeyim, hiçbir şey demedi ama kaşlarını kaldırıp, kafasını bir iki kere salladı. Sanki bir şeylerden daha çok emin olmuş gibiydi.
Telefonu elime alıp, sarmaya limon sıktım ve afiyetle yemeye başladım.
"Siz ne güzel kavga ediyorsunuz ya. Biraz daha etsenize tüm sıkıntılarım gidiyor. Hatta iştahımda açılma bile söz konusu" diye gülümseyerek konuştuğumda Zehra karşılık verdi.
"Sen anca oturduğun yerden konuşursun Ali Asaf ağabey. Başkasının soyadını aldığım zaman, sana bu dediklerini hatırlatacağım."
Ali Asaf ağabeyim "Demek öyle" dedi ve hızla ayağa kalkıp, odasından çıkarken görüşmeyi sonlandırdı. Bir dakika sonra Zehra kafasını korkuyla çevirip, görüşmeden ayrıldı.
Böyle bir iki kere bunları birbirine düşürsem bu iş hızlanır, kısa sürede bir sonuca bağlanırdı. Keyifle sarmalarımı gömmeye devam ederken gözüm Kenan'a kaydı ve sırıtarak konuşmaya devam ettim.
"Bugünlük bu kadar ara bozmak benim için yeterli, bir daha ki görüşmede Kenan'ın ağız suyunu akıttığı kızı konuşalım Kerem ağabey. Bu uşak sizin başınıza çok dertler açar, ben sana söyleyeyim."
Cümlemden sonra Kerem ağabeyim bağırmaya başladı.
"Fuşki koklanan önüne dön, önüne! Yeter artık, senin o gözlerini oyacağım. "
Kenan, ağabeyinin bağırmasından sonra dişlerinin arasından konuşmaya başladığında onu çıldırttığım için bana bağıracağını çok iyi biliyordum ama onunla bu şekilde atışmayı bile çok özlediğimin farkındaydım.
"Sen oradan burayı karıştırmayı nasıl beceriyorsun psikopat manyak? Birde keyifle sarma yemeye devam ediyorsun. Boğazında kalsın emi!"
Kahkaha atıp, en sinir bozan sesimle "Köpeğin duası kabul olsaydı gökten kemik yağardı Kenan, şimdi afkurmayı bırak." diye cevapladım.
"Seni elime geçirirsem, fena yapacağım." derken ben, hiç o taraflı olmuyor, oturduğum yerden 'konuş konuş' der gibi elimi sallıyordum.
Saçlarını öfkeyle karıştırıp "Demir'e şu an çok acıyorum. Seninle evli olduğu için bin pişmandır." dedi.
Ne güzel her şeyi unutmak için elimden geleni yapıyordum. Şimdi durduk yere neden konuyu Demir'e getirip benim sinirlerimin bozulmasına neden oluyordu ki?... Derin bir nefesle duygumu geçiştirmeye çalıştım ama bunda pek başarılı olduğum söylenemezdi.
"Kenan, bir tek Demir konusunda kafan çalışıyor. Evet şu an bin pişman şekilde kendini sokaklara attı. Peki bu benim umurumda mı? Tabii ki değil çünkü kolundan tutup, onu ben gönderdim. O da senin gibi işte, bir türlü akıllanmıyor."
İlk defa öfkeyle onlara doğru olanı anlatıyordum ama Kenan buna gülerek karşılık veriyordu.
"Eeee kuzen güzel sallıyorsun, başka eklemek istediğin bir şey var mı?"
Sarma tabağını elime aldım. Ayaklarımı sandalyeye koyup, dizlerimi göğsüme doğru çekerek Kenan'a cevap verdim.
"Sen benim yalan söylediğimi hiç duydun mu Kenan? Yarın magazin haberlerinde yanında başka bir kadınla gördüğünde tekmeyi basmak için sabırsızlanıyor olacağım."
Meryem yengem "Sus kız adama iftira atma! Gözünün senden başkasını gördüğü mü var? Sen delibaş olduğun için kesin kolundan tutup atmışsındır ama o, sana kıyıp gidemez" dedi. Bu söylediği cümle içimdeki yerin daha fazla sızlamasına neden oldu.
"Siz de amma Demir'ci çıktınız be! Alın damadınızı başınıza çalın. Bana gelince bir dünya laf söyleyin ama beyefendiye toz kondurmayın. Neymiş gözü benden başkasını görmüyormuş. Ee o zaman bu adam nerede? Yanımda mı? Değil! Siz hala görmemek için direnin."
Herkesin gülme sesi birbirine karışırken Mehmet "Kuzen sen sarmalara gömülmeye devam et, burnunun ucundakini bile göremiyorsun " dedi.
Biri arkamdan kollarını boynuma sarıp, yanağıma öpücüğünü kondurduğunda korkudan çığlık atıp, çoktan tabağı elimden düşürmüştüm bile. Kafamı ona doğru çevirdiğimde kan ter içinde görünüyordu.
"Demir! "
"Seni bırakıp nereye gidebilirim karıcığım. Sözlerinin bıraktığı hasarı, spor odasında kum torbasından çıkarıyordum."
Kollarını benden ayırırken telefona doğru baktı. "Hepinize iyi akşamlar bu arada." Bana doğru dönüp bir kolunu sırtımdan geçirirken, birini de dizlerimin arkasından geçirerek beni kucağına aldı.
"İstemiyorum bıraksana! " diye onu itsem de hiç zorlanmıyordu. Telefona doğru dönüp "Şimdi ben inatçı karımın ayağına, kırılan tabak parçaları batmasın diye buradan götürmek zorundayım. Siz sonra görüşürsünüz" diyerek beni mutfaktan çıkarmak için arkasını döndü.
Ona karşı çok öfkeliydim. Beni kendine alıştırmış, ona karşı bir şeyler hissetmeme neden olmuştu ve sonra söylediği her bir cümle ile onunla asla bir geleceğim olamayacağını bana kanıtlamıştı. Ona alışan yanım ve kalbime daha fazla öfke duyuyordum.
"Demir, bana dokunmanı istemiyorum. O yüzden bırak beni, hem burayı toplamam gerekiyor" diyordum ama asla o taraflı olmuyordu. Esra teyzeye dönüp seslendim.
"Esra teyze kusura bakma beni indirmiyor çünkü o, dünyada nesli tükenen tek mağara adamı. Düşe düşe benim gibi şanssız insana da koca diye bu düştü."
İkisi de güldüklerini Demir'den saklamak için elleriyle ağızlarını kapattılar. Onlar durumuma gülerken, benim Demir'e öfkem artıyordu.
"Demir, neden dediğim hiçbir şeyi duymuyorsun? Sana dokunma diyorum!"
Bu sözleri söylerken onu mu cezalandırıyordum yoksa kendimi mi bilmiyordum ama o, bu sözleri duyduktan sonra kafasını bana doğru çevirip, gözlerimin içine uzunca bir süre bakmaya devam ediyordu. Gözlerimi derin bakan kahverengi gözlerinden zor olsa da çekmeyi başardığımda öfkeden çok kırgınlığın hakim olduğu sesle "Bana öyle bakmanı da istemiyorum." dedim
Bakışlarını üzerimde hissetmeye devam ederken ellerimle yüzümü kapattım. Artık beni kandırmasına, kalbimdeki yerini büyütmesine neden olacak hiçbir şey istemiyordum.
Nihayet odaya girip, beni yere indirdiğinde ondan uzaklaşmam gerektiğini artık daha net biliyordum. Birkaç adım ondan uzaklaştıktan sonra kendimle savaş veriyor olsam da omurgamı dikleyerek konuşmaya başladım.
"Son 47 günü siliyorum Demir. Her şey eskisi gibi olacak, bana elini bile sürmeyeceksin. Hele bu yatağa asla bir daha girmeyeceksin. Çok nadir yapmış olsan da tülbentimi çıkarıp saçlarımı okşamak yok, gözlerimin içine birkaç saniyeden uzun bakmak yok, yanağımı ve alnımı öpmek hiç hiç yok. Anladın mı?"
Üzerime doğru gelirken elimle işaret edip "Yakın mesafe hiç hiç yok, artık yakınıma dahil gelmeyeceksin. " dedim ama bunu söylerken Demir'in alıştığım sıcaklığını çoktan özlemiştim. Biraz ötemde durunca derin nefes alıp konuşmaya devam ettim.
"İşte böyle duracağın yeri artık anlayacaksın."
Sakin tutmaya çalıştığı sesiyle bana bakıp, sorusunu da aynı anda soruyordu..
"Doğru mu anlıyorum ben? Gözlerine bakmak, sana dokunmak yok, aynı yatakta uyuyup yakınına yanaşmakta yok! Saçını okşamak, seni öpmek hiç hiç yok! Peki bu evlilikte benim için ne var Beyza?"
Yatağa oturup dizlerimin üzerine dirseğimi koydum. Çenemi de ellerimin üzerine bırakınca uzun uzadıya sessizliğe büründüm.
Onun için bu evlilikte ne vardı? Koca bir hiç!
"Sen bu evliliğe beni mahkum ederken Beyza'yı bir iki sözümle yola getirir, kendime aşık ederim diye mi düşünmüştün Demir? Bu düşünce de sana yetmemiş olacak ki sözümle yola gelmiyorsa aşık olduğum yalanını söyler, sonra bu yalanı taçlandırmak için bak dışarda benimle yatmak isteyen onca kadın varken ben senin yanındayım, derim mi dedin?"
Kabul edemiyordum. Bana kurduğu cümledeki hiçbir şeyi kabul edemiyor, artık sıkıldığı gün benden de bu evlilikten gideceğine tüm kalbimle inanıyordum. Bakışlarımı yere sabitleyip hüzünlü sesimle konuşmaya devam ettim.
"Bununla mı övünüyorsun gerçekten Demir, vücudunun ne kadar talep gördüğünü, anlatacak kadar düştün mü? Peki sen, öyle dediğin zaman benim ne hissetmem gerekiyordu? Hemen kollarına atlayıp dur gitme, bu evliliğin bitiş akdini gerçekleştirme dememi mi bekliyordun? Bunların hepsini boş ver Demir, asıl benim merak ettiğim ne biliyor musun? Ben karın olarak karşına geçseydim ve senin yaptığın gibi vücudumu başka erkeklere sunduğum ile ilgili konuşsaydım sen ne hissederdin?"
Hayatıma ondan önce hiç kimsenin girmediğini bildiği halde öfkeyle "Beyza sus!" diye bağırdı ama o, bana bunları sırayla söylerken susmamıştı ve geçmişini unutmak istiyor olsam da hepsini tekrar gün yüzüne çıkarmıştı.
Ayağa kalkıp yanına doğru yaklaştım. Gözlerinin içine baktığımda düz bir tonda tutmak için çabalasam da kırılmış sesimle fısıldadım.
"İşte Demir, lütfen artık sen de sus..."
Işığı söndürdükten sonra yatağa girdiğimde ona arkamı dönüp, gözlerimi kapattım. Verdiğim örnekten haya duydum ama Demir'in anlaması için bunu söylemem şarttı; çünkü söz konusu kendi olduğu zaman her şeyi normal görüyor, sıra bana geldiğinde ancak bir şeylerin farkına varabiliyordu.
"Beyza her şeyi berbat etmekte üstüme yok değil mi? Ne kadar değişmek için uğraşsam da hep bir yerde patlak veriyorum. Çok mu kırdım seni?"
Çok kırıldım Demir. Tam sana alışıp varlığını kabul etmeye başladım, aşkını haykırdığında ise yüreğimdeki hareketlenmeyi hissettim ama sonra sen cümlelerinle beni yerle bir ettin mi diyecektim? Hayır demeyecek, sadece sessizliğe bürünecektim.
"Beyza biraz da beni anlamaya çalışsan olmuyor mu? Evlenmeden önce sana dokunmama asla müsaade etmiyordun, evlendim yine kabul etmiyorsun? Sana aşığım diyorum, ona bile inanmıyorsun!"
Bana aşkını söyledikten sonra ben, ona tüm kalbimle inanmıştım ama o, bu inancı yine kendi ağzından çıkanlarla yerle bir etmişti. Şimdi ona inanmıyorum diye suçlu ben olamazdım.
"İnanmıyorsam bunun sebebi yine sensin Demir. Şimdi uyumak istiyorum."
Odadan çıkışını ağrıyan kalbimle hissettim. Arkamı dönüp bakmaya bile cesaret edemedim. Sürekli gözümde aynı sahne dönerken, kulağımda da aynı sahnenin sesleri yankılanıyordu ve ben, ona alışan yanım ve gururum arasında sıkışıp kaldığımı hissediyordum. Bir saniye bile uyuyamadan sabah ezanıyla yerimden kalkıp, abdest almaya gittim.
Üstümü başımı düzeltip, namaz odasının yolunu tuttum. Kapıyı açtığımda ışığı yanıktı ve Demir öylece seccadenin başında uyuya kalmıştı.
Namazımı kılıp, secdede uzunca duamı ettim. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu artık algılayamıyordum. Öfkeme tutunmaya çalıştıkça merhametim eziliyor, merhametli olunca da gururuma yediremiyordum.
Allah'ım, doğru yolu göstermen için sana yalvarıyorum. Ben bu konularda nasıl davranacağımı bilemiyorum. Normal bir evlilik olsa yapacağım şeylerde daha doğru kararlar alabilirim ama böylesi bir evlilik beni zorluyor. Sürekli yere kapaklanıp, kanayan dizlerimle baş başa kalıyorum.
Nefsime çok ağır gelse de secdeden kalkarken, yanına doğru gittim.
"Demir."
Gözlerini aralayıp, bana baktı.
"Seccadede uyuya kalmışsın, hadi kalk hasta olacaksın."
Yerinden doğrulurken, hiçbir şey demedi. Öylece bekledim ama demedi... Onun yanından kalkarken, kalbimi orada bıraktığım halde sakince kapıyı açtım ve yanından uzaklaştım. Yatağa girdiğimde üşüyen bedenimi yorgana sarılarak ısıtmaya çalıştım ama onun varlığına alışan yanıma yalnızlık çok yabancı geldiği için bedenimi bir türlü ısıtamadım..
⌛
Telefonun alarmını kapatıp yataktan kalktım. Tüm geceyi uykusuz geçirmiştim. Giyinme odasından kıyafetlerimi seçip, banyoya doğru gittim.
Kızıl kahve rengi tam kloş eteğimin bel kısmı belimi kararında kavrıyor, içine soktuğum bal rengi bluz ile harika uyum sağlıyordu. Geceden kalan uykusuzluğumu ise kıyafetim oldukça iyi saklıyordu.
Kahvaltı sofrasına doğru merdivenlerden koşarak inerken, beni gülen gözlerle Yağız karşılıyordu.
"Yenge, merdivenlerden neşeyle inmeni çok seviyorum. Bugün sırf seni izlemek için burada bekledim ve gördüğüm manzara beklememe değdi. Her gün harika görünüyorsun ama bugünkü kombinin efsane."
Yağız, benim için bu evde hem erkek kardeş, hem de çok iyi bir arkadaştı. Onunla konuşup zaman geçirmek, eski neşeli Beyza haline dönmemi sağlıyordu.
"Teşekkür ederim Yağız. Hadi yukarı çıkıp merdivenlerden koştura koştura birlikte inelim."
"Yok yenge ya. Şimdi o merdivenleri onun için çıkamam. Hem ben, sadece neşeli halini izlemeyi seviyorum. Seni izlediğimde enerjin ve neşen adeta evi renklendiriyormuş gibi geliyor."
Merdivenlerden yukarı çıkarken "Uzatma gel, seni daha fazla neşelendireceğim" dedim. Birkaç basamak çıktığım sırada Demir'le karşılaştım. Saçma olduğunu bilsem de sanki günlerce onu görmemiş gibi özlem dolu hissediyordum ama onun yanında daha fazla kalıp, bu hissin beni yönetmesine izin verecek değildim. Önümden çekilir diye bekliyordum fakat o, durmaya devam ederken gözleriyle baştan aşağı beni süzmeye devam ediyordu. Ya üzerimdekileri beğenmemiş yada bana yakıştıramamış olacak ki yüzündeki düz ifade silinip, memnuniyetsiz bir ifadeye dönüşmüştü. Bir kaç saniye daha önümden çekilmesini bekledim ama o, çekilecek gibi görünmüyordu. Bende bunu anladığım için sessizce diğer taraftan yukarıya doğru çıkmaya başladım.
"Hadi Yağız."
Yağız yukarıya çıkarken, ağabeyiyle bir şeyler konuştu ama ne konuştuklarını duyamadım. Yanıma geldiğinde gülümseyerek "Nasıl yapıyoruz kanka?" diye sordu.
"Sağ ayağınla normal adım atarken, sol ayağın ile hafif yukarıya doğru zıplayarak senkronize oluyorsun" deyip bir iki basamakta gösterdim ve tekrar yukarı çıktım. O da bir iki kez deneyip yapmaya başladığında tekrar yanıma geldi.
" 1...2...3..."
Şuan 24 yaşımda kaynım ile bu merdivenleri inerken; maviş gözleri, beline kadar uzanmış sarı saçlarıyla, kaynım değil de Zehra gülümsüyordu bana. Onun düz saçlarıyla, benim kahverengi dalgalı saçlarım, birbirine değe değe iniyor, sonra bu döngüyü sürekli tekrarlıyorduk.
Yağız'ın kahkaha sesleriyle benimkiler karışıp, indiğimiz yerde son buluyordu. Demir kol düğmelerini düzeltirken, hiçbir şey demiyordu ama dikkatle bizi izlemeye devam ediyordu.
Yağız bana doğru dönüp "Bu evde sen olduğun için ne kadar şanslı hissettiğimi bir bilsen... İyi ki diyorum, iyi ki ağabeyim seninle evlenmiş. Yoksa biz hiçbir zaman tam bir aile olamayacaktık " dedi. Son sözü üzmüş olsa da ne demeye çalıştığını kurcalayıp, şu an onu üzemezdim.
"İyi ki sende bana kardeş oldun Yağız, şu merdivenlerden seninle inmek beni çocukluğuma götürdü. Bir ara yanımda mavi gözleriyle Zehra eşlik ediyordu bana."
Hüzünlenen gözlerimi Yağız'dan kaçırıp, yere sabitledim. Ben ailemden bu kadar ayrı kalmaya alışık değildim. Sıklıkla gittiğim baba ocağına Demir yüzünden gidemez olmuştum.
"Çok mu özledin yenge? "
İkisine arkamı dönüp, sessizce akıttığım gözyaşlarımı silerken "Hem de çok..." diyebildim. Başımı yerden kaldırmadan, masaya doğru gidip "Hadi annenler beklemesin. " diyerek onların yanına geçtim ve ikisine sarılıp, masadaki sandalyeye oturdum.
Deren anne "Kızım bugün başka güzel görünüyorsun. Maşallah sana su gibisin. " deyince ona doğru bakarak gülümsedim.
"Deren anne, hazır bugün gözünüze güzel görünmüşken sizden bir şey rica edebilir miyim? Tabii babaanneden de ama nasıl olur o kısmı bir türlü çözemedim."
"Buyur söyle kızım"
"Üst katta sadece biz kalıyoruz. Ayakkabıyla dolaşıldığı için çıplak ayakla rahat bir şekilde gezemiyorum ve bu düzene alışmaya çalışsam da çok zorlanıyorum. Size saygısızlık olmayacaksa eğer üst kata ayakkabı ile çıkılmasa olur mu?"
Elindeki çay bardağını masanın üzerine bırakıp ,kayınvalidesine baktı.
"Olur kızım sen öyle seviyorsan bundan sonra eve ayakkabıyla girilmesin. Hepimiz aileyiz sonuçta sen nasıl fedakarlık yapıp bizimle yaşıyorsan, bizde senin için fedakarlık yapabiliriz."
Kahvaltı masasından kalkıp, Deren anne ve babaanneye hem sarıldım, hem de teşekkürlerimi sundum. Yerime geçip otururken, Demir'in memnuniyetsiz ifadesi artmış, çok daha fazla keyifsiz görünmeye başlamıştı. Hiçbir şey demeden kahvaltımı yapmaya devam ettim.
Masadan kalkarken Deren anne "Bu akşam eve geldiğinde yalınayak özgürce dolaşabilirsin kızım. Siz gelene kadar evin temizliğini bitirirler. " deyince uzaktan öpücüklerimi atıp, yanlarından ayrıldım.
Dış kapıya geldiğimde, Demir arabasına doğru ilerliyordu. Çantamdan kendi anahtarımı çıkarıp, arabamın kilidini açınca Demir bana doğru baktı ama hiçbir şey demedi. Sessizce arabama bindikten birkaç saniye sonra o da kendi arabasına bindi.
Demir sonunda benden vazgeçiyordu...
Oh be sonunda esaretinden kurtulacaksın, şimdiden bayram kutlamalarına başla demeyi çok istesem de ben, sadece sessizliğe bürünüyor, onun benden vazgeçişini izliyordum.
Demir arabasını çalıştırıp uzaklaşmaya başladığında sakince arabamda gitmesini bekledim.
İşte Beyza sana sürekli dediğim şey şimdi gerçekleşmeye başlıyor. Onun gidişini en az hasarla izle, en az yarayla bu evlilikten kurtul. Şu kalbinde yeni yeni hissetmeye başladığın duyguyu da biran önce sök at. Yoksa o, seni söküp atacak!
İç sesim gerçekleri yüzüme doğru vururken canımın yanıp yanmaması ile asla ilgilenmiyor gibiydi. Derin bir nefes alarak ne zaman çöktüğünü fark etmediğim omuzlarımı dikledim. Tam arabayla hareket ediyorken telefonum çaldı.
"Mavi Gökyüzüm."
"Beyaz Çikolatam."
Sadece bunları sürekli tekrar etsek bile bana yeterdi. O benim çocukluğumun kilitli sandık kutusuydu. O sandık ancak onun yanında açılıyor, biz sonu gelmeyen sevinçlerimizi, üzüntülerimizi paylaşıyorduk.
Şimdi yanımda olmasına ve sandık kutusunu açarak beni eskiye götürmesine çok ihtiyacım vardı.
"Seni çok özledim! Geleceğim dedin ama gelmedin Mavi Gökyüzüm."
"İşlerim çok yoğun Beyaz Çikolatam. Yine ne eder eyler gelirdim ama annem sizin de çok yoğun çalıştığınızı söyleyip sürekli engel oluyor. Sanırım seninkinin işleri çok yoğun olduğu için takviminiz aşırı derecede doluymuş? Bizimkiler de oraya gelmek için can atıyorlar, özellikle seni yalnız bıraktıkları için üzülüyorlar ama sizin işlerinizi engellemekte istemiyorlar."
Demir'in bu şekilde davranıp aileme engel olması beni daha fazla üzüyordu. Sesimi düz bir tonda tutmaya çaba vererek ona cevap verdim.
"Seni çok özledim! Ne olursa olsun gelmeliydin..."
"Beyza..."
Ona cevap vermeyince konuşmasına devam ediyordu ama onun sesi benim için büyülü gibiydi ve beni kolaylıkla yatıştırıyordu.
"Ben hep yanındayım ama sen, görmüyorsun. Kafanı kaldır ve gökyüzüne bak. İşte ben oradayım ve her daim senin yanındayım."
Kafamı umutla gökyüzüne kaldırıp, baktım ama orada yoktu.
"Bugün hava kapalı Yavuz Selim. Gökyüzü gri bulut kaplı, ne yazık ki senin mavişlerden eser yok."
"O zaman görüntülü aramaya geç, hemen iki dakika birbirimizi görelim. Birazdan önemli bir toplantıya gireceğim."
Hemen görüntülü arayıp, birbirimizin gözlerine uzun süre hiçbir şey demeden baktık.
"Ben bu bakışları sevmedim Beyza, kahvelerinde hüzün var. Hala alışamadın mı?"
Gözlerimi telefondan ayırıp, arabayı hareket ettirdim. Biraz daha gözlerinin içine bakacak olsam içimde yaşadığım her şeyi ona anlatacaktım.
"Alıştım Mavi gökyüzüm ama sizleri çok özledim."
"Trabzon'a bu hafta sonu kaçsan, olmaz mı?"
İçimdeki hüznü bir kenara bırakıp önce gülümseyerek ona doğru baktım, çok geçmeden de dilimi çıkararak onunla dalga geçtim.
"Yok ya bu hafta sonu, üniversite arkadaşlarımla akşam yemeği yiyeceğiz. Yılda bir kere oluyor söz verdim gelemem."
"Benimde şu ara çok yoğun ilerliyor, zaten ufak bir boşluk bulsam geleceğim ama olmuyor işte."
"Tamam bir ara ayarlarız, hem iyi yönünden bakalım böylece biraz daha özleşmiş oluruz"
Arkadan Demir telefonla aramaya başlayınca meşgule attım. Yavuz Selim benim yüzüm gülmeden, bu telefonu asla kapatmazdı.
"Kuzen dün Kenan'ı, yine çıldırtmışsın. Seni bana şikayet ediyordu."
Aklıma onu çıldırttığım hali gelince kahkaha attım.
"Yaa Yavuz görmeliydin, sinirden saçlarını yoluyordu. Yakında kel kalacak manyak! Beni sinir etmek için, nasıl uğraşıyordu görmelisin ama o taraflı olmayınca çıldırmasını izlemek efsaneydi. Taktik çok kolay, çıldırt ama çıldırma."
"Zaten ailenin uşaklarını çıldırtmak senin işin. Neyse şimdi kapatmam lazım, alayım öpücüklerimi... "
Onu fazlasıyla öpücük yağmuruna tutuyor, o da kalabalıkta milletin bakışına aldırış etmeden hepsini toplayıp, kalbine götürüyordu. Arkasından geçen kızın bakışını görünce kahkaha attım.
"Yavuz Selim kapat, yoksa deli damgası yiyeceğiz" dediğimde etrafına baktıktan sonra kimseye aldırış etmeden, göz kırpıp öpücük attı. Daha telefonu kapatmadan Demir tekrar aradı.
Telefonu açıp, daha efendim bile diyemeden Demir öfkesini sunuyordu.
"Bir daha sakın aramamı meşgule atayım deme Beyza! "
...
"Bana cevap ver, cevap! Susma!"
Şu an tam olarak telefonun diğer ucunda eski Demir'i görüyordum. Konuşmuyor, sadece öfkesini sunuyordu.
"İyi sus öyle... Toplantı yeri değişti, sana attığım konuma gel. Yurtdışından geldikleri için kaldıkları otelin teras katındaki restoranda toplantıyı yapmak istediler. Bende onayladım."
Hiçbir şey demeden telefonu kapattım. Arkasından bir daha aradı ama telefonunu açmadan attığı konuma gittim. Otelden içeriye giriş yaptığımda Demir, asansör kapısının önünde beni bekliyordu. Yüzüne baktığımda çok öfkeli görünüyordu. Trençkotumu çıkarıp, koluma asarken asansöre bindik. Öfkeli nefes alışverişleri kabinin içini dolduruyordu. Restorana girdiğimizde ince kabanını çıkarmam için gözlerimin içine bakarak, uzun süre öylece durdu. Sessizce çıkarıp, gözlerine bakarken koluna öfke ile ikimizin üstlerini tutuşturdum.
"Sen var ya!" diye dişlerinin arasından soluyorken, kıyafetleri oradaki görevliye bıraktı. Sonra yanıma gelip, elimi tutmaya yeltenince izin vermediğim için daha da sinirlendi.
Masaya doğru geçerken yaşça bizden olgun üç kişi vardı. En zoruda tanışma evresinde erkeklerin ellerini uzatıp, tokalaşma taleplerini geri çevirmekti. Artık ustaca geçiştiriyor olsamda eskiden kalma sıkıntılı ruh hali bedenimi sarıyordu.
"Merhaba, Demir Erdem" diye kendini tanıtırken masadaki 2 kadın, bir erkekle çok rahat bir şekilde tokalaştı beyefendi. Şöyle ağzına doğru iki tane dirsek atasım geldi ama uslu bir kız olarak atmadım. İçlerinden erkek olan elini uzatırken, bozuk Türkçesiyle konuşmaya başladı.
"Merhaba güzel bayan ben Steve Haven."
Ellerimi arkaya götürüp, dizlerimi hafifçe kırdım ve tebessümle "Merhaba ben de Beyza" dedim. Demir'in bakışlarını üzerimde hissetsem de soyadı kısmına girmeyecektim. Adam elini indirip "Anladım, siz hijap." dedi. Bizim buradaki erkeklerden çok daha anlayışlı çıktığı için şaşkındım.
"Anlayışınız için teşekkür ederim Steve Bey" diyerek tebessüm ettim ve masadaki Mia ve Emily isimli diğer iki kadınla da tanıştım. Adam tebessümle konuşmaya başladı.
"Bizi kırmayıp buraya geldiğiniz için ikinize de teşekkür ederim. Biz direk konuya girip, bu tasarımlarla ilgilenmek istiyoruz. Özellikle de tasarımcısıyla." diyerek çantasından kağıtları çıkardı ve masaya koydu.
Masadaki kağıtlara baktığımda hepsinin benim tasarımım olduğunu görünce normal insanlar gibi sevinmek yerine, anormal bir insanlar gibi üzülmüştüm. En azından bir tanesi işyerindeki birine ait olsaydı bu kadar üzülüp, mutsuz olmazdım.
Demir beni göstererek "Bunları çizen tasarımcımız yanımızda." dedi. Tabii ben bu toplantıya kişisel asistan olarak katıldığım için herkes çok şaşırdı.
Emily şaşkınlıkla "Kusura bakmayın biz sizi asistan sandık." deyince tebessümle karşılık verdim.
"Asıl işim ayakkabı tasarlamak ama Demir Bey sağ olsun, kişisel asistanlık işini de üzerime yıktı."
Kahkaha atarak Demir' e doğru baktılar. Mia elindeki çizimi göstererek "Özellikle bu benim favorim, harika bir yeteneksiniz Beyza Hanım. Bu arada soyadınızı öğrenebilir miyim? " diye sordu.
Şu iş kavgaya dönmeden şuradan kalkıp, gitmeyi ne çok istediğimi bilselerdi, asla soyadımı sormazlardı. Sıkıla sıkıla onlara cevap verdiğimde Demir'in kalbimi ne kadar çok kırdığını anlamasını istiyordum.
"Beyza Akman."
Demir kaşlarını kaldırıp, bana baktı ve tereddütsüz sesiyle hemen ekledi.
"Erdem!"
Masadaki hiç kimse aramızdaki bağı bilmediği için Mia, onlar adına sordu.
"Beyza Hanım'ın ki Akman, sizinki de Erdem değil mi?"
Cevap vermeme fırsat bulamadan, Demir yanıtladı.
"Beyza Akman Erdem. Eşim yeni soyadına alışmakta zorluk çekiyor, o yüzden onun sadece benim olduğunu ve bunun ömür boyu süreceğini sıklıkla hatırlatmak zorunda kalıyorum ama siz, Beyza Erdem deseniz daha iyi olur. Böylece yeni soyadına daha kısa sürede alışır." dediği an ayakkabımla bacağına bir tane geçirdim. Hâlâ soyadımda kısaltma yapıp sinirimi bozmaya devam ediyordu ve bunu yaparken bende neden olacağı duyguları çok iyi biliyordu.
Demir, bana bakmaya devam ederken tebessüm ederek dişlerimin arasından konuştum. Bu sefer de onu ben sinir ediyordum.
"Beyza Akman'ın yanında fazlalık kalıyor ve oraya yakışmıyorsa demek ki..." derken masadakiler ne dediğimi anlamayınca tekrar konuştum.
"Aynen öyle, söylerken sürekli aklımdan çıkıyor."
Uzun toplantı sonunda nihayet masadan kalkıp gittiler. Ben de çantamı alırken Demir, "Buranın tatlısı çok güzel. Hadi sana tatlı alayım, böylece tatmış olursun." dedi. Sesimi düz bir çizgide tutarak "Gerek yok. Başka zaman, tek başıma gelip yerim. " diye cevap veriyordum ama dünden sonra Demir'e karşı sesim sürekli kırgın bir tonda çıkıyordu.
"Yalnız bol çikolatalı... Birde çikolatasını özel olarak Belçika'dan getiriyorlarmış. Benden söylemesi..."
Ağzımın suyu akmaya çoktan başlamıştı bile. Bakışlarımı kaçırıp içime kaçan sesimle konuşmaya başladım.
"Madem çok ısrar ediyorsun, birazcık, çok çok azıcık tadına bakmamda bir sakınca yok. Sen siparişi verene kadar, ben de ellerimi yıkayıp geliyorum."
Masadan ayrılıp ilerledikten sonra garsona yol vermek için kenara çekildim. Arkası dönük şekilde arkadaşıyla konuşan adam, durun dememe fırsat kalmadan ayağıma bastı. Yeterince kalbimde acı yokmuş gibi bir de ayağımda yüksek miktarda acı hissetmiştim. Hissettiğim acıyla gözlerimi kapattım ve usulca sakinlik diledim.
"Özür dilerim hanımefendi, sizi görmedim. "
Sakinleşmediğim için gözlerimi açmadan konuşmaya başladım.
"Görseydiniz tıp tarihine; gözleri başının arkasında olan ilk insan diye geçerdiniz zaten beyefendi!"
Gözlerimi açıp, adama hiç bakmadan ellerimi yıkamaya gittim. Ellerimi yıkadıktan sonra, tam masaya doğru dönerken bir adam önümü kesti.
"Kesinlikle o, sizsiniz? "
Adamı tanımadığım ve muhabbete girmek istemediğim için masaya doğru bir adım daha attım ama adam önüme gelip, tekrar durmama neden oldu.
"Evet evet. Kesinlikle o, sizsiniz! Tatil köyünde çıplak ayağınıza basınca sizde beni kalaylamıştınız."
Kısa süre adama bakıp, tekrar hatırlamaya çalıştım ama olayı çok net hatırladığım halde adamın yüzünü kesinlikle hatırlamıyordum. Tekrar bakışlarımı yüzünden çektim ve bu sefer masaya doğru baktım. O sırada Demir'in dikkatle bize baktığını gördüm.
Konuyu hemen kapatmak için "Tamam beyefendi hatırladım. Şimdi masama gitmek istiyorum." dedim ama adam bir daha önümü kesti. Gözlerimi masada oturan Demir'den bir saniye ayırmıyor, bugün bir olumsuzluk daha yaşamak istemiyordum. Demir ayağa kalkıp yanımıza doğru gelirken adımlarını yeri delecekmiş gibi sert bir şekilde atıyordu.
"O günden sonra sizi aramadığım yer kalmadı. Sizin dikkatinizi bir türlü çekmeyi başaramamıştım ama gün boyu sizi takip etmiştim. İzninizle sizi tanımak istiyorum. O gün olduğu gibi bugün de harika görünüyorsunuz. "
Demir hiç duymaması gereken sözleri duyduğunda yumruk halini alan elinin üzerindeki dövme gerilmiş, alnının ortasındaki damar sinirden kabarmış, çenesi sıkmaktan kasılmıştı.
" Demir dur! "
.
.
. |
0% |