Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30🍓 "TEMİZ TOPRAKLAR"

@hanifta_hanim

" Demir dur! "

 

Demir adamın kolundan tutup, arkaya doğru ittiğinde gözlerindeki alev, beni bile yakıyordu.

 

"Seni öldürmeden, defol git buradan!"

 

Adam, Demir'e doğru sert bir şekilde bakarken, ellerini yumruk ederek yaklaşıyordu.

 

"Onu aylarca arayıp, şimdi bulmuşken senden izin mi alacağım?"

 

Adamın pervasız cümlesine noktayı, Demir'in yumrukları koydu. Yumruklarını ard arda çenesine doğru indirerek vuruyordu ve o, asla duracağa benzemiyordu.

 

"Benim karım lan o, benim! Seni öldürürüm!"

 

Öldürecekti! Dineceğe benzemeyen öfkesiyle onu öldürecek, ömrünün kalanını heba edecekti. Yumruklarını hızla adamın yüzüne indirmeye devam ederken, eline ve gömleğine bulaşan kanlar korkudan daha fazla titrememe neden oluyordu.

 

"Demir!"

 

"Benim karımı o günden beri unutamıyorsun demek! Şimdi hafızanı silene kadar seni geberteceğim!"

 

Sinirle attığı sert yumrukların çıkardığı sesten, beni duymuyordu bile. Yanına gidip onu durdurmaya çalıştım ama öfkeli gözü kesinlikle beni görmüyordu. Elime bulaşan kanı görünce yutkundum. İstemiyordum! Tekrar o güne dönmek, tekrar o günde kaybolmak istemiyordum ama zaman, mekan, sesler, kişiler her şey bir anda değişmeye başlıyor, ben yine de o güne dönmemek için direniyordum. Derman kalmayan dizlerimle yere çökerken tek yaptığım kanlanmış ellerime bakmaktı.

 

Bu kan, anne ve babana ait değil Beyza. Uzun sürse de sen iyileştin artık.

 

Kafamı olumlu anlamda sallıyordum ama nefes alışverişlerimi düzene sokup kendimi bir türlü toparlayamıyordum. Ellerimdeki kan hâlâ çok sıcaktı ve beni yakmaya devam ediyordu. Nefesi içime kasılan hıçkırıkla çektiğimde kaybolmuş sesimi bulmaya çalışıyordum.

 

"Çok kan var! Çok kan var!"

 

Sürekli tekrarladığım cümleyi Demir'in bana ulaşmak için çabaladığı endişeli sesi bölüyordu.

 

"Gözlerimin içine bak. Şimdi ellerini yıkayacağız ve hiçbir şey kalmayacak, sakın korkma. "

 

Odaklan Beyza, sadece Demir'in gözlerine odaklan. Beynin yine sana oyun oynuyor ve gerçekle geçmişi karıştırmaya başlıyorsun. Kendi kendime tekrarladığım cümleyi Demir'den istediğim yardımla sonlandırıyordum.

 

"Demir, lütfen yardım et. Ellerimdeki kanın sıcaklığı canımı yakıyor!"

 

Demir, masadan bir tane kumaş mendil alıp, kanlı eline doladı ve beni kucağına alarak, ellerimi yıkamaya götürdü. Beni kucağından indirdiğinde titriyor, hâlâ avuçlarımın içindeki kana bakıyordum.

 

"Söz veriyorum, şimdi her şey düzelecek."

 

Önce kendi ellerini yıkayıp, beni yanına aldı. Ellerimi uzun süre soğuk su ve sıvı sabunla yıkadı. Genzimi yakan kan kokusunun geçtiğini hissettiğim an Demir konuşmaya başladı.

 

"Bak ellerin tertemiz oldu, artık hiçbir leke yok" deyip, bana koklattı. Ellerimin sağına soluna bakarak kontrol ettiğimde, onun dediği gibi hiçbir lekenin kalmadığını gördüm.

 

"Evet şimdi tertemizler. "

 

O manzarayı görmeden, tutsak olduğum zaman diliminden kurtulup, bugüne dönmek, bana iyi gelmişti. Yoksa bu kadar kolay toparlayamaz, yine o günde acıyla kaybolurdum. Demir toparladığımı anlamış olacak ki elimi kavrayıp hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerledi. Önümüze çıkan görevliye kullandığı ses tonu herkesi yok etmek istiyor gibi öfkeliydi.

 

"Arabaları çıkartın, eşyaları da toparlayıp hemen alta indirin!"

 

Demir, beni arabaya doğru götürürken asansör yerine merdivenleri kullanmayı tercih ediyordu ama öyle hızlı çekiştiriyordu ki adımlarına zor eşlik ediyor, hatta ara ara koşturuyordum. Çıkış kapısına doğru yaklaştığımız zaman hızla attığım adımlar eteğime takılmama neden oluyordu.

 

"Demir, bırak artık düşeceğim."

 

Bir an da durup avucundaki elimi, dişleriyle beraber sıktı. Etrafımızdaki insanlara aldırış etmeden elimi sertçe iterek bıraktığı esnada, görevli eşyalarımızı getirdi. Demir'in gözlerine kırgınlıkla bakarken trençkotumu alıp, üzerime giyindim ve çantamı adamdan aldım.

 

Arabalarımız peş peşe çıkışa geldiğinde Demir, dişlerini sıkarak "İtiraz etmeden benim arabama geç, hemen geliyorum! " deyip, otel sahibine doğru öfkeyle yürümeye başladı ama o, kimseye aldırış etmeden çıldırmış gibi bağırıyordu.

 

"Nezih bir yer diye, senin mekanına geliyorum ve senin müşterin, benim karıma mı sarkıyor? Bu oteli de seni de harcatma bana!"

 

Adam ellerini birbirine bağlamış, kafası eğik bir şekilde dururken, titreyen sesi Demir'den çok korktuğunu gösteriyordu.

 

"Efendim çok özür dilerim. İşadamı Ergül Aksoy'un oğluydu, böyle olacağını bilemedim."

 

Bu açıklama Demir'i daha fazla sinirlendirip adamla arasındaki mesafeyi kapatmasına, ardından parmağıyla omzunu vurarak adamı yok etmek istercesine konuşmasına neden oluyordu.

 

"Sen birde bana açıklama mı yapıyorsun? İkinizi bu piyasadan siler, yerle bir ederim!"

 

Daha fazla bu manzara katlanamazdım. Arabama doğru baktığımda Demir'in arabasının arkasında kaldığını gördüm. Çıkış dardı ve ben, Demir'in arabası çıkmadan buradan çıkamazdım. Görevliden Demir'in anahtarını alıp, öfkeyle arabaya geçtiğimde sinirle arabanın tekerlerini döndürüyor, dikiz aynasından Demir'e bakıyordum. Teker ve motor sesine dönüp baktığında yüreğim nasıl onun uzağına savrulmuşsa bedenimi de onun uzağına savurmak istediğim için gazı kökleyip oradan ayrıldım.

 

Arabanın içinde çıldırmış gibi bağırıyor, bu sinirle nereye gideceğimi bilmiyordum.

 

"Nasıl milletin içinde elimi sertçe itersin sen Demir, sonra da arabanda seni beklememi istersin. Senden gerçekten nefret edi-"

 

Cümlemi yarıda kesip elimi sancıyan kalbime doğru götürdüm. Bu kadar yoğun ve üst seviye bir his olması saçmaydı! Ne zaman kalbim onun tarafına geçmişti de ondan nefret ettiğimi bile bana söyletmez olmuştu. İlk defa tattığım bu yoğun hissi asla kabul edemiyordum.

 

"Çık oradan defol git, seni istemiyorum. Sadece ondan nefret etmek istiyorum!" diye bağırdıkça kalbimin sancısı artıyor, kendini daha fazla hissettiriyordu.

 

Arabayı hızla eve giderken, ormanlık alanda gördüğüm boş yere doğru sürmeye başladım. Şu an ihtiyacım olan tek şey bu yoğun histen kurtulup, bedenimde olan büyük savaşı sonlandırmaktı.

 

Arabadan indiğim zaman ilk yaptığım ağaçların arasından koşup, uçsuz bucaksız manzaraya doğru bağırmak oldu.

 

"Senin orada büyümeni istemiyorum, sadece nefret etmek istiyorum! "

 

Kalbim ve aklım arasındaki savaşta dilim bana ihanet etmiyordu ama kalbimin sancıyan yanı her şeyi daha fazla zorlaştırıyordu.

 

Ne ara ekilip, temiz topraklarımı işgal altına aldığını bilmiyordum. Sadece öfkemle ve gururumla yok etmeye çalışıp, ondan kurtulmam gerektiğini çok iyi biliyordum.

 

Başarabilirdim. Asi yanıma sığınıp, onu oradan atmak için çabalayabilir, kendi canımı yakmak uğruna bu duygudan kurtulabilirdim.

 

Düşüncelerimi bölen, beni yine karanlığa sürükleyen sesi ile Demir, bileğimden tutup beni kendine doğru çekti.

 

"Sana, beni arabada bekle demiştim!"

 

Canım çok yanıyor ama sesimi çıkarmıyordum. Kalbimin akıllanması için kimin tohumunu toprağına kabul ettiğini görmesi gerekiyordu. Cevap vermediğim için dişleriyle beraber sıktığı bileğim, elinde tuz buz olacak gibi hissediyordum.

 

"O adamla nasıl tanıştınız, çabuk anlat bana! Ona nasıl baktın, nasıl davrandın ki seni unutamamış, her yerde seni aramış?"

 

Bileğimi elinden sertçe çekmeye çalıştım ama asla müsaade etmiyordu. Gözlerindeki ruhsuz ifade, iddia ettiği karanlık tarafta olduğunun habercisi gibiydi ve gözleri bana en büyük acıları yaşattığı gün kadar acımazdı. Bu acımasız gözlere boyun eğdiğim gün, beni ailemle sınamıştı ama artık sınanacağım hiçbir şey kalmamıştı.

 

Onun karanlık gözlerine inat, gözlerimden çıkan ateşle ona cevap veriyordum.

 

"Aynı sana baktığım gibi baktım Demir! Demek ki karakter olarak ikinizde aynısınız. Gözlerinize öfke ile bakan, sizi görmek istemeyen kızların peşinden koşacak kadar karakter yoksunusunuz!"

 

Bileğimdeki elini çekip, beni iki omuzumdan kavrayarak silkeledi. Kalbimdeki ağrının katsayısı arttıkça canım yanıyor ama ben sonuca odaklanıyordum. Kalbimde hissetmeye başladığım bu duyguyu bugün onun sayesinde öldürecektim ve bir daha orada büyümemesi için elimden geleni yapacaktım. Omurgam, hiç eğrilmeyecekmiş gibi karşısında dik durmayı başarırken, kalbimdeki sağanak yağış gözlerime doğru yol alıyordu. Gözyaşlarımın önünde set olmayı başaramayacağımı anladığım an, hızla başımı yere eğdim. Şu an tek yapmam gereken, onun karşısında dik bir şekilde durmaktı.

 

"Bana bak! " diye bağırdığında sesi ormanda yankılandı. O yankı büyüdükçe kulaklarıma çarpmaktansa kalbime çarpıyor, beni toza dumana katıyordu.

 

"Bana bak diyorum sana, Allah'ın cezası bana bak!"

 

Sağ omzumdaki elini çeneme koyup, yukarıya kaldırdığında sonunda olması gerekene dönmüştük. Artık onun gözünde ben, ona gönderilen bir cezaydım.

 

İnsan kirpiklerine kadar titrer mi? İnanın ben titriyordum. Havanın soğukluğunu hissedemeyecek kadar kor alevlerde yanıyordum ama ben, sabah ayazında kalmışım gibi titriyordum. Onun gözünde bir cezaya dönüştüğümü bilmek mi, böylesi titrememe neden olmuştu bilmiyordum. Ben, sadece kirpiklerime kadar titriyordum.

 

Gözlerimden akan yaşlar, şu an benim en büyük düşmanımdı. Yine dik durmayı başaramamıştı; ağlak ve çocuk kalan yanım. Yaşlarım çenemdeki eline değdiği zaman, beni arkaya doğru itti.

 

"Sana çok yüz verdim ben! Bu evlilik sırf benim canım öyle istediği için olmuştu. Senden sıkılana kadar da devam ettireceğim. Bu süre zarfında ben ne diyorsam onu yapacaksın, sözümü ikiletip, bana karşı gelmeyeceksin. Bir daha seni bu kılıkta da görmeyeceğim! Duydun mu beni?"

 

Duydun onu değil mi Beyza? Tüm dediklerini içinden tekrar tekrar geçir. Onun yalanlarına kanma dediğim zaman, bana ara ara kızıyordun. Sana böylesi hak işte! Şimdi kalbindeki sancıyı da iyi hisset, aptallığının eseri o! Bu sahtekar adamın, sana söylediği yalanlara inandığının en büyük kanıtı o!

 

"Sana duydun mu dedim? Her şeyi bana iki kez tekrarlatma!"

 

Kafamı evet anlamında sallayınca arkasını döndü ve bir iki adım atıp konuşmasını devam ettirdi.

 

"Kendini toparlamadan eve adımı atma, kimseye hiçbir şey belli edeyim deme, yoksa onlarla beraber seni de pişman ederim!"

 

O uzaklaşana kadar, ayakta durmak için direndim. Gözden kaybolduktan sonra yere kapaklandığımda öyle büyük yalnızlık içinde kalmıştım ki nefes alamıyordum. Derdimi paylaşabileceğim, bir Allah'ın kulu yoktu. Trabzon'da da değildim ki annemle babamın arasına sığınıp, yalnızlığımı onlarla giderecektim. Oraya gidecek güç bulabilseydim eğer kendimde, erinmez oraya gider, ikisinin arasına yatarak kalbimin sancısıyla onlara sığınırdım.

 

Boşluğa doğru ne kadar süre ağlayarak baktığımı bilmiyordum. Okunan ezanla beraber, kendimi denize doğru yürürken buldum. Oraya gidip abdest alacak, sonra kulluk görevimi yerine getirmeyi ihmal etmeyecektim. Ah birde giderken sürekli yere kapaklanıp düşmeseydim her şey daha kolay olacaktı ama ne gözyaşlarım duruyor, ne de ayaklarım tutuyordu.

 

Sağa sola bakıp kimsenin olmadığından emin olduğum zaman çenemin altındaki şala takılı iğneyi çıkardım. Ayakkabılarımı kenara koyduğumda denize doğru ilerleyip, abdestimi almaya başladım. Kış mevsiminde deniz suyunun, buz gibi olması gerekiyordu ama ben, hissetmiyordum. Kollarımı dirseklere kadar yıkadığım sırada bastığım taştan ayağım kayıp, denize dizlerimin üzerine doğru kapaklandım. Kuvvetli şekilde taşa çarpan sağ bileğimdeki ağrı üst boyuta ulaştığında denizin soğuk suyunda deli gibi kahkaha atıyor, ağrıyan kalbimle konuşmaya başlıyordum.

 

"Alt tarafı abdest alacaktın beceriksiz, onu bile beceremedin. Şimdi Kenan burada olsaydı, seninle kesin dalga geçerdi. Allah'tan yanında hiç kimse yok da bu halini görmüyor!"

 

Farkına vardığım yalnızlıkla "Yanımda hiç kimse yok!" diye bağırırken sadece ailemi istiyordum. Kenan'ın benimle dalga geçmesine rağmen gözlerinden silemediği korkuyla beni yerden kaldırmasını, alaylı cümlelerine inat endişeli sesini duymak istiyordum.

 

"Hiç kimsem yok!"

 

Kahkahalarım yerini sesli ağlamaya bıraktığında deniz bile hırçın davranıp, dalgalarıyla beni dövüyordu. Kendimi geriye doğru sürükleyip, abdestimi tekrar baştan aldım ve kenara doğru yürüdüm. Trençkotumu üzerimden çıkarıp, çakıl taşlarının üzerine serdikten sonra namazımı eda ettim. Secdede kırgınlıkla akıttığım yaşlarım, duaya dökülene kadar sabırla bekledim.

 

Uzun bir bekleyişti ama kırgınlığım şükür artık duaya dönmeye başlamıştı. Secdeden kalkıp, dizlerimi karnıma doğru çektim. Kollarımı dizlerime dolayıp, başımı usulca dizlerime yaslarken bana en iyi gelecek olan tefekkür deryasına daldım.

 

"Ne kadar kendimi günahlardan korumaya çalışsam dabilirim ki günahlarım denizler kadar çok ya Rabbim. Sen, işlediğim günahlardan beni döndürecek, güç ve kuvvet ver, beni nefsimin eline bırakma Allah'ım.

 

Ve bilirim ki senin merhametin sonsuz ya Rabbim. Beni merhametinden noksan bırakıp, çaresizliğimin içinde, yalnız bırakma Allah'ım.

 

Denizleri insanlara ve hayvanların yaşamları için sunan Allah'ım, senin kudretin karşısında, biz çok aciziz. Bu güzellikler karşısında şükrümüzü eksiksiz yapmayı nasip eyle Allah'ım."

 

Binlerce amin gönderirken dualarıma; denizin hayvanlara yuva, insanlara ulaşım, serinleme, gözüne harika bir manzara, kulağına dalga sesleriyle harika bir şiir olduğunu düşünmeye başladım. Gözyaşlarımı silip, bu dünyada şu an kimse yanımda yoksa bile, Rabbimin tüm sıkıntılarımdan haberdar olduğu gerçeğini hatırlattım.

 

Bunu her ezanla tekrarlayıp, yatsı namazımı kıldığımda, yüzümü dizlerimin arasına sakladım. Oysa ben karanlıktan ne çok korkar, yanımda biri yokken ıssız yerlere adım atamazdım. Ne gözyaşım dinmiş, ne de eteğim kurumuştu. Eve bu halde dönmem imkansızdı.

 

Demir'in sözlerini hatırladıkça ağlıyor, yüzümü dizlerimin arasına hapsediyordum. Sanki yüzümü saklasam bulunduğum ortamdan uzaklaşıp, Trabzon'daki yuvama gidebilecek gibi hissediyordum.

 

Gözyaşlarım sonunda dinmiş, titreyen vücudum yorgun düşmüştü. Dün gece hiç uyumadığımı düşünürsek, uykusuzluğa baya direnmiştim. Gözlerimi açık tutmaya çalışsam da gözlerim yorgunluğuna teslim olmuştu.

 

⌛15 DAKİKA SONRA...

 

Çok uzaktan duyduğum sesler, yakınlaşıyor ama kırgınlığım cevap vermemi engelliyordu. Ayak sesleriyle beraber yüzümü, dizlerimin arasına daha da sakladım.

 

"Beyza Hanım, iyi misiniz?"

 

Endişeli erkek sesi yanıma kadar yaklaşmış, benden cevap bekliyordu. Tam nefesini içine çekip bağıracak iken "Ne olur, sadece yalnız kalmaya ihtiyacım var" diye fısıldadım.

 

"Ama efendim, Demir Bey çıldırmak üzere ona haber vermem gerekiyor."

 

Gözyaşlarım ıslak eteğime akarken, titreyen sesimle adamla konuşmaya çalıştım.

 

"Toparlanmadan eve gidemem, üzerimdeki etek bile daha kurumadı. Kurumasını bekliyorum, sonra söz geleceğim...

 

Sadece biraz daha zamana ihtiyacım var."

 

Adam bile acınası halime üzülmüş olacak ki çatallaşan sesiyle "Size güveniyorum Beyza Hanım ama Demir Bey'e gidip, anlatmak zorundayım. Gerçekten sizin adınıza çok üzgünüm." diyerek uzaklaştı.

 

Yeri delercesine yaklaşan ayak sesinden çok korkuyordum. Onunla savaşacak gücüm kalmasada ben, yine dik durmak için direniyordum.

 

"Neredesinsen, nerde!"

 

Sesi boşlukta tekrar tekrar yankılanıyor, yankılandıkça kulağımdan kalbime tokat gibi çarpıyordu. Yanıma doğru yaklaşıp, kucağına almak için yeltendiği sırada bu sefer benim sesim her yerde yankılanıyordu.

 

"Dokunma bana, dokunma!"

 

"Kalk o zaman eve gidiyoruz. Saat kaç haberin var mı?"

 

"Kalkamam Demir. Sen toparlanmadan eve gelme demedin mi? Şimdi defol git yanımdan, en son görmek istediğim kişi sensin!"

 

Yüzümü dizlerimden kaldırmıyor, onu görmemek için direniyordum. Söylediklerimin onun için hiçbir önemi yoktu. Dizlerime sarılı bileğimi kavradığında beni peşinden sürüklemeye başladı. Ayaklarım taşlara bastıkça bileğim ise çekildikçe acıyordu. Kendimi kurtarmaya çalışıyordum ama gözü dönmüş gibiydi ve ne halde olduğumu bile göremeyecek kadar öfkeliydi. Bana yaptıkları için onu Allah'a şikayet etmek istiyor ama sancıyan kalbim buna izin etmiyordu.

 

"Bırak işte bırak... Bu kadarına hakkın yok!"

 

"Kes sesini!"

 

Arabaya gidene kadar, yine aynı bileğimi tutmuştu. Geride kalıp bileğim daha fazla zarar görmesin diye çabalarken, ayaklarımın altına sürekli bir şeyler batıyor, acısına dayanamadığım için sessizce gözyaşı döküyordum. Arabanın kapısını açıp beni öfkeyle içeriye savurduğunda artık onu tanıyamıyordum.

 

Öfkeli nefes alışverişleriyle geçen yolculuk sonrası arabadan beni çekerek indirdi.

 

"Evdekilere bir şey belli etmeye kalkışma, kimseyle uğraşacak durumda değilim. Yoksa acısını onlardan fazlasıyla çıkarırım ve bunu yaparken seni yanımda tutarım!"

 

Zili çaldığımızda çok geçmeden Esra teyze kapıyı açtı. Deren anne ve Yağız tebessümle bizi girişte bekliyorlardı. İçeriye doğru birkaç adım atınca Deren anne "Oğlum artık ayakkabılar çıkarılarak eve girilecek, güzel kızım evinde özgürce dolaşsın. " dedi.

 

Yağız çıplak ayaklarını gösterip "Birde merdivenden çıplak ayakla sekelim yengem, sabah çok eğlenceliydi" dedi.

 

İçim kanıyor ama ben gülüyordum. Titreyen sesimi bertaraf ederken "Yapalım yengem, daha çok eğleniriz. " dedim.

 

Demir ayakkabılarını çıkarmadan bileğimden tutup, beni tekrar çekiştirmeye başladığında Deren anne tekrar uyardı ama Demir, bağırarak karşılık verdi.

 

"Yeter artık! Bu evde, saçma değişiklikler istemiyorum!"

 

Onlara doğru yaklaştıkça tebessümüm titriyor, önlerinde ağlamaktan korkuyordum. Yağız bana doğru bakarken "Senin eteğin sabah böyle değildi, şimdi ıslak gibi görünüyor" deyince bana doğru baktılar ve ardından Esra teyzenin titreyen sesi duyuldu.

 

"Kızım yerdeki kanlı ayak izleri senin mi?"

 

Ne olur öyle bir şey olmasın diyerek arkamı döndüğümde, beyaz zeminde çamurla karışık kanlı ayak izlerimi gördüm. Demir dişlerini sıkarak, bana doğru baktığında, tek dizinin üzerinde yere çöktü. Eteğimi hafif kaldırıp, çıplak ayaklarımı gördüğünde yutkunarak gözlerimin içine baktı.

 

"Beyza..."

 

Onun acı dolu sesini duymazdan gelip kahkaha atarken hem konuşuyor, hem de dolaptan ayağıma terlik çıkarıp giyiyorum.

 

"Bugün beni görmeliydiniz Deren anne, birazcık deniz havası alayım derken ayakkabılarım kaydı ve denize kapaklandım. Allah'tan yanımda Kenan yoktu, o halimi görseydi ömür boyu benimle dalga geçerdi."

 

Hem kahkaha atıyor, hem de gözlerimden akan yaşı hızlıca siliyordum.

 

"Öyle olunca ayakkabılarımı çıkarıp, arabaya doğru dikkatli yürümüştüm ama fark etmeden ayağımın altına bir şey batmış demek ki. Kusura bakmayın buraları da kirlettim. Şimdi hemen ayaklarımı yıkar, sonra gelir burayı da temizlerim " dedim. Titreyen tebessümümü korumaya çalışarak Deren annenin yanağına zoraki öpücük kondurup, merdivene doğru koştum.

 

Yağız'ın öfkeli sesi her yeri inlettiğinde adımlarım öylece son buldu.

 

"Ağabey!"

 

"Ağabey bunları yengeme, sen mi yaptın?"

 

Gözyaşlarımı silip, onlara doğru döndüm. Demir çöktüğü yerden yıkılmışçasına kalkarken, Yağız üzerine doğru yürüyordu. Gülerek konuşmaya başladığımda ağzımdan çıkan cümleler beni daha fazla yaralıyordu; çünkü gerçekten ailem, Demir'in bana yaptıklarını öğrenecek olsa beni bir saniye burada bırakmaz, üstüne birde yaptıklarının hesabını ona canıyla ödetirdi.

 

"Saçmalama Yağız, bunları ağabeyin bana yapmış olsaydı şu an ben, Trabzon'da ailemin yanında olurdum, ya da tüm Akmanlar burada."

 

İçimin acısına inat, kahkaha atıp tekrar gülmeye başladım.

 

"Yok artık daha neler? Bunları bana yaşattığı için onu affedip, bir de bu eve mi gelecektim? Seni şakacı çocuk."

 

Bu sefer yüzümdeki kahkaha atan ifade solmuş, dudaklarım titremeye başlamıştı. Artık kimseye rol yapacak gücüm kalmadığı için merdivenlere doğru koşmaya başladım. Arkamdan Demir'in koşarak geldiğini görünce korkudan titreyerek odamdaki banyoya kendimi atmaya çalıştım. Daha kapıyı kilitlemeden Demir kapının kolunu indirip, kapıyı itti.

 

"Yalvarırım bırak... Sadece bırak..."

 

Dediğim hiçbir şey umurunda değildi. Kapıyı arkasında sanki ben yokmuşçasına rahat bir şekilde açtı. Geri geri giderken gözyaşlarımı kollarıma siliyor, güçsüz kaldığımı hissediyordum.

 

"Buraya gel bakacağım!"

 

"Hayır bakmayacaksın!"

 

Üzerime doğru gelmeye devam ediyordu ama kararlıydım, onun dokunmasına asla izin vermeyecektim. Gidecek hiçbir yerim kalmadığında o, gelmeye devam ediyordu. Ya ben öfkeme teslim olduğum için güçlenmiştim, ya da o güçten düşmüştü. Ellerimi göğsüne koyup, onu arkaya doğru iterken "Seni istemiyorum artık bunu anla!" diye bağırdım. Bir iki adım geriye giderek sendeledi. Onu güçlü şekilde ittiğim için sağ bileğime giren ağrı çığlık atıp, yere çökmeme sebep oldu.

 

Yanıma gelip dizlerinin üzerine çökerken "Beyza..." diye fısıldadı. Sesinde pişmanlık vardı ama bu, şu an benim umurumda değildi. Sesimi ona olabildiğince yettirmeye çalıştım.

 

"Bugün ormanda söylediğin hiçbir cümleni unutmayacağım Demir, senin de dediğin gibi benden sıkılacağın günün gelmesini iple çekeceğim!"

 

Öfkeyle yanımdan kalkıp, kapıyı çarptı ve gitti. Banyonun ortasında uzun süre ağladım. Aklıma Yağız'ın o hali gelince ayağa kalktım. Suyu kaynara yakın dereceye getirdim ve ısınana kadar suyun altında kaldım.

 

Banyodan çıktığımda ısınmış hissediyordum. Ayaklarımın altındaki dikenleri temizleyip, kesik yerlerine yara bandı yapıştırdım. Tam Yağız'ın yanına gitmek için kalktığımda kapı öfkeyle açıldı ve Demir içeriye girdi. Banyodan elindeki çöp poşetine bir şeyler koyup çıktı.

 

"Bu giysiler çöpe gidiyor!"

 

"Keyfin bilir, her rengini tekrar alırım!"

 

Arkamı dönüp odadan çıkarken poşeti sinirle yere attı ve"Hepsini çöpe atarım ben de" diye bağırdı.

 

"Param çok nasıl olsa, gider tekrar alırım. Sende öylece izlersin!"

 

Odadan uzaklaştığımda derin bir nefes aldım. Şimdi Yağız'ın yanına koşarak gidip, beni ağabeyi karşısında koruyan halleri için teşekkür edecektim.

 

Alt kata indiğimde kimseyi salonda bulamadım. Kimin hangi odada kaldığını bile bilmiyordum. Hatta kendi odam, mutfak, salon dışında hiçbir şey bilmiyorum desem daha doğru olurdu. Mutfağa gidip, Kader'den Yağız'ın odasının yerini öğrendikten sonra kapısını çalıp bekledim.

 

"Gel."

 

"Ben geldiiiim."

 

Yağız beni görünce ayağa kalktı."Oo yengem odama teşrif ediyor. Buyurunuzefendim, kraliçe sandalyesi sizin için özel ayrıldı" deyip beni sandalyeye doğru oturttu.

 

Sandalyeyi döndürüp, odayı incelediğimde gülerek konuşmaya başladım.

 

"Vicdansız kardeş, senin canavar gibi oyun konsolun var ve sen, bana söylemiyorsun öyle mi?"

 

Koltuğa otururken "Malın iyisinden de anlıyorsun köftehor" deyip gülümsedi.

 

Sandalyede kendimi bir tur döndürürken kollarımı iki yana açıp tavana bakıyordum.

 

"Mavi Gökyüzüm sağ olsunTrabzon'daykenher gece kapışırdık."

 

Ayaklarımı yere koyup, sandalyeyi durdurdum ve Yağız' a göz kırptım.

 

"Mavi Gökyüzün kimmiş yengem? Şu an çok kıskandım. Bana gelince kuru kuru Yağız diyorsun?"

 

Tebessüm ederek, sandalyeyi yanına doğru ittim ve sol elimi saçlarından geçirip karıştırdım.

 

"Sana da bıdık diyorum ya kıskanç kardeş..." Derin bir nefes alarak gülümsememi daha fazla büyüttüm. "Neyse hadi uzatma da yarın sabah dersin yoksa bir oyun aç. Bugün günümdeyim çok pis adam öldüresim var." dedim.

 

Gülerek konsola doğru gidip açtı ve yerine otururken "Yarın öğleden sonra dersim var, hadi ikimiz grup olalım önümüze geleni yok edelim. Yalnız zombili falan korkmazsın değil mi? " diye sordu. Sorusunu "Korkmam korkmam, korksam da şuraya kıvrılıp yatarım" diye cevapladıktan sonra beraber gülüştük.

 

Oyuna başladığımızda görseller o kadar gerçek ve iğrençti ki hem çığlık atıyor, hem de hiçbirini ıskalamadan vuruyordum.

 

"Yağız arkanda vur şunu!" Yağız oyun oynamaktan ziyade işin eğlence kısmıyla ilgileniyor gibiydi. Hamlelerini yavaş yaptığı için arkasındaki adamı vurduktan sonra söylenmeden durmuyordum.

 

"Ooo sen vurana kadar..."

 

Yağız hem kahkaha atıyor, hem de oynarken konuşmaya çalışıyordu.

 

"Yenge kurtar, etrafımı sardılar."

 

"Bırakın kardeşimi! İşte şimdi hepiniz öleceksiniz." dediğimde desert eagle silahımla güzel bir atış yaptım. Yere serilen zombilerden sonra "Kimse ona dokunamaz" deyip ateş etmeye devam ediyor ve onu her defasında kurtarıyordum. Karanlık ve korkunç binada tiz çığlık atan bir gölge önümden geçtiğinde ruhumu teslim ediyorum sandım.

 

"Aaa çok korkunç, çok korkunç! Ben kesin bu akşam burada uyuyacağım." Cümlemden sonra Yağız'a sinirlenerek söyleniyordum. "Sana da senin açtığın oyuna da! Alt tarafı normal bir adam öldürme oyunu istedim."

 

Yağız'ın kahkaha sesi tüm oda da çınlarken, benim korkudan bağırma sesim ona eşlik ediyordu.

 

"Ay gülmekten gözümden yaş geldi, göremiyorum yenge."

 

O gayet keyifle gülerken, ben terleyen ellerimle nişan alıp kendi kendime konuşuyordum. Arada bir çığlık attığımda ise korkudan ölecek gibi kalbim hızla atıyordu.

 

"Aaa yüzü rüyalarıma girecek... Öl öl öl... Neden ölmüyor?.. Aval aval bakma yardım et!.. Öldürecek beni çok korkuyorum!"

 

"Bu saatte sizin, ne işiniz var ayakta!"

 

Odanın kapısından gelen bağırma sesini duyduğum sırada iyice korkup çığlık attım. Titreyen elimi kalbimin üzerine koyarak gözlerimi kapattım ve kalp atışlarımın düzene girmesini bekledim.

 

Yağız hem kahkaha atıyor, hem de açıklama yapmaya çalışıyordu.

 

"Yenge korkma ağabeyim..."

 

Gözlerimi daha sıkı kapatıp "Oyundan daha korkunç desene" deyip ellerimle yüzümü kapattım.

 

"Yenge on numara cevaptı... Gerçekten ağabeyimin bana yaptığı tek iyilik, seninle evlenmesi oldu."

 

"O halde bunu bana kanıtla ve o kapıyı gidip kapat, sonra da oyunu bitirelim."

 

Yağız yerinden kalkıp, kapıya gitmiş olacak ki kapının kapanma sesi geldi.

 

"Açayım mı gözlerimi?"

 

"Aç aç yenge, kapıyı kapattım." deyip tekrar oyunu başlattı.

 

Korkudan hem ölüyor, hem de önüme çıkanı öldürüyordum. Arada bir çığlık atıp elimi Yağız'a doğru uzatarak "Seni döverim çocuk, başka açacak oyun mu bulamadın?" diyerek onu silkeliyordum.

 

Yağız gülmekten kasılan çenesiyle kahkaha atarak konuşuyordu.

 

"Rahatlayacaksan biraz daha vur yengem, asıl sen son turdaki grafikleri gör. Bu gece kesinlikle sana uyku haram!"

 

Sandalyede ruhumu teslim ederken, son düzlüğe girmiştik. Hem ateş ediyor hem de ara ara Yağız'a söylenip, korkuyla bağırıyordum. Oyunu bitirdik sonunda deyip rahatladığım an, ekrana yaratık bir anda çıkınca ben çığlık atıp, sandalyemi arkaya döndürdüm. Gözlerim kapalı Yağız'ı el yordamı ile ararken "Seni kesinlikle dövmem gerekiyor. Bakma diye beni uyarabilirdin ama sen, bile isteye uyarmadın!.. Dün gece gözüme gram uyku girmedi, bu gece de senin yüzünden uyuyamayacağım. Sol elime doğru gel, seni bu elimle döveceğim. " diye tatlı kızgınlıkla söylenirken gözlerimi açtım.

 

Yağız, arkadan keyifle gülüyor, Demir ise iç çekerek bana bakıyordu.

 

"Ağabeyi kılıklı yalancı, sahtekar. Asıl canavarı içeriye kadar almışsın."

 

"Yenge sen kapıyı kapat dedin, ağabeyimi içeriye sokma demedin ki. "

 

Yerimden sinirle kalkarken, iki elimle saçlarını karıştırdım.

 

"Sus bana laf ebeliği yapma bıdık, cezalısın seninle merdivenden zıplayarak inmeyeceğim..." Yüzümü daha sevimli bir ifadeye getirip sırıtarak cümleme devam ettim. "Çok özleyeceksin ama kesinlikle sana acımayacağım. "

 

Yağız arkamdan "Şeytana uydum yengem affet..." deyince kahkaha atıp, ona doğru döndüm. Demir ona yapılan şeytan imasını anlamış olacak ki koluna bir tane geçirip, ayağa kalktı.

 

"Birdiler, iki oldular!"

 

Aramızdaki mesafeyi kapattığında gözlerimiz birbiriyle buluştu. Bugün gözlerinin sahipliğini yapan karanlık bakışlar nihayet oradan silinmişti; fakat silinene kadar da beni yerle bir etmişti. Şu an özlem ve pişmanlık gözlerine ev sahipliği yaparken sesi de aynı duyguları destekliyordu.

 

"Hadi iki saatte olsa uyuyalım artık. Yarın uzun bir gün olacak."

 

Özlem ve pişmanlık dolu sesiyle kurduğu cümleler yerine, inatla ormanda söylediği cümleler kulağımda yankılanıyordu. Omuzlarımı silkeleyip sandalyeye otururken sanki tüm duygulardan arınmak istiyor gibi hissediyordum ama sesim, ona karşı buz gibi soğuk çıkıyordu.

 

"Sen git yat Demir. Seni, bana karşı bağlayan hiçbir şey yok. Zaten yarın ben, yıllık iznimden kullanacağım, o yüzden erken kalkmayı düşünmüyorum."

 

"Sana kalk dedim."

 

Yine tartışacağımızı anladığım an, olumlu anlamda kafamı sallayıp "Tamam sen git yat, ben de birazdan geliyorum." dedim.

 

Demir odadan çıkarken, Yağız'a doğru eğilip, annesinin odasını tarif etmesini istedim. Tarif ettikten sonra "Niye sordun hayırdır? " diye sordu.

 

"Bugün gelinini çok özlemiştir diye düşündüm. Gideyim kapısını kilitleyeyim de bu gece onun yanında yatayım. Hem ağabeyinin aklına bile gelmez."

 

Sessizce gülüp el salladım ve yanından ayrıldım. Deren annenin odasına girip kapıyı kilitledim. Ona Yağız ile oyun oynayıp korktuğumu, ayaklarımın altı acıdığı için yukarıya çıkamadığımı söyledim ve tülbentim ile kimonomu çıkarıp yatağa girdim. Gün içi olanları sürekli düşündüğüm için bir türlü uyuyamadım. Sabah ezanı okununca kalkıp, namazımı kıldım ve tekrar yatağa girdim. Sessizce süzülen yaşlarım yastığı ıslatırken, 2 gündür uykusuz kalan bedenime hayret ettim. Demek ki benim sorunum, geç saatte uyuduğumda uykudan uyanamamak olduğuna karar verdim. Bu kadar uykusuz kalmışken, üst katta kendi odamda uyumak aslında daha iyi olacaktı ama Demir'in nerede olduğunu bile bilmiyordum.

 

💙⌛💙

 

Ne zaman kapattığımı bilmediğim gözümü alarmla açtığımda Beyza yanımda değildi. Hemen duşumu alıp, üzerimi değiştirdim ve aşağıya indim. Aklıma gelen her yere baktım. Onu bulamadıkça vücudumu saran öfke tüm damarlarımda hissediliyordu.

 

"Esra, Beyza'yı gördün mü!"

 

"Hayır efendim."

 

İşte yine kaçıp gitmişti. Kaçmaktan da gitmekten de asla bıkmayacak, ben onu özgür bırakana kadar pes etmeyecekti. Yumruk halini alan elimi zorla açtığımda cebimden çıkardığım telefona son zamanlar sıklıkla aradığım numarayı tuşladım.

 

"Onu bulun!"

 

 

 

"Efendim birkaç saniye istiyorum sizden...

 

 

 

Efendim araba sinyali kapınızın önünde görünüyor."

 

 

 

"Ama burada yok! Kamera kayıtlarına bakın, taksi duraklarıyla konuşun! Ne yapıyorsanız yapın ama bana, karımı hemen bulun!"

 

Sıktığım telefonu cebime koyup hızla kapıya doğru ilerlerken karanlık tarafından esir alınmış gibiydim ve kendimi nasıl kontrol edeceğimi bilmiyordum.

 

"Oğlum hayırdır, nereye koşuyorsun böyle?"

 

Kapıyı aralarken "Acelem var." dedim.

 

"Tamam oğlum Beyza uyandığında, gittiğini söylerim. "

 

Kafamı dış kapıdan içeriye doğru çevirip, anneme baktım. Arkasını dönmüş gidiyordu.

 

"Beyza nerede?"

 

Bana doğru dönüp "Odamda uyuyor." dedi. Gitmemişti, ne olursa olsun karım benden gitmemişti!

 

Kapıyı kapatıp, annemin yanından geçerken kolumdan tuttu ve beni kendine çevirdi.

 

"Baban öldükten sonra her türlü asiliğine katlanıyorum ama artık duracağın yeri bil Demir! Dün o kızın hali neydi? Yine sana toz kondurmamak için gözyaşlarını kahkahalarının ardına sakladı. Ben aptal mıyım sanıyorsun? Ailesi bir damla gözyaşı döktüğünü bilse, onu bu evde bir saniye bile bırakırlar mı sanıyorsun? Hareketlerine dikkat et! Beyza, sana kıyamıyorsa bile ben, sana kıyarım. Duydun mu beni? "

 

Babamı kaybettikten sonra annem ilk defa benimle bu şekilde meydan okurcasına konuşuyordu. Gözlerinin içine sert bir şekilde baktım. Beyza'yı korumaya çalıştığı için ona minnettar iken, ailesini aramakla beni tehdit ettiği için öfkeliydim.

 

"Sen beni tehdit mi ediyorsun!"

 

Kolumdaki elini sıkıp, dişlerinin arasında konuştu. Bu cesareti ona kim veya ne vermişti? Beyza bu eve geldiği günden beri onlara çok iyi davranıyordum, sanırım bu yüzü ondan dolayı bulmuştu.

 

"Dün sessiz sessiz yanımda gözyaşı döküyordu. Utanmasın diye hiçbir şey demedim ama bu kadarı da fazla oğlum."

 

Yapamıyordum, görmediğim sevgiyi verme konusunda çok beceriksizdim. Onu sevmek isterken sürekli incitip kırıyor, bu kırmaların sonucunda benden gitmek istemesine de deliriyordum.

 

Kolumu elinden çekip odaya gittim. Annemin yanında uyuduğu için tülbentini ve kimonosunu çıkarıp yanına koymuştu. Şu iki gün ondan ayrı kalmak, ona sarılamamak iyice beni geriyor, karanlık yanımı besliyordu. İlk defa onunla tattığım aşka inanmadığı için söylediği onca söz saplanıyordu kalbime, sonrasında ben durmuyor, defalarca olduğu gibi yine bunun acısını ondan çıkarıyordum.

 

Gerçekten hiç kimse beni, çıkarsızca sevemez miydi? Servetimi, yakışıklı olmamı kenara koyup sadece beni, ben olduğum için gerçekten de sevemez miydi?

 

Beyza seni sevebilirdi... Hem de bunu yaparken ne servetinle ne de yakışıklı olmanla ilgilenirdi. Senin sahip olduğun güç için değil, sadece seni sevdiği için yanında dururdu ama sen, eksiksin Demir!

 

Derin bir nefes alarak yatağa çöktüğümde gücümün bittiğini hissediyordum. Sürekli aklıma üşüşen sorulara kalbimin verdiği cevaplar dönüp tekrar Beyza'ya bakmama neden oluyordu. Ben bir tek onun karşısında güçsüz ve yetersiz hissediyor, bir türlü onu da asi yanını da dizginlemeyi başaramıyordum.

 

Parmaklarım solmuş yüzünde gezinirken sessizce fısıldıyordum.

 

"Aksini iddia etsem de sende sevdiğim şeylerin başında asiliğin geliyor Beyza; çünkü babamdan öğrendiğim tek şey zorbalık ve sürekli cezalandırılmak oldu. İlerde çocuklarımızı ben dahil herkesten koruyacağını biliyorum. Annem gibi görmezden gelip çocuğunu okul köşelerine terk etmeyecek, gerekirse küçücük boyunla bana meydan okuyup çocuklarımızı benden koruyacaksın ve en önemlisi onlara benim kaderimi yaşatmayacaksın."

 

Yine güzel yüzü buz gibiydi. Yanına doğru yatıp sağ avuç içimle yanağını kavradım ve onu izlemeye devam ettim.

 

Bu kadar güzel olması benim için büyük bir sınavdı. O farkında değildi ama sahip olduğu yüksek aura girdiği her ortamda onu ön plana çıkarıyor, bakışları üzerinde topluyordu. Tabii onun bakışları ise hep farklı yerlerde oluyordu. Tıpkı dün Beyza'nın bakışları bendeyken o adamın hayran bakışlarının Beyza'nın yüzünde dolaşması gibi...

 

Aklıma gelen manzara dişlerimi sıkmama neden oluyor, o iti öldürmeden bıraktığım için pişman oluyordum. Benim baktığım gibi mi bakmıştı ona, benim düştüğüm gibi mi düşmüştü peşine... İşte bunları düşündükçe çıldırıyor, benim baktığım gibi birisi ona bakacak diye ödüm kopuyordu. Tekrar onu göğsümde saklayıp hiç kimsenin görmemesini diliyordum.

 

Özlemiştim, iki günde dokunamadığım tenini, nefesinin bıraktığı ılık serinliği çok özlemiştim ama en çokta gözlerimin içine sıcacık hissettiren bakışları ile bakmasını ve hemen peşine bana sarılması için iki yana açılan kollarım karşısında göğsüme sığınmasını özlemiştim.

 

Hissettiğim yoğun duyguyla dudaklarımı alnına değdirdim. O her zaman olduğu gibi çok güzel kokuyordu ve kokusunu bu dünyada benzetebileceğim hiçbir şey yoktu. Alnındaki dudaklarımı oradan çekmek işkence gibi geliyordu. Onu biraz daha göğsüme sarıp özlem gidermem gerekiyordu ama çalan telefon buna izin vermiyordu.

 

"Ne var?"

 

"Demir biz senin uçağa binmek üzereyiz ama sizi göremiyoruz."

 

"Akın siz binip yerleşin. Beyza hâlâ uyuyor, ben montunu giydirip hemen geliyorum."

 

Söylediğim cümleye karşı Akın'ın attığı kahkaha sesi burada bile yankılanıyordu.

 

"Akın kes sesini ve bağırarak gülme. Ben geldiğimde de sakın sululuk yapıp ses çıkarmayın, eğer uykusunu almadan kalkarsa acısını sizden çıkarırım."

 

Telefonu kapatıp Esra'dan yardım istedim. Esra şalını takıp, dikkatli şekilde iğnelerken ben de montunu giydirdim ve kucağıma alıp arabaya bindim. Kalbimin hızla çarpan seslerine uyanmadıysa, Antalya'ya varana kadar kesinlikle uyurdu.

 

Uçağa vardığımda dikkatli bir şekilde içeriye girip, sessiz olun işareti yaptım.

 

Akın sessizce "Hâlâ uyuyorsa gel buraya yatır. " dedi. Gösterdiği yere Beyza'yı yatırmak yerine oturdum ve onu iyice göğsüme yaslayacak şekilde kendime çektim.

 

Selin yanıma gelip Beyza'ya doğru baktı. Gözlerinin içi gülümserken "Demir bu çok masum, çok güzel... Ama böyle iki büklüm her yeri ağrır, kucağından indirip yatır." dedi.

 

Burnumu kafasına gömüp, iki günün acısını çıkarırcasına kokladım.

 

"Bırakamam Selin, uyandığında dokunmama izin vermeyecek, hatta Antalya'ya gittiğimizden haberi olmadığı için ortalığı katıp karıştıracak."

 

Selin, elini merhametle kolumda gezdirip gözlerime baktı.

 

"Demir sen çok aşıksın! Evet çok güzel, hatta bir içim su ama çok şaşkınım. Kapalı birisiyle seni hiç düşünmemiştim. Tabii çevremizde de hiç olmadığı için olabilir."

 

Beyza'ya bakıp tebessüm ettim ve alnından öptüm. Dudaklarımı uzun süre orada bırakırken, aynı zamanda kokusunu ciğerlerim patlayana kadar içime çektim.

 

"Okuduğu kitaptan gülümseyerek kafasını kaldırıp bana baktığında bakışı, gülüşü kalbime mühürlendi ve o günden sonra tam 10 gün aralıksız onu izledim. Hiç bilmediğim bir sektöre sırf ona yakın olmak için girdim; ama inatla gözlerimin içine bakmıyor, kendini benden sakınıyordu. Biliyor musun dinen yasak olduğu için hiçbir erkekle tokalaşmıyor, kendini sürekli koruyordu. İlk tokalaşmak için ısrar edip, üstüne gidince keyfiniz bilir çok istiyorsanız işten çıkarabilirsiniz diye rest çekti. Bakma ufak tefek olduğuna o kadar asi, o kadar inatçı ki bildiğin canıma okuyor."

 

Akın, Çınar, Kağan oturdukları yerden kalkıp tepemde dikilince Beyza'nın yüzünü iyice göğsüme doğru çevirdim.

 

Akın gülerek "Oğlum eninde sonunda göreceğiz, boş yere uzatma. " derken Çınar,"Gerekirse uyandırırız bizi biliyorsun." dedi.

 

Kağan kafasını kaldırıp, iyice yakınlaştırdı. Ayağımla hepsini itip dişlerimin arasından soludum.

 

"Birkaç saniye... Sonra gidip yerinize oturun ve ne olursa olsun sakın ses çıkarmaya kalkmayın, uyanırsa uçağı başımıza yıkar. Eğer siniri geçmezse pilot kabinine geçer, uçağı düşürmek için beni tehdit edip, bunu yapmak için elinden geleni yapar. Bakın gerçekten yapar. O yüzden eve gidene kadar uyanmaması gerekiyor."

 

Üçü de kafasını tamam anlamında sallayınca yüzünü göğsümden ayırıp, onlara doğru çevirdim. Hayvanların hepsi bir ağızdan "Çok güzeeell!" diye bağırdı. Dişlerimi sıkıp ayağımla üçünü de itmeye çalışırken Beyza söylenmeye başladı.

.

.

.

Bu kadar yetoo : )

Loading...
0%